Acaba siyasi liderlik, “nübüvvet” vazifelerinin bir bölümünü teşkil etmekte midir? Eğer yanıt olumlu ise, neden öyleyse bazı peygamberlerin hükümeti yoktu? / Acaba siyaset sözcüğü ve hükümetin teşkil edilmesi, dinin imzaladığı akli bir şey midir yoksa dinin bir getiri ve armağanı mıdır? / Acaba din, bağımsız bir hedef unvanı ile mi siyasete el atmıştır yoksa uhrevi saadet zeminesinde zaruret haddinde midir? / Acaba İslam, toplum ve siyaset alanında, ana hatları mı belirlemiş yoksa ayrıntı ve detayları da açıklamış mıdır? İslam’ın siyaset hakkındaki ana hat ve taslağı nelerdir? / Hükümet ve siyaset, anlaşmalı ve cüzi işlerle ilgilidir ve Enbiya ve İmamların (a.s) şanından değildir…
Her konu ve meselede yakin (kesinlik) ve şüphe, iki türlüdür; bazen mantıksal ve bazen de psikolojik ve ruhsaldır. Mantıksal kesinlik ve şüphe, eşyanın vazıh ya gayri vazıh olmasından ve onların konu ve hükümlerinden, tasavvur ve tasdikin zuhurundan neşet bulmaktadır. Eğer insan nefsi için bir şey açık ve aşikâr olur veya kanıtlanmış ve açıklayıcı olursa yakin ve kesinlik hâsıl olur ve eğer mevzu ve hükümde, belirsizlik veya tasavvur/düşünce ve tasdiki ilkelerinde icmal olursa insan nefsi için şek ve şüphe hâleti oluşur.
Ama psikolojik şüphe ve yakin (kesinlik), eşya ve dışsal konulardan ziyade, insanların içsel sebepleri ve nefsani haletleriyle ilgilidir. Dolayısıyla başkalarının yakin ettiği vazıh ve açık konularda şüpheye düşülebilir veya başkaları için belirsiz şüpheli mevzuları yakini ve kati olarak algılayabilir. Fıkıh usulü ilminde “kat-i kutta” unvanı ile bahsedilen şey, mantıksal katiyet değil, genellikle ruhsal (psikolojik) katiyet kategorisindendir. Fıkıh ilminde “kesir-u şek” unvanı ile bahsi geçen şey de, yine aynı ruhsal şek kategorisindendir. Bu da şekkak (çok şüpheci) insan nefsinin özelliklerindendir.
Açıktır ki bilimsel bahis ve söyleşiler ve ezcümle bu bölümde bahsedilecek şeyler, mantıksal kesinlik ve şüphe alanında etkilidir ve psikolojik şüphe ve kesinlik zemininde ise o kadar etkili değildir. Zira her ikisi de, ister olmak ve isterse olmamak konusunda olsun kendisine has bir nedene bağlıdır.
Burada, velayet-i fakih ve dini hükümet konusunda gündeme getirilen veya getirilmesi mümkün olan soru, eleştiri ve şüphelere cevap verilerek, konu hakkında kapsamlı ve net bir görüntü ortaya konulup, tefrit ve ifrat içerikli bakış açılarının yanlışlığının ispatlanması amaçlanmıştır. Velayet-i Fakih konusundaki yanlış yorumlara örnek olarak, velayeti fakih sisteminin insanların kısıtlanması veya anayasanın izafi bir şey olduğunu gerektirdiği, ayrıca Velayet-i Fakih’in cumhuriyet sistemiyle bütünleştirilemeyerek vekalet-i fakih diye tercüme edilmesi yahut İslam hükümeti ile diğer batı ve doğu hükümetleri arasında fazla bir farkın olmadığını inanmak…
Dini Hükümet, İslam Hükümeti
1.Soru: Acaba siyasi liderlik, “nübüvvet” vazifelerinin bir bölümünü teşkil etmekte midir? Eğer yanıt olumlu ise, neden öyleyse bazı peygamberlerin hükümeti yoktu?
Cevap: Genel ve umumi nübüvvetin gerekliliği, akli deliller ikame edilip ve o delil mihverinin, ruhların terbiye edilmesi, nefislerin arındırılması ve bireyin kendisi, Allah’ı ve kendisi dışındaki dünya ile olan ilişkilerinin dışında, ilahî yasalar esası üzerine toplumsal bir hükümet sisteminin tesis edilmesidir. Dolayısıyla toplumun siyasi yönetim ve liderliği, nübüvvetten kaynaklanmıştır. Çünkü talim ve irşat tek başına ve cihat, savunma, hadlerin ikame edilmesi, uluslararası ilişkilerin düzenlenmesi... olmadan toplum asla kendi dini hayatını sürdüremez. Dolayısıyla nübüvvet, yüce insani hayatın tekmili içindir ve eğer yalnızca bir kişi bile yeryüzünde yaşayacak olsa vahye muhtaçtır. –isterse o vahiyde hükümet yasaları olmasın- ve eğer bir kişiden çok insan yeryüzünde yaşayacak olursa kesinlikle onların sosyal ilişkilerini düzenleyen tedvin edilmiş yasa ve hükümete ihtiyaçları vardır.
Elbette bazı peygamberler için yöneticiliğin fiiliyata dökülmesi, kendisine has koşullarından dolayı mümkün olmayabilir, örneğin Hz. Resulü Ekrem (s.a.a) peygamberliğinin ilk yıllarında, hükümet makamının icra edilmesinden mazurdu. Aynı şekilde yalnızca dini hükümleri tebliğ sorumluluğu olan ve ayrı ve bağımsız bir hükümet kurma hakkı olmayan bazı ilahî peygamberlerin, toplumun yöneticiliğini üstlenmiş büyük bir peygamberin asrında yaşaması ve onun risaleti altında olması imkan dâhilindedir. Örneğin Hz. İbrahim Halil Peygamberin (a.s), nübüvvet mecmuası altında bulunan فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌ (Bunun üzerine Lût ona iman etti)[1] Hz. Lut’un (a.s) ayrı bir hükümeti yoktu ve bu hiçbir sorunu beraberinde getirmemektedir. Zira böyle şahısların nübüvveti, tüm bölgenin yöneticiliğini üstlenmiş o büyük peygamberin geniş nübüvvetinin şua ve ışığındandır. Dolayısıyla, hükümetsiz hiçbir nübüvvet yoktur, ister bağımsız bir şekilde olsun ve isterse birisine bağlı olsun. Zira verilen örnekte olduğu gibi, Hz. Luta (a.s) Hz. İbrahim’in (a.s) hükümeti altında, siyasi ve sosyal yaşantısını sürdürmekte ve başkalarını kendine mahsus yerlerde idare etmekteydi.
Bu nedenle, peygamberlerin siyaset, içtima ve onların yöneticilik sahnesinde hazır olmaları, açıklanabilir bir şekilde Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiştir. وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِىٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثيرٌ (Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar)[2] ve eğer Hz. Nuh, Hz. İsa (aleyhimaselam) ve diğer bazı ilahi peygamberlerin siyaset ve hükümeti hakkında sarih bir şekilde Kur’an-ı Kerim’de bir açıklama gelmemişse, bu hükümetlerin olmamasına delil teşkil etmez, bilakis bu: وَرُسُلًا لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ (Anlatmadığımız (nice) peygamberler de gönderdik)[3] kabilindendir. Yani beşer tarihinde yaşamış olan bazı ilahi peygamberlerin, Kur’an’ın tasrihi ile adları Kur’an’da gelmediği gibi, Kur’an’da adları geçen her bir peygamberin tüm özellikleri de zikredilmemiştir.
Hatırlatma: Akli telazüm[4] ve gereklilik, bu konu için münasip bir çözümdür. Şöyle ki her bir peygamberin, dini bir programla gönderildiği kesindir, her ne kadar bazen müstekbirlerin tuğyanı neticesinde halk kitlesinin, belirli bir peygamberin hükümet feyzinden mahrum kalmış olması mümkündür.
***
2. Soru: Acaba siyaset sözcüğü ve hükümetin teşkil edilmesi, dinin imzaladığı akli bir şey midir yoksa dinin bir getiri ve armağanı mıdır?
Cevap: Hükümetin kendisi, aklın güzel bir şekilde idrak ettiği zorunlu bir şeydir ve akıl sahipleri de akli zorunluluğa istinaden, onu kabul etmektedir. Muteber akli bir delille ikame edilen bir şey ise, şeri hüküm olacaktır. Öte yandan, nakli delil de onu imzalamış ve detaylı bir şekilde gerekli şart ve vasıfları açıklamıştır. Hakim ve yöneticinin tayin edilmesi ise akli ve nakli şahitler esasına göre Allah’ın takdirindedir.
***
3. Soru: Acaba din, bağımsız bir hedef unvanı ile mi siyasete el atmıştır yoksa uhrevi saadet zeminesinde zaruret haddinde midir?
Cevap: Dinin mutlak ve nihai hedefi, insanların nurani olması ve onların Şuhut[5], Likaullah[6] ve Darulkarar’a ulaşmalarıdır. Bundan dolayı, insanların adaleti icra etmeleri: لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ (insanların adaleti yerine getirmeleri için)[7] ve hatta herkesin ibadeti bile dinin nispi ve orta hedefidir. İbadi ve siyasi meseleler, birey ve toplumun o nihai hedefe ulaşması için vesilelerdir ve hepsi sırat ve yoldurlar ve yolun, hiçbir zaman nihai hedef olması düşünülemez, ancak buna rağmen, siyaset zorunlu bir şeydir ve insanın tüm yaşam aşamalarında ve İslam’ın tüm ahkam ve emirlerinde mülahaza edilmektedir. Öyle ki dini kurallar, siyasetten ayrı değildir ve doğru siyaset de İslami kuralların dışında olmayacaktır.
***
4. Soru: Acaba İslam, toplum ve siyaset alanında, ana hatları mı belirlemiş yoksa ayrıntı ve detayları da açıklamış mıdır? İslam’ın siyaset hakkındaki ana hat ve taslağı nelerdir?
Cevap: İslam, teabudi[8] imaj ve bindirmesi çok olan ve geleneksel aklın hususiyetinin idrakinden aciz olduğu ibadet ve hükümlerde, hem külliyat ve ana hatları buyurmuş ve hem de detay ve ayrıntıları. Ancak ekonomi, siyaset, çiftçilik, hayvancılık, askeri işler ve benzerleri gibi konularda, yalnızca genel hatları açıklamış, detay ve ayrıntılarda içtihadı ise kavrama ve akletmeye bırakmıştır. Elbette aklın kendisi dinin iki kaynağından birisidir.
Hz. Emirilmüminin Ali’nin (a.s) Malik Eşter’e (r.a) yazdığı ahitnamesinde, İslam’ın genel siyaset hatları yer almıştır. Örneğin: İslam hâkim ve yöneticisinin vasıfları, farklı sınıflardakilerin hakları, hakim, hükümet ve halkın görevleri, umumun rızayetinin, hassın rızayetine önceliği, Müminlerin İslam, Ehli kitap muvahhitleri ve laik insanlarla olan üç çeşit ilişkisi, tevhit, izzet, istiklal, boşlukların doldurulması alanlarında haraç, düşmana boyun eğilmemesi, onlarla ilişkilerin içsel olmaması, malın kişisel, ulusal ve hükümet için taksim edilmesi… Vb. gibi.
***
5. Soru: Hükümet ve siyaset, anlaşmalı ve cüzi işlerle ilgilidir ve Enbiya ve İmamların (a.s) şanından değildir.
Cevap: Dinin kavram ve sözcükleri, lafzi ve anlamsal olarak bir değere sahip olup, sosyal bağlamda hükümlerin belirlenip tahakkuk bulması için mukaddime hükmündedir. İslam hükümeti ise, dinin toplum ve insanların canlarında tahakkuk bulması için bir faaliyet ve çalışmadır. Dolayısıyla nasıl olurda o kavram ve anlaşmalı terimlerin beyan edilmesi peygamberler ve İmamların (a.s) şanından sayılmakta, ama dinin hükümlerinin tahakkuk bulması için zorunlu ve lazım olan hükümet ve siyaset onların şanına aykırı oluyor?
Devam edecek…
AYETULLAH CEVADİ AMULİ
--------------------------------------------------------------------------------
[1] — Ankebut, 26.
[2] — Al-i İmran, 146.
[3] — Nisa, 164.
[4] — İki şeyin karşılıklı olarak birbirini gerektirmesi anlamında mantık terimi.
[5] — Arapça, görmek, müşahede etmek demektir. Kaşani, şuhudu; Hakk’ı Hakk vasıtasıyla görmektir, diye tanımlar. Zıddı gaybettir. Ve bu gaybet nefsin hazlarından uzaklaşıp onları görmemek anlamındadır.
[6] — Lika: Karşılaşma, buluşma, görüşme, bir araya gelme anlamlarına gelir. Burada Allah’la mülakat etme ve görüşme kast edilmektedir.
[7] — Hadid, 25.
[8] —Delile gerek kalmadan kabul edilen ibadetler. Dinde bazı hükümler bu şekildedir. Örneğin neden sabah namazı iki rekâttır denildiğinde bu teabbudidir denilir. Yani delilsiz kabul etmek zorundasın demek istenmektedir.