Diyanet ve Sünni Alimlerin “Muta Zinadan Farksızdır” Sözüne Reddiye (2)

Rate this item
(0 votes)

Açıklandığı üzere ayetin bu hükmü nesh ettiği konusundaki sözlerin hiçbirisine güven duyulamayacağı açık olup nesh edilme efsanesi birkaç yönden merduttur:

1. Ayetlerin “Haber-i Vahit” ile nesh edilmesi caiz değildir.

2. Ayetin nesh ettiğine dair iddia edilen rivayetlerle açıkça ayette neshin gerçekleştiğini ortaya koyan diğer rivayetler birbiriyle çelişmektedir ve sayıca pek çok olan bu rivayetler Ehlisünnet tarafından nakledilmiştir.

3. Ehlisünnetin meşhur kitaplarında defalarca zikredilen hadisler, bu hükmün Peygamber zamanında ve hatta birinci halife döneminde var olduğunu ve sadece ikinci halifenin bu hükme muhalefet ettiğini güzelce ortaya koymaktadır. [1] Buhari kendi Sahihinde şöyle diyor: 

“Ebu Reca’, Ömer b. Hasin’den naklediyor: Mut’a ayeti nazil oldu ve biz Peygamber’le (s.a.a) bu ayete amel ediyorduk. Bunu haram eden ayet nazil olmamış ve Peygamber’de (s.a.a) dünyadan gidene kadar bunu haram etmemiştir. Sonra kendi görüşüne göre amel eden birisi bu konuda dedi ki…İbni Hasin bu şahsın İkinci halife olduğunu söylüyor.” [2]

Müslim’de kendi senediyle Ata’dan şöyle naklediyor: “Cabir b. Abdullah Ensari, umre için Mekke’ye gelmiş ve biz de onu görmek için evine gitmiştik. Oradakiler bir takım sorulardan sonra mut’a hakkında sorduklarında şöyle cevap verdi: Evet, biz Peygamber (s.a.a) zamanında mut’a yapıyorduk ve hatta birinci ve ikinci halife zamanında da bu hükme amel ediyorduk.” [3]

Aynı şekilde Sahih Müslim’de Cabir’den başka bir hadis nakledilmiştir: “Allah Resulü (s.a.a) zamanında az bir mihriye karşılığında mut’a yapıyorduk ve Ebu Bekr zamanında da böyleydi, ne var ki Amr b. Haris olayında Ömer bunu yasakladı.” [4]

Yine Sahihi Müslim’de Ebu Nazra’dan naklediliyor: “Cabir b. Abdullah’ın yanındaydım ve ona “Abdullah b. Abbas” ile “ Abdullah b. Zübeyr’in” kadınlarla Mut’a yapılması ve hac mutası hakkında ihtilaf ettiklerini söyledim. Cabir şöyle dedi: Biz her iki mut’ayı da Peygamber (s.a.a) zamanında yapıyorduk, daha sonra Ömer yasakladı ve biz de bir daha tekrarlamadık.” [5]

Hatırlatılması gerekir ki Cabir’in bu işten sakınması yalnızca halifeden korktuğu içindir, zira o, mut’a yapanlara zina haddi uyguluyor ve bu işi yapanları taşlıyordu!

Hakikaten biz Sahihi Müslim kitabını dikkatle mütalaa eder ve bu konuda mutayı yasaklayan ya da ispat eden rivayetleri araştırıp incelersek çok ilginç şeyleri müşahede edeceğiz şöyle ki:

“Cehni” anlatıyor: Peygamber (s.a.a) Mekke’nin fethedildiği yılda Mekke’ye girdiğimiz zaman bize muta yapmamızı emretti, ancak henüz Mekke’den dışarı çıkmadan bu ameli yasakladı! [6]

Bazen Peygamber’in (s.a.a) bu hükmü nesh ettiğini, bazen Peygamber ve birinci halife zamanında bu hükmün olduğunu ve Ömer’in yasakladığını ve bazen de Ali’nin (a.s) İbni Abbas’a bu amelinden ötürü defalarca itiraz ettiğini ve onu mutadan sakındırdığını ve Ali’nin (a.s) defalarca itirazının İbni Abbas’ın mut’a konusu hakkındaki kendi inancından dönmesine sebep olduğunu söylüyorlar. [7]

Abdullah b. Zübeyr’den nakledildiğine göre bir gün Zübeyr Mekke’de şöyle dedi: “Allah’ın gözlerini kör ettiği gibi kalplerini de kör eden kimseler (o zamanlarda gözlerini kaybeden Abdullah b. Abbas kastedilmektedir) mut’a’nın caiz olduğuna fetva veriyorlar! Bu sözü işiten Abdullah b. Abbas şöyle seslendi: Sen; cahil, beyinsiz ve edepsiz birisin. Yemin olsun ki dünya müttakilerinin önderi Ali (a.s) zamanında mut’a yapılıyordu!...” [8]

Bu hadis, İbni Abbas’ın ömrünün sonuna kadar ve hatta İbni Zübeyr’in hükümeti dönemlerinde de kendi inancı ve fetvasında baki kaldığını güzelce ortaya koymaktadır.

Bunlardan daha ilginci Ali’ye (a.s) mut’ayı yasakladığı nispetinde bulunulmasıdır, zira bunun caiz olduğu fetvası Ehlibeyt (a.s) Şialarının sloganlarından birisi hesap edilir ve özellikle Ali’nin (a.s) bizzat kendisinden mut’anın haram edildiğini inkâr ettiğine dair çeşitli rivayetler nakledilmiştir.

Ali (a.s) zarbu’l mesel hükmü bulan sözlerinden birisinde şöyle buyurmuştu: “Ömer mut’ayı haram etmeseydi şakilerin dışında hiç kimse zinaya bulaşmazdı.”[9]Taberi kendi büyük tefsirinde Ali’den (a.s) şöyle naklediyor: “Ömer halkı mut’adan sakındırmasaydı şakilerin dışında kimse zinaya bulaşmazdı veya insanların pek azı dışında kimse ziyayla kendini kirletmezdi.” [10] Hadiste geçen “Şeka” kelimesi lügatte “az” anlamındadır ve “Eşfa” dan türeyen bu kelime ölüm ve helaketle tanışan anlamında olması durumunda çok zor şartlar altında cinsi şehvetinin galebe çaldığı fertlere kinayede bulunulması da mümkündür.

Bizim muteber rivayetlerimizin birisinde İmam Sadık’tan şöyle nakledilmiştir: Üç şey hakkında hiç kimseden takiyye etmem: Haccı temettu, kadınlarla mut’a yapılması ve ayakkabı üzerine meshedilmesi” [11]

Bunların tamamı bir yana hiç kuşkusuz hakiki usul kaideleri gereğince bir konuda rivayetler çeliştiği veya müsavi olduğu takdirde artık bu rivayetlere güven olmayacak ve müteşabihat sayılacaktır. Böyle olması halinde söz konusu bu rivayetler bir kenara bırakılarak muhkemat ve daha açık başka bir rivayetler başvurulması gerekir. [12]

Bizim konumuz olan bu meselede de bu hadislerin çelişmesi durumunda şöyle dememiz gerekir: Müslümanların tamamının ittifakınca mut’a nikâhı ilk etapta şer’i ve mübahtı, usulün “İstishab” ve “Neshin olmayışı aslı” gibi apaçık iki kanunu bu konunun önceki halinde baki kaldığına hükmeder. Dolayısıyla mut’a nikahının günümüze kadar mübah olması dışında bir şeye hükmedilmez.

Mut’a Meselesinin Karmaşıklık Sırrı ve Nihayi Çözüm Yolu

Hakikatler ışığında bu meselenin hakkını eda etmek ister ve bunca çelişik sözlerin karmaşıklık sırrına vakıf olmak istersek incelik isteyen araştırma ve incelemelerden sonra bu söylemlerin bir noktadan kaynaklandığı neticesine ulaşırız. Evet, yalnızca bir nokta şöyle ki: İkinci halife kendi inancına göre o zamanın gerekli kıldığı çevre ve durumların özel maslahatları gereğince mut’a nikahını haram etti, ne var ki onun haram etmesi şer’i ve dini değil, “kanuni ve örfi haramdı, bunun için şu cümle defalarca mütevatir olarak nakledilmiştir: “Allah Resulü (s.a.a) zamanında iki mut’a; Mut’a’yı Hac ve Haccı Temettu helaldi ve ben onları haram ediyorum, kim buna muhalefet ederse onları cezalandıracağım.” [13]

Sizin de dikkat ettiğiniz gibi ikinci halife mut’anın haram edilmesini Peygamber’e (s.a.a) nispet vermeden şöyle demektedir: Ben onu haram kılıyorum ve bu hükme muhalefet edenleri cezalandıracağım. Görüldüğü gibi ikinci halife Allah cezalandıracaktır ifadesini kullanmamıştır.

Niçin? Zira ikinci halife gibi hadlerin ve İslam kanunlarının uygulanmasında ısrar edip şiddet gösterisinde bulunan bir şahsın Allah’ın helalini haram etmesi veya İslam hükümlerinin cüzünden sayılmayan bir şeyi İslam’a sokması uzak bir ihtimal olduğu anlaşılıyor. Bununla birlikte ikinci halife şunu da bilmektedir: “İslam Peygamber’inin (s.a.a) helal ettiği, kıyamet gününe kadar helal ve onun haram ettiği kıyamet gününe kadar haramdır.” [14]

Aynı şekilde o, Allah’ın Peygamber’i hakkında şöyle buyurduğunu biliyordu: “Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka kudretimizle yakalardık. Sonra da onu şahdamarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.” [15]

Dolayısıyla ikinci halifenin ben haram ediyorum demesinden kastı o günlerde var olan bir çeşit “kanuni ve örfi haram kılma” olabilir.

Ne var ki maalesef ikinci halife zamanında yaşayan muhaddisler ve ondan sonra iş başına gelen sathi raviler, bir taraftan bu ince noktadan gafil oldukları ve Ömer gibi İslam’ın sınırlarını korumakla görevli olan bir şahsın Allah’ın helalini haram etmesini ve ilahi sınırları çiğnemesini uzak bildikleri için izin çıkarma fikrine düşerek Peygamber’in (s.a.a) bu meseleyi ilk etapta mübah kıldığını daha sonra da haram ettiğini söylemekten başka bir yol bulamadılar. Diğer taraftan bu iddia hakikatle örtüşmemesi hasebiyle bu hükmün açıklama ve tefsirinde sorunla karşılaşıp çelişik söylemlerde bulundular. Hâlbuki ikinci halifenin amelini bizim yaptığımız gibi yorumlasalardı, bunca külfete ve çelişik söylemlere mecbur olmayacaklardı!

Bu sözümüze daha önce Müslim’in Cabir b. Abdullah Ensari’den naklettiği şu rivayet tanıklık etmektedir: Cabir anlatıyor: Peygamber (s.a.a) ve birinci halife zamanında az bir mihriye karşılığında birkaç günlüğüne mut’a yapıyorduk, derken Amr b. Haris’in olayından sonra Ömer bunu yasakladı.

Sahihi Müslim’e “Kemalü’l Muallim” isminde şerh yazan Sünni âlimlerinden “Veştani Abi” şöyle yazıyor: Bazıları bu yasaklamanın ikinci halifenin hilafetinin son dönemlerinde olduğunu söylerken bazıları da hilafete geldiğinde yasakladığını söyleyerek onun şöyle dediğini kaydediyorlar: “Evli olan birisi mut’a yaparda onu benim yanıma getirirlerse taşlayacağım. Evli olmayan birisi mut’a yaparda benim yanıma getirirlerse onu kırbaçlayacağım.”

Amr b. Haris’in kıssası şöyledir: Amr b. Haris, Peygamber (s.a.a) zamanında mut’a yaptı ve onun bu ameli Ömer’in hilafetine kadar devam etti. Bu olay Ömer’in kulağına çalındı ve Ömer Amr b. Haris’le mut’a yapan kadını yanına çağırarak meselenin aslını sordu. Kadın bu olayın hakikatinin olduğunu söyledi. Ömer kadına şahidinin olup olmadığını sorduğunda kadın anne ve babasını şahit gösterdi. Bunun üzerine Ömer niçin bunların dışında şahit getirmiyorsun? Dedi ve sonra mut’ayı yasakladı.

Cabir’in hadisi Ömer’in özel bir konuda mut’ayı nehyettiğini ortaya koymaktadır, zira bu olay Ömer’in hoşuna gitmiyordu ve maslahat görmediği için mut’ayı nehyetmişti.

Her ne kadar bu olayın (Amr b. Haris’ın olayı) ayrıntıları bizce malum değildir, ancak ikinci halifenin ruhi haleti bize göre bellidir; o, her şeyi zorlaştıran ve haşin birisidir. Çoğu zaman onun için makbul olmayan bir olay onu tahrik etmesi sebebiyle o olay karşısında tamamen kendi içtihadıyla hareket ederek bir daha tekrar etmesinin önünü alıyordu.

Dolayısıyla bu konudaki söylemlerin tamamının kaynağı açıklandığı üzere ikinci halifedir. Mut’anın ikinci halife zamanında yasaklanmasını dikkate almaksızın Kur’an’da açıkça yer alması, Peygamber (s.a.a) ve yaranlarının amel etmesi ve aynı şekilde Ebu Bekr’in hilafetinde ve Ömer’in hilafetinin bir döneminde uygulanıyor olması konunun uzunca söylemlere gerek kalmadan açıklığını ortaya koymaktadır.

İslam tarihi kesitlerinde geçici evliliğin Peygamber (s.a.a) zamanında ve hatta Kureyş büyükleri arasında alışıla gelen bir amel olduğu ve Kureyş’in şahsiyet sahibi pek çok fertlerinin mut’a yoluyla dünyaya geldiği anlaşılmaktadır.

Bu sözümüze Ehlisünnet ’in güvenilir büyük âlimlerinden Ragıb İsfehani’nin şu sözü tanıklık etmektedir:

“Abdullah b. Zübeyr, mut’ayı niçin helal biliyorsun diye İbni Abbas’a serzeniş ediyordu. Abdullah b. Abbas Abdullah b. Zebeyr’e annesiyle babasının nikah merasimini sormasını istedi ve bunun üzerine Zübeyr annesine meselenin ne olduğunu sorduğunda annesi şöyle dedi: Allah’a yenim olsun! Sen mut’a nikahı dışında bir yolla dünyaya gelenler arasında değilsin.” [16]

Bu olayı Ehlisünnet’in tanınmış âlimi Râğıb İsfahânî anlatmaktadır. Ancak Abdullah b. Zebeyr’in annesinin kim olduğunu biliyor musunuz? “Esma”, Ebu Bekr’in kızı Ümmü’l Müminin Ayşe’nin bacısı ve Allah Resulü’nün (s.a.a) yaranlarından Zübeyr’in eşiydi. Böyle bir şecereye sahip olan bir kadını Zübeyr mut’a nikahı altına aldı. O halde apaçık belgeye rağmen bu konu hakkında niçin hala inatçılık yapalım?

Ragıb yukarıdaki olayı anlattıktan sonra başka bir olayı naklederek şöyle diyor: “Yahya b. Eksem (meşhur baş yargıç) Basra büyüklerinden birisine: Sen mut’aya izin verenlerden kime tabisin? diye sorduğunda Ömer b. Hattab’a dedi. Yahya b. Eksem: Nasıl olur? Ömer, mut’aya şiddetli karşı çıkanlardan değil miydi? dediğinde Basra büyüğü şöyle yanıtladı: Evet, ancak ondan nakledilen sahih rivayete göre Ömer minbere çıkıp şöyle demiştir: Ey insanlar! İki mut’ayı Peygamber (s.a.a) size helal etmişti, ben ise haram ediyorum ve bu işi yapanları cezalandıracağım…” Biz bu konuda Ömer’in şehadetini kabul ediyoruz, ancak onun haram etmesini kabul etmiyoruz!” [17]

Bu olayın bir benzeri Abdullah b. Ömer’den de nakledilmiştir,[18]ancak bu hadiste Basra büyüklerinden birisinin Ömer’e nispet verdiği söz son derece sert ve yaralayıcıdır (Allah ve Peygamber onu size helal etti ve ben haram ediyorum).

Herkesin böyle bir tabiri benimsemediği açıktır. İkinci halifeden nakledilen meşhur rivayetler daha yumuşaktır (Peygamber zamanında iki mut’a vardı ve ben onları haram ediyorum). Elbette bu iki tabir arasındaki fark açıktır ve ikinci halifenin kastı, daha önce bizim değindiğimiz gibiyse (şer’i haram değil, örfi ve kanuni anlamda haram etme) mesele biraz daha kolaylaşmaktadır.

Devam edecek…

Kâşifu'l-Gıta, "Aslu'ş-Şia ve Usulühâ"

--------------------------------------------------------------------------------

[1] -El-Gadir, c.3, s.332. Allame Emini (r.a) sahih kitaplarda ve müstenetlerde geçici evliliğin İslam şeriatında helal olduğunu ve bu evliliğin Peygamber (s.a.a) ve birinci halife zamanında ve ikinci halifenin belli bir döneminde alışıla gelmiş bir amel olup ikinci halifenin son dönemlerinde yasaklandığını ortaya koyan 25 hadis nakletmiştir.

[2] -Sahihi Buhari, c.5, s.158.

[3] -Sahihi Müslim, c.4, s.131.

[4] -Sahihi Müslim, c.4, s.131.

[5] -a.g.e.

[6] -a.g.e.

[7] -El-Musannif, c.7, s.501; El-Keşşaf, c.1, s.519.

[8] -Sahihi Müslim, c.4, s.133; Süneni Beyhaki, c.7, s.205.

[9] -Tefsiri Kurtubi, c.5, s.130. İbni Abbas’ta nakledilmiştir.

[10] -Camiu’l Beyan, c.5, s.19; Tefsiri Fahri Razi, c.10, s.50; Ed-Dürü’l Mensur, c.2, s.140; Camiu’l Ahkam, c.8, s.178, Beyrut baskısı,; Et-Tefsiru’l Kebir, c.10, s.50, İran baskısı; Tefsiri Taberi, c.5, s.9; Tefsiru’l Bahri’l Muhid, c.3, s.218.

[11] -Yani “Temettu haccı’nın yapılması”, “geçici nikâhın caiz olduğu” ve “ayakkabı üzerine meshin yapılmaması” konusunda hiç kimseden takiyye yapmam anlamındadır. Bu hadis çeşitli lafızlarda gelmiştir. Daha fazla bilgilenmek için bakınız: Vesailü’ş-Şîa, c.1, s.457, hadis no 1207 ve c.16, s.216, hadis no 21396 ve c.25, s.251, hadis no 32102.

[12] -Sözlükte “sağlam, esaslı ve dayanaklı” anlamına gelen muhkem, terim olarak, manası kolaylıkla anlaşılan, harici bir yoruma ihtiyaç duyulmayan ve tek anlamlı olan, ne anlama geldiği, ne anlatılmak istediği ilk bakışta anlaşılan, manası açık ve net olan, niteliği ve içeriği belli olan Kur’an’ın sarih lafızlarına ve ayetlerine denir.

Sözlükte benzeyen anlamına gelen müteşabih ise terim olarak; manası kolaylıkla anlaşılmayan, bir çok manaya gelmesi mümkün olup bunlardan birini tayin edebilmek için harici bir delile ihtiyaç duyulan, ne anlama geldiği ne anlatılmak istendiği ilk bakışta anlaşılmayan, manası açık ve net olmayan, niteliği belli olsa da içeriği belli olmayan lafız ve ayetlere denir- mütercimin eki.

[13] -Sünenenü’l Kübra, Beyhaki, c.7, s.206; Şerhi Nehcü’l Belağa, İbni Ebi’l Hadid, c.1, s.182 ve c.12, s.251; Zadu’l Mead, c.3, s.463; Mebsutu Serahsi, c.4, s.27; Kenzu’l İrfan, c.2, s.158.

[14] -Kafi, c.1, s.58, hadis no 19; Vesailü’ş-Şîa, c.30, s.196; Fusulü’l Mühimme, Hür Amuli, s.643.

[15] -Hakka, 44-47.

[16] -Muhazıratü’l Udeba, c.3, s.214

[17] -Muhazıratü’l Udeba, c.3, s.214; Kenzü’l İrfan, c.2, s.159 (dipnot); Türasü’l Ukul, c.3, s.481; Tefsiri Numune, c.3, s.339.

[18] -Süneni Tirmizi, c.3, s.185/824.

Read 1754 times