Diyanet ve Sünni Alimlerin “Muta Zinadan Farksızdır” Sözüne Reddiye (3)

Rate this item
(0 votes)

Ey İslam alemi alimleri! Ey kalem sahipleri! Normal bir evlilik olan “mut’a” konusunda niçin kargaşa çıkarıyorsunuz? Sizin sürekli Şîa’ya saldırıp serzenişte bulunmanızı gerekçesi nedir?

Geçici evlilik konusunda yaptığımız bu kısa açıklama Müslümanlar arasında düşmanlık ateşini alevlendirmenin önünün alınması ve hakkın karşısında teslim olunması için yeterli değil midir?

Hakkın izzetine ve O’nun hakkaniyetinin şerafetine yemin olsun! Bizim söylediğimiz bu şeyler hakkın tarafını tutmaktan başka bir şey değildir. Eğer eleştiride bulunduysak bu eleştiri yalnızca batılın eleştirilmesiydi. Bizim dayanağımız Allah’tır ve hepimiz O’na döneceğiz...

 Şîa Büyüklerinden Birisinin Sözü

Bu meseleyi kaleme alırken bir çok yönleriyle bizim ortaya koyduğumuz sözlerle uyuşan Şîa’nın büyük alimi Muhakkik Muhammed b. İdris’in (sekizinci asrın alimi) sözüyle karşılaştım. Bundan dolayı daha önce sunduğumuz konunun teyidi unvanında söz konusu alimin sözünü olduğu gibi nakledeceğim:

Muhakkik Muhammed b. İdris fıkıh ve hadis kitaplarının en iyilerinden olan “Serair” kitabında nikah konusunda şöyle diyor:

“İslam şeriatında geçici evlilik caizdir ve Müslümanların tamamı Kur’an ve mütevatır hadislerin buna izin verdiğine inanır. Ne var ki bazıları geçici nikahın nesh edildiğini iddia ediyorlar, ancak bu iddiaları için delil getirmeleri gerekir. Önemi olan şudur ki onlar bu delili nereden bulabilirler?

Bunu bir tarafa bıraksak bile elimizde olan sahih belgeler esasına göre faydası olup dünyevi ve uhrevi zararı olmayan her iş aklın hükmünce caiz olup geçici evlilik meselesinde de bu durum geçerlidir. Yani böyle bir evliliğin faydası olduğu bir yana dünyevi ve uhrevi zararı da yoktur, dolayısıyla akıl bunun caiz olduğuna hükmeder.

Eğer birisi: Müslümanlar arasında ihtilaflı olmasıyla birlikte bu işin uhrevi zararının olmadığını nasıl iddia ediyorsunuz? şeklinde eleştiride bulunursa, bu eleştiriye şöyle cevap veririz:

Birincisi: Haram olduğunu iddia eden kimsenin delil getirmesi gerekir ve delilin olmaması durumunda akıl bu işin caiz olduğuna hükmedecektir.

İkincisi: İşaret edildiği gibi bu tür evliliğin Peygamber (s.a.a) zamanında olmadığına dair hiçbir söze rastlanmamıştır, ancak bu hükmün nesh edildiğini iddia ediyorlar. Halbuki hükmün nesh edildiğine dair elimizde sahih belge yoktur. Dolayısıyla hükmün asıl itibariyle meşru olduğu kesin olup nesh edildiği kati değildir ve hükmün nesh edildiği sabit olmaksızın bu işten el çekilemeyeceği açıktır.

Peygamber’den (s.a.a) nakledilen hadislerin bu hükmü nesh ettiğini gösteriyor denilmesi durumunda cevabımız şöyle olacaktır:

Bu rivayetlerin tamamı –senedinin salim olduğunu farz etsek bile – Haber-i Vahit’ir (yani mütevatır değildir) ve böyle bir rivayet ne ilme sebep olacak, ne amel etme dayanağı olacak ve ne de konunun kesin ve açık olması hasebiyle bu işten el çekilmesini gerektirecektir.

Buna ek olarak Kur’an-ı Kerim, kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınları zikrettikten sonra şöyle buyurur: “(Savaş esiri olarak) sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı. (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip) istenemeniz size helal kılındı. Onlardan (nikâhlanıp) faydalanmanıza karşılık sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra, onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [1]

(Ayetin manası şudur: Zikredilen kadınlar, mallarınızdan onlara vermeniz halinde size helaldir; zina yoluyla değil, evlilik yoluyla mut’a yaptığınız kadınların mehrini vermeniz farzdır ve ücret karşılığında mut’anın müddetini yenilemenizde sizin için bir günah yoktur.)

Ayette geçen “İstemta’tüm kelimesi şu iki anlamdan birisine işaret eder: Ya bu kelimeden “faydalanmak ve lezzet almak” anlamında gelen lügat manası kastedilmiş veya şer’i örfte “mut’a akti” kastedilmiştir.

İki sebeple birinci anlamın kastedilmediği açıktır, zira:

1. Usul İlmi alimleri arasında ittifak edildiği üzere Kur’an’da bir lafız “lugat anlamı” ve “Şer’i örf” anlamlarını içeren iki anlamda gelirse, bu lafzın anlamı şer’i örfteki anlamına hamledilir, bunun içindir ki Kur’an’da zikredilen “Salat”, “Savm”, “Zekat” ve “Hac” kelimelerinin lugat manalarına değil, şer’i anlamlarına hamledilmiştir.

2. Peygamber’in (s.a.a) ashabı ve tabiinden (sahabeden sonra iş başına gelenler) bir grup mut’anın caiz olduğuna kaildiler ki sahabelerden Emirü’l Müminin Ali (a.s) ve İbni Abbas bunun örneklerini teşkil eder. İbni Abbas’la Abdullah b. Zübeyr’in münazarası meşhur olup herkesin naklettiği bir olaydır. Söz konusu iki şahıs arasındaki münazarayı şiirlerine konu eden şairlerden birisi şöyle diyor:

Şeyhin sözleri (mut’a konusunda) uzadığında ona şöyle deriz: Acaba İbni Abbas’ın fetvasına da (büyük sahabelerdendir) diyecek bir sözün var mı? [2]

Aynı şekilde Abdullah b. Mesut, Mücahit, Ata, Cabir b. Abdullah Ensari, Selleme b. Ekve, Ebu Sait Hudri, Muğeyre b. Şu’be, Sait b. Cübeyr ve İbni Cerih, mut’aya fetva veriyorlardı ve bu, ayette geçen “İstemta’tüm” kelimesinin ikinci anlama geldiğinin teyididir. Dolayısıyla muhaliflerin “Geçici evliliğin haram edilmesi ittifak konusudur” iddiaları temelsizdir… [3]

Bu alimin bahsindeki metaneti, meseleyi ele almasındaki mantık ve delillendirme gücü, meselelere vakıf olan kimseler için son derece açıktır.

Geçici Evlilik Konusunda Yapılan Bahislerin Neticesi

Şimdiye kadar geçici evlilik konusunda yaptığımız bahislerden şu neticeyi alıyoruz:

Evlilik erkek ve kadın arasında çeşitli eser ve hakları içeren bir çeşit özel irtibat ve alakadan ibaret olup “icab” ve “kabul” gibi belirli şartlar altında yapılan has bir akdi içerir.

“Zaman” açısından hiçbir sınırlandırmanın söz konusu edilmediği evliliğe “daimi evlilik” denir ve bu evlilik talak ve benzeri şeylerin vesilesiyle dağılmadığı sürece sürekli varlığını koruyacaktır.

Ancak evliliğin süresi – bir gün, bir ay, bir yıl ya da daha çok – mahdut ve belirli olması durumunda bu evlilik “geçici ve gayri daimi” olacaktır.

Bu iki tür evlilik pek çok hükümler ve eserler açısından müşterek olup sadece çok sınırlı alanlarda birbirinden ayrılırlar, ne var ki bu ayrılıkları asli ve temel bir ayrılık değil, siyan ve beyaz ırk ayrımı örneğinde olduğu hakikatin korunmasıyla birlikte aynı sınıfı oluşturan çeşitlerin ayrılığı gibidir. Aynı şekilde bu ihtilaf ve ayrılık evlilik akdinin keyfiyeti ve iki kişinin ortak yaşamda birleşmesinde değil, alım satım vesilesiyle ortaya çıkan muamele ve malikiyet türündendir. Örneğin bazen insan hiçbir kayıt ve şart olmaksızın mutlak bir muamele yapar ki böyle bir muamelenin eseri ebedi malikiyettir ve bu malikiyet (bir şeye sahip olma) yeniden alış veriş, hibe ve sulh gibi ihtiyar hakkına sahip olmanın veya iflas etme ve ölme gibi gayri ihtiyari vesilelerin dışında ortadan kalkmayacaktır.

Ancak bazen ilk etapta bu malikiyet sınırlı olup müddeti bellidir yani bu anlaşmada “hıyar-i fesh (anlaşmayı bozma seçeneğine sahip olma hakkı) kararlaştırılmış olup böyle bir sınırlı mülkiyetinde tayin edilen bir ömrünün olacağı açıktır. Her halükarda bu konular aklın ve şeriatın ittifak ettiği konulardandır.

Ey İslam alemi alimleri! Ey kalem sahipleri! Normal bir evlilik olan “mut’a” konusunda niçin kargaşa çıkarıyorsunuz? Sizin sürekli Şîa’ya saldırıp serzenişte bulunmanızı gerekçesi nedir?

Geçici evlilik konusunda yaptığımız bu kısa açıklama Müslümanlar arasında düşmanlık ateşini alevlendirmenin önünün alınması ve hakkın karşısında teslim olunması için yeterli değil midir?

Hakkın izzetine ve O’nun hakkaniyetinin şerafetine yemin olsun! Benim söylediğim bu şeyler hakkın tarafını tutmaktan başka bir şey değildir. Eğer eleştiride bulundumsa, bu eleştiri yalnızca batılın eleştirilmesiydi. Bizim dayanağımız Allah’tır ve hepimiz O’na döneceğiz.

Şîa açısından nikâh akdi ve evlilik konusunda bu kadarıyla yetineceğiz. Elbette nikah, çocuk ve nafaka hükümleri; idde çeşitleri ve benzeri pek çok konulara değinmedik, zira bu konuların yeri burası değildir ve söz konusu edilen meselelere ilgi duyanların kimseleri Şîa âlimlerinin yazdıkları değerli fıkıh kitaplarına müracaat etmeleri gerekir.

Bu alanda çeşitli tür ve kısımlarda kitapların kaleme alınması sevindiricidir: Bu kitapların bazıları son derece özet olmasının yanında – kısa olmasına rağmen taharetten had ve diyeye kadar tüm fıkıh konularını kapsamaktadır – fıkhi konuların tamamını yüz sayfada işlemiştir. Bunun mukabilinde “Cevahir” ve “Hadaik” gibi fıkıh konularının yirmi ciltte (her cildi Sahihi Buhari ve Sahihi Müslim ölçüsündededir) genişçe işlendiği kitaplar kaleme alınmıştır. Elbette normal hacimde kitaplarda kaleme alınmıştır ki bunların sayısı zikredilemeyecek kadar çoktur. [4]

Talak ve Talakı Sınırlandırma Yolları

Önceki konumuzdan evliliğin hakikatinin erkekle kadın arasında özel bir alakayı oluşturan bir tür “çift taraflı bir anlaşma” olduğu ve bu vesileyle erkekle kadına “çift/zevç” ismi verildiği aşikar oldu. İki göz, iki kulak ve iki el gibi birbirine yakın olan çiftlerin birbirleriyle irtibatları hasebiyle böyle bir isim verilmiştir. Hâlbuki akd ve evlenmeden önce söz konusu çiftler birbirlerinden tamamen ayrı hesap edilirken çift taraflı böyle bir anlaşma çiftler arasında tasavvur edilemeyecek ölçüde derin bir irtibatın oluşmasına sebep olmuştur.

Bu derin irtibat ve ilişkinin açıklanması için zikredeceğimiz ayetin ibaretinden daha anlaşılır ve daha nefis bir söylemin olmayacağında hiç şüphe yoktur: “Onlar, size örtüdür, siz de onlara örtüsünüz.” [5]

Aynı şekilde ele aldığımız önceki konuda aydınlığa kavuşan bir diğer konu da şudur: Çiftler arasında yapılan bu anlaşmada zaman açısından hiçbir sınırlandırma ve şart olmazsa bu evlilik daimi olacaktır ve böyle bir evliliğin eserleri evliliği ortadan kaldıracak sebepler olmadığı sürece ölene kadar hatta öldükten sonra bile kalıcıdır.

Diğer taraftan çoğu zaman evlilik bağının ihtiyaçlar, koşullar ve özel durumlar sebebiyle çözüldüğünü görüyoruz. Bu bağın çözülmesi, çiftlerin veya en azından çiftlerden birisinin (bir diğeri çekimser de olabilir) faydasına olması mümkündür.

Bundan dolayı İslam kanunlarında evli çiftlerin birbirinden ayrılıp irtibatlarını kesebileceği kanunlar öngörülmüştür. Evliliğin devamı erkek tarafından istenmemesi durumunda talak erkeğin elindedir ve bu hakkından yararlanabilir.

Bununla birlikte kadının evliliğin devamını istememesi suretinde kadın mehriye veya malını kocasına bağışlama hakkından yararlanarak kocasından ayrılabilir (bunun fıkhi ıstılahı talak-ı hul’i’dir).

Ancak her iki taraf da evliliğin devam etmesini istemiyorlarsa her birisi kendi isteği doğrultusunda “mübarat/mufarekat(ayrılma)” haklarından istifade ederler.

Elbette söz konusu edilen talakın her bir kısmının kendisine has şartları olup bu şartlar olmaksızın talak gerçekleşmez.

Tüm bunların yanında İslam dininin içtimai bir din olması, bu dinin birlik ve beraberlik esasına dayanması ve en önemli hedefinin gönüller arasındaki dostluğu oluşturup kin ve düşmanlığı her şeyden daha çok çirkin bilmesi hasebiyle mümkün olduğu ölçüde talakın önünü almıştır.

Pek çok hadislerde talak nehyedilerek mekruh sayılmış. Örneğin bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:

“Allah katında talaktan nefret edildiği ölçüde hiçbir helalden nefret edilmemiştir.” [6]

Dolayısıyla bir taraftan halkın ihtiyacı, kolaylık sağlanmasının gerekliliği ve bazı konularda evliliğin devam etmesiyle olabilecek fesadın önünün alınması, talakın meşru olmasına sebep olmuştur. Ancak diğer taraftan genellikle halk yaptığı işlerin akıbetinden habersiz olmadığı, kendilerinin faydasına olacak şeylere alaka duyduğu, maslahatının olduğu şeylerden nefret ettiği ve çoğu zaman çeşitli etkenlerin tesirinde kalarak işlerinin tüm boyutlarını incelikle düşünmeksizin acele karar aldığı için ilahi hikmet ve rahmeti ilahi mümkün olduğu kadar talakın önünün alınmasını ve soğukkanlılıkla yapılan işlerin sonunun ölçülüp tartılmasını gerektirmektedir.

Bu sebeple İslam kanun koyucusu, pratikte talakın en aza indirilmesine sebep olacak pek çok şart ve sınırlandırma kararlaştırmıştır, zira “Bir şeyin kayıt ve şartları ne kadar çok olursa o işin gerçekleşmesi en aza indirgenir.”

Şîa açısından talakın en önemli şartlarından bir tanesi, talakın uygulanması anında iki adil şahidin olmasıdır, nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “İçinizden iki adil kimseyi şahit tutun.” [7]

Dolayısıyla Şîa açısından iki adil kimse şahit tutulmaksızın yapılan talak batıldır ve bu, gerçekte eşlerin birlikteliğe yönlendirilmesi, aralarının düzeltilmesi ve nifak ve ayrılık sebeplerinin ortadan kaldırılmasının en mükemmel yoludur. Zira açıktır ki Şîa, dağılmanın eşiğinde olan aile merkezindeki erkek ve kadına sözleriyle nüfuz ve etkiye sahip olacak iki adil şahidin varlığına inanır. İki adil şahit, öğüt ve nasihatleriyle eşlerin sorunlarını içeren konuların tamamında etkili olamazlarsa bile en azından dikkate değer ölçüde müessir olabilirler ve çeşitli sebeplerden dolayı kadın ver erkekte meydana gelen ruhi buhranları azaltabilirler.

Ancak maalesef Ehlisünnet kardeşlerimiz bu büyük faydadan mahrum kalmışlardır, zira onların alimleri iki adil şahidin varlığını şart bilmiyorlar. Bu sebeple onlar arasında boşanma oranı daha çoktur ve toplumsal bazdaki bu büyük musibet Ehlisünnet camiasında rahatsız ölçüde büyümektedir.

Üzülerek söylemeliyim ki biz ve onlar, İslam hükümlerinin yüce felsefesi ve toplumsal sırlarından gafiliz. Hâlbuki eğer dikkat etmiş olsaydık ve İslami hükümlere amel etseydik; tüm boyutlarıyla saadet ve mutluluktan nasibimizi alır, bedbahtlığın her türüyle karışmış bu sıkıntı dolu hayatın meşakkatine düşmez, ailelerin temeli böylesine sallantıya uğramaz ve ortak yaşam sistemi hercümerce duçar olmazdı.

Talakın en önemli şartlarından bir tanesi de fikri teadülün kaybedildiği icbar üzere veya gazap ve rahatsızlık halinde talak girişiminde bulunmamalarıdır. Aynı şekilde kadın aylık âdetinden temizlenmesi ve temizlenmenin ardından erkeğin cinsi yakınlıkta bulunmaması da talakın şartları arasında yer alır. Söz konu edilen bu sınırlandırmaların talakın azaltılmasında etkili olduğu açıktır.

Ahmet Zeki Paşa mektubunda “Aslu’ş-Şîa ve Usûluhâ” kitabına eleştirilerini gündeme getirmiş ve müelliften bu eleştirilerine cevap vermesini istemiştir. Biz sadece bunların ikisini zikredeceğiz:

A) “Mut’a” meselesi hakkında şöyle yazıyor: “Mut’a ve geçici evlilik konusunu onca sağlam ve calip delillerle işlemenize rağmen yinede benim zihnimde şer’i ve toplumsal açıdan vesveseler varlığını korumaktadır:

Örneğin mut’a yoluyla doğan çocuğun konumu nedir? Böyle bir çocuğun babası geçici nikâh aktinin bitmesiyle yolculuğa çıkmış ve sonra çocuk dünyaya gelmiştir. Üstat Kâşifu’l-Ğıtâ açıklamalarında bu önemli noktayı açıklığa kavuşturmamıştır.”

B) “Siz, mut’a muhaliflerini, açıkça Kur’an-ı Kerim’in muhalifleri olarak tanıtıyorsunuz, ancak sizin kendiniz miras konusunda kadının özel hallerde (örneğin mut’a yapan kadınların) miras alamayacağına inanıyorsunuz. Acaba bu fetva Kur’an nassının (apaçık emrinin) karşısında değil midir? O halde “Ömer” mut’a konusunda öyle fetva vermiştir Ehli Beyt İmamları da (a.s) miras konusunda böyle fetva vermişlerdir...”

Kâşifu’l-Ğıtâ bu eleştirileri şöyle cevaplıyor: Bu eleştirinin cevabı son derece açıktır, zira ilk olarak: Bu eleştirinin daimi nikâh akti için de gündeme gelmesi mümkündür şöyle ki; kendi vatanından olmayan bir kadınla daimi evlilik akti yapan birisi nikâhtan sonra karısını boşayarak yola çıkarsa bu evlilikten doğan çocuğun konumu ne olacaktır? Bu konumdaki bir çocuk için düşünülebilecek her şeyi geçici nikâh yoluyla doğan çocuk için de düşüneceğiz.

İkincisi: Hiç şüphesiz söz konusu çocuk babasına aittir ve çocuğun babası onu yükümlülüğü altına alacak ve nafakasını verecektir ve bu konuda daimi nikâhla doğan çocukla geçici nikâhla doğan çocuk arasında hiçbir fark yoktur.” Kâşifu’l-Ğıtâ’nın birinci eleştiriye cevabı böyledir.

Müellif kitabın sonlarında söz konusu edilecek “mut’a” hakkında kitabın dipnotlarında gerekli açıklamalarda bulunmuştur ve bu açıklamalar dikkate alındığında yukarıda söz konusu edilen eleştirisel söylemlere yer kalmayacaktır.

Ehli Sünnet kardeşlerimizin çoğunluğu, onun bunun zehirleyici tebligatları etkisiyle geçici evlilik konusunda başka bir zihniyete sahiptirler ve mutayı sadece aktin okunmasıyla başka hiçbir sınırlamanın olmadığı “kendini pazarlamak” ve “fahişelik” gibi bir şey olduğunu zannederler. Hâlbuki böyle bir düşünce yüzde yüz yanlıştır ve konunun geniş açıklamasını dipnotlarda mütalaa edeceksiniz.

Kâşifu’l-Ğıtâ ikinci eleştiriyi şöyle cevaplandırıyor: Kur’an-ı Mecit ayetlerine muhalefet eden bir hadisin tamamen itibar derecesinden düştüğü ve böyle bir hadisin bir kenara bırakılması gerektiği konusu Müslümanların tamamının ittifakıdır. Söz konusu muhalefetten tam bir ayrılık (tebayün-ü külli) olduğu açıktır yani hadisin tamamıyla ayetin karşısında yer alması gerekir. Ancak Kur’an’da “genel” hadiste ise “özel” bir hükmün yer alması ve genel bir hükmün bir hadis vesilesiyle özelleştirilmesinin hiç bir sakıncası yoktur. İslam âlimlerinin çoğunluğu hatta tamamı Kur’an’ın genel hükümlerinin hadislerle özelleştiği konusunda zahiren ortak görüşe sahiptirler.

Sonuç olarak ikinci halifenin mut’a konusundaki muhalif söylemi mut’a ayetiyle tamamen “tebayün-ü külli” suretindedir ve bu konu hiçbir şekilde caiz değildir. Ancak çeşitli hallerde mirası men eden rivayetlerin miras ayetlerine muhalefeti “genel bir hükmün hadislerle özelleştirilmesi”dir ve bu anlamda tamamen caizdir.

Son.

 --------------------------------------------------------------------------------

[1] -Nisa,24.

[2] -Muhazıratü’l Udeba, c.2, s.214, Beyrut baskısı.

[3] -Es-Sera, c.2, s.618-620.

[4] -Şîa nezdinde kemal sürecini kat eden İslam ilimlerinden bir tanesi de fıkıh ilmidir. Hakikaten Şîa’nın fıkhi konuları sistematik olarak ele alması benzersizdir ve insan fıkhi konuları yakından araştırmadığı sürece kabul etmesi zordur. Çok karmaşık feri konular bile Şîa’nın geniş açıklamalı kitaplarında tamamen inceleme konusu yapılmıştır. Sigortacılık, depozit, şirketlerin tüm kısımları ve korsan kitap basımı gibi günümüz asrının sürekli iç içe olduğu yeni meselelerde bile (mesaili müstahdese) çeşitli kitaplar telif edilmiştir. Şîa bu başarısını ilk etapta içtihat kapısını Şîa’nın yüzüne açan ve rivayetleriyle her türlü konularda Şîa’lara kılavuzluk eden Ehlibeyt (a.s) imamlarına borçludur.

[5] -Bakara, 187. Bu ayette kadın ve erkeğin elbiseye benzetilmesinin sebebi, elbisenin ayıpları örtmesi, ziynet olması, hadiseler karşısında bedeni koruması, mahreme karşı bedeni muhafaza etmesi olabilir ki eşlerin birbirlerine karşı böyle olması gerekir.

[6] -Kafi, c.6, s.54, hadis no 2-3.

[7] -Talak, 2.

 

Read 2029 times