İbn-i Teymiyye’nin bariz özelliklerinden biri de, Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’ine, özellikle de Emirü’l-Müminin’e (a.s.) muhalefet ve düşmanlık etmekti. İbn Teymiyye pek çok kez Emirü’l-Müminin’e, Hz. Zehra ve Ehl-i Beyt’in diğer mensuplarına dil uzatmıştır ki biz burada birkaç tanesine işaret etmekle yetineceğiz.
valiasr-aj.com
İbn-i Teymiyye'nin bariz özelliklerinden biri de, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'ine, özellikle de Emirü'l-Müminin'e (a.s.) muhalefet ve düşmanlık etmekti. İbn Teymiyye pek çok kez Emirü'l-Müminin'e, Hz. Zehra ve Ehl-i Beyt'in diğer mensuplarına dil uzatmıştır ki biz burada birkaç tanesine işaret etmekle yetineceğiz. Elbette konuya girmeden önce "nasibî"nin (Ehl-i Beyt düşmanı) mânâ ve hükmünü Ehl-i Sünnet'in bakış açısıyla aydınlatmalıyız ki İbn-i Teymiyye'yi bu şekilde tanımlamanın doğru olup olmadığını ortaya çıkartabilelim.
Zebidî, Tarihu Arus'ta şöyle yazıyor: "Nasibîler, nasibîlik ve nesb ehli: Onlar dinlerini serverimiz, Müminlerin Emiri ve Müslümanların önderi Ebu'l-Hasan Ali b. Ebi Talib'e (r.a. ve k.v.) düşmanlık üzerine kurmuşlardır, çünkü onlar, O'na karşı nesb ediyorlar, yani O'na karşı düşmanlıkları vardır." (Tarihu Arus c. 2, s. 436, "nesb" maddesi)
İbn-i Hacer Askalanî şöyle yazmıştır: "Nesb Ali'ye buğzetmek vebaşkasını (Muaviye'yi) O'ndan üstün tutmaktır." (Mukaddimetu Fethi'l-Bari, s. 460)
Arabistan ulemasından Hasan bin Ferhan Mâlikî ise şöyle diyor: "Nesb, Ehl-i Beyt ve Ali ile ilgili her türlü sapkınlığa gitmek ve hakikatleri tahrif etmektir; onlara lanet etmek veya onları fasık olarak tanımak -Emevilerden bazılarının yaptığı gibi- ya da onların faziletlerini küçük göstermek -yine onlar gibi-, onları metheden sahih rivayetleri zayıf göstermek veya Ali'nin yaptığı savaşlarda (Cemel, Sıffın ve Nehrivan'da) hata ettiğine inanmak, yahut Emirü'l- Müminin'in (r.a.) hilafetinin meşruiyetinden ve O'na yapılan biatten şüphe duymak ve O'nun düşmanını övmekte aşırıya kaçmak. İşte bu ve benzeri konular nesb olarak kabul edilir." (Nehvu İnqazi et-Tarihi'l-İslâmî, s.298, Müessesetu'l-Yemameti's-Sahifiyye, Ürdün, h. 1418)
Nasıbîlerin hükmü konusunda da Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden İbn-i Hibban şunu söylemiştir: "Allah Resulü (s.a.a.) buyurdu ki: Canım elinde olana yemin ederim ki, Allah Teâlâ'nın ateşe attıkları dışında hiç kimse biz Ehli Beyt'e düşmanlık etmez." (Sahihu İbn-i Hibban, c.15, s. 435)
Hakim-i Nişaburî bu rivayeti naklettikten sonra şöyle yazıyor: "Bu rivayetin şartları sahih hadisler için aranan şartlara mutabıktır, lakin Buharî ve Müslim bunu kendi kitaplarına almamışlardır." (el-Müstedrek, c. 3, s. 162, Tahkik: Mustafa Abdulkadir Ata, 1990, Daru'l Kutubi'l-İlmîyye, Beyrut)
Çağdaş Vahhabi ulemasından Albanî de bu rivayeti sahih hadisler silsilesinde zikretmiştir. (el-Silsile, c. 5, s. 643, Mektebetu'l-Maarif, Riyad)
Yine, kalbinde Peygamber'in Ehli Beyt'ine karşı buğz taşıyan kimsenin, helalzâde olduğundan kesinlikle şüphe etmek gerektiği yönünde de pek çok rivayet vardır. Hafız Hemeveyni, Feraidu's-Sımteyn kitabında şöyle yazıyor: "Zeyd bin Yesi' diyor ki, Ebu Bekir'den şöyle dediğini işittim: Günlerden bir gün, Resûlullah (s.a.a.) bir çadır kurmuştu ve bir Arap yayına yaslanmıştı ve Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.) de çadırın altında bulunuyorlardı. Resûlullah (s.a.a.) orada bulunan Müslüman topluluğuna şöyle hitap etti: 'Ey Müslümanlar! Ben bu çadırın altında bulananlara (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.)) dost olana dostum. Bunlarla düşman olanlarla düşmanım. Onları seveni severim; onları soyu temiz olan ve nutfesi kirlenmemiş olan kimseden başkası sevmez ve onlara soyu bozuk ve nutfesi kirlenmiş ve temiz olmayan kimseden başkası da düşmanlık etmez.'" (Ferâidu's-Simteyn, c. 2, s. 40, h. 373 ve el-Menâkıb, el Harezmî, s. 279, h. 291 (211) ve Cevâhiru'l-Metâlib, Muhammed bin Eddımeşkî, el Şafii, c.1, s. 174)
Yine İbn-i Merdeviye şöyle yazıyor: "Abdullah bin Ahmed bin Hanbel babasından şöyle nakletmiştir: Şafii'nin şöyle dediğini duydum: Malik bin Enes'ten duydum şöyle diyordu: Enes bin Malik dedi ki: Biz hiç kimseyi babasının dışında birine (veled-i zina) nisbet etmiyorduk, ancak kalbinde Ali b. Ebutalib'e buğzu olan kimseler hariç." (Menâkıbu Ali bin Ebi Talib ve Ma Nezele mine'l-Kur'an fi Ali (a.s.), Ebi Bekir Ahmed bin Musa bin Merdeviye el İsfahanî, s. 76)
Yani helalzâde yahut haramzâde olmanın ölçütü ve mizanı Ali b. Ebu Talib'e (a.s.) olan sevgi ve düşmanlıktır. Her kim Ali'yi severse kesinlikle helalzâdedir ve Ali'ye düşmanlık eder ve O'na karşı kalbinde kin beslerse haramzâdedir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında bu konuyla ilgili onlarca rivayet nakledilmiştir. Ancak sadece bu iki rivayetle yetiniyoruz.
Bu zikredilen noktaları da dikkate alarak, şimdi de İbn-i Teymiyye'nin, Hz. Peygamber (s.a.a), Emirü'l-Müminin (a.s.) ve Ehl-i Beyt (a.s.) hakkındaki bazı sözlerini aktaracağız.
İbn-i Teymiyye, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) babasını hâşâ kafir olarak görmektedir. O, Mecmuu'l- Fetava adlı kitabında şöyle yazmıştır: "O'na tevessül etmek -Hz. Peygamber'e (s.a.a.)- ve O'nun şefaati ancak iman edildiği takdirde fayda verir. Eğer O'na iman edilmemişse fayda vermez. Şu halde şefaat edicilerin şefaati, kâfirlere ve münafıklara ahirette fayda vermeyecektir. Bu açıdan Allah'ın Resulü; amcası, babası ve diğer kâfirlere dua etmekten men olundu." Devamında ise şöyle diyor: "Bazen Allah Resulü kâfirler için Allah'ın onlara hidayet etmesi ya da rızıklandırması için dua ediyordu. Aynı şekilde Ebu Hureyre'nin annesinin hidayeti için de dua etmişti." (Mecmuu'l-Fetava, c.1, s. 145 ve Tevessül ve Vesile, s. 7)
Acaba Allah nezdinde Ebu Hureyre'nin annesinin makamı, Resullerin sonuncusu olan yüce Peygamberimizin atalarından daha mı değerliydi? Biz burada enbiyanın ecdadının imanını ayrıntılı bir şekilde açıklamak niyetinde değiliz, bu konuya özet olarak değineceğiz.
Ehl-i Sünnet'in meşhur âlimlerinden Fahru'r-Râzî, Azer'in Hz. İbrahim'in (a.s.) babası değil de amcası olduğu konusunun ispatında şöyle yazmıştır: "Doğrusu, enbiyanın ecdâdı kâfir değillerdi. Bu konuyu tasdik eden birçok delil mevcuttur, onlardan biri de Allah'ın Kelâmı'dır: 'O seni kıyam ettiğinde (namaza kalktığında) görür ve secde edenler arasında dolaşmanı da' (Şuara 218-219). Bu ayetin, Resûlullah'ın (s.a.a.) ruhunun secde edenlerden secde edenlere nakledilmiş olduğu manasına geldiği söylenmiştir. Bu şekildeki kabule göre, Resûlullah'ın (s.a.a.) bütün ecdadı Müslüman'dır. Yine Allah Resulü'nün babalarından herhangi birinin müşrik olmadığının delillerinden biri de O'nun kendi kelâmıdır. Allah Resûlü (s.a.a.) buyuruyor: Her zaman pak kimselerin sulbünden, pak kadınların rahmine intikal edildim ve Allah Teâlâ buyurdu ki, 'Müşrikler necistirler.' Bu delile göre, şöyle dememiz gerekmektedir: Resûlullah'ın (s.a.a.) ecdadından bir teki bile müşrik değildi." (Tefsiru'r-Râzî, c. 13, s. 39)
Alusî de bu konuda şöyle demektedir: "Peygamberin atalarının arasında kâfir kimse bulunmamaktaydı. Çünkü kendisi şöyle buyurmuştur: Her zaman pak kimselerin sulbünden, pak kadınların rahmine intikal edildim. Müşrikler ise necistirler. Burada pak sulb ve rahimlerden kastın, zinadan pak olmak olduğunu söylersek, bu dayanılacak bir delil değildir. Göz önüne alınan şey lafzın genel olmasıdır (ki pak sulbler diye buyurmuştur), özel bir mana olması değil. Bu konuda çeşitli makaleler yazıp birçok deliller göstermişlerdir. Bizim bu görüşü sadece Şia'ya ait bir görüş olarak kabul etmemiz -Fahru'r-Razî'nin iddia ettiği gibi- araştırmalarımızın eksikliğinden kaynaklanmaktadır." (Tefsiru Alusî, c.7, s. 195)
Bütün bunlardan geçtik, Salihi Şami, Sebilu'l-Huda ve Reşâd kitabında şöyle yazıyor: "Maliki imamlarından Kadı Ebu Bekir bin Arabî bir şahsın kendisine yönelttiği ‘Allah Resûlü'nün babası ateşte midir?' sorusuna şu cevabı veriyor: 'Her kim böyle derse melundur. Çünkü Allah Teâlâ buyurmuştur ki: 'Her kim Allah ve Resulüne eziyet ederse Allah ona dünyada ve ahirette lanet etmiştir.' Onun babasının ateşte olduğunu söylemekten daha büyük bir eziyet yoktur.'" (c. 1, s. 260) Bu rivayet, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) babasının kâfir olduğuna inanan kimselerin mel'unluğunu ve küfrünü ispatlamaktadır.
Ehl-i Beyt'in (a.s.) Faziletini İnkâr Etmek
İbn-i Teymiyye'nin Resûlullah'ın (s.a.a. ) ailesinin faziletlerini inkâr etmedeki yüzsüzlüğü öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, Ehl-i Beyt'i başkalarından daha faziletli ve önde görmeyi cahiliyye düşüncesi ve hatta Yahudilik akidesinin ürünü olarak görebilmiştir. O bu konuda şöyle diyor: "Doğrusu Allah Resûlü'nün Ehl-i Beyt'ini üstün tutma düşüncesi, reislerini üstün tutan cahiliyyeden etkilenmiştir." (Minhacu's-Sünne, c. 3, s. 269)
Başka bir yerde de şunu yazmıştır: "Şiiler, Ali ve evlatları olmazsa imamet gerçekleşmez, Yahudiler de Davud'un zırhı olmadan padişahlık olmaz demişlerdir." (Minhacu's-Sünne, c.1, s. 6) İbn-i Teymiyye bu sözüyle gerçekte, Allah Teâlâ'nın Kur'an'ın birçok yerinde Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini diğerlerinden üstün kıldığı ayetlerine itiraz etmektir. Burada birkaç ayete kısaca değineceğiz.
Allah Teâlâ Kur'an'da nebilerinden 18'inin isimlerini zikrettikten sonra şöyle buyuruyor: "İsmâîl'e, Elyesa'ya, Yunus'a ve Lût'a da doğru yolu ihsân etmiştik, hepsini de âlemlere üstün kılmıştık. Onların atalarından, soylarından ve kardeşlerinden bir kısmına da üstünlük verdik, onları seçtik ve doğru yola sevk ettik." (En'am, 86-87)
İbn-i Teymiyye ve taraftarlarına soruyoruz, bu peygamberlerin ailelerine üstünlük verip onları seçmenin cahiliyye düşüncesine dönmek olduğu söylenebilir mi?
"Şüphe yok ki Allah, Âdem'i, Nûh'u, İbrahîm soyunu ve İmrân soyunu seçti, âlemlere üstün kıldı." (Al-i İmran, 33) Acaba Allah Teâlâ'nın "İbrahim'in soyunu" ve "İmran'ın soyunu" âlemlere üstün kılması, Yahudi fikriyatından etkilenmesinden midir yoksa cahiliyyeden mi hâşâ?
Başka bir ayet: "Ve ona İshak ve Yakup'u verdik ve soyuna, peygamberlik ve kitap ihsân ettik ve dünyâda mükâfâtını verdik onun ve şüphe yok ki o, âhirette de elbette temiz kişilerdendir." (Ankebut, 27) Acaba, nübüvvet ve Kitabın Hz. İbrahim'in soyuna verilmesi ve onların diğerlerine üstün olmasının cahiliyye fikirlerinden kaynaklanmış olduğu söylenebilir mi?
Yine aynı şekilde Allah Teala Hz.. İbrahim'e hitabında şöyle buyuruyor: "Ben seni insanlara imam kılacağım." Hz. İbrahim şöyle arz ediyor: "ve zürriyetimi de..." (Bakara, 124) Acaba Hz. İbrahim'in bu isteği de cahiliyyeden ve Yahudilikten kaynaklanıyor olabilir mi?
Şiilerin, Allah Resulü'nün Ehl-i Beyt'ini diğerlerinden üstün görmeleri, imamet ve hilafeti onlara has kabul etmeleri de Kur'an-ı Kerim'den ve İslam Peygamberi'nin (s.a.a.) sözlerinden kaynaklanmaktadır. Gerçekte kerim olan Allah Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini diğerlerinden önde kılmış ve onlara üstünlük vermiştir. Pek çok ayet bu konuya delil teşkil etmektedir. Bunlardan bazıları:
Mubahale Ayeti
"Sana iyice bildirildikten sonra da gene bu hususta seninle tartışan olursa de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım, biz bizzat gelelim, siz de gelin. Ondan sonra da dua edelim ve Allah'ın lânetini yalancılara havale edelim." (Al-i İmran 61)
Mubahale olayı birçok sahihlerde ve müsnedlerde muteber senetlerle nakledilmiştir. Mesela Müslim Nişaburî Sahih'inde şöyle yazıyor: "De ki, gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı (...) çağıralım... ayeti nazil olduğunda, Allah Resûlü (s.a.a.) Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i çağırarak şöyle buyurdu: Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir." (Sahihu Müslim, c.7, s. 120, Muhammed Ali Sebih, Mısır ve Daru'l-Fikr, Beyrut, 5/23, Kitabu Fezailu's-Sahabe, Babu Fezaili Ali radıyallahu anh; Müsnedu Ahmed, c.1 s.185; Sahihu Tirmizi, c. 5, s. 596; El Mustedrek ale's-Sahiheyn, c. 3, s. 150; Fethu'l-Bari, c. 7, s. 60; Tefsiru Taberî, c. 3, s. 212; Durru'l-Mensur, c. 2, s. 38; El Kâmil fi't-Tarih, c. 2, s. 293)
İbn-i Kesir Dımeşkî Selefî şöyle yazıyor: “Cabir demiştir ki; ‘Kendimiz (nefislerimiz) ve kendiniz (nefisleriniz)' Allah'ın Peygamberi ve Ali, ‘çocuklarımız' Hasan ve Hüseyin, ‘kadınlarımız' ise Fatıma'dır. Yine aynı şekilde Hakim bu rivayeti Mustedrek'inde, Ali bin İsa'dan, o Ahmed bin Muhammed bin Elezheri'den, o Ali bin Hicr'den, o Ali bin Mesher'den, o da Davud bin Ebi Hind'den aynı şekilde rivayet etmiştir. Sonra demiştir ki: Bu rivayet, sahih hadis şartlarını taşımaktadır. Ancak Buhari ve Müslim onu kitaplarında zikretmemiştir.” (Tefsiru İbn-i Kesir, c.1, s. 379)
Tathir Ayeti
"Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden sadece her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler." (Ahzab, 33)
Müslim Nişaburî Sahihu Müslim'de şöyle yazıyor: “Ayşe dedi ki: Resûlullah (s.a.a.) seher vaktinde evden dışarı çıktı. Sırtında siyah kıldan yapılmış çizgili aba vardı. Sonra Hasan b. Ali yanına geldi, O'nu abanın altına aldı, sonra Hüseyin geldi, O'nu da abanın altına aldı. Ardından Fatıma geldi O'nu da abanın altına aldı, sonra Ali geldi, Peygamber O'nu da abasının altına aldı. Sonra buyurdu: ‘Allah, ey Ehl-i Beyt, sizden ancak ve ancak her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler.'” (Sahihu Müslim, c.7, s. 130, Hadis 6414, Kitabu Fezâil, Babu Fezâili Ehl-i Beyt)
Salâvat Ayeti
"Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber'e salat ederler. Ey iman edenler, siz de O'na salat edin ve tam bir teslimiyetle O'na selam verin." (Ahzab, 56)
Bu ayetin nüzulünden sonra sahabe Resûlullah'a (s.a.a.) “Nasıl salâvat getirelim?” diye sordular. Hazret şöyle buyurdu: Deyin ki, Allahumme salli alâ Muhammedin ve Âl-i Muhammed, kema salleyte alâ İbrahime ve alâ Âl-i İbrahim ve barik alâ Muhammedin ve alâ Âl-i Muhammed kema barekte alâ İbrahime ve alâ Âl-i İbrahim. (Allah'ım Muhammed ve Âl'ine selam eyle, tıpkı İbrahim'e ve İbrahim'in Âl'ine selam ettiğin gibi. Muhammed ve Âl'ine bereket ver, tıpkı İbrahim ve Âl'ine verdiğin gibi.)
Aynı şekilde Muhammed bin İsmail Buharî Sahih'inde şöyle yazıyor: “Abdurrahman bin Ebi Leyla'dan rivayet edilmiştir; Ka'b bin Acre beni gördü ve şöyle dedi: Sana Resûlullah'tan işittiğim bir hediye vermemi ister misin? Evet, onu bana hediye et, dedim. O dedi ki: Resûlullah'a ‘Ey Allah'ın Resulü biz sana ve Ehl-i Beyt'ine nasıl selam gönderelim?' diye sordum. Buyurdular ki: Şöyle deyin; Allahumme salli alâ Muhammedin ve Âl-i Muhammed, kema salleyte alâ İbrahime ve alâ Âl-i İbrahim ve barik alâ Muhammedin ve alâ Âl-i Muhammed, kema barekte alâ İbrahime ve alâ Âl-i İbrahim.” (Allah'ım Muhammed ve Âl'ine selam eyle, tıpkı İbrahim'e ve İbrahim'in Âl'ine selam ettiğin gibi, Muhammed ve Âl'ine bereket ver, tıpkı İbrahim ve Âl'ine bereket verdiğin gibi ki, sen övülmüş ve yücesin.) (Sahihu Buharî, c.4, s. 119, Hadis 3405, Kitabu Bedail Halk)
Meveddet Ayeti
De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir" (Şura, 23)
Bu ayet-i mubareke, İsmet ve Taharet Ehl-i Beyt'ine (a.s.) meveddet (sevgi) ve muhabbeti vacip kılmıştır ve Ehl-i Sünnet âlimlerinden birçoğu da bu meseleyi itiraf etmektedir.
Şeyh Hasan bin Ali el-Sakkaf Sahihu Şerhi'l-Akideti't-Tahaviyye adlı kitabında şunları yazıyor: “Allah Resulü'nün (s.a.a.) Ehl-i Beyt'ine muhabbet, Allah tarafından her Müslüman ve mümin üzerine akidevî olarak vacip kılınmıştır. Bu konunun Kur'an'daki delili, Allah'ın şu kelâmıdır: ‘Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir.' Allah'ın onlara üstünlük verdiğinin delili de Allah'ın kelamındadır: ‘Ey Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden ancak her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler.'" (Sahihu Şerhi'l-Akideti't-Tahaviyye, s. 653) Sonra şöyle devam ediyor: “Ehl-i Beyt'ten almak ve onlara tutunmaktan kasıt, onlara muhabbet duymak ve ihtiramlarını korumaktır. Aynı şekilde onların hidayetine, yaşam tarzlarına, rivayetleriyle amel etmeye yol aramak; onların görüşlerine, sözlerine ve içtihatlarına dayanmak, onları diğerlerinden önde ve üstün tutmaktır.” (s. 654)
"Zil Kurba" ve “Ehl-i Beyt”ten muradın ne olduğunu belirtmek için ise şunu yazmıştır: “Ve Ehl-i Beyt, onlar serverimiz Ali'dir, yine seyyidemiz Fatıma, serverimiz Hasan ve serverimiz Hüseyin (a.s.) ve onlardan sonra da onların neslidir ve bu nesilden gelen herkes. Resûlullah'ın açıkladığı şekilde, sahih bir hadiste rivayet olunmuştur ki bu ayet Ümmü Seleme'nin evinde nazil oldu: ‘Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden ancak her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler.' Sonra Resûlullah Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı ve abasını onların üzerine çekti, Ali de arkasında duruyordu, sonra abasını onun da üzerine çekti ve şöyle buyurdu: ‘Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Onlardan kiri gider, onları tertemiz kıl.' Ümmü Seleme dedi ki: Ey Allah'ın Resûlü, acaba ben de onlarla mıyım? Buyurdu ki: Sen kendi yerindesin ve hayır üzeresin.' (Yani Ehl-i Beyt'ten değilsin ama hayırlı birisin.) Bu lafız Tirmizî'nin Amr bin Seleme'den rivayetidir. Sahihu Müslim'de Ayşe'den rivayet edilmiştir.” (Sahihu Şerhi'l-Akideti't-Tahaviyye, Hasan bin Ali es-Sakkaf, s. 655)
Acaba hala Ehl-i Beyt'in üstünlüğü inancı, cahiliyye veya Yahudi fikriyatından kaynaklıdır denebilir mi? Acaba Allah Tebarek ve Teâlâ'nın ve Peygamber ve Habibi'nin (neuzubillâh) cahiliyye fikrine bulaştıkları söylenebilir mi? Acaba İbn-i Teymiyye'nin bu sözü Allah'a itiraz anlamına gelmiyor mu?
Devam edecek…
Çev: Ali İhsan Patnoslu medyasafak.com