Yüce Allah’ın Adıyla
Aşura[1] Ehl-i Beyt’in Yas Günü
İslam’a inanan her müminin kalbi, mutlaka Hz. Muhammed-i Mustafa’nın sevgi ve muhabbetiyle doludur. Bu sevgi ve muhabbetin imanı tamamlayan bir unsur olduğu o kadar açıktır ki bu konuda delil getirmeye bile gerek yoktur. Ancak hatırlatma babından konuyla ilgili bir ayet ve bir hadise işaret edelim:
Allah Teala buyurmuştur ki:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, biriktirdiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret ve beğendiğiniz evler, size Allah'tan, Peygamberi'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emrini (azabını) getirmesini bekleyin.” (Tevbe: 24)
Ve Resulullah da buyurmuştur ki:
“Bir kul nezdinde ben; kendisinden, çocuklarından, malından ve ailesinden daha sevimli olmadıkça o mümin olmaz.” (Şeyh Tusi, El-Emali, 416)
Ehl-i Beyt kayanaklarından aktardığımız bu hadisin benzeri Ehl-i Sünnet kaynaklarında da yer alır:
Buhari şöyle nakleder:
“Sizden birinize, ben babasından, çocuğundan, ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş olmaz. (Buhari, Es-Sahih, 1/32)
Müslim de aynı hadisi Vucub-i mahabbet- Resulillah babında rivayet etmiştir.
Hiç şüphesiz Ehl-i Beyt’i, ezcümle Hz. Hasan’ı ve Hz. Hüseyn’i sevmek de Peygamber’e sevginin ayrılmaz bir parçasıdır.
Reslulullah buyurmuştur ki:
“Hüseyin bendendir ve ben de Hüseyindenim” Allah, Hüseyn’i seveni sever; Hüseyin peygamberlerin torunlarından bir torundur. (İbn-i Kuleveyh, Kamilu’z-Ziyarat, 52; İbn-i Mace, Es-Sünen c. 1, s. 165; Tirmizi, Es-Sünen,13/ 395).
Hz. Hüseyn’nin her türlü kötülük ve kusurdan uzaklaştırılmış ve tertemiz kılınmış Ehl-i Beyt’ten olduğu da Resulullah’tan gelen sahih hadislerde açıklanmıştır:
Örnek olarak aba hadisine işaret edebiliriz. Resulullah (s.a.a) bu hadiste Hz. Hüseyin’in Ehl-i Beyt’ten olduğunu bildirmiştir: Tirmizi’nin bu konuyla ilgili rivayeti şöyledir:
"Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her türlü kötilüğü gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor" ayeti Umm-i Seleme’nin evinde Peygamber’e indiğinde Peygamber; Fatima, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve Ali de Peygamber’in arkasında yer almıştı, Peygamber onların üzerlerine abayı çekip şöyle dedi: Ey Allah! Bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir; bunlardan her türlü kötülüğü gider ve bunları tertemiz kıl. Umm-i Seleme ben de bunlarlayım mı? Ey Allah’ın Peygamberi! dedi. Peygamber: Sen kendi yerinde kal! Sen hayır üzeresin.” Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 351. Elbani bu hadisi sahih olarak niteler.
Ve Muslim de bu olayı şöyle nakleder:
"Bir gün Allah Resulü (s.a.a) sırtında siyah keçi kılından örülmüş, desenli bir aba ile dışarı çıktı. Önce Hasan geldi, onu abasının altına aldı; sonra Hüseyin geldi, onu da abasının altına aldı; daha sonra Fatıma geldi ve abanın altına girdi; daha sonra Ali geldi, onu da diğerleriyle birlikte abanın altına aldı ve şöyle buyurdu: "Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her türlü kötülüğü gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor."
Bu rivayet azbir tabir farkıyla çeşitli senetlerle bir çok muteber Şia ve Ehl-i Sünnet kaynağında yer almıştır. Hatta bu hadis mutevatir hahiste aranan şartları tasımaktadır. Bu hadisi nakledenler arasında şu büyük muhaddisleri ziktetmek mümkündür: Kuleyni, el-Kafi c. 1. S. 287; Müslim, es-Sahih, Ehl-i Beyt'in Faziletleri Babı, c.7, s.130; Beyhakî, es-Sünen'ül-Kubra, Peygamberin (s.a.a) Ehl-i Beyt'i Kimlerdir Babı, c.2, s.149; Taberi, Tefsir, c.2, s.5; İbn-i Kesir, Tefsir, c.3, s.485 ve Suyutî, ed-Dürr'ül-Mensur, c.5, s.198-199; el-Ayyaşi, Tefsir, c. 1 s. 250
Yine Ehl-i Beyt’e sevginin imanın vazgeçilmez bir unsuru olduğunu aşağıdaki hadisden de anlamak mümkündür.
Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde kendi senedi ile Said b. Cübeyr'den, o da İbn-i Abbas'tan (r.a) şöyle nakleder: "Meveddet Ayeti (De ki: "Buna karşılık sizden o yakınlarımı sevmekten başka bir mükâfat istemem.) nazil olduğunda Peygamber'e, "Ya Resulallah! Sevgi ve muhabbetleri bize farz olan yakınların kimlerdir?" diye sordular. Resulullah, "Onlar Ali, Fatıma ve onların iki evladıdır." diye buyurdu."
Zira bu hadiste ehlibeytin muhabbeti peygamberin risaletinin karşılığı olarak nitelendirilmiştir. Ehlibeyt sevgisinin bu özelliği onun bütün farzlardan daha üstün olduğunu göstermektedir.
Bu hadis, aşağıdaki kaynaklarda nakledilmiştir: (Suyutî, ed-Dürr'ül-Mensur, c.6, s.7; Heysemî, Mecma'üz-Zevaid, c.9, s.168; Kurtubî, el-Camiu’ li Ahkâm'il-Kur'an, c.16, s.21-22. Taberanî, el-Mu'cem'ül-Kebir, Müsned-i İmam Hasan, c.1, s.125.)
Bu sevgi ister istemez onların çektikleri eziyet ve zulümler karşısında duyarsız kalmamayı, onların hüzün ve acılarını paylaşmayı gerektirir. Eğer Peygamber’e ve Ehl-i Beytine gelen bir musibet sevdiğimiz bir yakınımıza gelen bir musibet gibi kalbimizi incitmiyorsa, bu mubarek zatlara olan sevgimizin gerçek bir sevgi olmadığını gösterir. sözde kalan bir iddiadan öteye geçmez ve böyle bir insanın imanı da sağlam bir iman sayılmaz.
Kerbela faciasında Peygamber’in göz nuru ve çiğer paresi İmam Hüseyin ve evlatlarının - ki o facianın vuku bulduğu dönemde Reslullah’ın yeryüzündeki onlardan başka evlatları ve torunları yoktu - çektikleri acı ve ıstırap tarihte ender yaşanan acılar arasındadır.
Resulullah’ın evlatları yani İmam Hüseyin, çocukları ve yanındaki sadık dostları suçsuz yere Yezid’in ordusu tarafından muhasaraya alınmış ve üç gün susuz bırakıldıktan sonra çocukların bir içim su! feryatları arasında, İmam Hüseyn’in gençeleri ve yarenleri kılıçtan geçirilmiş ve sonra İmam’ın kendisi susuz olarak başı kesilmiş mubarek bedeni atların ayakları altında çiğnetilmiş sonra hanımları, kızları ve çocukları zincirlere vurulmuş başları açık, şehirlede esirler olarak dolaştırılmışlardır.
Oysa ki İmam Hüseyin ve evlatları hiçbir suç işlemeden bütün bu zulümlere maruz kalmışlardır. Onların tek suçu, adam öldüren, zulüm eden, içki içen, zina yapan ve bu kötülükleri işlerken dinle de alay eden “Eğer bunlar Muhammed’in dininde haram ise bunları Musa’nın dini üzere yapıyorum” diyebilen bir kişiye yani Yezid’e halife olarak biat etmemeleriydi. Eğer Hz. Hüseyin Yezid’e Resulullah’ın halifesi olarak biat edecek olsaydı artık dinin temeli yıkıma uğrayacaktı. Nitekim Hz. Hüseyin şöyle diyordu:
Eğer ümmetin başında Yezid gibi bir önder olursa artık İslam’ı unutmak gerekir.
Hz. Hüseyin bütün bu acıları tahammül etti ki müslümanların ölü vicdanları uyansın ve din ve insanı değerler uğruna fedakarlığın değeri bilinsin.
Bütün bu olayların cerayan ettiği yerin adı Kerbela ve vuku bulduğu gün Muharrem ayının onuncu günü yani aşura günü idi.
Elbette böyle bir gün Peygamber ve Ehl-i Beyt’i için hüzün günüdür. Ehl-i Beyt İmamları da hep bu günü yas günü bilmişlerdir. Değerli Muhaddis Şeyh Abbas Kummi bu günün Ehl-i Beyt tarafından yas günü bilindiği hakkında yaklaşık kırk rivayet derlemiştir ve Nefesu’l-Mehmum kitabının başında bu hadislere yervermiştir.
Bu rivayetlerden üç tanesine aşağıda aktarmakta yarar vardır:
1. Şeyh Saduk İbn-i Mesrur' dan o da Amir' den o da amcasından o da Ebi Mahmut oğlu İbrahim' den rivayet ediyor ki: İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu:
“Muharrem ayı öyle bir aydır ki, Cahiliyet döneminin Arapları bile o ayda savaşmayı haram bilirlerdi; böyle bir ayda bizim kanımızı helal bildiler ve hürmetimiz çiğnendi, evlat ve ailemiz esir edildi, barınaklarımız yandırıldı, bütün mal varlığımız yağmalandı. Ve Resulullah'ın yakınları olarak bizlere hürmet gösterilmedi. Hz. Hüseyin'in başına gelen hadise (Aşura günü hadisesi) bizim yüreklerimizi yaralamış, yaralarımızı kanatmış ve gözyaşlarımızı akıtmış, Kerbela çölünde bizim azizimizin hürmetini çiğnenmiş, ve haşre dek bizlere keder ve bela yüklemiştir. Ağlayanlar Hz. Hüseyin a.s gibi birisine ağlasın! Ona ağlamak büyük günahları yokeder.”
Sonra şöyle devam etti:
“Muharrem ayı girdiğinde babamın (İmam Musa Kazım) güldüğü görülmezdi, on günü hep hüzünle geçirirdi. Muharrem’in onuncu günü olduğunda ise o günü kendisine mûsibet, hüzün ve ağlama günü yapardı ve "bu gün, Hüseyin’in katledildiği gündür" derdi.”
2. Yine Muhammed ibn-i Ali ibn-i Babevey Kummî (r.a) senetli olarak İmam Rıza (a.s)’dan rivayet etmiştir ki İmam Rıza şöyle dedi:
"Bizim musibetlerimizi duyup bize yapılan zülme ağlıyan kimse kıyamet günü bizim derecemizde olur. Bizim musibetlerimizi duyup ağlayan veya ağlatan kimse gözlerin ağladığı gün ağlamaz, bizim anımız için kurulan meclislerde oturan şahsın kalbi, kalblerin öldüğü günde ölmez.”
3. Şeyh Mufid sahih senetle Eb-i Harun Mekfuf'dan rivayet ediyor ki, şöyle dedi:
"Ben İmam Ca'fer Sadık’ın yanına vardım İmam Sadık: Hz. Hüseyn'in yası ile ilgili şiir oku! dedi. Ben de (sade bir şekilde şiiri) okudum; ama o böyle değil! Kendi aranızda nasıl okuyorsanız, Hz. Hüseyn'in kabri'nin yanında nasıl okuyorsanız öyle oku! dedi.
Ben şu mısraları okudum:
Hüseyn'in kabrine uğrasan pak vucuduna şöyle seslen...[2]
İmam Sadık ağlamaya başladı; o ağlamaya başlayınca ben durdum, "devam et" dedi. Ben okumayı sürdürdüm, o bana daha fazla oku dedi ve ben de “Ey Meryam[3] kalk Hüseyn’in için ağıt söyle… şiirini okudum.
Yine İmam Sadık ağladı ve perde arkasından hanımlar yüksek sesle ağladılar; ağlama sesleri kesilince İmam Sadık: Ey Eba Harun! Kim Hz. Hüseynin hakkında bir şiir okur ve on kişiyi ağlatırsa onun mukafatı cennettir. Sonra bir kişiye varıncaya kadar sayıyı azalttı ve kim Hüseyin hakkında şiir okuyup bir kişiyi ağlatırsa onun mukafatı cennettir" dedi. Sonun da ise "kim Hüseyn’i hatırlayıp ağlarsa onun mükafatı cennettir" dedi.
Bu ve onlarca bunun gibi muteber hadislerden iyice anlaşılıyor ki aşura günü Ehl-i Beyt için hüzün günüdür. Ehl-i Beyt İmamları da hep bu günü yas günü bilmişlerdir. Aşura gününü şenlik günü bilmek Peygamber ve Ehl-i Beyt’in yarasına tuz dökmektir ve bu işle kişi gerçekte safını Ehl-i Beyt’ten ayırır; Ehl-i Beyt’in düşmanlarının yani Yezid’in safında yer aldığını ortaya koymuş olur. Elbette Emeviler Ehl-i Beyt’e olan düşmanlıklarından ve İmam Hüseyin’in şahadetini anmanın etkisini azaltmak için Aşura günün kutlu bir gün olduğu hakkında çeşitli rivayetler uydurmuşlardır. Ve bu din iddiasıyla yaptığı cinayetleri örtmek isteyen her hakim düzenin kendi bekasını sağlamak için başvuracağı en doğal bir yoldur.
Kur’an Kerim de açıkça buyuruyor ki:
“Allah, bir kişinin içinde iki kalp var etmemiştir.” (Ahzap: 4)
İmam Cafer Sadık (a.s)'dan bu ayetle ilgili olarak şöyle nakledilmiştir: "Allah, bir kişinin içinde biriyle bir topluluğu ve diğeriyle de onların düşmanlarını sevmesini sağlayacak iki kalp var etmemiştir." Bkz. el-Burhan Tefsiri, Mecmeu'l-Beyan'dan naklen.
Sözümüzü bitirmeden Hz. Hüseyn’in yasını dile getiren ünlü Azeri Şair Şehryar’dan bazı beyitler naklederek İmam Hüseyin hakkında şiir okuyup ağlayan kimselere ait şerefe nail olmaya çalışalım:
Merhum Şehriyar şöyle diyor:
Atanda Harmele[4] ok Kerbela’da
Göreydin düşmen ağlar leşger[5] ağlar
Hüseyn’e yerler ağlar göğler ağlar
Betul-u Mürteza, Peygamber ağlar
Rübab[6], nisgil döşünde süt görende
--------------------------------------------------------------------------------
[1] - Aşura, Muharrem ayının onuncu günü anlamındadır.
[2] Bu mısra Seyid Himyeri’nin İmam Hüseyin hakkındaki meşhur şiirinin bir parçasıdır. Seyid Himyeri Kufe’de Hicri 105’de dünyaya gelmiş ve 173’de vefat etmiştir. Ehl-i Beyt ve özellikle İmam Hüseyin’in mersiyesi içerikli şiirleri için İmam Ca’fer Sadik ona Seyyidu’ş-Şuara ( En büyük Şair) lakabını vermiştir. Bk. El-Gadir, c. 232. A’yanu’ş-Şia c. 1 s. 586.
[3] Hz. Fatıma kastedilir.
[4] - Kerbela çölündeki Yezid’in ordusunda bulunan keskin nişancı. O attığı zehirli okla Hz. Hüseyn’in kucağındaki süt emer cocuğunun (Ali Asger’in) boynunu hedef almış ve şehit etmiştir, Hz. Hüseyin, son anlarda Ali Asger’i vedalaşmak veya diğer bir rivayete göre düşmandan ona bir içim su almak için kucağına almış ve düşman ordusuna doğru gelmişti. Ömer Saad’ın (Yezid ordusunun komutanı) emriyle Harmele, Ali Asger’i hedef alarak onu şehit etmiştir. Hz. Hüseyin onun boynundan akan kanı avcına doldurup göğe septiği ve “Allah! Şahit ol bu kavim bize zulüm ettiler” dediği rivayet edilmiştir.
[5] Leşger, ordu anlamındadır. Yani bu feci olayı gördüğünde ordu (düşman ordusu kastedilir) ağlamıştır.
[6] Rubab, Ali Asger’in annesidir. Kerbela vakıasında bulunmuş ve o feci olaylara şahit olmuştur. Şair Aşura günü Rubab’ın su bulunmadığı için göğsünde süt olmadığını bu yüzden Ali Asger’in susuz şehit olduğunu ve annesinin sonraları göğsunde süt oluşunca o vakıayı anıp ağladığını ifade ediyor. Nisgil yazık anlamındadır.
MURTAZA TURABİ