El-Munteka ve Şeyh’ul Tefrika İbn-i Teymiyye

Rate this item
(0 votes)

 İbni Teymiye, bu meş’um eserinde hezeyanlarda bulunur ve ehlibeytin faziletini tezyif etmeğe çalışır.

 Bismi Rabbil Mustazafiyn...

Bir rivayete göre, Moğol hükümdarlarından Olcayto, sinirlenerek bir celsede hanımını üç talakla boşar. Öfkesi yatıştıktan bir müddet sonra pişman olur. Sünni âlim ve fakihlerini toplayarak verdiği talak hükmünü onlara sorar. Âlimler, talakın sahih olduğunu ve hanımıyla bir daha da evlenemeyeceğini ifade ederler. Vezirlerinden biri hükümdara şöyle der; “Hille fakihlerinden biri, bu talakın batıl ve geçersiz olduğunu iddia ediyor.” Hükümdar Olcayto, hiç zaman kaybetmeden allameyi sarayına davet eder. Allame, İrana geldiğinde hükümdar bir toplantı tertip ederek bütün İslam âlimlerini davet eder. Allame iki adil şahit olmadan padişah eşini boşadığı için; boşanmaya geçersiz fetvası verir. Padişah Olcayto, Allame Hilli’nin delillerini, bilgisini ve açıklamalarını duyunca oldukça etkilenir ve ona karşı özel bir ilgi duymaya başlar.

Bu olaydan sonra Olcayto, farklı mezheplerin alimlerini bir araya getirdi ve bazı ihtilaflı konuları tartışmaya açtı. Allame Hilli, Moğol hükümdarının kurduğu münazara oturumlarında hilafet makamının Hz. Ali'nin (a.s) hakkı olduğunu güçlü ve sağlam delillerle ispatladı. Bu münazaranın bitiminde Moğol hükümdarı, şiiliği hak mezhep olarak kabul ederek şia oldu. Daha sonra da Hükümdar Mahmut Hudabende lakabını takındı. Daha sonra, İran genelinde Cuma hutbelerinde 12 imamın (a.s) adının anılmasını ve onların adına para basılmasını emretti. Bu arada, Allame Hılli, imamet hususunu ele aldığı "Minhacu'l Keramet fi Marifeti’l İmamet” adlı değerli kitabı sultan Olcayto için kaleme aldı.

Bunun üzerine Memlük sarayı, bu kitaba karşı bir reddiye yazması için İbn-i Teymiyeyi görevlendirir ve karşılığında bolca ihsanda bulunur. O da bu eseri çürütmek amacıyla “Minhacüs-Sünnetin-Nebeviyye fi nakdi kelamiş-Şîati vel-Kaderiyye” adlı kitabı kaleme alır.

Şiilere reddiye olarak bu kitabını yazmasının nedenini İbn Teymiyye şöyle açıklıyor: "Eğer bu zalim ve haddini bilmez adam, o Allahın veli kullarının başları olan, yeryüzü insanlarının lideri ve rehberi olan ve Hz. Peygamberden sonra Allah’ın kulları arasında en üstün olan o ilk Müslümanlara, dinde yıkıntı meydana getirecek, kafirler ve münafıklara delil ve tutanak hazırlayacak ve pek çok iman ehlinin kalplerinde şüphe ve zaaf meydana getirecek şekilde dil uzatmasaydı, biz o şahsı tenkid edip reddetme ve onun iç yüzünü açığa çıkarma zorunda kalmazdık."

İbni Teymiye, bu meş’um eserinde hezeyanlarda bulunur ve ehlibeytin faziletini tezyif etmeğe çalışır. Onlardan bazıları şu şekildedir.

1- İmam Ali(as) ve Hz. Fatma(as) hakkındaki hezeyanı;

“Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ömer Veliyy-i emr (halife) oldular. Allah ise veliyy-i emre itaat etmeyi emretmektedir. Dolayısıyla Veliyy-i emre itaat Allaha itaattir. Ona isyan Allaha isyandır. Kim onun emrine ve hükmüne karşı gelirse, Allah’ın emrine ve hükmüne karşı gelmiştir. Ali ve Fatıma Allah’ın emrini reddettiler ve onun hükmüne karşı geldiler ve böylece Allah’ın rızasını kerih saydılar. Çünkü Allahı razı eden şey ona itaat etmektir. Veliyi emre itaat ise Allaha itaattir. O Halde kim veliyi emre itaati kerih sayarsa, Allah’ın rızasını kerih saymıştır. Allah kedisine itaatsizlik yapılmasına gazap eder. Veliyi emre itaatsizlik ise Allah’a itaatsizliktir. Böylece veliyy-i emre isyan yolunu tutan, Allah’a isyan yolunu tutmuş ve onun rızasına karşı gelmiştir.” (Minhacü’s-Sünne, c.2, 171-172)

2- İbn-i Teymiyenin, İmam Hüseyin (as) hakkındaki hezeyanı;

“Hüseyin b. Ali'nin kıyamı ne dinin ve ne de dünyanın ıslahı için değildi. Hüseyinin kıyamında ve kıyam ederken öldürülmesinde o kadar fesad vardı ki eğer evinde otursaydı insanlar arasında onun kıyamının fesatları yayılmazdı.” (İbni Teymiyye, Minhacus-sünne, 4/530)

3- İbn-i Teymiyyenin Ümmeyye oğullarına muhabbeti;

Ey rafızi!

“Ehl-i sünnetin “Sonra imameti Ümeyye oğullarına verdiler” dediklerini iddia ediyorsun. Buna da cevabımız şudur :

Ehli sünnet kesin olarak imamet şunun ve bunun olması vacib olup, ona her işte itaat gereklidir, dememiştir. Belki durum böyle tecelli etti. Ama ehl-i sünnet şunu da ilave etmekten geri kalmamıştır. Diyorlar ki:

“Emeviler işbaşına geçtiler, aynı zamanda güçlü idiler. Onların sayesinde işler rayına oturdu. İmametin gayesi olan cihad, hac, cuma, bayram ve yol emniyeti gibi iş ve ibadetleri gerçekleştirdiler. Fakat Allah'a isyan ettikleri hususlarda Onlara itaat yoktur. Buna rağmen kötülüklerde ve düşmanlıklarda değil, iyilik ve takva hususunda onlara yardım edilebilir.”

Bilinen bir gerçektir ki, insanlar ancak idarecilerle İslah edilebilirler. Zalim idarecinin varlığı yokluğundan hayırlıdır.

Hatta Ali'nin (r.a.):

“İnsanlara mutlaka bir idare(ci) gereklidir, bu idare ister iyi ister kötü olsun” buyurması üzerine Ona şu soruyu sordular:

İyi idareye diyeceğimiz yoktur, fakat kötü idareye nasıl evet denilsin? Ali (r.a.) şu cevabı verdi:

“Kötü idare olsa da yollar onunla emniyette olur. Cezalar onunla tatbik edilir, onunla düşmana karşı cihad edilir, onunla haraç ve ganimetler paylaştırılır.”

Ali'nin (r.a.) bu sözünü Ali b. Ma'bed “Et-Taatü ve'l-Ma'siyetü” adlı eserinde zikrediyor. (Bu zat Bağdat Şiîlerindendir. Abbasi halifeleri Memun ve Mu'tasım zamanında yaşamıştır.)

Durum ne olursa olsun, işbaşına gelen emir, senelerden beri beklemekte olduğunuz muntazar imamınızdan daha hayırlıdır. Siz de yalan söyleyip beklemeye devam ediniz. Ali (r.a.) den başka, bütün cedlerinin de bu işi gerçekleştirecek güç ve kuvvetleri yoktu. Onlar imametten de âciz idiler. Ehl-i hâil ve akd da değildiler. Allah (c.c.) cümlesinden razı olsun. Onlarla imametin gayesi de tahakkuk edemezdi.”

4- İbni Teymiyenin fitne oklarından, Muhtar-ı Sakafi de nasibini alıyor. Onunla alakalı olarak bakın nasıl hezeyanlarda bulunuyor.

“Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de:

“Sakıf kabilesinden biri yalancı, biri de kan dökücü olmak üzere iki kişi çıkacaktır.” (Müslim Fedail: 229, Tirmizi Fİten: 44) buyurmuşlardır.

İşte yalancı olan el-Muhtar b. Ebî Ubeyd; kan döken de Yusuf oğlu Haccac'dır.

İkisi de Sakif kabilesindendir. Evet Ömer b. Sa'd Hüseyini (r.a.) öldüren birliğin komutanı idi. Ama zulme ve dinden fazla dünyaya düşkün olmasına rağmen günahta el-Muhtar b. Ebî Ubeydullah'ın günahına yetişmemiştir.

El-Muhtar, fikrince Hüseyin'e (r.a.) taraftar çıkarak katilini öldürmüştür! Bu adam yalan ve masiyette Ömer b. Sa'dı geçmişti. Bu yalancı Şiî, Haccacdan da kötüydü.

Evet, Haccac Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in isimlendirdiği gibi haksız olarak kan döküyordu. El-Muhtar ise Cibrilin kendisine gelerek vahiy getirdiğini iddia eden bir yalancı idi.

El-Muhtar'ın bu yalan iddiası ise elbette ki insanları öldürmekten de daha büyüktü. Çünkü vahyi iddia etmek küfürdür. Bu iddiasından vazgeçmediyse mürted gitmiştir. Şüphesiz ki küfür kan akıtmaktan daha büyüktür. Bu sonu gelmeyen bir konudur.”

5- İbni Teymiyenin, İmam Ali (as) hakkındaki hezeyanı;

“Ali namaz kılarken sarhoş olduğu için kıraatinde sözleri karıştırdığından Allah Ali hakkında şu ayeti indirdi “Ey iman edenler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar ve cünüpken, yolcu olan müstesna, gusledene kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa suresi 43-cü ayet) (Minhacus-sünne, 7/237)

Ehli sünnet ulemasının, İbni Teymiyeye yaklaşımı;

Ehlisünnetin müdafaası adına hareketLle mezkur eseri kaleme alan bu paranoyak tabiatlı şahıs, ehli sünnetin değil; ehl-i cinnetin müdafaasını yapmıştır dense yeridir. Zira, ehl-i sünnet alimleri onu hiçbir zaman kendi sözcüsü olarak görmemiş tam tersine onun batıl bir akideye mensup olduğunu ifade etmişlerdir.

Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin, İbni Teymiye’nin dalalete düştüğünü vesikalarla ispat etmektedir.

İbni Battuta, ibni Hacer-i Mekki, imam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, İzzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusuf-i Nebhani, İmam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiye’ye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve küfürlerini açıklamışlardır.

Necip Fazıl “Türkiyenin Manzarası” isimli kitabında; “14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir buyurdu” diyor.

İbn Batuta “Rihlet İbn Betute” isimli eserinde; “Dimeşk’te (Şam) büyük Hambeli fakihlerinden İbni Teymiye adında birini gördüm. Çeşitli fenlerde konuşuyordu, ancak aklı yerinde değildi.” demektedir.

Şevkani, İbni Teymiye’ye “Şeyhülislam” denilmesinin küfür olduğunu söylemektedir.

Muhammed Buhari Hanefi “Bedrü’t Tali’” de; “Her kim İbni Teymiye’ye “Şeyhülislam” tabirini kullanırsa kafirdir.” İbni Haceri Mekki “El- Fetava’l Hadisiye” isimli eserinde onun için; “Allah onu rezil, sapkın, kör ve sağır karar kılmıştır. Ehli sünnetin büyükleri ve Şafii, Maliki ve Hanefi çağdaşları onun düşünce ve sözlerinin fasit olduğunu tasrih etmişlerdir… İbni Teymiye’nin sözleri değersizdir. Bidat çıkaran, sapkın, sapkın edici ve mutedil olmayan biridir. Allah, ona (rahmetiyle değil) adaletiyle davransın ve bizleri onun kötü inançlarından ve gidişatından korusun.“ diyor.

Kadı Şafii “Ed Dureru’l Kamine”, “El- Bedru’t Tali’” ve “Mir’etu’l Cenan” isimli eserlerinde; “Her kim İbni Teymiye’nin itikadına inanıyorsa kanı ve malı helaldir.” diyor.

Savi tefsirinin 107. sayfasında onun “dal ve mudil” olduğu yazılıdır.

İbni Hacer-i Mekki “Fetava-yı hadisiyye” adlı eserinde onun için; “Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.” ifadelerini kullanıyor.

Tahir Muhammed Süleyman “Zahiretül-fıkhil-kübra”sında; “İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış, bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu, sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun yazmaktadır.”

İmam-ı Sübki “Nebras haşiyesi”nde; “Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.” şeklinde ifadeler kullanıyor.

Yine İmam-ı Sübki “Nebras haşiyesi”nde; “İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.”diyor.

Keşfüzzununda; “İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir.” denilmektedir.

İmam-ı Şarani “Tabakat-ül-kübra”da: “İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.” diyor.

İmam-ı Süyuti “Kam-ul Muarıd” isimli eserinde: “İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.” ifadelerini kullanıyor.

Muhammed Ali Bey “Hitat-uş-Şam” kitabında diyor ki: “İbni Teymiye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat, Hıristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.”

İbni Hacer-i Askalani “Ed-Dürer-ül-Kamine” adlı kitabında: “İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. Hazret-i Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. Hazret-i Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.” diyor.

İbni Hacer-i Mekki “Fetava-i Hadisiyye” isimli eserinde: “İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır. Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere eshab-ı kiramın, velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.” ifadelerine yer veriyor.

İbni Teymiyenin devrimciliği (!)

Selefi ve vehhabi ekoller, İbni Teymiyeyi devrimci olarak lanse ederler. İbni Teymiyenin hayatı irdelendiği taktirde onun Memlük sarayının gayr-ı meşruluğu üzerine tek bir cümle dahi kallanmadığını; bununla birlikte sarayla eşgüdüm halinde hareket ettiğine tanık olacaklardır. İbni Teymiye bu yönüyle Memlük sarayının bel’amlığını yapmıştır. Yavuz için Ebussuud Efendi ve Müftü Hamza ne anlam ifade ediyorsa; Memlük yöneticileri için de İbni Teymiye o anlamı ifade eder. Osmanlıların, Safevi Devleti ile giriştiği nizam-ı alem davasında nasıl Ebussuud efendiye fatva sipariş etmişlerse; Memlüklüler de, İlhanlılara karşı sürdürdükleri nizam-ı alem davasında İbni Teymiyenin fetvalarına sığınmışlardır. Memlük sarayının siparişi üzerine İbn Teymiyye, 1302'de bir fetva yayınlar. O da tarihe "Mardin Fetvası" diye geçen meşhur fetvasını yayınlar. Bu fetvasıyla İbni Teymiyye, kardeş kanı dökülmesine, binlerce müslümanın ölmesine sebep olmuştur. Oysa aynı zat, "El- Münteka" isimli kitabında;

“Allah (c.c.) saldırgana karşı hemen savaşı emretmemiştir. Hem de her sadırganla da değil. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Eğer mü'minlerden iki birlik çarpışırlarsa, hemen aralarını düzelterek barıştırın. Eğer Onlardan biri tecavüz ediyorsa, o vakit tecavüz edenle Allah (c.c.)'ın emrine dönünceye kadar savaşın.” (Hucurat 49/9)

Cenab-ı Allah önce barıştırmayı emretmiştir. Onlardan biri tecavüze devam ederse, Allah (c.c.)'ın emrine dönünceye kadar Onunla savaşılır. Bunun için her iki birliğin de savaşması maslahat değildir. Allah (c.c.)'ın emrettiği ve mütecavize karşı olan savaş da şüphesiz ki mefsedete tercih edilen bir maslahattır. (O da fitneyi ortadan kaldırmaktır.)

ifadelerini kullanmıştır. Ulufe söz konusu olduğunda ise bu görüşünden vazgeçip kardeş kanı akıtılmasına sebebiyet verebiliyordu. Peki, İbn-i Teymiyenin, aleyhine fetva verdiği Gazan Han kimdir?

“Gazan Mahmud Han İlhanlı hükümdarlarının en ünlüsü. Çocukluğunun büyük bölümü büyükbabası Abaka Hanın yanında geçti. Abaka Han ve babası Argun Hanın bağlı olduğu Buda dininin prensiplerine göre yetiştirildi. Babasının 1284’te tahta çıkmasından sonra Horasan, Mazenderan ve Rey vilayetlerinin valiliğine atandı. 1291’de İlhanlı tahtına çıkan Geyhatu’yu 1295’te deviren yeğeni Baydu, iktidarı ele geçirdi. Ancak Gazan, bu duruma karşı çıkarak Baydu ile mücadeleye girişti. Bu sırada kumandanlarından Nevruz’un tebliği üzerine İslamiyeti kabul etti. Onunla birlikte kumandanlarından, vezirlerinden ve askerinden 400 bin kişi de Müslüman oldu. Gazan, şükür olarak o seneyi oruç tutmakla geçirdi.

Müslüman askerlerinin başında olarak yeniden harekete geçen Gazan, İlhanlı başkenti Tebriz’e girdi ve Baydu’yu yakalatarak idam ettirdi. Böylece hükümdarlığını ilan eden Gazan Han, öncelikle ülke içerisinde huzur ve asayişi sağladı. Kendisine karşı isyan eden Moğolları şiddetle bastırdı. İktisadi hayatı düzeltmek için faaliyet gösterdi. Sikke ve ölçü reformları yapmak ve vergi kaynaklarını yeniden tesbit etmek suretiyle devletin bütçesini düzene koydu. Halkı inim inim inleten vergi sistemi değiştirildi. Askerin maaşını yeniden tespit ederken, orduyu yeni silahlarla techiz etti.

Gazan Mahmud Han, İslamiyetin kuvvetlenmesi için elbirliği ederek kardeşçe çalışmasını Nasır’a yazdı. Mısır Memluklü sultanlarının dokuzuncusu olan Nasır bunu dinlemedi. Nasır’ın askeri Mardin taraflarını yağma etti. Gazan Mahmud Han Haleb’e geldi. Humus’ta Nasır bozguna uğradı. Gazan Han burada bir kumandanını bırakıp geri döndü. Bu iki Müslüman sultanının arasını açanlardan biri de İbn-i Teymiyye idi. O, hadiselerde birleştirici değil bozucu rol oynadı. Gazan Mahmud Han, 17 Mayıs 1304’te henüz otuz yaşındayken Rac’da vefat etti.

Gazan Hanın ölümüyle İran’daki Moğol hakimiyeti, iç ve dış politikada en son sınırlarına ulaşmış oldu. Moğollar arasında İslamiyetin yayılmasını sağlayan Gazan Han, ülkeyi pekçok cami, mescid, medrese, han ve hamam gibi dini ve sosyal eserlerle donattı. Tebriz yakınlarında bir rasathane kurdurdu. Fen ilimlerinden astronomi, tarih, tıp ve kimya ile meşgul oldu. Tarih bilgisi fazlaydı. Ana dili olan Moğolcadan başka birkaç lisan bilen Gazan Han, senenin ekseri günlerinde oruç tutar ve çok Kur’an-ı kerim okurdu.” (Rehber Ansiklopedisi)

Tabi ki bu girişimleri karşılıksız kalmamış neticede sarayın ulufelerine ve iltifatlarına mazhar olmuştur.

Bu hususta Donald P. Little, Memlüklerde Din isimli makalesinde bakın şunları yazıyır.

“İlhanlılar, onüçüncü yüzyılın sonlarında İslam’ı kabul ettikten sonra bile Memlükler diplomatik yazışmalarında ve dini propagandalarında kendilerini İslam’ın askerleri ve Moğolları inancın düşmanları olarak göstermeye devam etmişlerdir. Memlükler bazı durumlarda dini itikat ve kişisel dindarlıktan, bazı durumlarda ise kendi refahlarına duydukları vehimden Mısır ve Suriye’deki çeşitli dini güçleri bir dengede tutmaya çalışmıştır.”

Birileri, İbni Teymiye devrimci değilse niçin birkaç kez tutuklanıp hapse atıldı diye bir soru tevcih edebilirler.

O, bir keresinde Peygamber mezarları ve mukaddes beldelerin ziyareti hakkında verdiği fetva ve yazdığı risâlelerden dolayı tutuklandı. Akideye dair yazdığı Fetâve’l-Hameviyyeti’l-Kübrâ ve El-Vâsıta diye de bilinen el-Akîdetü'l-Vâsıtıye adlı eserlerinde teşbih ve tecsime kayan (Allahü teâlânın cisim olduğu ve insana benzediği yolunda) fikirler ileri sürdü. Bunun üzerine vaaz ve fetvâ vermesi yasaklandı. 705 (1306) tarihinde Kâhire’de Kâdiyülkudât Zeynüddin Mâlikî riyasetinde toplanan âlimler huzurunda muhakeme olundu. Kâhire ve İskenderiye’de ikamete tâbi tutuldu. Sonra Şam’a döndü. Selef-i sâlihînin icma’ına uymayan sözleri sebebiyle fitneye sebep olunca sultan fetvâ ve vaaz vermesini yasakladı. Dinlemeyince Şam Kalesi’ne kapatıldı. 728 (1328) tarihinde burada vefat etti.

Zazacada külah için, “kalo” ifadesi kullanılır. İbni Teymiye ömrü boyunca, Sultan Kalavunun kalosunu(külahını) takmış ve de Memlük sarayının borazanını çalmıştır. Bazen sultanın istemediği makamda çalınca tutuklanmak durumunda kalmıştır. Tarihin kaydettiği en meşhur “mistik paranoyak” lardan biridir.

Özetle, Teymiyeci yaklaşım hırçın ve hastalıklı yapısı itibariyle; şia, ehlisünnet ve de tasavvuf akımlarına karşı hasmane bir yaklaşıma sahiptir. Küresel şer güçler bu akımın ümmet içerisinde tefrika ve çatışma ortamı yaratmak için kullanılabilecek yapıya sahip olduğunu müşahade etmişlerdir. Suudi Arabistan ve körfez bloku ülkeleri bu nedenle, İbni Teymiyenin fitne ve tefrika kokan eserlerini yayımlamakta ve İslam dünyasında pazarlamakta böylece İslam dünyasında çatışmanın kültürel altyapısını oluşturmaktadırlar. Bu kaynaklarla beslenen ve zehirlenen selefi ve tekfirci akımların başındaki lider kadrosunu satın alıp, selefi örgütleri İran İslam İnkılabı ve de Hizbullahın karşısına çıkarmakta böylece hedef saptırarak; küfür, şirk ve ilhad cephesine nefes aldırmaktadırlar.

Bu kültürle beslenen, çoğu ruh sağlığı bozuk insanlar, “Allahu ekber” nidaları eşliğinde camilere, türbelere, yas merasimlerine saldırmakta hiçbir beis görmemekte, üstelik bu eylemleriyle, sözüm ona cihat ettiklerini sanmaktadırlar.

Bununla birlikte Amerikancı toplum tasarımcıları, müdahale etmek istedikleri bölgelere, müdahale etmenin zeminini oluşturmak için bu zinde güçlerden fazlasıyla yararlanmaktadır. Selefi örgütlerin, özellikle de Rusya ve Çinin interlandı olan Libya, Afganistan, Irak ve de Suriyede arzı endam etmeleri çok manidardır. Amerika, müttefiki Suudi Arabistan marifetiyle selefi örgütlerin kalbine kadar nüfuz etmiştir. Nereye müdahale edilecekse, selefi örgütler o bölgelere yönlendirilmekte, kaos ve terör yaratılarak müdahale için gerekçe oluşturulmakta ardından da sözüm “insani müdahale” (!) lerde bulunmaktadırlar.

Muhammed Palevi

 

Read 3222 times