Anglosaksonlar ortak hafızanın temizlenmesi konusunda uzmandırlar. Yaptıkları hatayı unutturmak için, onları cezalandırma imkanı olmayan insanlardan özür dilemekle yetiniyorlar. Tabii ki yalan söyledikleri kurumlardan hiçbir zaman özür dahi dilemiyorlar.
Batı, zaman zaman, politik ve medyatik amaçla biraz “ahlaki temizlik” yapmak için Batı tavan arasından bazı iskeletleri çıkarıyor.
İngiliz Avam Kamarasının bir komisyonu, David Cameron’u, 2011 yılında Başbakanlık görevindeyken Libya’ya yapılan askeri müdahaleden dolayı eleştirdi. Ancak bunu egemen bir devleti yıkan saldırgan savaş nedeniyle değil, bu savaşın uygun “istihbaratlar” ve “yeniden inşa” planı olmaksızın yapılmasından dolayı yaptılar.
Barack Obama geçtiğimiz Nisan ayında, Libya konusunda “en büyük hatayı” ABD komutası altında NATO güçleriyle bu ülkeyi yıktıkları için değil ama “the day after”i planlamadıkları için yaptıklarını beyan ederken aynı şeyi yaptı. Obama aynı zamanda bugün Başkan adayı olan Hillary Clinton’a desteğini yeniden ifade etti. Bu aynı kadın, Dışişleri Bakanı kılığında, ABD ve NATO’nun hava ve deniz saldırısına hazırlık amacıyla Libya’ya bir gizli operasyona (özel kuvvetlerin gönderilmesi ve terörist grupların silahlandırılması da dahil olmak üzere) onay verilmesi konusunda kendisini ikna etti.
Bayan Clinton’un daha sonra gün ışığına çıkan mailleri savaşın gerçek amacının ne olduğunu kanıtlıyor: Kaddafi’nin, Afrika Birliğinden bağımsız mali kurumlar kurmak ve ABD dolarına ve CFA Frangına alternatif bir Afrika para birimi yaratmak için Libya’nın tasarrufu altındaki fonları kullanmasını planını engellemek.
Libya Devletini yıktıktan sonra, ABD ve NATO, bu ülkeye özel kuvvetlerini ve IŞİD’in ortaya çıkmasına neden olan terörist grupları sızdırarak Körfez monarşileriyle birlikte Suriye devletini yıkmaya yönelik gizli operasyonu başlattılar.
Wikileaks ifşaatları sonrasında oluşan tepkiler sonrasında Dışişleri Bakanlığının tasnif dışına çıkarttığı birçok elektronik postadan biri, bugün de sürmekte olan operasyonun ana hedefinin ne olduğunu ortaya koyuyor. « Case number F-2014-20439. Doc no C05794498 » olarak tasnif dışı edilen elektronik postada [2] Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 31 Aralık 2012’de şunları söylüyor: “İran ve Beşar Esat rejimi arasındaki stratejik ilişki sayesinde İran, İsrail’in güvenliğini mayınlıyor, bunu doğrudan saldırarak değil ama Lübnan’daki Hizbullah gibi müttefikleriyle yapıyor”. Daha sonra “İsrail’e yardım etmenin en iyi yöntemi, Suriye’de bir yıldan beri devam eden isyanı desteklemektir”, yani 2011 yılından beri Beşar Esat’a diz çöktürmek için, “kendisi ve ailesinin hayatını tehlikeye sokmak” amacıyla “güç kullanımı” gereklidir diyor. Clinton şöyle bitiriyor : “Esat’ın devrilmesi İsrail’in güvenliği için büyük bir kazanç sağlamakla kalmayacak, ama İsrail’in anlayışla karşılanması gereken nükleer tekelini kaybetme kaygısını da azaltacaktır”. Dönemin Dışişleri Bakanı resmi olarak dile getirilmeyen bir gerçeği de kabul etmiş oluyor: İsrail Ortadoğu’da nükleer silahlara sahip olan tek ülkedir.
Obama yönetiminin İsrail’e verdiği destek, özünde değil ama şekilsel olan bazı geçimsizliklerin ötesinde, ABD’nin on yıl içerisinde İsrail’e, yıllık 3,3 milyar, artı “füze savunması” için bir buçuk milyon dolar finansmana sahip, 38 milyar değerindeki en gelişmiş silahların vermeyi taahhüt ettiği, 14 Eylül’de Washington’da imzalanan mutabakatla teyit edilmiştir.
Rusya’nın müdahalesinin Suriye’nin savaş yoluyla içeriden yıkılması planını bloke etmesinden sonra, ABD bir “ateşkes” (hemen ardından kendisinin ihlal ettiği) elde ederken, aynı zamanda Libya’da, İtalya’nın da “paralı asker doktorları” ile katıldığı insani yardım örtülü yeni bir saldırı başlattı.
Bu arada İsrail, perdenin ardında Hillary Clinton’a borçlu olduğu nükleer avantajını pekiştiriyor.
Voltairenet