کارگر

کارگر

Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de Nurcular grubu üye 41 kişi gözaltına alındı.

APA haber ajansının bildirdiğine göre Fethullah grubuna bağlı kişilerin ev ve iş yerlerinden çok miktarda yasak yayınlar ve ses kasetleri ele geçirilmiştir.

Gözaltına alınanların önemli bir kısmının savcılık soruşturması sonrası serbest bırakıldığı, ama bu gruptan 9 kişinin halen gözaltında bulunduğu açıklanmıştır.

Bu kişilere karşı operasyonun Türkiye başbakanı Erdoğan'ın Bakü ziyaretinden kısa bir süre sonra yapılması ise dikkatlerden kaçmamıştır.

Erdoğan Bakü temasları sırasında Gülen cemaatinin bu ülkedeki faaliyetlerinden kaygısını dile getirmişti.

İrib

 

Salı, 15 Nisan 2014 12:25

İran bilim üretmede dünya 16.sı

İslam dünyası bilimler kaynağı-ISC sitesi, İran'ın dünya çapında bilim üretmede 16. sırada yer aldığını duyurdu.

Haber merkezinin bildirdiğine göre İslam dünyası bilimler kaynağı ISC sorumlusu Cafer Mehrdad dün yaptığı açıklamada, İran'ın 2014 yılında bilim üretme alanında 16. sırada yer aldığını söyledi.

Cafer Mehrdad İran'ın 2014'ün başından beri 2 bin 813 makale ile bu seviyeye ulaştığını belirterek, Amerika, Çin, İngiltere, Almanya, Japonya, Fransa, Kanada, İtalya, İspanya ve Hindistan'ın dünyanın ilk 10 bilim ülkesi olduğunu, ardından Avustralya, G. Kore, Hollanda, Brezilya, İsviçre ve Tayvan'ın da 10 ila 15. sırada yer alıklarını ifade etti.

ISC sorumlusu ayrıca söz konusu süreçte İsviçre, Türkiye, İsveç, Belçika, Polonya, Rusya, Danimarka, İskoçya ve Portekiz'in d 17 ila 25. sıralarda olduğunu söyledi.

 

 

Allah’ın adıyla…

AKP-Cemaat kavgasında birçok iddianın yanında birçok da suçlama ortaya atıldı. AKP iktidarı süresince birbirlerine omuz vererek büyüyen bu iki yapının suçlamaları da, “içeriden” olması hasebiyle dikkate değerdir.

Ancak suçlamalar birbirlerini kesmemiş olacak ki, birbirlerini, en azından “kerih” bildikleri düşünce, inanç ve ülkeler üzerinden de vurmaya başladılar… Bazen bu suçlamalar tek taraflı ( İsrail dostluğu, ABD güdümlülüğü gibi) bazen de bunlardan her ikisinin de “kerih” gördüğü düşünce, inanç ve ülke üzerinden de olmakta… Bunun en bariz örneği Şia ve İran üzerinden yapılan suçlamalar…

Cemaatin İran ve Şia düşmanlığı belli… Bu konuda kendilerinin de hiçbir çekinceleri yok ve bu düşmanlığı en yüksek perdeden ifade ediyorlar… Hatta öyle ki, ülkemiz için birinci tehlikenin “Acem oyunları” olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyorlar.

AKP cenahı ise, zihin altında yuvalanmış bu “kerih inanç sahipleri” konusunda daha temkinli, daha siyaset diline uygun konuşmaya çalışırken, baskın zihin altı düşüncenin de etkisiyle falsolar verebilmekteler…

Burada konumuz Cemaat değil. Çünkü dediğimiz gibi onların Şia ve İran konusunda “düşmanlıkları” gizli değil ve bunu açıkça ifade etmekten de çekinmiyorlar. Ama AKP cenahı, “kuşdili ile” konuşmaya çalışırken, oldukça zor durumlara da düşebiliyor… Seçim öncesi Başbakan Erdoğan’ın Cemaat ve Şia arasında “Takiye” kıyaslaması yaparken, Cemaat suçlamak için sıraladığı olumsuz sıfatlarla ilgili kullandığı üslup, Şia toplumunda infiale sebep olmuştu… Neden Cemaati suçlamak isterken “Şia” gündeme getiriliyor sorusu ise bütün çıplaklığı ile orta yerde duruyor… Cemaati takiye üzerinden vurmak isterken, Şia’nın “takiye inancını da” sorgulamak ve bunu “politik argümanlarla yapmak” politik dilde ne kadar geçerlidir, o ayrı bir konu, ama laikliğe vurgu yapan bir partinin hele de“inançlar” alanında uluorta görüş serdetmesi, bazen onulmaz yaralar açabiliyor…

AKP’nin bu dilin ne kadar sakıncalı olduğunu fark ettiğini ve bunu terk ettiğini düşünüyorduk, ama gördük ki böyle değilmiş… AKP yandaşı olduğunu gizlemeyen ve “yandaş” bir gazetede pervasız yazılar yazan Hilal Kaplan’ın yazısı, yine Cemaat-Şia kıyası üzerine… (1) Yazısında “Şii yayılmacılığından” söz eden ve Şia ile benzer yanların olmasını neredeyse “züll” addederek reddeden Kaplan’ın yazısında da Şia’ya ince göndermeler var… Hilal Kaplan yazısında öyle bir dil kullanmış ki, Cemaat’e mi vurmak istiyor, Şia’yı mı hedef alıyor, belli değil… Mesela şu paragrafa bir bakın:

“İslam Dünyası Şii yayılmacılığı karşısında başını kaldırmış Türkiye'ye bakarken, Filistin'de Nasrallah'ın posterleri indirilip Erdoğan'ın posterleri asılırken, İran'ın ve Hizbullah'ın bayrakları indirilip Türkiye bayrakları asılırken Erdoğan'ın Şii yayılmacılığına çanak tuttuğunu söylemek insafsızlık değilse nedir?”

Sayın Kaplan’ın bu paragrafında bahsettiği “Şii yayılmacılığı” iddiası, tam da Cemaatin “Acem oyunları” diye dikkat çektiği “tehlikenin” başka bir ifadesi değil mi? “İslam Dünyası” Şii yayılmacılığı tehlikesi ile boğuşuyor öyle mi? Ve “En Kahraman AKP” bu tehlikeye karşı İslam Dünyasının umut bağladığı kurtarıcı!... Peki soralım Hilal Hanım’a, Filistin neden Nasrallah’ın posterlerini asmıştı da şimdi indiriyor? İran ve Hizbullah bayrakları neden Filistin semalarında dalgalanıyordu da, o bayraklar indirilip Türk Bayrakları asılıyor? Bütün bunlar “Şii yayılmacılığını” önlemek için mi idi? O zaman önceden bu posterlerin, bu bayrakların varlığı “Şii yayılmacılığına çanak tutmak” olarak mı algılanmalı? Eğer Filistin “Şii yayılmacılığın” yeni farkına vardıysa, o zaman Halit Meşal’in, daha geçenlerde “İran ile ilişkileri yeniden canlandırmak” istemesine ne diyeceğiz? (2) Filistin yeniden “Şii yayılmacılığına” çanak mı tutuyor?

Devam edelim.

Hilal Hanım, AKP’yi affedilmez “İran ve Şia yanlısı” suçundan kurtarmak için çırpınmaya devam ediyor. Kendi tespitleri mi, yazısında ismini zikrettiği “Serhat Sondahhak”’ın “kıyasından” mı aldığı çok da belli olmayan karşılaştırmada da Şia inançları konusunda “inceden” vuruşlarına devam ediyor:

“Gülenciler ise Gülen'in sözlerini, Şia'daki imamlar gibi tartışmasız kabul etmektedir. Ciddi bir itikadi problem teşkil eden 'Cebrail parti kursa, ona oy vermem' demesi gibi sözleri bile tevil edilmekte, Gülen'in her sözü şartsız, sorgusuz şekilde adeta masumiyet makamındaymışçasına kabul edilmektedir.

Takıyye - Tedbir: Şia'ya şüpheyle bakılmasına sebep olan en önemli sebep hiç şüphesiz takıyyedir. Ehli Sünnet'e göre sadece can korkusu ile kafire yapılması gereken takıyye, Şia inancında ise her durumda geçerli olabilir.

Gülen cemaatinin yılladır uyguladığı 'tedbirin' Şia'nın takkıye anlayışından farkı var mıdır? Takıyyenin isminin tedbir diye değiştirilmesi dışında ikisi arasında değişen nedir? Bürokrasideki 'abi'lerin tedbir için içki içtiği, eşlerinin tedbir için tesettürden çıktıkları gibi anlattıkları birçok olay tedbir denilen garabet inancın boyutlarını ortaya koymaktadır. Siyasi olaylara baktığımızda ise 7 Şubat ve 17 Aralık olaylarında Gülencilerin 'Bunların bizimle ilgisi yok' demesi takıyye değil de nedir? “

Takiye-Tedbir benzerliğine geçmeden önce bir konuya değinelim. F.Gülen’in “Cebrail parti kursa ona oy vermem” sözü gerçekten facia bir söz. Ama bizzat AKP mensuplarının Başbakan için benzer söylemleri yok mu? Örnek mi istiyorsunuz? İşte örnekler:

1- AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin; “Sayın Başbakanımıza dokunmak bile inanın bence ibadettir. Ben bunu söylüyorum" dememiş miydi? (3)

2- AKP Aydın İl Başkanı İsmail Eser, Başbakan Erdoğan’ı “peygamber” ilan etmemiş miydi? (4)

3- Eski Bakanlardan Egemen Bağış, “Başbakanın doğduğu şehirler bile mübarektir” dememiş miydi? (5)

4- Başbakan’ın bizzat kendisi “rahmetimiz gazabımızı aşacaktır” dememiş miydi? (6)

5- Rize Çayeli Belediye Başkanı “Başbakanın çıkacağı televizyon yere konmaz” demedi mi? (7)

6- AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, Başbakan için “O ilelebet, Türkiye’nin ezeli ve ebedi başkanıdır” demedi mi? (8)

7- AKP Düzce Milletvekili Fevzi Arslan “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider var. İşte bunun önünü kesmek istediler” demedi mi? (9)

Başbakan için şiirler yazıp “Tayyip’i üzmek, Allah’ı üzmektir” diyen vatandaşları AKP’yi bağlamayacağından saymıyorum… Yiğit Bulut’un “Başbakan benim Atam’dır” sözünü saymıyorum.

Şimdi yukarıya aldığımız ifadelerin, F.Gülen’in ifadelerinden geri kalır yanı var mı?

Takiye konusuna gelince…

Takiye’nin İslam’da var olan bir tutum olduğu tartışılmaz. Bu konuda Kur’an’da da apaçık ayetler vardır. Mesela;

“Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah ile hiçbir ilişkisi kalmaz. Ancak kafirlerden gelecek bir tehlikeye karşı (takiyye ederek) onlardan korunmanız icap ediyorsa, o başka.” (Al-i İmran :28)

Hilal Hanım da yazısında takiye’nin Sünnilikte de var olduğunu, ancak sadece “can korkusu” varsa yapılabileceğini söylüyor. Biz burada takiyenin “ilmi” açıklamasına girmeyeceğiz, onu ehline bırakalım. Ama Hilal Hanım’a bazı sorularımız olacak:

1- Yukarıya alıntıladığımız Başbakanı kutsayan ve iman açısından tehlikeli söz ve söylemlere karşı başta kendileri olmak üzere, AKP ya da yandaşlardan bir tepki gelmiş midir? (Burada Erdoğan’ı peygamber ilan eden Aydın il başkanına bizzat başbakan’ın tepkisini ve Düzce Milletvekili Fevzi Aslan’ın “kastımı aştım” açıklamasını hariç tutuyoruz.)

Neden tepki göstermediniz? Bu davranışınız da sizin deyiminizle “takiye” değil midir? Yoksa “ölüm korkusu” vardı da ondan mı “takiye yaptınız?

2- Fethullah Gülen’in, yazınıza da alıntıladığınız 'Hz. Peygamber temessül buyurdu, rüya değil, Türkiye'nin meselesini filancalara bıraktık biz, bakış bu, şimdi hakkınızda nebinin hüsnü zannı bu…'. Sözü yeni söylenmiş bir söz değildir. Yıllar önce söylenmiştir. Bunun gibi, “Peygamber Türkçe olimpiyatlarına geldi” veya “Ben Cebrail’i çok severim. Kendisi hiç görmediğim, tanımadığım bir melektir… Cebrail parti kursa ona da oy vermem” sözleri de öyle… İyi de sizler o zamanlar neden bu sözlere tepki göstermemiştiniz? Hele “Peygamber Türkçe olimpiyatlarına geldi” sözü çok da eski değil… AKP ile “al gülüm ver gülüm” devam ederken söylenmişti… Bir tepkiniz oldu mu? Neden? Bu da “takiye” değil mi? Yoksa yine “ölüm korkusu” vardı da ondan mı “takiye” yaptınız?

3- Başbakan’ın Mısır Tahrir meydanında yaptığı konuşmada “sizlere laikliği tavsiye ediyorum” sözlerine ne diyorsunuz? Siz mi takiye yapıyorsunuz, yoksa Başbakan mı? Neden?

4- F.Gülen’in “Başörtüsü teferruattır” sözüne bir tepkiniz olmuş muydu? Şimdi değil tabi, aranızın “çok iyi” olduğu dönemde!... Neden sessiz kaldınız da, aranız bozulunca sözün vahametini keşfettiniz?

5- 2006 yılında Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin “Türban, Türkiye’de yüzde 1.5'lik kesim için bir sorun.. Bizim gündemimizde halkın sadece yüzde 1.5′inin gündeminde olan bir konu öncelikli olarak yoktur. Bizim önceliğimiz türban değil işsizliktir..” (10) demişti. Acaba aynı sözü bu gün de söyleyebilir mi? Neden? Acaba o zaman mı “takiye” yapıyorlardı, yoksa şimdi mi?

6- Başbakan’ın yukarıdaki M.Ali Şahin’in sözünün sorulması üzerine söylediği “Ormanı düşünelim, oradaki birkaç ağacı değil. Birkaç ağaç üzerinden hareket edersek yanlış yaparız. Nitekim kamuoyu araştırmalarının neticeleri çok açık, net ortadadır. Yani bunlara bakarak değerlendirmeleri yaparsak Türkiye kazanır, kaybetmez..." (11) sözü için de yukarıdaki soru aynen geçerlidir: O zaman mı “takiye” yapılıyordu, şimdi mi?

7- Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün eşi Hayrünnisa GÜL’ün, başörtüsü ile ilköğretime( o zamanlar 8.sınıfa kadar ilk öğretim sayılıyordu) giden bir kız çocuğu için söylediği "Bu konuda yaşanan bir cehalet varsa ortadan kaldıracağız. İlkokul öğrencisinin kendi isteğiyle başörtüsü takması sözkonusu olamaz. Bu konuda karar verecek yaşa geldiğinde kararını verir" (12) sözü için ne diyorsunuz? Yine aynı konuda zamanın Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun ““İlkokullarımızda özellikle örtülü olarak eğitim görme talebiyle karşılaşmış olmamızı zamanlama açısından manidar buluyorum”ve AKP Milletvekili ve İnsan Hakları Komisyonu başkanı Zafer Üskül’ün “Bu durum devam ederse, çocuğu ailesinin elinden alırız!” (13)sözleri için? Bu sözleri şimdi söyleyebilirler mi? O zaman mı „takiye“ yapılıyordu, şimdi mi?

8- Devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı’nın bu haberi ancak diğer haber organlarında çıktıktan bir gün sonra görüp gerekçe olarak da haberdeki bu unsuru muhabirlerin atladığını söylemesi ne idi?... (14)

9- Bülent Arınç’ın, Mavi Marmara olayı için İsrail’e hükümet tarafından ateş püskürtüldüğü bir zamanda, F.Gülen’in „İsrail’den izin alınmalıydı“ sözü üzerine „Hocam söylemişse doğru söylemiş“ şeklinde çark etmesi „ ne anlama geliyordu? Önceki tavrı mı doğruydu, sonraki tavrı mı? Yoksa „takiye“ mi yapıyordu?

10- Başbakan Erdoğan’ın zamanında F.Gülen için dizdiği övgüler ne idi? O zaman mı takiye yapıyordu, şimdi mi?_

11- AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in “Cemaat Hükümeti ele geçirecekmiş. Buna kargalar bile güler” sözü için ne diyorsunuz? (15) O zaman mı takiye yapıyordu, şimdi Cemaate ateş püskürerek mi?

Söylenecek çok söz var. Ama maalesef yine bir köşe yazısının sınırlarını çoktan aştık…Sonuç olarak şunu söyleyelim. AKP’nin ve yandaşlarının bir inanç grubu özelde de Şia için kullandığı üslup oldukça itici… Hele yandaş yazarların!...

Elbette yandaş yazarlar, mesela Hilal Hanım Şia’yı sevmek zorunda değil… Ama ikide bir AKP gibi bir “siyasi partiyi” öveceğim ya da “savunacağım” diye halkın bir kesiminin inancı hakkında böylesine itici ve aşağılayıcı dil kullanılması ne kadar etik?

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 

(1) http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/gulen-sia-benzerligi/51254

(2) http://www.internethaber.com/hamas-yonunu-irana-cevirdi-598967h.htm

(3) http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/07/20/basbakana.dokunmak.bile.bence.ibadettir/623516.0/

(4) http://www.izleneo.com/basbakanimiz-bizim-icin-adeta-ikinci-peygamber-gibi/

(5) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22567341.asp

(6) http://www.gazeteport.com.tr/haber/162957/bizim-rahmetimiz-gazabimizi-asacak

(7) http://www.izleneo.com/basbakanin-ciktigi-televizyon-yere-konmaz-sacmaligi/

(8) http://www.sosyalmuhalefet.com/hangisi-soylu/

(9) http://www.timeturk.com/tr/2014/01/16/ak-parti-li-vekil-erdogan-allah-in-butun-vasiflarini-uzerinde-toplayan-bir-lider.html#.U0g75jjNsdU

(10) http://www.haber3.com/akp-turbani-nasil-asil-sorun-yapti-haberi-333439h.htm

(11) http://www.haberturk.com/gundem/haber/5241-erdogandan-sifreli-mesajlar

(12) 8.11.2010, Star Gazetesi, http://www.gazetea24.com/haber/aa-hayrunnisa-gulu-es-gecti_5296.html

(13) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/16112623.asp

(14) http://www.gazetea24.com/haber/aa-hayrunnisa-gulu-es-gecti_5296.html

(15) http://siyaset.milliyet.com.tr/bu-iddiaya-kargalar-bile guler/siyaset/siyasetdetay/20.02.2012/1505571/default.htm ve http://www.youtube.com/watch?v=pBtt0mj0Syw)

 

MUHSİN KÜÇÜKER

İran savunma bakanı Tuğgeneral Hüseyin Dehkan, Azerbaycan Cumhuriyeti'ni savunma alanındaki ihtiyaçlarını temin etmeye hazır olduklarını söyledi.

İran savunma bakanı Tahran'da Azerbaycan Cumhuriyeti savunma bakanı orgeneral Zakir Hasanov'la görüşmesinde, iki ülke arasında kültürel, dini ve diğer alanlardaki ortaklıklara temas ederek; iki ülke halklarının dost ve kardeş olduklarını bildirdi ve "iki ülkenin bölgesel ve uluslararası meselelere bakışındaki ortak nokta son derece önemlidir'' dedi.

İran savunma bakanı, İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti sınırlarını dostluk ve kardeşlik sınırları olarak nitelerken, ilişkilerin artması ve yapıcı işbirliklerin artması gereğine de temasla; iki ülke sınırlarında güvenliğin tam olarak hakim olduğunu söyledi.

Tuğgeneral Dehkan, terörizm ve aşırıcılığın bölgenin güvensizliği ve sebatsızlığı konusunda çok ciddi bir tehlike ve tehdit olarak nitelerken, bölge ülkeleri ve dünyanın terörizmle mücadelede ortak hareket etmelerinin zaruri olduğunu ve bu konuyu öncelikli programları arasına almaları gerektiğini bildirdi.

Azerbaycan savunma bakanı Hasanov da, iki ülke arasında tarihi, kültürel, siyasi ve dini ortaklıklara temasla; İran'ın bölgenin güçlü bir ülkesi olduğunu ve aynı zamanda Azerbaycan cumhuriyetinin dostu ve komşusu olduğunu ve bundan dolayı da Bakü'nün Tahran ile her alanda ilişkileri güçlendirmeye önem verdiğini söyledi.

Azerbaycan cumhuriyeti savunma bakanı, İran İslam Cumhuriyetinin nükleer enerji faaliyetlerine destek verdiklerini belirterek, ayrıca İran ve 5+1 grubu arasında nükleer konuda varılan ön anlaşmayı tebrik etti ve 'Umarım, bu konuda nihai anlaşma sağlanır' dedi.

 

Pazar, 13 Nisan 2014 06:00

Eğer iddialar doğruysa !....

Dünyada bağımsız, özgür gazetecilik denilince ilk akla gelen isimlerden biri, Amerikalı Seymour Hersh‘tür. Kuşkusuz Hersh’ün “iyi gazeteci” olmasının defalarca tescillenmiş olması, her haberinin kayıtsız şartsız doğru olacağı anlamına gelmez. Fakat iddialı bir haberin altında eğer onun imzası varsa, o habere şu ya da bu nedenle burun kıvırmanın, hele bu mesleğin esaslarından olan “haber kaynaklarıyla ilişki“ konusunda Hersh’e ders vermeye kalkmanın hiçbir inandırıcılığı ve anlamı yoktur. Dolayısıyla Amerikalı gazetecinin, geçen yıl 21 Ağustos günü Şam‘ın doğu banliyölerinden Guta‘da meydana gelen kimyasal saldırıdan El Kaide ile ilişkili El Nusra Cephesi‘ni sorumlu tutan ve bu örgütün de sarin gazına Ankara‘nın yardımlarıyla ulaştığını iddia eden haberini ciddiye almak durumundayız.

İki senaryo

Hersh’e yönelik yalanlamaların hiçbiri onun haberinin yarattığı etkiyi azaltmadı; tam tersine, yalanlamaların zayıflığı Amerikalı gazetecinin doğru yazdığının göstergesi olarak algılandı. Onun haberini doğrulayacak veya yalanlayacak haber kaynaklarına sahip değilim, ancak son birkaç aydır yaşanan bazı gelişmelerden hareketle kabaca iki senaryonun söz konusu olabileceğini düşünüyorum:

1) Gerçekten Ankara, Hersh’ün yazdığı gibi Washington’ı Suriye’de savaşa sokmak için o kimyasal saldırıya bulaştı. Bunun farkında olan Amerikan yönetimi, stratejik açıdan bir dizi konuda işbirliği içinde olduğu Türkiye’yi kaybetmemek için, olaydan sorumlu gördüğü Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan‘a karşı, nihai amacı tasfiye olan bir yıpratma süreci başlattı;

2) Guta saldırısında Ankara’nın hiçbir alakası olmamasına rağmen başka nedenlerle Erdoğan ve Fidan’dan kurtulmak isteyen Washington yönetimi, onları yıpratmak uğruna böyle spekülasyonların dolaşıma girmesine izin verdi, hatta bunu teşvik etti.

MİT krizine yeniden bakmak

Hersh’ün yazısından sonra, geçen yıl eylül ayında (yani Guta olayından kısa bir süre sonra) BM Genel Kurulu için New York‘ta bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘e değişik platformlarda sık sık Ankara’nın Suriye’de El Kaide ve özellikle El Nusra ile ilişkili olup olmadığının sorulmuş olması (http://www.rusencakir.com/Terorle-mucadele-konusunda-ofanstan-defansa/2118) daha fazla anlam kazanıyor.

Hersh’ün yazısından sonra, geçen yıl ekim ayı başında Wall Street Journal‘da çıkan “Türkiye’nin istihbarat şefi Suriye’de kendi yolunu çizdi“ başlıklı yazının (http://rusencakir.com/Hakan-Fidan-hakkinda-yazilanlara-alti-serh/2137) satır arası mesajları daha da netleşiyor.

Hersh’ün yazısından sonra, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu‘nun makamındaki dörtlü Suriye zirvesinin ortam dinlemesinin kayıtlarının neden seçimlere birkaç gün kala dolaşıma sokulmuş olduğu daha iyi anlaşılıyor.

Yine Hersh’ün yazısından sonra Suriye sınırında MİT tırlarının durdurulması olaylarına, dolayısıyla 17 Aralık sürecine, özellikle sürecin zamanlamasına, buradan hareketle Fethullah Gülen cemaatinin küresel ilişkilerine yeniden bakmak gerekiyor. Hatta daha geriye gidip 7 Şubat 2012 günü patlak veren ve ana hedefi Hakan Fidan olan MİT krizini yeniden değerlendirmek de isabetli olacaktır.

Fidan’ın daha Suriye meselesi gündemde değilken hedef alınmış olmasından hareketle sorunun sadece El Kaide ile ilişki zemininde anlaşılamayacağı da açıktır.

Bununla birlikte, El Kaide hakkında epey araştırma yapmış, kafa yormuş bir gazeteci olarak şunu vurgulamak isterim: Herhangi bir devletin yapacağı en vahim hatalardan biri El Kaide’yi kullanacağını sanması ve buna kalkışmasıdır. (http://rusencakir.com/El-Kaideyi-kullanmaya-kalkan-yaniyor/2071)

Yine bir devletin başına gelebilecek en büyük tatsızlıklardan biri de, hiç ilgisi olmamasına rağmen adının El Kaide ile birlikte anılmasıdır.

Ankara’nın bir an önce, El Kaide ile doğrudan ya da dolaylı ilişki iddialarını hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde geçersiz kılması şart.

vatan

 

Pazar, 13 Nisan 2014 05:55

Sarin iddialarında ikinci dalga

Suriye’deki sarin saldırısının gerisinde Türkiye’nin olduğu iddiasını Independent muhabiri Fisk de yazdı. Erdoğan’ı ‘diktatörleşmekle’ suçlayıp Saddam ile kıyasladı

Ünlü ABD’li araştırmacı gazeteci Seymour Hersh’ün Suriye’deki sarin saldırılarının gerisinde Türkiye’nin olduğu iddiasının artçı dalgası geldi. Ünlü Britanyalı gazeteci Robert Fisk, Hersh’ün iddialarını irdeleyen yazısında, şunları dile getirdi: ‘’Ağustos 2013’te Şam’ın Doğu Guta varoşunda yüzlerce sivili öldüren sarinin Türkiye’den geldiğini ilk iddia eden elbette Suriye hükümetiydi. Onların iddiasına göre, İslamcı gruplarca Batı’nın Esad’ı suçlayıp stratejik silahlarını ona çevireceği umuduyla kullanılmıştı. The Independent gazetesi olarak, Suriye’deki saldırıları soruşturduğumuzda, Rus kaynaklar sözkonusu kimyasalların Esad’a satılmadığını vurgulamıştı. Bunlar Moskova’nın Kaddafi döneminde Libya’ya sattığı stoklardan geliyordu.’’

O dönemde görüştüğü Suriyeli yetkililer ve Esad’a yakın bir kişiliğin ‘’Sarinin Türkiye üzerinden isyancılara nakledildiğine dair resmi kanıtları kimsenin kaale almamasından yakındığını’’ anlatan Fisk, şunları aktardı: “Sürekli olarak, Türkiye’nin güneyinde polisin sarin olarak tanımladığı kimyasal madde taşımakla suçlanan Nusra’nın 10 adamı hakkındaki 130 sayfalık iddianameye atıf yapıyorlardı . Grubun elebaşısı Haytam Kassab, savcının 25 yıl hapis istediği mahkemeye çıkarıldı, ama daha sonra ‘yargılanmak üzere’ serbest bırakıldı. Adamların hepsi ortadan kaybolurken, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi tutuklamaları gözardı ederek -neredeyse Saddamvari bir kanaatle -’sarin’in ‘antifriz’ olduğunu iddia edecekti.” 

KENDİNE ROL MODELİ’

Hersh’ün ‘’Guta’daki sarinin, Britanya’da incelendiği ve Suriye ordusununcephaneliğinden gelmediğinin teyit edildiği’’ iddiasını hatırlatan Fisk, bu gelişmelerin Erdoğan’ın Obama ile ilişkisini tehlikeye soktuğuna dikkat çekti. Makalesine ‘’Ortadoğu’nun model ‘güçlü adamından’ teneke diktatöre’’ başlığını atan Fisk, ‘’Erdoğan, Obama’nın en sevgili müttefiklerinden biriydi... Tam da ABD’nin Osmanlı’nın Arap kısmında kılavuz ve Esad’ı devirebilecek isyancılara kanal olması bakımından güveneceği adamdı’’ dedi. Türkiye’nin Arap dünyası için ‘rol modeli’ ilan edildiğini hatırlatan Fisk, şunları söyledi: ‘’Kürtlere hala kötü muamele eden, 1915 Ermeni soykırımını inkar eden, 2007’de sokak ortasında Ermeni gazeteci Hrant Dink’i öldürenlerin yargılandığı davayı bile ıskartaya çıkaran bir ülke, gerçekten de, Müslüman aleminin onaylayarak bakacağı ayna görevi görebilir miydi? Eh, sonunda maske düştü. ‘’ Erdoğan’ın yerel seçim ardından yaptığı konuşmayı ‘’Türkiye’nin boynu kıldan ince medyasına ancak Saddam’ın ağzından çıkabilecek sözlerle tehditler savurdu. Türkiye’nin yapabileceği tek rol modellik, yine Türkiye için rol modelliğiy-di’’ diye yorumlayan Fisk, ‘’Erdoğan, Catch 22’deki Yossarian gibi, çok tuhaf bir kişilik. Siyasi megalomanyanın işaretleri var’’ dedi. ‘’YouTube’a yasak gelmesine yol açan’’ Dışişlerinde ‘’Suriye’ye saldırma bahanesi yaratma’’ toplantısına ait olduğu iddia edilen kayıtla ilgili ‘’Hükümet ‘Manipülasyon’ diye haykırdı. Ona ne şüphe... Amerikalılar ne yaparsa yapsın, Türkiye’nin Suriye savaşına müdahil olması devam edecek’’ diye yazdı.

TARAF

 

İran devrim muhafızları Komutanlığı Uzay ve Hava Güçleri Komutanı Yarbay Emir Ali Hacızade; direniş halkasınından Suriye'yi düşürme planlarının çökertildiğini belirtti.

Şehitleri anma münasebetiyle düzenlenen törende yaptığı konuşmada Hacızade; Suriye devletini yıkmak ve kendi çıkarları doğrultusunda oluşumlar teşkil etmek için 86 devletin kol kola verdiğine, fakat tüm çabalarının başarısızlıkla sonuçlandığına dikkat çekti.

Hacızade; Suriye, ırak ve Afganistan'daki istikrarsızlık ve şiddetin ana sebebinin ABD ve bölgedeki taşeronları olduğunun altını çizdi.

 

Ricâl ilminde Ehl-i Sünnet’in en büyük âlimi sayılan İbn-i Hacer Askalanî, yine Ehl-i Sünnet’in en muteber ricâl kitabı olan Lisanu’l-Mizan’da şöyle yazmaktadır: “İbn-i Teymiyye, Allame Hillî'ye cevap vereyim derken kendini o kadar kaptırdı ki bu durum Ali b. Ebî Talib'in (a.s.) makamını düşürmesine neden oldu.” (c. 6, s. 319)

Sefine Hadisini İnkâr 

Ehl-i Beyt'i Tâhirîn hakkında Şia ve Ehl-i Sünnet kitaplarında nakledilen meşhur rivayetlerden biri de 'Sefine Hadisi'dir. Ancak İbni Teymiyye ve fikirdaşları söz konusu hadisi inkâr etmeye çalışmıştır. İbn Teymiyye Minhâcu's-Sünne kitabında şöyle yazmaktadır: “Resûlullah'ın kelâmı olduğu söylenen ‘Benim Ehl-i Beytimin misali, Nuh'un gemisi gibidir' rivayetinin sahih senedini bilmiyorum ve bu sened, kaynak rivayet kitaplarının hiçbirinde de bulunmamaktadır. Bu rivayeti nakleden herkes, bunları nakleden diğerleri gibi ‘gece yarısı odun toplayan kimselerdir' (yalan söylediklerine kinaye). Onların nakli bu rivayetin zayıflığını arttırıyor.” (c.7, s. 395) 

Oysa ki pek çok ravi bu hadisi nakletmiştir, ez cümle: 1- Emirül-Müminin, 2- Ebu Zer, 3- Abdullah bin Abbas, 4- Ebu Said el-Hudri, 5- Ebu Tufeyl, 6- Enes bin Malik, 7- Abdullah bin Zubeyr, 8- Seleme bin Ekva vs… 

Yine birçok Ehl-i Sünnet âlimi muteber kitaplarında bu rivayete yer vermiştir, örneğin: 1- Ahmed bin Hanbel, 2- Bezzar, 3- Ebu Ya'la, 4- İbn Cerir-i Taberî, 5- Nesaî, 6- Taberanî, 7- Darakutnî, 8- Hakim Nişaburî, 9- İbn Merduye, 10- Ebu Naim İsfehanî, 11- Hatib Bağdadî, 12- Ebu Muzaffer Sem'anî, 13- İbn Esir, 14- Muhibb Taberî, 15- Zehebî, 16- İbn Hacer el-Askalanî, 17- Sehavî, 18- Suyuti, 19- İbn Hacer Mekkî, 20- Muttaki Hindî, 21- Şeyh Aliyul Karî, 22- Munavî… 

Eğer bu kimselere "hattabu'l-leyl” (gece odun toplayanlar; doğru yanlış ayırt etmeden rivayetleri cem edenler) denebilirse, biz de İbn Teymiyye'nin bu sözünü canı gönülden kabul etmeye hazırız. 

Emirü'l-Müminin'e (a.s.) İftira 

Ricâl ilminde Ehl-i Sünnet'in en büyük âlimi sayılan İbn-i Hacer Askalanî –ki bu nedenle Ehl-i Sünnet'in ricâl ilmindeki en yüksek derece olan “hafız” unvanıyla anılmaktadır-yine Ehl-i Sünnet'in en muteber ricâl kitabı olan Lisanu'l-Mizan'da şöyle yazmaktadır: “İbn-i Teymiyye, Allame Hillî'ye cevap vereyim derken kendini o kadar kaptırdı ki bu durum Ali b. Ebî Talib'in (a.s.) makamını düşürmesine neden oldu.” (c. 6, s. 319) 

O, Emirü'l-Müminin'e (a.s.) dil uzatmada çok ileri gitmişti. İbn-i Hacer el-Askalanî muteber kitabı Ed-Dureru'l-Kamine'de (c. 1, s.155) de İbn Teymiyye'den şöyle nakletmektedir: “Ali (haşa) 17 yerde hataya düşmüş ve Kur'an nassına karşı gelmiştir.” 

Yine İbn-i Hacer şöyle yazmıştır: 

“Ehl-i Sünnet'in büyüklerinin İbni Teymiyye hakkında farklı görüşleri vardır. Bazıları onun ‘Akidetu'l-Hemeviyye' adlı kitabında Allah Teâlâ için el, ayak, bacak ve suret tayin ettiği için tecsime düştüğünü (Allah'ın cisim olduğuna inanmak) söylemiştir. Bazıları onun, Peygamber'e (s.a.a.) tevessül ve istiğaseye (yardım dilemek) muhalefeti yüzünden –ki bu nübüvvet makamını değersizleştirmek ve Hz. Peygamber'in azametini yok etmek sayıldığından- onu zındık saymıştır.” 

Devamında şöyle yazıyor: 

“Bazıları da Emirü'l-Müminin aleyhindeki çirkin sözleri nedeniyle onu münafık addediyorlar. Çünkü o şöyle demiştir: ‘Ali b. Ebu Talib hilafeti elde etmek için defalarca kez çaba göstermiş, ancak kimse ona yardım etmemiştir. Onun yaptığı savaşlar din için değil, reislik talebi içindi. Ebu Bekir'in İslam'ı, çocukluk döneminde Müslüman olduğundan dolayı Ali'nin İslam'ından daha değerlidir! Aynı şekilde Ali'nin Ebu Cehil'in kızına talip olması da onun için büyük bir eksiklik idi.' İbn-i Teymiyye'nin bütün bu konuşmaları, onun nifakının nişaneleridir. Çünkü yüce Peygamber Ali'ye şöyle buyurmuştur: Münafıklardan başkası sana düşmanlık etmez.” 

Bu yazılanlar bir Şiî âlimin görüşleri değil, Şia'ya karşı özel bir taassubu olan İbn-i Hacer Askalanî'nin sözleridir. İbn Teymiyye, yine Minhac's-Sünne kitabında -Allame Emini'nin dediği gibi bu kitabın adını Minhacu'l-Bid'at koymak gerek- şöyle yazmıştır: “Şafiî ve Mervezî büyük bir kitap yazmış ve onda Ali'nin, Müslümanların kendisiyle amel etmediği sözlerini toplamışlardır. Çünkü diğer sahabenin sözleri Kur'an ve Sünnet'e daha yakındır.” 

O Ali (a.s.) ki, hayatının ilk anından son nefesini verene dek Hz. Peygamber'in (s.a.a.) yanında olmuş ve Yüce Peygamber (s.a.a.) O'nu, Hakkın şahidi olarak tanıtarak şöyle buyurmuştu: “Ali Hak iledir, Hak da Ali iledir”. 

Bu rivayeti birçok Ehl-i Sünnet büyüğü sahih olarak nakletmiştir, işte bunlardan bazıları: Heysemi, Mecmeu'z-Zevâid kitabında (c.7, s. 235) (hadisi naklettikten sonra “Ebu Ya'la ve sika kimseler de rivayet etmiştir”, der), Hakim Nişaburî el-Müstedrek ala's-Sahiheyn kitabında (c. 3, s.124) (şöyle diyor: Bu hadis müsellem şartıyla sahihtir), Tarihu Bağdad, (c. 14, s. 322), İbn Kuteybe Dineverî - el İmame ve's-Siyase (c.1, s. 98), Fahru'r-Razî, Tefsiru Kebir, (c.1, s. 205), el Mahsul (c. 6, s. 134) vs... 

Hz. Peygamber (s.a.a.) İmam Ali'yi bazen de Kur'an'ın benzeri olarak zikrederek şöyle buyurmuştur: “Ali Kur'an'ladır, Kur'an da Ali ile. Bunlar Kevser Havuzu'nun başında bana kavuşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar.” Bu rivayeti Hakim Nişaburî el-Müstedrek ala's-Sahiheyn'de naklederek şöyle demiştir: “Bu rivayetin senedi sahihtir ve ravisi Ebu Said Teymî -adı Ukeysa'dır- güvenilirdir. Ancak Buharî ve Müslim rivayeti Sahih'lerine almamışlardır.” 

Acaba böyle birinin sözleri, ömrünün üçte ikisinden fazlasını şirk içinde, puta taparak, kumar oynayıp şarap ve müzik ile geçiren kimsenin sözlerinden daha değersiz olabilir mi? 

İbn-i Teymiyye'nin, Emirü'l-Müminin Hakkındaki Çirkin Sözleri 

İbn Teymiyye Minhacu's-Sünne'de şöyle diyor: 

“Ehl-i Sünnet'in yol ve yöntemi bu baptaki doğru ve müstakim yoldur (fırkaların çoğu onun görüşünü kabul ediyorlar). Ama siz (Şiîler) kendinizle çelişmektesiniz. Bunun delili de şudur ki, Haricîler ve diğerleri Ali'yi kâfir ya da fasık bilmekteler, Mutezilîler ve Mervanîler de onun adaletinden şüphe duyuyorlar. Eğer size, ‘Ali'nin imanının, onun imam olduğunun ve adaletinin delili nedir?' diye sorulsa, verecek cevabınız yoktur.” 

Onun bu sözleri, Allah'ın Kur'an'da açık bir şekilde ‘mümin' olarak hitap ettiği ve hatta ‘veli' ve halkın yöneticisi olarak gösterdiği kişiye karşı apaçık bir düşmanlıktır. Allah Teâlâ Maide suresi 55. ayette buyuruyor ki: "Sizin dostunuz, sahibiniz, ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir." Bu ayet birçok Ehl-i Sünnet ulemasının itiraf ettiği üzere İmam Ali (a.s.) hakkında nazil olmuştur. Kadı İzzeddin el Îcî ( ö. h. 756) bu konuda şöyle diyor: “Bütün müfessirler bu ayetin İmam Ali (a.s.) hakkında nazil olduğu konusunda icma etmiştir.” (El Mevâkıb fi İlmi'l-Kelâm, s. 405) 

Saadeddin Taftazanî de şöyle açıklıyor: “(Bu ayet) müfessirlerin ittifakıyla, Ali b. Ebu Talib hakkında, rükû halindeyken yüzüğünü ihtiyacı olan bir fakire bağışladığında nazil olmuştur.” (Şerhu'l-Mekâsid fi ilmi'l-Kelâm, c. 5, s. 270)

Alaaddin Ali bin Muhammed Hanefi de -Kuşçu adıyla meşhurdur- bu konuda şöyle diyor: “Bu ayet, müfessirlerin ittifakıyla, Ali b. Ebu Talib (a.s.) hakkında, namazda rükû halindeyken dilenciye yüzüğünü bağışladığı esnada nazil olmuştur.” (Şerhu Tecridi'l-Akaid, s. 368) 

Alusî ise şöyle diyor: “Muhaddis ve müfessirlerin çoğu, bu ayetin Ali (a.s.) hakkında nazil olduğuna inanmaktadır.” (Ruhu'l-Meânî, c.6 s. 168) 

İmam Ali'nin (a.s.) Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonra O'nun yerine Ümmetin velisi ve ilk halife olarak tayin edilip edilmediği ayrı bir konudur ve kendi yerinde açıklanıp ispat edilmiştir. Ancak bu ayetlerin en azından Emirü'l-Müminin'in (a.s.) imanını ispatladığından şüphe edilemez! Ancak İbn-i Teymiyye'nin İmam Ali'ye (a.s.) ve O'nun faziletlerine olan hasedi onu böylesi sözler sarfetmeye mecbur etmiştir. 

Emirü'l-Müminin'in en azından sahabeden biri olduğu, sizin de sahabeleri sadece mümin olarak tanımakla kalmayıp istisnasız hepsini adil saydığınız sabittir. Yoksa O sahabeden değil mi? Ya da bütün sahabe adil değil midir ya da onların iman ve adaletine dair bir delil yok mudur? 

İbn Teymiyye: İçkinin Haram Kılınması Ayeti Emirü'l-Müminin Hakkında İndi! 

İbn Temiyye, yine Minhacu's-Sünne ‘de şöyle yazmıştır:

 “Allah Teâlâ, Ali hakkında şu ayeti nazil etmiştir: ‘Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın.' Çünkü namazını hatalı kılmıştı!” (c. 4, s. 65) 

Oysaki Şia ve Ehl-i Sünnet bu ayetin Ömer b. Hattab hakkında nazil olduğu konusunda ittifak etmiştir. Öte yandan muhataplarımız Vehhabîler olduğu için, biz sadece onların kitaplarından birkaç delille yetinecek ve Şia kaynaklarında geçen nakil ve rivayetlerden sarfınazar edeceğiz. 

Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden Zemahşerî -ki Zehebî Siyeru A'lamu'n-Nubela kitabında (c. 20, s. 191) onu çokça övüp ‘allâme' olarak vasfetmiştir- Rebiü'l-Ebrâr adlı eserinde şöyle yazmıştır: 

“Allah Teâlâ şarap konusunda üç ayet nazil etmiştir. Birinci ayet: "Senden şarap ve kumar hakkında sorarlar", demek ki, bir grup Müslüman şarap içiyordu ve bir grubu da bunu terk etmişti. Onlardan biri içki içmiş olduğu halde namaza durdu ve saçma sapan sözler söyledi. Bunun üzerine ayet nazil oldu: "Ey iman edenler sarhoşken namaza yaklaşmayın." Yine de bazı Müslümanlar içki içmeye devam ediyorlardı. Ta ki Ömer bin Hattab içki içip, devenin çene kemiğiyle Abdurrahman bin Avf'ın başını yarana ve sonra da oturup Bedir'de öldürülenler (kâfirler) için Esved bin Abduyağus'un şiirini okuyana dek. Şiir cesetleri Bedir kuyusuna atılan müşrikler için söylenmişti! Haber, Allah'ın Resulü'ne (s.a.a.) abasını yere sererken ulaştı. Hz. Peygamber sinirli bir şekilde dışarı çıktı ve Ömer'e vurmak için yerden eline bir şey aldı. Ömer de Resûlullah'ı görünce ‘Allah'ın ve Resulü'nün gazabından, Allah'a sığınırım' dedi. İşte o esnada Allah Teâlâ bu ayeti nazil etti: ‘Şeytan, şarap ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak ister ancak, vazgeçtiniz artık değil mi?' (Maide 91). Ömer ayeti işitince vazgeçtim dedi.” (c.1, s. 398) (ayrıca Tarihu'l-Medeniyye, İbn Şebbe, c. 3, s. 863)

 Buradaki nakle göre Ömer bin Hattab ‘intehina=vaz geçtim' demiş olmakla birlikte, içki içmekten tam olarak vazgeçtiği kesin değildir. Çünkü Ehl-i Sünnet ulemasının itirafıyla, cahiliye döneminden kalma bu âdetini bir müddet daha sürdürmüştür. 

Malikîlerin imamı olan Malik bin Enes kitabı Muvatta'da (bazı Ehl-i Sünnet uleması bu kitabı altı Sahih arasında göstermiştir) şöyle yazmıştır: “Abdurrahman bin Kasım'dan (nakledilmiştir): Ömer'in kölesi Eslem, Abdullah bin Ayyaş Mahzumî'yi Mekke'ye giderken gördüğünü ve yanında da nebiz (hurmadan yapılan bir içki) bulunduğunu söyledi. Eslem ona şöyle dedi: Bu Ömer'in sevdiği içkidir. Abdullah bin Ayyaş bunun üzerine büyük bir kabı nebizle doldurdu ve Ömer'e getirip önüne koydu. Ömer o kabı dudağına yaklaştırdı, sonra kafasını kaldırarak: Bu iyi bir içecektir, dedi ve içti.” 

Nebiz'i lügatçiler şöyle tanımlıyorlar: "Ona nebiz deniliyor; hurma ve kişmişi, bir kaba veya deri tuluma koyarak üzerine su ilave etmek suretiyle yapılıyor. Sonra onu fermente olmaya bırakıyorlar ve sarhoş edici bir hal alıyor." (Tacü'l-Arus, c. 5, s. 500, nebiz maddesi). 

Muhyiddin Nevevî el-Mecmu kitabında şöyle yazıyor: "Şarap necistir. Çünkü Allah Azze ve Celle buyurmuştur: "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir..." Bu yüzden onu içmek haramdır. Tıpkı kan gibi necistir. Nebiz meselesine gelince, o da haramdır. Çünkü o da şarap gibi katılaşmıştır ve insanı sarhoş etmektedir. Bu yüzden tıpkı şarap gibi necistir." (c. 2, s. 563) 

İlginç olan halife Ömer'in ömrünün son anlarına kadar içki içmekten vazgeçmemiş olmasıdır. Hatta ölüm anında bile kendisine içki getirmelerini istediği kayıtlıdır. Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden İbn Sa'd muteber kitabı Tabakâtu'l-Kubra'da şöyle yazıyor: "Abdullah bin Ubeyd bin Amir'den (naklolunmuştur); Ömer bin Hattab hançerlendiği zaman, halk ona dedi ki: "Ey müminlerin emiri, eğer bir şey içebilirsen iyi olur. O da bana nebiz verin, dedi. Nebiz onun en çok sevdiği içkiydi. Abdullah der ki, nebiz onun yaralarından kanla karışık dışarı akıyordu." (Tabakâtu'l-Kubra, Muhammed bin Sa'd, c. 3, s. 354; Tarihu Medineti Dimeşk, İbn Asakir, c. 44, s. 430, az bir farkla Es-Sünenu Kubra, Beyhaki c. 3, s. 113; Fethu'l-Bârî, İbn Hacer, c. 7, s. 52; Musannef, İbn Ebî Şeybe Kufî, c. 5, s. 488; El İstîâb, İbnu Abdilberr, c. 3, s .1154 ve onlarca muteber Ehl-i Sünnet kaynağında) 

Emirü'l-Müminin'in (a.s.) İlmî Konumunu İnkâr Etmesi 

İbn-i Teymiyye, birçok meselede Emirü'l-Müminin'in (a.s.) ilmî konumunu zan altına sokmak ve öte yandan da Ebu Bekir ve Osman gibi diğerlerinin ilmî mertebelerini yüksek göstermek için büyük çaba göstermiştir. O şöyle yazabilmiştir mesela: "Meşhur olan görüşe göre Ali, ilmini Ebu Bekir'den almıştır." (Minhacu's-Sünne, c. 5, s. 513) 

Fakat aynı Ebu Bekir, her bedevi Arabın bildiği "fakiheten ve ebba"nın (meyveler ve otlaklar, meralar, hayvanların yediği otlar) (Abese, 31) manasını yıllar sonra bile anlamamıştı. Ebu Bekir'e "ve ebba" ayetini sorduklarında (cevap veremedi, zira ebb kelimesinin manasını bilmiyordu) şöyle dedi: "Eğer Allah'ın Kitabından bir ayetin manasını bilmeden söylersem hangi gökyüzü başıma gölge eder, hangi yeryüzü beni üzerinde barındırır?" (Durru'l Mensur, Celaleddin Suyutî, c. 6, s. 317) 

Biz konuyu fazla uzatmamak için Emirü'l-Müminin'in (a.s.) sahabenin en âlimi olduğunu ispat eden birkaç delile değinmekle yetineceğiz, bu konuda daha fazla bilgi almak isteyen dostlarımız daha ayrıntılı kitaplara müracaat edebilirler. 

Birçok Ehl-i Sünnet âlimi Hz. Peygamber'in (s.a.a.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: 

"Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır. Kim ilim isterse kapıdan girsin." (Mucemu'l-Kebir, Taberânî, c. 11, s. 55; Usdu'l-Ğabe, İbn Esir, c. 4, s. 22; Tarihu Bağdad, Hatip Bağdadî, c. 3, s.181, Camiu's-Sağir, Suyutî, c.1, s. 415 ve c. 3, s. 60) Hakim Nişaburî de Müstedrek'inde (c. 3, s. 126-127) bu rivayeti birkaç yolla nakletmiş ve sahih olarak nitelemiştir. Aynı şekilde Muttakî Hindî de Kenzu'l-Ummal'de (c.13, s.149) hadisi nakledip sahih olduğunu söylemiştir. 

Ali (a.s.) "Beni kaybetmeden önce bana soru sorun" diyecek kadar iddialı konuşan tek kimsedir. Ne ondan önce, ne de ondan sonra hiç kimse böylesi bir iddiada bulunmaya cüret edememiştir. Birçok Ehl-i Sünnet âlimi bu konuda şöyle yazmıştır: "Sahabeden Ali bin Ebu Talib dışında hiç kimse (her ne istiyorsanız) bana sorun dememiştir." (Emirü'l-Müminin'in, beni kaybetmeden bana her istediğinizi sorun, rivayetine işaret edilmektedir.) (Müstedrek, Hakim, c. 3, s.122; Tarihu Medineti Dimeşk, İbn Asakir, c. 42, s. 387; el-Menâkıb, Harezmî, s. 329; Fezâilu's-Sahabe, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 646; Usdu'l-Ğabe, İbn Esir, c. 4, s. 22; Tezhibu'l Esmâ ve'l-Luğat, Nevevî, c. 1, s.317; Menâkıbu Harezmî, s. 90) 

İbn-i Abbas'tan bir nakle göre o şöyle diyordu: "Allah'a and olsun ki, Ali b. EbuTalib'e ilmin onda dokuzu verilmiştir ve yine and olsun Allah'a ki O, geriye kalan onda birde de sizinle ortaktır." (el-İstîâb, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1104; Usdu'l-Ğabe, İbn Esir, c. 4, s. 22, Sebilu'l-Hudâ ve'r-Reşâd, Salihî eş-Şâmî, c. 11, s. 289; Yenâbiu'l-Mevedde li zevi'l-Kurbâ, Kunduzî, c. 1, s. 213; Tefsiru Salebî, s.52; Tezhibu'l-Esmâ ve'l-Luğat, Nevevî, c. 1, s. 317) 

Buharî Tarihu'l-Kebir'inde şöyle yazıyor: "Ata'dan Ayşe'nin şöyle dediğini duydum: Ali,insanlar içinde Sünnet'i en iyi bilen kimsedir." (Tarihu'l Kebir, Buharî, c.2, s. 255 ve c. 3, s. 228; Tarihu Medineti Dimeşk, İbn Asakir, c. 42, s. 408 vs...) 

Devam edecek...

İbn-i Teymiyye’nin bariz özelliklerinden biri de, Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’ine, özellikle de Emirü’l-Müminin’e (a.s.) muhalefet ve düşmanlık etmekti. İbn Teymiyye pek çok kez Emirü’l-Müminin’e, Hz. Zehra ve Ehl-i Beyt’in diğer mensuplarına dil uzatmıştır ki biz burada birkaç tanesine işaret etmekle yetineceğiz. 

valiasr-aj.com

 İbn-i Teymiyye'nin bariz özelliklerinden biri de, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'ine, özellikle de Emirü'l-Müminin'e (a.s.) muhalefet ve düşmanlık etmekti. İbn Teymiyye pek çok kez Emirü'l-Müminin'e, Hz. Zehra ve Ehl-i Beyt'in diğer mensuplarına dil uzatmıştır ki biz burada birkaç tanesine işaret etmekle yetineceğiz. Elbette konuya girmeden önce "nasibî"nin (Ehl-i Beyt düşmanı) mânâ ve hükmünü Ehl-i Sünnet'in bakış açısıyla aydınlatmalıyız ki İbn-i Teymiyye'yi bu şekilde tanımlamanın doğru olup olmadığını ortaya çıkartabilelim. 

Zebidî, Tarihu Arus'ta şöyle yazıyor: "Nasibîler, nasibîlik ve nesb ehli: Onlar dinlerini serverimiz, Müminlerin Emiri ve Müslümanların önderi Ebu'l-Hasan Ali b. Ebi Talib'e (r.a. ve k.v.) düşmanlık üzerine kurmuşlardır, çünkü onlar, O'na karşı nesb ediyorlar, yani O'na karşı düşmanlıkları vardır." (Tarihu Arus c. 2, s. 436, "nesb" maddesi) 

İbn-i Hacer Askalanî şöyle yazmıştır: "Nesb Ali'ye buğzetmek vebaşkasını (Muaviye'yi) O'ndan üstün tutmaktır." (Mukaddimetu Fethi'l-Bari, s. 460) 

Arabistan ulemasından Hasan bin Ferhan Mâlikî ise şöyle diyor: "Nesb, Ehl-i Beyt ve Ali ile ilgili her türlü sapkınlığa gitmek ve hakikatleri tahrif etmektir; onlara lanet etmek veya onları fasık olarak tanımak -Emevilerden bazılarının yaptığı gibi- ya da onların faziletlerini küçük göstermek -yine onlar gibi-, onları metheden sahih rivayetleri zayıf göstermek veya Ali'nin yaptığı savaşlarda (Cemel, Sıffın ve Nehrivan'da) hata ettiğine inanmak, yahut Emirü'l- Müminin'in (r.a.) hilafetinin meşruiyetinden ve O'na yapılan biatten şüphe duymak ve O'nun düşmanını övmekte aşırıya kaçmak. İşte bu ve benzeri konular nesb olarak kabul edilir." (Nehvu İnqazi et-Tarihi'l-İslâmî, s.298, Müessesetu'l-Yemameti's-Sahifiyye, Ürdün, h. 1418) 

Nasıbîlerin hükmü konusunda da Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden İbn-i Hibban şunu söylemiştir: "Allah Resulü (s.a.a.) buyurdu ki: Canım elinde olana yemin ederim ki, Allah Teâlâ'nın ateşe attıkları dışında hiç kimse biz Ehli Beyt'e düşmanlık etmez." (Sahihu İbn-i Hibban, c.15, s. 435) 

Hakim-i Nişaburî bu rivayeti naklettikten sonra şöyle yazıyor: "Bu rivayetin şartları sahih hadisler için aranan şartlara mutabıktır, lakin Buharî ve Müslim bunu kendi kitaplarına almamışlardır." (el-Müstedrek, c. 3, s. 162, Tahkik: Mustafa Abdulkadir Ata, 1990, Daru'l Kutubi'l-İlmîyye, Beyrut) 

Çağdaş Vahhabi ulemasından Albanî de bu rivayeti sahih hadisler silsilesinde zikretmiştir. (el-Silsile, c. 5, s. 643, Mektebetu'l-Maarif, Riyad) 

Yine, kalbinde Peygamber'in Ehli Beyt'ine karşı buğz taşıyan kimsenin, helalzâde olduğundan kesinlikle şüphe etmek gerektiği yönünde de pek çok rivayet vardır. Hafız Hemeveyni, Feraidu's-Sımteyn kitabında şöyle yazıyor: "Zeyd bin Yesi' diyor ki, Ebu Bekir'den şöyle dediğini işittim: Günlerden bir gün, Resûlullah (s.a.a.) bir çadır kurmuştu ve bir Arap yayına yaslanmıştı ve Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.) de çadırın altında bulunuyorlardı. Resûlullah (s.a.a.) orada bulunan Müslüman topluluğuna şöyle hitap etti: 'Ey Müslümanlar! Ben bu çadırın altında bulananlara (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.)) dost olana dostum. Bunlarla düşman olanlarla düşmanım. Onları seveni severim; onları soyu temiz olan ve nutfesi kirlenmemiş olan kimseden başkası sevmez ve onlara soyu bozuk ve nutfesi kirlenmiş ve temiz olmayan kimseden başkası da düşmanlık etmez.'" (Ferâidu's-Simteyn, c. 2, s. 40, h. 373 ve el-Menâkıb, el Harezmî, s. 279, h. 291 (211) ve Cevâhiru'l-Metâlib, Muhammed bin Eddımeşkî, el Şafii, c.1, s. 174) 

Yine İbn-i Merdeviye şöyle yazıyor: "Abdullah bin Ahmed bin Hanbel babasından şöyle nakletmiştir: Şafii'nin şöyle dediğini duydum: Malik bin Enes'ten duydum şöyle diyordu: Enes bin Malik dedi ki: Biz hiç kimseyi babasının dışında birine (veled-i zina) nisbet etmiyorduk, ancak kalbinde Ali b. Ebutalib'e buğzu olan kimseler hariç." (Menâkıbu Ali bin Ebi Talib ve Ma Nezele mine'l-Kur'an fi Ali (a.s.), Ebi Bekir Ahmed bin Musa bin Merdeviye el İsfahanî, s. 76) 

Yani helalzâde yahut haramzâde olmanın ölçütü ve mizanı Ali b. Ebu Talib'e (a.s.) olan sevgi ve düşmanlıktır. Her kim Ali'yi severse kesinlikle helalzâdedir ve Ali'ye düşmanlık eder ve O'na karşı kalbinde kin beslerse haramzâdedir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında bu konuyla ilgili onlarca rivayet nakledilmiştir. Ancak sadece bu iki rivayetle yetiniyoruz. 

Bu zikredilen noktaları da dikkate alarak, şimdi de İbn-i Teymiyye'nin, Hz. Peygamber (s.a.a), Emirü'l-Müminin (a.s.) ve Ehl-i Beyt (a.s.) hakkındaki bazı sözlerini aktaracağız. 

İbn-i Teymiyye, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) babasını hâşâ kafir olarak görmektedir. O, Mecmuu'l- Fetava adlı kitabında şöyle yazmıştır: "O'na tevessül etmek -Hz. Peygamber'e (s.a.a.)- ve O'nun şefaati ancak iman edildiği takdirde fayda verir. Eğer O'na iman edilmemişse fayda vermez. Şu halde şefaat edicilerin şefaati, kâfirlere ve münafıklara ahirette fayda vermeyecektir. Bu açıdan Allah'ın Resulü; amcası, babası ve diğer kâfirlere dua etmekten men olundu." Devamında ise şöyle diyor: "Bazen Allah Resulü kâfirler için Allah'ın onlara hidayet etmesi ya da rızıklandırması için dua ediyordu. Aynı şekilde Ebu Hureyre'nin annesinin hidayeti için de dua etmişti." (Mecmuu'l-Fetava, c.1, s. 145 ve Tevessül ve Vesile, s. 7) 

Acaba Allah nezdinde Ebu Hureyre'nin annesinin makamı, Resullerin sonuncusu olan yüce Peygamberimizin atalarından daha mı değerliydi? Biz burada enbiyanın ecdadının imanını ayrıntılı bir şekilde açıklamak niyetinde değiliz, bu konuya özet olarak değineceğiz. 

Ehl-i Sünnet'in meşhur âlimlerinden Fahru'r-Râzî, Azer'in Hz. İbrahim'in (a.s.) babası değil de amcası olduğu konusunun ispatında şöyle yazmıştır: "Doğrusu, enbiyanın ecdâdı kâfir değillerdi. Bu konuyu tasdik eden birçok delil mevcuttur, onlardan biri de Allah'ın Kelâmı'dır: 'O seni kıyam ettiğinde (namaza kalktığında) görür ve secde edenler arasında dolaşmanı da' (Şuara 218-219). Bu ayetin, Resûlullah'ın (s.a.a.) ruhunun secde edenlerden secde edenlere nakledilmiş olduğu manasına geldiği söylenmiştir. Bu şekildeki kabule göre, Resûlullah'ın (s.a.a.) bütün ecdadı Müslüman'dır. Yine Allah Resulü'nün babalarından herhangi birinin müşrik olmadığının delillerinden biri de O'nun kendi kelâmıdır. Allah Resûlü (s.a.a.) buyuruyor: Her zaman pak kimselerin sulbünden, pak kadınların rahmine intikal edildim ve Allah Teâlâ buyurdu ki, 'Müşrikler necistirler.' Bu delile göre, şöyle dememiz gerekmektedir: Resûlullah'ın (s.a.a.) ecdadından bir teki bile müşrik değildi." (Tefsiru'r-Râzî, c. 13, s. 39) 

Alusî de bu konuda şöyle demektedir: "Peygamberin atalarının arasında kâfir kimse bulunmamaktaydı. Çünkü kendisi şöyle buyurmuştur: Her zaman pak kimselerin sulbünden, pak kadınların rahmine intikal edildim. Müşrikler ise necistirler. Burada pak sulb ve rahimlerden kastın, zinadan pak olmak olduğunu söylersek, bu dayanılacak bir delil değildir. Göz önüne alınan şey lafzın genel olmasıdır (ki pak sulbler diye buyurmuştur), özel bir mana olması değil. Bu konuda çeşitli makaleler yazıp birçok deliller göstermişlerdir. Bizim bu görüşü sadece Şia'ya ait bir görüş olarak kabul etmemiz -Fahru'r-Razî'nin iddia ettiği gibi- araştırmalarımızın eksikliğinden kaynaklanmaktadır." (Tefsiru Alusî, c.7, s. 195)

 Bütün bunlardan geçtik, Salihi Şami, Sebilu'l-Huda ve Reşâd kitabında şöyle yazıyor: "Maliki imamlarından Kadı Ebu Bekir bin Arabî bir şahsın kendisine yönelttiği ‘Allah Resûlü'nün babası ateşte midir?' sorusuna şu cevabı veriyor: 'Her kim böyle derse melundur. Çünkü Allah Teâlâ buyurmuştur ki: 'Her kim Allah ve Resulüne eziyet ederse Allah ona dünyada ve ahirette lanet etmiştir.' Onun babasının ateşte olduğunu söylemekten daha büyük bir eziyet yoktur.'" (c. 1, s. 260) Bu rivayet, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) babasının kâfir olduğuna inanan kimselerin mel'unluğunu ve küfrünü ispatlamaktadır. 

Ehl-i Beyt'in (a.s.) Faziletini İnkâr Etmek 

İbn-i Teymiyye'nin Resûlullah'ın (s.a.a. ) ailesinin faziletlerini inkâr etmedeki yüzsüzlüğü öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, Ehl-i Beyt'i başkalarından daha faziletli ve önde görmeyi cahiliyye düşüncesi ve hatta Yahudilik akidesinin ürünü olarak görebilmiştir. O bu konuda şöyle diyor: "Doğrusu Allah Resûlü'nün Ehl-i Beyt'ini üstün tutma düşüncesi, reislerini üstün tutan cahiliyyeden etkilenmiştir." (Minhacu's-Sünne, c. 3, s. 269)

 Başka bir yerde de şunu yazmıştır: "Şiiler, Ali ve evlatları olmazsa imamet gerçekleşmez, Yahudiler de Davud'un zırhı olmadan padişahlık olmaz demişlerdir." (Minhacu's-Sünne, c.1, s. 6) İbn-i Teymiyye bu sözüyle gerçekte, Allah Teâlâ'nın Kur'an'ın birçok yerinde Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini diğerlerinden üstün kıldığı ayetlerine itiraz etmektir. Burada birkaç ayete kısaca değineceğiz. 

Allah Teâlâ Kur'an'da nebilerinden 18'inin isimlerini zikrettikten sonra şöyle buyuruyor: "İsmâîl'e, Elyesa'ya, Yunus'a ve Lût'a da doğru yolu ihsân etmiştik, hepsini de âlemlere üstün kılmıştık. Onların atalarından, soylarından ve kardeşlerinden bir kısmına da üstünlük verdik, onları seçtik ve doğru yola sevk ettik." (En'am, 86-87) 

İbn-i Teymiyye ve taraftarlarına soruyoruz, bu peygamberlerin ailelerine üstünlük verip onları seçmenin cahiliyye düşüncesine dönmek olduğu söylenebilir mi? 

"Şüphe yok ki Allah, Âdem'i, Nûh'u, İbrahîm soyunu ve İmrân soyunu seçti, âlemlere üstün kıldı." (Al-i İmran, 33) Acaba Allah Teâlâ'nın "İbrahim'in soyunu" ve "İmran'ın soyunu" âlemlere üstün kılması, Yahudi fikriyatından etkilenmesinden midir yoksa cahiliyyeden mi hâşâ? 

Başka bir ayet: "Ve ona İshak ve Yakup'u verdik ve soyuna, peygamberlik ve kitap ihsân ettik ve dünyâda mükâfâtını verdik onun ve şüphe yok ki o, âhirette de elbette temiz kişilerdendir." (Ankebut, 27) Acaba, nübüvvet ve Kitabın Hz. İbrahim'in soyuna verilmesi ve onların diğerlerine üstün olmasının cahiliyye fikirlerinden kaynaklanmış olduğu söylenebilir mi? 

Yine aynı şekilde Allah Teala Hz.. İbrahim'e hitabında şöyle buyuruyor: "Ben seni insanlara imam kılacağım." Hz. İbrahim şöyle arz ediyor: "ve zürriyetimi de..." (Bakara, 124) Acaba Hz. İbrahim'in bu isteği de cahiliyyeden ve Yahudilikten kaynaklanıyor olabilir mi? 

Şiilerin, Allah Resulü'nün Ehl-i Beyt'ini diğerlerinden üstün görmeleri, imamet ve hilafeti onlara has kabul etmeleri de Kur'an-ı Kerim'den ve İslam Peygamberi'nin (s.a.a.) sözlerinden kaynaklanmaktadır. Gerçekte kerim olan Allah Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini diğerlerinden önde kılmış ve onlara üstünlük vermiştir. Pek çok ayet bu konuya delil teşkil etmektedir. Bunlardan bazıları: 

Mubahale Ayeti 

"Sana iyice bildirildikten sonra da gene bu hususta seninle tartışan olursa de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım, biz bizzat gelelim, siz de gelin. Ondan sonra da dua edelim ve Allah'ın lânetini yalancılara havale edelim." (Al-i İmran 61) 

Mubahale olayı birçok sahihlerde ve müsnedlerde muteber senetlerle nakledilmiştir. Mesela Müslim Nişaburî Sahih'inde şöyle yazıyor: "De ki, gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı (...) çağıralım... ayeti nazil olduğunda, Allah Resûlü (s.a.a.) Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i çağırarak şöyle buyurdu: Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir." (Sahihu Müslim, c.7, s. 120, Muhammed Ali Sebih, Mısır ve Daru'l-Fikr, Beyrut, 5/23, Kitabu Fezailu's-Sahabe, Babu Fezaili Ali radıyallahu anh; Müsnedu Ahmed, c.1 s.185; Sahihu Tirmizi, c. 5, s. 596; El Mustedrek ale's-Sahiheyn, c. 3, s. 150; Fethu'l-Bari, c. 7, s. 60; Tefsiru Taberî, c. 3, s. 212; Durru'l-Mensur, c. 2, s. 38; El Kâmil fi't-Tarih, c. 2, s. 293) 

İbn-i Kesir Dımeşkî Selefî şöyle yazıyor: “Cabir demiştir ki; ‘Kendimiz (nefislerimiz) ve kendiniz (nefisleriniz)' Allah'ın Peygamberi ve Ali, ‘çocuklarımız' Hasan ve Hüseyin, ‘kadınlarımız' ise Fatıma'dır. Yine aynı şekilde Hakim bu rivayeti Mustedrek'inde, Ali bin İsa'dan, o Ahmed bin Muhammed bin Elezheri'den, o Ali bin Hicr'den, o Ali bin Mesher'den, o da Davud bin Ebi Hind'den aynı şekilde rivayet etmiştir. Sonra demiştir ki: Bu rivayet, sahih hadis şartlarını taşımaktadır. Ancak Buhari ve Müslim onu kitaplarında zikretmemiştir.” (Tefsiru İbn-i Kesir, c.1, s. 379) 

Tathir Ayeti 

"Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden sadece her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler." (Ahzab, 33) 

Müslim Nişaburî Sahihu Müslim'de şöyle yazıyor: “Ayşe dedi ki: Resûlullah (s.a.a.) seher vaktinde evden dışarı çıktı. Sırtında siyah kıldan yapılmış çizgili aba vardı. Sonra Hasan b. Ali yanına geldi, O'nu abanın altına aldı, sonra Hüseyin geldi, O'nu da abanın altına aldı. Ardından Fatıma geldi O'nu da abanın altına aldı, sonra Ali geldi, Peygamber O'nu da abasının altına aldı. Sonra buyurdu: ‘Allah, ey Ehl-i Beyt, sizden ancak ve ancak her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler.'” (Sahihu Müslim, c.7, s. 130, Hadis 6414, Kitabu Fezâil, Babu Fezâili Ehl-i Beyt)

Salâvat Ayeti 

"Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber'e salat ederler. Ey iman edenler, siz de O'na salat edin ve tam bir teslimiyetle O'na selam verin." (Ahzab, 56) 

Bu ayetin nüzulünden sonra sahabe Resûlullah'a (s.a.a.) “Nasıl salâvat getirelim?” diye sordular. Hazret şöyle buyurdu: Deyin ki, Allahumme salli alâ Muhammedin ve Âl-i Muhammed, kema salleyte alâ İbrahime ve alâ Âl-i İbrahim ve barik alâ Muhammedin ve alâ Âl-i Muhammed kema barekte alâ İbrahime ve alâ Âl-i İbrahim. (Allah'ım Muhammed ve Âl'ine selam eyle, tıpkı İbrahim'e ve İbrahim'in Âl'ine selam ettiğin gibi. Muhammed ve Âl'ine bereket ver, tıpkı İbrahim ve Âl'ine verdiğin gibi.) 

Aynı şekilde Muhammed bin İsmail Buharî Sahih'inde şöyle yazıyor: “Abdurrahman bin Ebi Leyla'dan rivayet edilmiştir; Ka'b bin Acre beni gördü ve şöyle dedi: Sana Resûlullah'tan işittiğim bir hediye vermemi ister misin? Evet, onu bana hediye et, dedim. O dedi ki: Resûlullah'a ‘Ey Allah'ın Resulü biz sana ve Ehl-i Beyt'ine nasıl selam gönderelim?' diye sordum. Buyurdular ki: Şöyle deyin; Allahumme salli alâ Muhammedin ve Âl-i Muhammed, kema salleyte alâ İbrahime ve alâ Âl-i İbrahim ve barik alâ Muhammedin ve alâ Âl-i Muhammed, kema barekte alâ İbrahime ve alâ Âl-i İbrahim.” (Allah'ım Muhammed ve Âl'ine selam eyle, tıpkı İbrahim'e ve İbrahim'in Âl'ine selam ettiğin gibi, Muhammed ve Âl'ine bereket ver, tıpkı İbrahim ve Âl'ine bereket verdiğin gibi ki, sen övülmüş ve yücesin.) (Sahihu Buharî, c.4, s. 119, Hadis 3405, Kitabu Bedail Halk) 

Meveddet Ayeti

 De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir" (Şura, 23) 

Bu ayet-i mubareke, İsmet ve Taharet Ehl-i Beyt'ine (a.s.) meveddet (sevgi) ve muhabbeti vacip kılmıştır ve Ehl-i Sünnet âlimlerinden birçoğu da bu meseleyi itiraf etmektedir. 

Şeyh Hasan bin Ali el-Sakkaf Sahihu Şerhi'l-Akideti't-Tahaviyye adlı kitabında şunları yazıyor: “Allah Resulü'nün (s.a.a.) Ehl-i Beyt'ine muhabbet, Allah tarafından her Müslüman ve mümin üzerine akidevî olarak vacip kılınmıştır. Bu konunun Kur'an'daki delili, Allah'ın şu kelâmıdır: ‘Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir.' Allah'ın onlara üstünlük verdiğinin delili de Allah'ın kelamındadır: ‘Ey Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden ancak her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler.'" (Sahihu Şerhi'l-Akideti't-Tahaviyye, s. 653) Sonra şöyle devam ediyor: “Ehl-i Beyt'ten almak ve onlara tutunmaktan kasıt, onlara muhabbet duymak ve ihtiramlarını korumaktır. Aynı şekilde onların hidayetine, yaşam tarzlarına, rivayetleriyle amel etmeye yol aramak; onların görüşlerine, sözlerine ve içtihatlarına dayanmak, onları diğerlerinden önde ve üstün tutmaktır.” (s. 654) 

"Zil Kurba" ve “Ehl-i Beyt”ten muradın ne olduğunu belirtmek için ise şunu yazmıştır: “Ve Ehl-i Beyt, onlar serverimiz Ali'dir, yine seyyidemiz Fatıma, serverimiz Hasan ve serverimiz Hüseyin (a.s.) ve onlardan sonra da onların neslidir ve bu nesilden gelen herkes. Resûlullah'ın açıkladığı şekilde, sahih bir hadiste rivayet olunmuştur ki bu ayet Ümmü Seleme'nin evinde nazil oldu: ‘Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden ancak her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler.' Sonra Resûlullah Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı ve abasını onların üzerine çekti, Ali de arkasında duruyordu, sonra abasını onun da üzerine çekti ve şöyle buyurdu: ‘Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Onlardan kiri gider, onları tertemiz kıl.' Ümmü Seleme dedi ki: Ey Allah'ın Resûlü, acaba ben de onlarla mıyım? Buyurdu ki: Sen kendi yerindesin ve hayır üzeresin.' (Yani Ehl-i Beyt'ten değilsin ama hayırlı birisin.) Bu lafız Tirmizî'nin Amr bin Seleme'den rivayetidir. Sahihu Müslim'de Ayşe'den rivayet edilmiştir.” (Sahihu Şerhi'l-Akideti't-Tahaviyye, Hasan bin Ali es-Sakkaf, s. 655) 

Acaba hala Ehl-i Beyt'in üstünlüğü inancı, cahiliyye veya Yahudi fikriyatından kaynaklıdır denebilir mi? Acaba Allah Tebarek ve Teâlâ'nın ve Peygamber ve Habibi'nin (neuzubillâh) cahiliyye fikrine bulaştıkları söylenebilir mi? Acaba İbn-i Teymiyye'nin bu sözü Allah'a itiraz anlamına gelmiyor mu? 

Devam edecek… 

Çev: Ali İhsan Patnoslu medyasafak.com

Lübnan Hizbullah’ı Lideri Seyyid Hasan Nasrallah, ABD ve Siyonist rejimin Suriye’ye sunduğu teklifi gün yüzüne çıkardı.

Nasrallah, ABD ve İsrail’in Esad’a: “ İran ve Hizbullah ile diplomatik ilişkilerine son ver ve İsrail ile tam manasıyla anlaşmaya hazır ol, ülkedeki karışıklığa son verelim” teklifinde bulunduklarını ve Esad’in ise bu teklifi reddettiğini açıkladı.

Artık Suriye hükümetini düşürmek ve Suriye’yi parçalamak ihtimalinin kalmadığının altını çizen Hizbullah Lideri, terörist ve isyancıların büyük bir savaşa güçlerinin bulunmadığını ve ülkedeki terör eylemlerinin daha çok korkutmak amacı güttüğünü belirtti.

Geçtiğimiz 3 yılda yaşananların, Suriye hükümetinin güçlü bir hükümet olduğunu ve halktan büyük bir destek gördüğünü ispat ettiğine de dikkat çeken Nasrallah, zahirde isyancılara destek veren bir çok Arap ülkesinin özelde Esad’a destek verdiği belirtti.