کارگر

کارگر

Emniyet içinde oluşan bir birim AK Parti İl Teşkilatı’nda çalışanları mercek altına almış.

İçişleri Bakanı’nın ‘dinleme’ açıklamasının ardından bu kez de Kilis’te ‘fişleme’ skandalı ortaya çıktı.

Akşam'ın haberine göre, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın paralel devletle ilgili yaptığı ‘Güneyde bir ilimizde Vali ve il teşkilatı da dahil tüm şehri dinlemişler” açıklamasının ardından Kilis’te fişleme iddiası patlak verdi.

ADRESLERİ TARİF EDİLMİŞ

İddiaya göre Emniyet Müdürlüğü bünyesindeki bir şubede oluşturulan birimde, kentteki AK Parti İl Teşkilatı ile gazeteciler başta olmak üzere birçok isim fişlenmiş. Son bir yıl içerisinde fişleme ile ilgili emniyet müdürlüğü bünyesinde bazı polislerin zorunlu olarak tayin isteyip il dışına çıktığı, bazı memur ve şube müdürlerinin pasif göreve getirildiği de iddialar arasında.

Fişleme dosyalarındaki kişilerin T.C. kimlik numarası, evlerinin nerede olduğu, ne iş yaptığı gibi istihbari bilgiler yer alıyor. Kişilerin ev ve iş adreslerinin yanı sıra tarifler de bulunuyor. Fişleme dosyası olduğu iddia edilen belgelerde AK Parti İl Teşkilatı başkan ve başkan yardımcılarından en alt kadroya kadar herkesin fotoğrafları ve kişisel bilgileri bulunuyor.

FOTOĞRAFLARI FACEBOOK’TAN

Fişleme dosyalarında kentte görev yapan ulusal ve yerel gazetecilerin de fotoğrafları ile bilgileri yer alıyor. Basın mensuplarının fotoğraflarının bazılarının ise başta facebook olmak üzere sosyal paylaşım sitelerinden elde edildiği görülüyor. Bazı fotoğraflar ise kentteki etkinliklerde çekilmiş.

'BÜTÜN ŞEHRİ 6 AY DİNLEMİŞLER'

İçişleri Bakanı Efkan Âlâ, “Güneyde bir ilimizde 6 ay boyunca devlet içerisinde bir çete dinleme yapıyor. Bunu seçim öncesi kendi ittifaklarıyla siyasete dizayn vermek için kullanıyorlar” demişti.

Sipahiler Ordusu komutanlarından General Golam Ali Ebu Hamza, Şahab-3 füzeleri ABD üslerini ve İsrail’i vurmaya hazır olduğunu belirtti.

FHA- Muhabirimize Rehberin Cenevre müzakereleri ile ilgili sözlerini değerlendiren General Ebu Hamza, Rehber kahramanca esneklik ve kahramanca manevra yeteneğinden söz ettiğini belirtti.

Müzakereci heyetin görevini en iyi şekilde yerine getirmesini umduklarını belirten General Ebu Hamza, Rehberin de buyurduğu üzere Amerikalılara güvenilemeyeceğini vurguladı.

Amerikalı yetkililerin “askeri seçenek masada” sözüne de tepki gösteren General Ebu Hamza, Amerika’nın en ufak akılsızlığına Fars Körfezi’nde cevap verileceğini vurguladı.

General Ebu Hamza ayrıca, Şahab-3 füzeleri Amerikan üslerini ve İsrail’i vurmaya hazır olduğunu belirtti.

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, "Umarım üçüncü ülkeler, İran ve Türkiye halklarının faydasına ve bölgenin istikrarına, barışına katkısı olan iki ülkenin ilişkilerine karışmaktan kaçınırlar ve daha da gelişmesi gereken bu ilişki devam eder" dedi.

MHA - Zarif, Ahmet Davutoğlu ile Çırağan Sarayı'nda yaptığı görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Zarif, Türkiye'yi ziyaret etmekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, gösterilen konukseverlikten dolayı Davutoğlu'na teşekkür etti.

Zarif, ziyaretinde, ikili ilişkilerin yanı sıra bölgesel konuların da ele alındığını kaydetti. Zarif, bölgedeki önemli ve etkili iki ülkenin ilişkilerini geliştirmesi, görüş alışverişinde bulunması ve yetkililer arasındaki görüşmelerin sürekli olmasının, hassas olan bölge için önemli ve gerekli olduğuna inandıklarını söyledi.

Yakın gelecekte dost ve kardeş Türkiye'nin muhterem Başbakanı'na ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyacaklarını ifade eden Zarif, ziyarette, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi anlaşması, tercihli ticaret ve diğer bazı alanlarda işbirliğini öngören anlaşmaların imzalanmasını umduğunu belirtti.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin önümüzdeki aylarda Türkiye'ye yapacağı ziyaretin, ikili ilişkilerin daha da geliştirilmesine vesile olması dileğinde bulunan Zarif, "İran ve Türkiye'nin 30 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefi, ulaşılabilir ve zorunlu bir hedeftir. Umarım üçüncü ülkeler, İran ve Türkiye halklarının faydasına ve bölgenin istikrarına, barışına katkısı olan iki ülkenin ilişkilerine karışmaktan kaçınırlar ve daha da gelişmesi gereken bu ilişki devam eder" şeklinde konuştu.

Zarif, Türkiye ve İran'ın, enerji, ulaştırma, ticaret, ekonomi ve diğer alanlardaki ilişkileri geliştirmeye hazır ve istekli olduğunu ifade etti.

İki ülke vatandaşlarının karşılıklı ziyaretlerini ve ikametlerini kolaylaştıracak konsolosluk işlemlerinin geliştirilmesi konusunda da görüş birliğine varıldığını anlatan Zarif, bu ziyaretlerin, İran ve Türkiye arasındaki dostane ilişkileri daha da geliştireceğine olan inancını dile getirdi.

İranlı Bakan, iki ülke halkının kültür, ekonomi, ticaret, bilim, teknik ve diğer alanlarda daha da yakınlaşmasını sağlayacak ortamın ve şartların mevcut olduğunu kaydetti.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu ile görüşmelerinde bölgesel konularda fikir teatisinde bulunduklarını anlatan Zarif, "İran ve Türkiye, bölgedeki sorunların çözülmesi, çatışma, savaş ve kardeş kavgasının önlenmesi, aşırılıkla mücadele, bölge halklarının iradesine saygı ve bölge halklarının da kabul edebileceği çözüm önerisi konusunda birçok alanda ortak görüşe sahip" ifadelerini kullandı.

İki ülkenin Suriye konusundaki görüş farklılığının her geçen gün daha da azalması için istişarenin sürdüğünü belirten Zarif, tüm Suriye halkının kabul edebileceği, çatışmaları sonlandıracak barışçıl bir çözüme ulaşmak için diğer ülkelerin de yardımcı olması gerektiğini bildirdi.

Zarif, İran ve Türkiye'nin, Suriye'de halkın iradesiyle gerçekleşecek bir çözüme ve bu ülke halkına insani konularda yardım edebileceğine olan inancını dile getirdi. Ele alınan bir başka konunun da Irak'ta yapılacak seçimler olduğunu belirten Zarif, seçimlerin başarılı olması ve halkın iradesini yansıtması dileğinde bulundu.

Zarif, İran ve Türkiye'nin görüşlerini şeffaf ve açık bir şekilde ortaya koymasının, ortak noktalarda işbirliği yapmasının, görüş farklılığı olan konuları da sadakat, dostluk ve kardeşlikle ele almasının bölge barışı ve huzuru için önemli olduğunu vurguladı.

Konuk Bakan, sözlerini şöyle tamamladı:

"İran ve Türkiye ilişkileri, sadece ve sadece bölgenin istikrar, huzur ve barışına katkı sağlar. Hiç kimsenin de zararına değil. Herkes bu ilişkileri bu şekilde görmeli. Bu ilişkinin gelişmesi tüm bölgenin faydasınadır. Umarım bu şekilde devam eder. Ümit ediyorum ki karşılıklı ziyaretler, Müslüman ve kardeş iki ülkenin ikili ilişkilerinin daha da gelişmesine ortam hazırlar."

Toplantıyı takip eden basın mensuplarını selamlayan Zarif, annesinin vefatından dolayı başsağlığı dileyen Davutoğlu'na ayrıca teşekkür etti.

TürkiyeDışişleri Bakanı Ahmet, Davutoğlu işe "İran ile ticaretimizi 30 milyara ulaştırmak istiyoruz" dedi.

Davutoğlu, annesini kaybeden Zarif'e taziye dileklerini sunarak, "Muhterem annelerini kaybeden Sayın İran Dışişleri Bakanımıza bir kez daha taziyelerimi sunuyorum. Bu büyük kayba rağmen programlarını ertelemeyip, rahatsızlığına rağmen ülkemize gelen Zarif'e çok teşekkür ediyorum. Allah rahmet eylesin kendilerine sabır versin" dileklerini sundu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ay sonunda İran'a bir seyahat gerçekleştireceğini belirten Bakan Davutoğlu, "Bu ziyaretin ardından hiç gecikmeden Sayın Ruhani Türkiye'ye bir ziyarette bulunacak. İlişkilerimizde çok tempolu ve süreklilik arz eden süreç işliyor. Bundan çok büyük memnuniyet duyuyoruz" diye konuştu.

İranlı heyetle yapılan görüşmelere ilişkin bilgiler veren Bakan Davutoğlu, "Bugün ki görüşmemizde hem ikili hem de ikili bağlamda önemli kararlar aldık. İkili bazda üst düzeyde iş birliği konseyinin kurulmasının kararını aldık. Bu hazırlıklarını Sayın Başbakanımızın ziyaretlerine kadar tamamlamayı düşünüyoruz. Sayın Ruhanin ziyaretinde ilk toplantıyı yapmayı düşünüyoruz. Birlikte atacağımız adımlarla birlikte bazı konsolosluk işlemleri hakkında istişareler yapıldı ve enerji bakanlarımız arasında yine istişareler planlanıyor" dedi.

"Önümüzde aylarda çok farklı alanlarda temas trafiği olacak" diyen Bakan Davutoğlu, "İnşallah ekonomik anlamda ticari ilişkilerin 30 milyar dolarını bulmasını istiyoruz. Bölgesel konuları ele aldık. Kasım ayında diplomatik bir başarı olarak muhataplarıyla paylaştığım ve 51 İran müzakerelerinde sağlanan anlaşmayıTürkiye büyük bir memnuniyet ile karşılamıştır. Biz her zaman bölgemizde nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge anlayışını yerleşmesi ve İran gibi dost gibi bir ülkenin barışçıl nükleer programların uygulayabilmesi ve dünya ekonomik açıdan dünyanın ekonomik sistemine entegre olmasını savunduk. 3 sene önce Tahrananlaşmasını imzalarken de perspektifimiz budur. Bunlardan büyük memnuniyet duyuyoruz" diye konuştu.

Suriye'de yaşanan iç savaş ve gelişmelerin de toplantı da ele alındığını belirten Davutoğlu, "Bölgemizdeki gelişmelerle ilgili istişareler ile ilgili başta Suriye olmak üzere İslam ülkelerindeki gelişmeleri ele aldık. Tahran ziyaretimde kapsamlı bir şekilde Suriye konusunu ele almıştık ve ateşkes çağrısında bulunmuştuk. Ama maalesef o günden bugüne ateşkes çağrımıza rağmen özelikle Halep ve birçok bölgede yaşanan insanlık trajediyi, açlık sebebiyle ölümlerin artması bizleri ciddi şekilde kaygılandırıyor. Özellikle son günlerde artan insanlık trajedisin bir an önce durdurulması için bir an önce ne gerekiyorsa bundan sonra yapmaya hazırız. Bölgede Iraktaki son gelişmeler, umut ederiz ki dost ve kardeş Irak 30 Nisan seçimlerine barış içinde etnik ve mezhebi çatışma yaşanmadan ulaşır ve kalıcı bir barış sağlanır" dedi.

Türkiye ile İran arasında ticaretle ilgili görüşmelerin de olacağına işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:"İnşallah 2015 yılı içerisinde, bu seneye kadar düşüş gösteren ticaretimizin, kısa sürede 30 milyar doları, daha sonra 50 milyar doları bulmasını hedefliyoruz. Bunun için de hukuki altyapının sağlanması yönünde atılması gereken bütün adımları atacağız. Ayrıca görüşmelerimizde bölgesel konuları da ele aldık. Kasım ayında Sayın Zarif'in de diplomatik bir başarı olarak paylaştığı P5+1 - İran müzakerelerinde sağlanan anlaşmayı Türkiye büyük bir memnuniyetle karşılamıştır."

Her zaman bölgede nükleer silahlardan arınmış bir bölge anlayışının yerleşmesini ve buna paralel olarak İran'ın barışçıl nükleer programları uygulayabilmesini savunageldiklerini ifade eden Davutoğlu, üç sene önce Tahran anlaşmasını imzalarken ve şimdi de perspektiflerinin bu olduğunu vurguladı.

 

 

İran dışişleri bakanlığı sözcüsü Merziye Efhem, Lübnan'da terör elebaşının öldürülmesinin, İran'ın Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta İran büyükelçiliğini hedef alan saldırıyla ilgili olarak hukuki ve uluslar arası takibi kesinlikle etkilemeyeceğini söyledi.

MHA - İran devlet televizyonun haberine göre, İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Merziye Efhem, Lübnan'da Abdullah Azam adlı terör örgütünün elebaşı Macid el'Macid'in öldürülmesiyle ilgili dün gece yapılan açıklamadan sonra konuyla ilgili olarak gösterdiği tepkide; İran'ın Lübnan büyükelçiliğini hedef alan saldırının faillerinin bulunması ve gerekli cezaya çarptırılmasıyla ilgili olarak işin takipçisi olacağını söyledi.

Bilindiği gibi geçen ay İran'ın Lübnan'daki büyükelçiliği yakınında meydana gelen terörist saldırıda İran'ın kültür ataşesi şehit olmuş ve ayrıca çok sayıda sivilin ölümünün yanı sıra onlarca insan da yaralanmıştı.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, terörizmle ile mücadele konusunda bütün herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerektiğini bildirdi.

 

 

Lübnan ordusu, İran Büyükelçiliği’ne terör saldırısı düzenlemekle suçlanan Suud asıllı terörist Maced Maced’in öldüğünü doğruladı.

Bazı haber kaynakları, Lübnan’ın Abdullah Azam terör örgütü elebaşı Suud asıllı terörist Maced Maced’in öldüğünü duyurdu.

Arabistan istihbarat şefi Bender Bin Sultan’la yakın irtibatı bulunan Maced, Suud rejiminin kara kutusu olarak anılıyordu.

Bu arada Lübnan ordusu da bir bildiri yayınlayarak, Maced’in askeri bir hastanede öldüğü haberini doğruladı.

Lübnan medyası bundan önce Maced’in tutuklanması, onu destekleyen malum çevreleri konuşarak her şeyi anlatması konusunda kaygılandırmaya başladığını yazmıştı.

Cumartesi, 04 Ocak 2014 07:44

Malezya’daki Şia Fobisi

Bismillah,

Emperyalist bir proje olarak yerli unsurlarının desteğiyle dünya genelinde Şia mezhebi mensuplarına yönelik her türlü maddi ve manevi saldırılar büyük hızıyla devam etmektedir. Şii karşıtlığı, Müslüman milletler arasında tefrika çıkarmaya çalışan Amerika ve Siyonist İsrail patentli bir projedir. Bu alçak saldırıların yapıldığı ülkelerden birisi de Malezya’dır. Malezya'da azınlık olarak bulunan Şii Müslümanlara yönelik kin ve düşmanlık şiddet kazanarak artmaktadır. Şiilere yönelik devam eden bu çirkin saldırılar; siyaset, hukuk ,akademik ve güvenlik çevrelerine kadar hemen hemen bütün kesimlerde büyük bir ciddiyetle devam etmektedir. Halbuki , Malezya da ki en yüksek dini kurum olan Malezya fetva konseyi 1988 yılında Zeydiye Şiileri ve Caferi Şiilerini İslam dininin iki mezhebi olarak tanımıştı. Fakat yine aynı konsey daha sonra ne hikmetse 1996 yılında bir fetva yayınlayarak önceki fetvasını geri alarak Malezya'da Şii mezhebini sapkın ve illegal bir tarikat olarak ilan ederek bu mezhebin Malezyalı Müslümanlara yönelik bir tehdit olduğunu iddia eden bir ilan yayınladı. Bu eski fetva eski başbakanın oğlu tarafından tekrar gündeme taşındı ve Şii karşıtlığına büyük hız verilerek Malezya kamuoyu kışkırtılmaya devam edilmektedir.

Malezya devleti fetva konseyinin Şii mezhebini sapkın ve illegal ilan ettiği fetvasının yeniden yayınlanmasından sonra Malezya medyasında bu ülkenin dini ve mezhebi çevrelerince Şii mezhebine yönelik geniş çaplı itiraz ve eleştirileri gündeme taşınarak Şii fobisi oluşturulmaya çalışılmaktadır. İslami İran ile yakın ilişkileri olan Malezya'nın eski Başbakanı Mahatir Muhammed'in son zamanlarda yaptığı ‘’Şii mezhebinin ülkesinin düzeni ve güvenliğine yönelik ciddi tehdit oluşturduğu ve İranlı vatandaşların Malezya'ya gelmemeleri gerektiğine’’dair sansasyonel açıklamaları ise bu art niyetli projenin boyutunu gözler önüne seriyordu.

Mahatir Muhammed, daha da ileri giderek Şii Müslümanların savaş ve kan akıtma ve tefrika çıkarma peşinde olduklarını, bu yüzden Malezya'nın düzenini ve hakimiyetini bozacakları gibi çok uçuk ve mesnetsiz bir iddiada daha bulunuyordu. Bu sözlerden cesaret alan bu projenin diğer ayaklarından olan Malezya diyanet işleri bakanı ve Malezya yönetimi de bu ülkede her türlü Şii hareketin ve toplumda Şii inancının yayılmasına karşı olduklarını bu sürece şiddetle karşı çıkacaklarını açıklayarak Vahhabi düşüncesinin bayraktarlığında birbirleriyle adete yarış ediyorlardı. Hakeza, Malezya yüksek eğitim bakanı da bazı üniversitelerde ve akademik çevrelerde Şii düşüncesinin ve ekolünün kök saldığını bazı hükümet yetkilileri ve öğretim üyelerinin Şii düşüncesinin yaygınlaşmasında eli bulunduğunu iddia ederek Şiilere yönelik üzerlerine düşen görevleri fazlasıyla yerine getireceklerinin sözünü veriyorlardı!

Eski başbakanın Malezyalı Müslümanların arasında tefrika bayraktarlığını yaptığı davranışları ve diğer devlet yetkililerinin bu tefrika siyasetine katkı sağlayan açıklamaları neticesinde Malezya’da şu anda geniş çaplı Şii düşmanlığı projesi güdülmektedir. Malezya da Şia mezhebine ve mensuplarına yönelik uygulanan bu tecrit ve sindirme politikaları neticesinde mazlum azınlık halk genel başlıklarıyla şu zulümlerle karşı, karşıya bulunmaktadır:

1-Malezya'da Şii virüsü başlığı altında yüzlerce seminer ve oturum düzenleniyor ve kamuoyu oluşturularak vatandaşlar sözde Şii tehlikesi konusunda uyarılıyorlar!

2-Şia mektebini karalamak ve tarihi hakikatlerin insanlara ulaşmasına mani olmak için yazılan sapkın kitaplar Malezya Müftüler Federasyonu tarafından camilerde dağıtılarak insanların eline rahatça geçmesi sağlanıyor! Hakeza Malezya içişleri bakanı polis gücüne Şiilerle mücadele etmek ve kitaplarını toplamak ve her türlü oturumlarını engellemek için tam yetki verdiğini açıklıyordu!

3-Malezya Diyanet işleri bakanlığı ve içişleri bakanlığı bünyesinde Şiilik ve Şii Müslümanlarla mücadele komitesinin kurulması ve Malezya vatandaşı Şii azınlığa karşı düşmanca tutum sergilenmesi ve Şii Müslümanların tutuklanması çalışmaları!

4-Malezyalı Şii Müslümanların işlerinin hükümet erkanlarında gayri Müslimlerin işleri ile ilgilenen bölümlere havale edilmesi, Şii mezhebinin İslam çerçevesinin dışında olduğunun ilan edilmesine yönelik çalışmalara hız verilmesi, Malezya'nın devlet TV kanalları ve özel TV kanallarında Şii’lik karşıtı propaganda yapılması ve Şii Müslümanların ahlaki fesat çıkarmakla suçlanarak toplumdan tecrit edilmesi!

5- Şii inancı ve hatta bu inanç hakkında fikir beyan etmek bile sapkın düşünceleri önleme bahanesi ile yasak ilan edilerek bu suçu işleyenlerin mahkeme kararı olmaksızın polis tarafından 6 ay süreyle hapse atılabilecektir!

6-Malezya'da Şiaların özel doğum günü kutlama ve Aşura merasimi gibi anma programlarında yas tutma merasimlerine katılan Şiiler, Malezya polisinin vahşice saldırılarına maruz kalarak bir çok Şia mensubu vatandaş tutuklanarak hapse atılması!

Son yıllarda çeşitli alanlardaki gelişmelerinden dolayı kendinden olumlu yönde bahsedilen modern ülke görünümlü Malezya tamamen hür bir ülke olup bütün dinler ve mezhep mensupları bu ülkede dini ibadetlerini ve vecibelerini yerine getirmekte özgürdürler. Malezya'da Müslümanların camilerin yanında, Hristiyanların kiliseleri, Hinduların ve Budistlerin mabetlerin varlığı aslında bu ülkede geniş bir düşünce özgürlüğü platformunun olduğunu göstermektedir. Ayrıca Hinduların en büyük putlarından biri olan Şiva'nın en büyük heykeli bile Malezya'da bulunmaktadır. Hakeza Malezya'da fesatın mekan ve merkezleri olan gazinolar, gece kulüpleri, meyhaneler serbest olup hatta dünyanın en büyük kumarhanesi Malezya‘dadır. Caddelerinde alkollü içecekler satan mağaza sayısı oldukça çoktur.

Tüm bu olumsuz faaliyetlerin ve inançların serbestçe ve özgürce hüküm sürdüğü bu ülkede acaba Şia mezhebine yönelik bu tecrit politikasının altında yatan sebepler nelerdir? Bu kadar sapık fiillerin meşru görüldüğü bir ülke olan Malezya’da tevhid merkezli Şia inancının öcü ve tehlikeli bir virüs olarak gösterilmesi hatta Şii inancı toplum için bir terör unsuru gibi planlı bir şekilde kamuoyuna lanse edilmesi çalışmalarının altında yatan sinsi ve şeytanı gerekçeler nelerdir?

Malezya’da 2012 ve 2013 yapılan yıllarında parlamento seçimleri sonuçları göre iktidar partisi Ameno’nun yenilmesiyle dengeler muhalefetin lehine değişmişti. Bu gelişme malayi soyunun bölünmesini Çinlilerin ve muhalif partilerin yeniden iktidarın başına geçme tehlikesini gündeme getirmesiyle yeni Malezya'nın mimarı, Mahatir Muhammed'i yeterince kaygılandırmaya yetiyordu. Ayrıca Mahatir Muhammed'in oğlunun siyasi gelecek kaygısı ve babasının liderlik mevkiisini ele geçirme hayali yaşlı Mahatir Muhammed'in bir şeyler yapmasını gerektiriyordu. Bu noktada Malezya mimarının tarafından komünizmden daha da tehlikeli olan "Şii virüsü" şiarı güçlü bir şekilde gündeme taşınarak amaçları için can simidi oluyordu . Mahatir Muhammed böyle bir farazi tehditle Malayi soyunu birleştirerek böylece oğlunun geleceği için bir güç odağı oluşturabilecekti.

Hakeza, Malezyalı yetkililer Şia karşıtlığıyla, ABD ve Batı'ya yaklaşmak, onlardan siyasi ve iktisadi imtiyazlar koparmayı hedeflenmektedirler. Yine, Şia düşmanı dikta Suudi yönetimi ve gerici Arap müttefiklerinden Malezya'nın yüklü borçlarını ertelemek için mühlet almak ve Arap yatırımcıların yatırımlarının devam etmesini sağlamak Malezya devletinin Şii düşmanlığını ve saldırganlığın en büyük sebeplerindendir. Müslüman gençleri Şii mezhebinden korkutmak ve onları Malayi birliğine yöneltmek için bu mezhep düşmanlığı teşvik edilmektedir. Suriye krizinin bir mezhep savaşı görünümünde sunulması ve Malezya yetkililerinin bu krize Suudi gözüyle bakması yine bu yönetimin Bahreyn'de Al-i halife diktasını Şii halkına karşı desteklemesi ve dikta yönetime destek amaçlı Bahreyn’e asker göndermeye hazır olduklarını bildirmeleri Malezya'da yeni bir Şii karşıtlığı senaryosunun tam olarak uygulanması için gereken zemini oluşturmaya yetmektedir.

Malezya'daki bağımsız gözlemciler, Mahatir Muhammed ve oğlunun Malayi soyunu birleştirerek siyasi amaçlarına ulaşmak için Şii inancına yönelik bu saldırganlık temelinde şekillenen stratejik metotlarının büyük bir hata olduğunu , Şii Müslümanlara yönelik bu tutum ve Ameno partisinin bu mezhepçi, tefrikacı anlayışlarının Malezya halkının gözündeki konumlarını olumsuz etkileyeceğini belirtmektedirler.

MEHMET YETKİN

 

 

Allah’ın adıyla…

Hükümet ile “Fethullah Gülen Cemaati” arasındaki savaş bütün hızıyla sürüyor. Tarafların birbirleri hakkında söyledikleri, iddiaları, suçlamaları öyle vahim ki, bunlardan bazılarını dile getirenler hemen “müfteri, din düşmanı, vatan haini” gibi suçlamalarla mahkum ediliyordu anında… Mesela Gülen hareketinin ABD ve İsrail ile yakınlığı dile getirildiğinde kıyametler koparılıyordu… Ama bu gün hükümet kanadı; milletvekiliyle, basınıyla hatta başbakanı ve bakanlarıyla koro halinde “Cemaat”i ABD ve İsrail piyonu olarak suçlayabiliyorlar. Dün Başbakan’a “diktatör” diyenleri “müfteri” ilan eden Cemaatin kalemşorları ve hatta bizzat F. Gülen, “diktatör” suçlamasını pervasızca kullanabiliyorlar…

Birbirlerine acımasızca saldıran taraflar, çok değil az bir zaman öncesine kadar müttefik, ortak, yandaş olduklarını ve bu günkü yerlerine gelirken birbirlerine omuz verdiklerini ne de çabuk unutuvermişler!...

Bu ikilinin, şimdi birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmeleri, onların günahlarını unutturacak mı? Mesela yanı başımızda el birliği ile yok edilen, harabeye çevrilen Suriye’de beraber tuttukları işin vebalinden kurtulabilecekler mi? Suriye’de de olaylar böyle başlamamış mıydı? Orada da “dış güçler” olayları yönlendirip bu hale getirmedi mi? Suriye halkı adına Suriyelileri kurtarmaya gidenlerin hamileri kendileri değil miydi? Suriye şimdi daha mı özgür? Şimdi daha mı mutlu? Suriyeli kadınların ve genç kızların fuhuş baronlarının eline düşmesi, erkeklerin köle tüccarlarının elinde boğaz tokluğuna çalıştırılmaları mıydı istenen özgürlük? Komşu ülkelerde sığıntı olarak kamplarda yaşamak mıydı istenen?

El Kaide vahşilerinin Suriye coğrafyasına getirdiği vahşetin nasıl bir açıklaması olabilir? Bu vahşileri “mücahit”, yaptıkları vahşeti de “cihad” olarak tanımlamakla “İslam” gelmiş mi oluyor oralara? Bu “cihad” tanımı, İslam’ın “cihad” kavramıyla aynı mı? Buradaki “mücahid” diye pazarlananlar, İslam mücahidleri” ile benzeşiyor mu?

Kafa keserek, işkence ile adam öldürerek, ölü bedenlere dahi işkence ederek ve bunları büyük bir gururla videoya çekip insanlara sergileyerek yapılan bu “cihad”, Resulullah’ın tarif ettiği cihad mı?

Bu vahşiler, işi o kadar ileriye götürdüler ki, vahşette sınır tanımadıklarının açık ilanı anlamına gelecek şeyler yapmaya başladılar. Rasthaber’de yayınlana bir video, kanları donduracak, en aşağılık insanlara bile rahmet okutacak, tarihin en azgın zalimlerinin yaptıkları ile dahi kıyas kabul etmez görüntülerle dolu… Bir gurup El Kaide “Mücahidi”, kestikleri kafalarla top oynuyor, büyük bir neşe ile kafalara top niyetine tekme atıyorlar… Bunları yaparken de gülüşmeleri insanın kanını donduruyor… (1)

Bunları yapanlar Suriyeli mi?

Suriyeli iseler çok vahim… Çünkü, Suriye’ye “özgürlük” getirmek ve halkı “kurtarmak” üzere “kıyam” edenler, yine Suriyelilerin kafaları ile top oynuyorlar… Bu Suriye’ye barış ve refah nasıl gelecek?

Yok eğer Suriyeli değilseler-ki değiller, çünkü bunlar IŞİD adlı El Kaide militanlarından oluşan bir grup- çok daha vahim!... Çünkü Suriyeli olmayanlar, Suriyelilerin kafaları ile top oynayarak bu ülkeye “barış” getirecekler öyle mi?

İşin asıl vahim yanı, bu vahşeti İslam adına yapıyor olmaları…

Aziz İslam’a bundan daha büyük hakaret olabilir mi?

Rahmet Peygamberi’ne bundan daha büyük eziyet olabilir mi?

Aziz Kur’an’a bundan daha büyük bir saldırı olabilir mi?

Dünyanın bütün şer güçleri bir araya gelse, Allah’ın dinine bundan daha büyük bir darbe vurabilirler mi?

İnsanları hak dine hidayet etmek üzere gönderilen Allah Resulü’nün önüne bundan daha büyük bir engel çıkarılabilir mi?

Bu vahşilerin, Allah’ın diniyle hiçbir ilgilerinin olmadığı haykırılacağına, bunları “İslam Mücahidi” diye pazarlayanların günahı bunlardan daha mı az?

Bu vahşileri destekleyip, donatan ve “İslam nizamını kurmak, barış ve özgürlük getirmek üzere” bir ülkeye gönderenlerin vebalini ne ölçebilir?

Dün Kerbela’da uygulanan vahşetin uygulayıcılarının, günümüzdeki tezahürlerinden biri olan bu vahşilerle mi “İslam”ı hakim kılacaksınız?

İnsanları mezhebine, meşrebine göre ayırıp, aklın, havsalanın alamayacağı, en vahşi hayvanların dahi yapamayacağı vahşetin mimarları bu cinayetkârların döktükleri kanlara eli bulaşanların oturup muhasebe yapmaları gerekmiyor mu?

Ey Hükümet!

Ey “Cemaat”!...

Ucu kendinize dokunan en basit uygulamalara dahi, ülkeyi ateşe verecek tepkiler gösteriyorsunuz…

Sizin donatıp beslediğiniz, her gün haklarında destanlar yazıp yayınladığınız “İslam Mücahidleri” diye pazarladığınız insanların, İslam adına ortaya koyduğu bu cinayetlere karşı, şu ana kadar bir tepkiniz var mı?

Şu “kestikleri kafalarla top oynayan” insan dahi denilemeyecek aşağılık güruha bakıp hiç mi vicdanınız sızlamıyor?

Neron’un Roma’yı yakıp sonra seyrederek şiir yazması gibi, siz de Suriye’deki yaktığınız ateşe bakıp şiirler mi yazacaksınız? Gerçi, şimdiye kadar düzdüğünüz destanların bu şiirlerden geri kalır yanı yok…

Hala “özgürlükten”, “adaletten”, sevgi ve barıştan” söz ederek saldırıyorsunuz birbirinize…

Görünen o ki, bu kavramlara yüklediğiniz anlamlar da, tıpkı “Cihad” ve “Mücahid” tanımlamalarınıza benziyor…

Düşün yakamızdan…

Adaletiniz de, Sevginiz de, Barışınız da sizin olsun…

Gölge etmeyin, başka ihsan istemiyoruz…

MUHSİN KÜÇÜKER

 İİT Dışişeri Bakanları toplantısına işaret eden İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakan Yardımcısı, İran ve Fars Körfezi ülkelerinin ilişkileri gelişmekte olduğunu bildirdi.

Mehr haber ajansı muhabirine demeç veren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Gine Cumhuriyeti’nin başkenti Conakry’de düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları toplantısına işaret ederek, Gine Conakry toplantısında İslam dünyasını ilgilendiren konuların kapsamında İran İslam Cumhuriyeti’nin Tahran ve Riyad’ın tutumları ve işbirliğini dikkate aldığını ifade etti.

Abdullahiyan, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in yakın geçmişte Fars Körfezi ülkelerine yaptığı ziyaretlere işaret ederek, Fars Körfezi ülkeleri ile ilişkileri geliştirmek yönünde İran’da yapıcı bir tutum hakim olduğunu konuşmasına ekledi.

Irak’ta en son meydana gelen terörist saldırıları değelendiren İran Dışişleri Bakan Yardımcısı, Irak ordusunun etkili eylemleri ülke güvenliğinde etkili olabileceğini ifade ederek, yakın gelecekte bölgede terörist kalmayacağını konuşmasına ekledi.

Abdullahiyan, Irak’ın başta milli vahdet olmak üzere siyasi ve dini liderlerin dirayeti ile ilerleme yolunda adım attığını belirtti.

 

 

Türkiye enerji ve tabii kaynaklar bakanı İran'ın dost bir komşu olduğunu, Türkiye'nin İran'dan gaz ithalatına devam edeceğini belirtti.

MHA - Taner Yıldız "Kanal 24" TV'ye verdiği demeçte, Türkiye'nin 2013 yılında İran'dan gaz satın alması nedeni ile 4,5 milyar dolar Halk bankası'na yatırdığını, TÜPRAŞ'ın da petrol ithalatı için İran hesabına 3,1 milyar dolar aynı bankaya yatırdığını ifade etti.

Amerika'nın aldığı kararların bağlayıcı olmadığını, bu yüzden Ankara'nın sadece BMT kararlarını uyguladığını; belirten Yıldız, "BM kararları bağlar. Türkiye bir hukuk devleti. İran bizim komşu ve kardeş ülkemiz. Biz doğalgaz ticaretine devam edeceğiz" diye konuştu.

Halk Bankası'nın son dönemde kaybettiği 1,6 milyar doların herkesin parası olduğunu kaydeden Yıldız, "17 Aralık olaylarında Irak'la ilgili yaptığımız işlemlerin payı var. Çünkü bizim attığımız adım bölgede İran, Irak ve Suriye'nin normalleşmesiyle alakalı önemli bir adımdı. Irak, 6-7 milyon varil petrol çıkarması halinde 350 milyar dolar gelir elde ediyor. Kerkük-Yumurtalık hattı 1,5 milyon varil yerine 400 bin varil petrol taşıyor." Dedi.

 

Çarşamba, 01 Ocak 2014 06:21

İmam Hasan, Muaviye ve Tarihi Gerçekler

İki cihan serveri Hz. Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) ilk torunu ve İmam Ali'yle (a.s) Hz. Fatıma Zehra'nın (s.a) ilk yavruları, hicretin 3. yılı Ramazan'ının 15. gecesi dünyaya geldi.[1]

Hz. Resulullah (s.a.a) İmam Ali'nin (a.s) evine gelip onu kutlayarak Allah'ın emriyle bebeğe "Hasan" adını verdi.[2]

İmam Hasan ve Hz. Peygamber

Bu bebeğin hayatının yedi yılı sevgili dedesi Hz. Resulullah'la (s.a.a) geçti.[3]

Şefkat ve sevgi sembolü dedesi onu pek sever, omuzlarına alıp "Allah'ım!" derdi, "Ben onu çok seviyorum, sen de sev!"[4]

Hasan'la Hüseyin'i seven beni sevmiştir, onlara düşmanlık eden bana düşmanlık etmiştir.[5]

Hasan'la Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir.[6]

Kıyam etseler de, etmeseler de, bilin ki benim şu iki yavrum, imamdır.[7]

İmam Hasan (a.s) fevkalade büyük bir ruh ve değere sahipti; nitekim yaşça çok küçük olmasına rağmen Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Hasan'ı (a.s) bazı antlaşmalarda şahit olarak tutmuştur.

Vakıdî şöyle yazar:

Hz. Resulullah (s.a.a) "Sakif" için zimme antlaşması yaptı, bu ahitnameyi Halid b. Said yazdı, -Allah'ın selamı her ikisine olsun- Hz. Hasan'la Hz. Hüseyin de şahit olarak kaydedildiler.[8]

Hz. Resulullah (s.a.a) Allah'ın emriyle Necran Hıristiyanlarıyla "Mübahele"ye giderken yine Allah Teala'nın emriyle yanına İmam Ali (a.s) Hz. Fatıma (a.s) İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin'i (a.s) yanına almış ve Tathir Ayeti bu büyük insanlar hakkında nazil olmuştur.[9]

İmam Hasan ve Babası

İmam Hasan (a.s) babasına karşı fevkalade itaatkârdı, daima onunlaydı, zulmedenleri eleştirir, mazlumları desteklerdi.

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) pek sevdiği sahabesi Ebuzer'i, halife Osman Rebeze'ye sürgün etmiş, bununla da yetinmeyerek, Ebuzer'in uğurlanmasını yasaklamıştı. Ama İmam Hasan (a.s) kardeşi İmam Hüseyin (a.s) ve babası İmam Ali'yle (a.s) birlikte Resulullah'ın (s.a.a) yiğit, dürüst ve takvalı sahabesi Hz. Ebuzer'i uğurlamaya gitmiş ve bu esnada Osman'ı bu zalim uygulamasından dolayı hükümeti eleştirerek Ebuzer'e Allah yolunda sabırlı olmasını öğütlemişlerdir.[10]

Talha, Zübeyr ve Aişe'nin İslâm ümmetinde nifak yaratarak başlattıkları Cemel savaşının alevini söndürmek amacıyla hicretin 36. yılında babasının komutasında Basra'ya gitti. İmam Ali'nin (a.s) emriyle Basra'ya girmeden Hz. Resulullah'ın (s.a.a) takva sahibi büyük sahabesi Ammar'la birlikte Kufe'ye giderek orada halkı toplamış ve hazırladığı orduyla Basra'da İmam'a katılmıştı.[11]

İmam Hasan (a.s), Abdullah b. Zübeyr'in İmam Ali'ye (a.s) attığı iftiraları -ki Osman'ı İmam'ın (a.s) öldürttüğünü söylüyordu- açık ve sağlam konuşmalar yaparak ortaya çıkardı. Daha sonra savaşa da katılarak bu savaştan muzaffer olarak geri döndüler.[12]

İmam Hasan (a.s), Sıffin savaşında da büyük yararlılıklar gösterdi. O günlerde Muaviye, İmam Hasan'ı (a.s) kandırması için Ubeydullah b. Ömer'le ona bir mesaj göndererek "Babanı desteklemekten vazgeç." dedi. "Bunu yaparsan senin halife olmanı sağlayacağız. Bilirsin ki baban, Kureyş'in önde gelenlerinin çoğunu öldüren kimsedir ve onların çocukları ve akrabaları aslında bu yüzden babana kin ve düşmanlık beslemektedirler, ama sana karşı daha yumuşaktır onlar…"

İmam Hasan (a.s), Muaviye'nin bu küstah ve komplo amaçlı mesajına şu karşılığı verdi:

Kureyş, İslâm sancağını yıkıp ortadan kaldırmak istiyordu. Ancak babam, Allah ve İslâm için onların asilerini öldürdü ve dağıttı. Onlar işte bu nedenle öteden beri babama kin ve düşmanlık beslemektedirler.[13]

İmam Hasan (a.s) bu savaşta bir lahza olsun sevgili babasını yalnız bırakmadı, daima onun yanında oldu. İmam Ali'yle (a.s) Muaviye arasında belirlenen hakemlerin ihanette bulunarak doğru hüküm vermemeleri üzerine İmam Hasan (a.s) yapmış olduğu etkileyici bir konuşmada şöyle buyurdu:

Bunlar, Allah'ın kitabını, kendi nefislerine tercih etmek için hakem seçildiler. Ancak bunun tam tersini yaptılar! Bu durumda böyle kimselere hakem değil, mahkûm denir.[14]

İmam Ali (a.s) son nefeslerini alıp verirken Hz. Resulullah'ın (s.a.a) kendisine daha önceden emrettiği vasiyeti yerine getirerek kendisinden sonra Hz. Hasan'ın (a.s) İmam olduğunu açıkladı ve İmam Hüseyin (a.s), diğer evlatları ve önde gelen Şiîlerini de buna tanık tuttu.[15]

Halifelik

Hicret'in 40. yılı Ramazan'ının 21. gecesi İmam Ali (a.s) şahadete ulaştı. O gecenin sabahı, Kufe halkı, şehrin büyük camiinde toplanmıştı.

İmam Hasan (a.s) minbere çıkarak şu konuşmayı yaptı:

Dün gece, eşsiz bir insan ayrıldı aramızdan. Geçmiş ve gelecek nesiller arasında ilim ve amelde benzeri yoktu onun. Çok sevdiği Hz. Resulullah'ın (s.a.a) safında nice savaşlara katıldı, İslâm'ı ve Resulullah'ı (s.a.a) savunmak için mücahitçe gayret gösterdi. Savaşlarda Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onu daima başkomutan yapar, o da daima zaferle dönerdi.

Dünyanın beyazıyla sarısından (gümüşle altın kastediliyor) geriye bıraktığı miktar sadece 700 dirhemdi ve bu da, ona düşen miktardı. Bununla, ailesine yardımcı olacak bir hizmetkâr temin etmeyi düşünüyordu.

İmam Hasan (a.s) bu cümleyi söylerken kendisini tutamayıp ağlamaya başladı. Onunla birlikte, camide toplanan cemaat de ağladı.

İmametin gerçek çizgisinden sapmaması için kendisi hakkında da kısaca şunları söyledi:

İnsanları Allah'a davet eden, onları uyaran ve onlara müjdeleyici olarak gönderilen Resulullah'ın evladıyım ben. O parlak peygamberlik meşalesinden size vuran bir ışığım ben. Yüce Allah'ın her çeşit hata ve kötülüğü kendilerinden uzaklaştırıp tathir ettiği; tertemiz kıldığı ve bizzat Kur'an-ı Kerim'in emriyle sevilmesi farz olan o ailenin (Ehlibeyt'in) bir ferdiyim ben! Kur'an şöyle buyuruyor:

"Ey peygamber! Ümmetine de ki, yaptığım elçilik görevine karşılık, ailemi sevmenizden başka bir ücret istemiyorum sizden!"[16]

İmam, "Meveddet" adıyla meşhur olup Ehlibeyt'i (a.s) sevmeyi emreden bu ayeti okuduktan sonra oturdu. Bu sırada Abdullah b. Abbas ayağa kalkarak, "Ey cemaat!" diye haykırdı ve İmam Hasan'ı (a.s) göstererek "Bu, sizin peygamberinizin evladı, İmam Ali'nin (a.s) vasisi ve şimdi sizin imamınızdır işte! Ona biat edin!" dedi.

Camideki yoğun kalabalık gruplar halinde gelip İmam Hasan'a (a.s) biat etmeye başladı.[17]

Bu olayı öğrenen Muaviye, gerektiğinde kolayca fitne ve fesat çıkarıp İmam Hasan'ın (a.s) yönetimini kendi içinden vurabilmek amacıyla, her şeyi anında kendisine rapor etmeleri için en mahir casuslarını Kufe ve Basra şehirlerine gönderdi.

Bu casusları deşifre eden İmam (a.s) onları yakalatıp idam ettirdi ve Muaviye'ye bir mektup göndererek şöyle yazdı:

Gönderdiğin casuslardan ümidini kesebilirsin. Savaş çıkarmayı pek seviyorsun galiba? O halde yakındır! Hazır ol! Allah'ın dediği olur.[18]

İmam Hasan'ın (a.s) Muaviye'ye yazdığı ve ünlü tarihçi İbn Ebi'l-Hadid tarafından kaydedilmiş olan mektuplardan biri şöyledir:

Peygamber'in (s.a.a) ölümünden sonra Kureyşlilerin, onun kabilesinden olduklarını söyleyerek kendilerinin diğer Araplardan daha üstün ve peygamberin halifesi olmaya daha layık olduklarını söylemeleri ve Arapların da bunu kabul etmeleri çok şaşırtıcı ve düşündürücüdür, çünkü aynı Kureyş, bu nedenin bizim için çok daha geçerli olduğunu gördüğü halde kendi arasında bizim daha layık olduğumuzu her nedense kabullenemedi; Peygambere onlardan çok daha yakın olduğumuz ve hakkımız olan bir şeyi istediğimiz halde bizi bir kenara ittiler ve bize zulmettiler. Düşmanlarla münafıkların İslâm'ı tahrip yolunda ellerine fırsat geçmemesi için biz bu tartışmanın içine fazla girmeyip kavgadan uzak durduk. Bugün de sana şaşmaktayım; kesinlikle layığı olmadığın bir şeyin iddiasına girişmişsin! Ne dinde bir üstünlüğün var, ne de kendinden iyi bir eser bırakmışlığın. Sen, Hz. Resulullah'la (s.a.a) her zaman savaşıp ona karşı gelenlerin evladısın. Kureyşliler arasında peygambere en fazla düşmanlıkta bulunanların soyusun. Ama bil ki, Allah var ve senin yaptıklarının karşılığını mutlaka sana gösterecek ve sonunda kazananın kim olduğunu göreceksin. Yemin ederim ki göz açıp kapayıncaya ömrün gelip geçecek ve Allah'ın huzuruna çıkarılacaksın; O da, önceden işleyip göndermiş olduğun amellerinin cezasını teker teker verecek. Allah Teala, elbette ki kullarına zulmetmez, Ali (a.s) göçüp gitti şu dünyadan ve bilirsin ki Müslümanlar bana biat ettiler. Rabbimden, ahiretimde noksanlığa yol açacak bir şeyi şu dünyada bana vermemesini dilerim.

Bu mektubu yazmamın nedeni Rabbimle kendi aramda bir özrüm olması içindir. Sen de diğer Müslümanlar gibi bu işi kabul edersen İslâm'ın yararına ve senin için de daha hayırlı olur. Batılı izlemeyi bırak, herkes gibi sen de biat et.

Benim buna herkesten daha layık olduğumu sen de bilirsin. Allah'tan kork, zalim olma, Müslümanların kanına saygı göster. Bunu yapmayacak olursan ben diğer Müslümanlarla birlikte kalkıp gelir ve en güzel hakem olan Yüce Allah'ın aramızda hükmetmesi için seni hesaba çekerim.

Muaviye, İmam Hasan'ın (a.s) bu mektubuna yazdığı cevapta şöyle dedi:

Benimle senin durumumuz tıpkı geçmişte Ebubekir'le siz Ehlibeyt arasında yaşanan duruma benziyor. Ebubekir nasıl kendisinin daha yaşlı ve tecrübeli olduğunu bahane ederek halifeliği Ali'nin elinden aldıysa, ben de kendimi senden daha layık buluyorum! Senin halkı benden daha iyi yöneteceğini ve düşmanla savaşacağını bilsem biat ederim, ama benim senden büyük ve daha tecrübeli olduğumu biliyorsun. O halde senin bana biat etmen daha iyi olur, tabi ben de bunu karşılıksız bırakmaz ve halifeliği kendimden sonra sana bırakırım, buna söz veriyorum. Ayrıca, Irak'ın beytülmalini da sana veririm; Irak'ta istediğin bölgenin haracıyla gelirleri de senin olsun! Vesselam.[19]

Kureyş'in İmam Ali'ye (a.s) sırt çevirirken ileri sürdüğü bahanenin aynısını bu kez de Muaviye ileri sürdü ve o da aynı oyunu oynayarak İmam Hasan'a biat etmedi. İmam'ın kendisinden daha layık olduğunu bizzat Muaviye de çok iyi biliyor, ama mevki, makam ve dünyalık hırsı bu gerçeği kabullenmesine izin vermiyordu. Yaş farkının halifelik, yönetim ve imamet konusunda onunla Hz. Hasan (a.s) gibi birisi arasında belirleyici bir faktör olamayacağını herkesten iyi bilen, bizzat Muaviye'nin kendisiydi çünkü.

Nitekim yaş farkını ileri sürerek İmam'a halifeliği, layık görmeyen Muaviye, iktidarı iyice ele geçirdiğinde bu söylediğini de unutmuş ve çok genç olan oğlu Yezid'i kendisinden sonra halife ilan ederek, kendi sağlığında halktan onun için biat toplamıştır.

Muaviye sadece biat etmemekle de kalmadı, İmam Hasan'ı (a.s) ortadan kaldırabilmek için terör yöntemine de başvurdu. Onun, İmam'ı (a.s) terör ettirebilmek için kiralık katiller tuttuğu tarihte kayıtlıdır. Bu nedenledir ki, İmam Hasan (a.s) gömleğinin altına zırh giymiş ve namaza bu şekilde gidip gelmiştir. Hatta bir defasında Muaviye'nin kiralık katillerinden biri İmam'ı oklamayı başardığı halde, İmam (a.s) zırh giydiği için kurtulmuştu.[20]

Muaviye, Müslümanların vahdetini sağlayıp anarşi ve ihtilafı önleme bahanesiyle çeşitli yerlerdeki adamlarına asker toplatarak kendisine gelmelerini emretti. Ordular gelince de İmam Hasan'la (a.s) savaşmaları için onları Irak'a gönderdi!

Vahdetten ve birlikten söz ederek Müslümanların vahdetini bozup onları parçalıyor; "anarşi ve teröre karşı savaş" diyerek anarşi ve terör estiriyordu.

Bunu duyan İmam Hasan (a.s) Hucr b. Adiy el-Kindî'yi, asker toplayıp halkı savaşa hazırlamakla görevlendirdi.

O günün geleneği gereğince tellallar sokaklarda "es-Salât" diye bağırarak halkı mescide topladılar.

İmam Hasan (a.s) minbere çıkıp bir konuşma yaparak şöyle buyurdu:

Muaviye sizinle savaşmak için yola çıkmış bulunuyor. O halde siz de Nuheyle karargâhına gidip silahlanın!

Cemaat susmuştu, kimse bir şey söylemiyordu. Ünlü Hâtem-i Tai'nin oğlu Adiy ayağa kalkıp: "Ben Hatem'in oğluyum." dedi. "Suphanallah! Bu ne suskunluktur ey cemaat! Bu öldürücü suskunluğunuz niye? Peygamberinizin oğluna neden cevap vermiyorsunuz? Allah'ın gazabından korkmuyor musunuz?! Alçaklık ve utanca düşmekten korkmuyor musunuz Allah aşkına?!"

Sonra da İmam'a dönüp: "Sözlerinizi duyduk efendim!" dedi, "Emirlerinizi canla başla yerine getirmeye hazırız! Ey cemaat! Ben karargâha gidiyorum, isteyen benimle gelsin!"

Kays b. Sa'd b. Sa'saa Teymî de etkili konuşmalarıyla halkı savaşa hazırlayıp teçhizat ve asker hazırlıklarına giriştikten sonra karargâha gittiler.[21]

İmam Hasan'ın (a.s) savaş karargâhında toplanan gruplar arasında Şiîlerden başkaları da vardı:

1- İmam Hasan'ı (a.s) desteklemek için değil, sadece Muaviye'yle savaşabilmek için gelen Haricîler.

2- Ganimet toplamak için gelenler

3- Dinî bir kaygısı olmayıp da sırf kabile başkanının peşinden gelenler.[22]

İmam Hasan (a.s) bu ordunun bir kısmını "Hekem" komutasında Anbar şehrine gönderdi, ancak Hekem ve ondan sonra onun yerini alan komutan, Muaviye'nin altın vaatlerine kanıp İmam'a ihanet ettiler ve Muaviye'nin safına geçtiler.

İmam Hasan (a.s) da Medain'in Sabât bölgesine gitmiş ve burada hazırladığı 12 bin kişilik orduyu Ubeydullah b. Abbas komutasında öncü kuvvetler olarak Muaviye'yle savaşa göndermişti. Ubeydullah'a bir şey olursa Kays b. Sa'd b. Ubâde el-Ensarî onun yerine geçecekti.

Muaviye, Kays'ı satın alabilmek için ona 1 milyon dirhem göndererek ya kendi safına geçmesini, ya da İmam Hasan'dan ayrılmasını istedi, ancak Kays gönderilen parayı geri çevirdi ve Muaviye'ye gönderdiği cevapta "Benim dinimi para ve hileyle elimden alamazsın! Git bu hileni başka kimselere yap. Ben İmam Hasan'ı senin karşında yalnız bırakacak kadar alçalmadım!" dedi.[23]

Ne var ki, ordunun birinci komutanı, yani Ubeydullah b. Abbas, aynı meblağın sırf vaadine bile kanarak gece yarısı yakın adamlarıyla birlikte karargâhtan ayrılıp Muaviye'nin saflarına katıldı! O günün sabahı, komutanın kaçtığı anlaşıldı, ordu başsız kalmıştı, Kays sabah namazını kıldırdıktan sonra komutayı ele aldı ve durumu hemen İmam'a (a.s) rapor etti.[24]

Kays, Muaviye'nin ordularını dağıtıyor, yiğitçe savaşıyordu. Onu oyuna getirmenin veya satın almanın mümkün olmadığını gören Muaviye, İmam'ın komutasındaki askerlerin arasına soktuğu casusları vasıtasıyla Kays'ın Muaviye'yle gizlice anlaştığı söylentilerini yaydı; bir başka grubu da Kays'ın karargâhına sızdırarak İmam Hasan'ın (a.s) Muaviye'yle barış yaptığı söylentisini yaydı![25]

Bu psikolojik savaş beklenen sonucu vermiş ve barışa karşı olan Haricîler kolayca oyuna gelerek beklenmedik bir isyan başlattılar. İmam Hasan'ın (a.s) çadırına saldırarak çadırı yağmalamış, İmam'ın üzerinde namaz kıldığı seccadeyi bile çalmış ve İmam'a da saldırarak bacağından ağır şekilde yaralamışlardı.

Aldığı yara derin ve ağır olduğundan İmam'ın (a.s) durumu vahim bir hâl aldı.[26]

Yakın adamları İmam Hasan'ı (a.s), İmam Ali (a.s) tarafından Medain valisi tayin edilen Sa'd b. Mesud es-Sakafî'nin evine; Medain'e götürdüler. Bir müddet İmam'ın tedavisini burada yaptılar. Bu arada İmam'ın (a.s) ordusunda olup da dini kaygıları olmayan veya İmam'a içten içe düşmanlık besleyen bazı kabile reisleri, Muaviye'ye mektup yazarak Irak'a gelmesi halinde İmam Hasan'ı ona teslim edeceklerini bildirdiler.

Muaviye İmam'a (a.s), bu mektupla birlikte sulh için koştuğu her şartı kabul edeceğini bildiren bir mesaj gönderdi.[27]

İmam (a.s) bu sırada ağır yaralıydı. Adamlarının çoğu onu paraya, makama satmış, ordudan ayrılan askerlerin her biri de bir yere dağılmıştı. Kaldı ki bu askerler arasında inanç ve amaç birliği de yoktu; her grup veya kabile kendi bildiğini okumakta ısrar ediyordu.

Bu şartlar altında savaşın sürmesi İslâm'a ve dindar Müslümanlara kesinlikle zarar verecekti artık. Çünkü Muaviye savaşarak galip gelse İslâm'ın kökünü kazımakta tereddüt etmeyecek, Ehlibeyt okulunun yetiştirdiği nadide ve dindar insanlara hayat hakkı tanımayacaktı artık.

Bu nedenle İmam Hasan, hepsi inceden inceye hesaplanmış birçok şartlar öne sürerek bu barış teklifini kabul etti.[28]

Bu şartlardan bazısı şunlardı:

1- Şiaların kanı dökülmeyecek, hakları çiğnenmeyecek.

2- Hz. Ali'ye (a.s) küfredilmeyecek.[29]

3- Muaviye gelirlerinden 1 milyon dirhemi Cemel ve Sıffin savaşı yetimlerine paylaştıracak.

4- İmam Hasan (a.s) Muaviye'ye "müminlerin emiri" demeyecek.[30]

5- Muaviye Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine göre amel edecektir.[31]

6- Muaviye kendisinden sonra başkasını halife olarak atamayacaktır.[32]

Muaviye, dindar Müslümanların ve İslâm dininin esaslarını ve özellikle Şiilerin canını korumaya yönelik olan şartların hepsini kabul etti. Böylece de savaş sona ermiş oldu.

Şahadeti

İmam Hasan'ın (a.s) yaşça genç olmasını bahane göstererek onun halifeliğini engelleyen Muaviye, tam anlamıyla ayyaş bir serseri olan toy oğlu Yezid'in kendisinden sonra tahta geçmesi için ortam oluşturmaya başladı. Ancak, İmam Hasan'ı (a.s) bu konuda ciddi bir tehlike olarak görüyordu. Çünkü o öldükten sonra İmam Hasan (a.s) hayatta olursa, Emevî zulmünden sabrı tükenmiş olan halk, İmam Hasan'ın (a.s) etrafında toplanıp ona biat edebilirdi. Bu nedenle İmam'ı ortadan kaldırmak için birkaç kez girişimde bulunup komplolar tertipledi ve sonunda h. 50. yılı Sefer ayının 28'inde İmam Hasan'ı (a.s) zehirleterek şehit ettirdi.

İmam Hasan (a.s) Medine'de, Cennet-i Baki mezarlığında toprağa verildi.[33] Allah'ın ve meleklerinin selamı o değerli insana olsun.

İmam Hasan'dan (a.s) Vecizeler

1- Alçak ve şerefsiz insanlar, iyiliğe karşılık teşekkür etmezler.

2- İffetli ve dürüst olmak rızkı ve geliri azaltmaz; hırs ve tamah da rızkı çoğaltmaz.

3- İçinde zerrece şer ve kötülük bulunmayan halis hayır ve iyilik; nimete kavuşunca şükretmek, sıkıntı ve zorluğa düşünce de sabırlı olmaktır.

4- Dünyada küçük düşüp horlanmak, cehennem ateşine atılmaktan yeğdir.

5- En sağlam kalp, zan ve şüphelerden temizlenmiş olanıdır.

6- Ahiret yolculuğunun ne kadar uzun olduğunu anlayan kişi, kendisini bu uzun yolculuğa hazırlar ve azığını temin etmeye başlar.[34]

7- Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, başkalarına öyle davran.

8- Ahiret yolculuğuna hazır ol, ölüm gelip çatmadan ahiretin için azığını hazırla.

9- Birbirine akıl danışıp meşverette bulunanlar, mutlaka kendi hayırlarına olacak yolu görürler.

10- Ölmeden önce salih amel işlemeye çalışın.[35]

--------------------------------------------------------------------------------

[1]- el-İrşad, Şeyh Müfid, s.169; Tarihu'l-Hulefa, Suyutî. s.188, Mısır basımı. Merhum Şeyh Kuleynî İmam Hasan'ın (a.s) Hicret'in 2. yılında dünyaya geldiğini yazar.

[2]- Biharu'l-Envar, c.43, s.238 yeni baskı.

[3]- Delailu'l-İmame, Muhammed b. Cerir Taberî, s.60.

[4]- Tarihu'l-Hulefa, s.188.

[5]- Biharu'l-Envar, 43/264.

[6]- Tarihu'l-Hulefa, s.189.

[7]- el-İrşad, Şeyh Müfid s.181; Biharu'l-Envar, 43/278.

[8]- Tabakat-ı Kebir, c.1, 2. böl. s.33

[9]- Gayetu'l-Meram, s.287

[10]- Hayatu'l-İmami'l-Hasan b. Ali, c.1 s.260–261

[11]- Tabakat-ı Kubra, c.3, 1. böl. s.20.

[12]- Hayatu'l-İmami'l-Hasan b. Ali, 1/396–399.

[13]- Hayatu'l-İmami'l-Hasan b. Ali, 1/444–445.

[14]- Hayatu'l-İmami'l-Hasan b. Ali, 1/479.

[15]- Usulu Kâfi, 1/297–298

[16]- Şûrâ Suresi, 23.

[17]- el-İrşad, Şeyh Müfid s.169–170; Nehcu'l-Belağa Şerhi, İbn Ebi'l-Hadid, 16/30

[18]- el-İrşad, Şeyh Müfid, s.170.

[19]- Nehcu'l- Belağa Şerhi, İbn Ebi'l-Hadid, 16/35.

[20]- Biharu'l-Envar, 44/23.

[21]- Nehcu'l- Belağa Şerhi, İbn Ebi'l-Hadid, 16/37–40.

[22]- el-İrşad, Şeyh Müfid, S.171.

[23]- Tarih-i Yakubî 2/204-207.

[24]- el-İrşad, Şeyh Müfid. S.172.

[25]- Tarih-i Yakubî. 2/204–207.

[26]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.204–207. Taberî Tarihi, 7/1.

[27]- el-İrşad, Şeyh Müfid, s.172–173.

[28]- Tarih-i Yakubî, 2/204–207.

[29]- el-İrşad, Şeyh Müfid, s.173; Mekatilu't-Tâlibiyyin s.26.

[30]- Biharu'l-Envar, 44/2-3.

[31]- Biharu'l-Envar, 44/65.

[32]- Biharu'l-Envar, 44/65.

[33]- Murucu'z-Zeheb, 2/427; Delailu'l-İmame, s.60; Tabakat-ı İbn Sa'd, c.5, s.24. İmam'ın şahadet tarihiyle ilgili farklı rivayetler için bakınız: Tarih-i Bağdad, c.1, s.140; Tarihu'l-Hulefa, s.192; Delailu'l-İmame, s.60.

[34]- Bir ila altıncı hadislerin kaynağı: Tuhefu'l-Ukul, s.168–170.

[35]- Yedi ila onuncu hadislerin kaynağı: Tuhefu'l-Ukul, s.7–9.

ABNA.İR