کارگر

کارگر

İran yarım asırlık nükleer çabaların meyvesini almaya başladı

İran'ın ilk nükleer santrali olan Buşehr'de, elektrik üretiminin 940 megavata kadar çıktığı bildirildi.

İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Firuddin Abbasi, devlet televizyonuna verdiği demeçte Buşehr nükleer santralinde tam kapasite elektrik üretimi için sona yaklaşıldığını söyledi.

Santralde ilk elektrik üretimine başlanmasından bu yana birçok kez testler yapıldığını ve elektrik üretme gücünün kademeli olarak artırıldığını belirten Abbasi, önceki gece 940 megavatlık bir güce ulaşıldığını açıkladı.

Abbasi, 1000 megavat elektrik üretme gücündeki santralin birkaç ay içinde tam kapasiteye ulaşmasının planlandığını bildirdi.

Rusya'nın Buşehr santralini bitirmekle yükümlü olduğunu kaydeden Abbasi, anlaşmalar doğrultusunda santralin işletilmesinin kademeli olarak İran'a devredileceğini belirtti.

Buşehr nükleer santrali, 4 Eylül 2011'de ilk etapta üretilen 60 megavat gücündeki elektrikle faaliyete başlamıştı.

İran'da nükleer enerjiden elektrik üretmek amacıyla 1950'li yıllarda başlatılan projelerden biri olan Buşehr santrali, üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen bir dizi sorundan dolayı planlandığı şekilde faaliyete geçirilemedi.

Nükleer teknoloji ve enerji elde etmesi için ABD, Almanya ve Fransa gibi Batılı ülkelerce teşvik edilen İran, 1979 İslam Devrimi sonrasındaki süreçte nükleer enerji faaliyetlerinden dolayı yine bizzat bu ülkelerin başını çektiği güçlerce yaptırım, baskı ve tehditlere maruz kaldı. Batı ülkeleri Şah'ın devrilmesinin ardından nükleer projelerle ilgili anlaşmaları tek taraflı olarak iptal etti.

Yarım kalan nükleer projelerden biri olan Buşehr nükleer santralinin tamamlanması için 1990'lı yıllarda Rusya devreye girdi.

Taraflar arasındaki uzun müzakerelerden sonra Rusya, Buşehr'in bitirilmesini resmen üstlenmiş oldu.

Ancak, Rusya'nın 1999'da teslim etme vaadinde bulunduğu Buşehr nükleer santralinin yapımı, ABD ve müttefiklerinin Moskova üzerindeki baskılarının ve diğer uluslararası dengelerin etkisiyle bir türlü tamamlanamadı. Rusya yönetimi ise, 13 yıl önce tamamlanması gereken santralle ilgili gecikmeyi ekonomik ve teknik sorunlara bağlıyor.

Elektrik üretimine başlaması defalarca ertelendikten sonra ilk kez 4 Eylül 2011'de 60 megavat elektrik üreten Buşehr'in tam kapasiteye ne zaman ulaşacağı ise şimdilik bilinmiyor.

Çarşamba, 02 May 2012 06:50

Aleviler Namaz Kılmak Zorunda mı?

 

Sorunun cevabına geçmeden önce Alevi sözcüğünün ne anlama geldiğini açıklayalım; eskiden beri Hz. Ali’nin (a.s) soyundan gelen seyyitlere Alevî denilmiştir. Nitekim İmam Hasan’ın (a.s) soyundan gelenlere Hasenî, İmam Hüseyin’in (a.s) soyundan gelenlere Hüseynî, İmam Musa Kazım’ın (a.s) soyundan gelenlere Musavî, İmam Rıza’nın soyundan gelenlere de Razavî demişlerdir. Şimdi de onların soyundan gelen seyyidlere öyle diyorlar. Daha sonra zamanla Hz. Ali’nin (a.s) taraftarları ve takipçilerine de Alevî denilmiştir. Hz. Ali’nin döneminde onun taraftarlarına ve takipçilerine genellikle Şia deniliyordu. Selman, Ebuzer ve Mikdat gibi sahabeler geldiklerinde Ali’nin Şiası yani taraftarı, takipçisi geldi diyorlardı.

Şia terimi, Hz. Resulullah (s.a.a)’in kendi zamanında Hz. Ali’nin (a.s) takipçilerine verilen isimdir. Şia ismini Hz. Ali (a.s)’ın takipçilerine veren, bizzat Resulullah’ın (s.a.a) kendisidir. Hz. Peygamber’in kendisi Hz. Ali’nin taraftar ve takipçilerini, “Şia“, “Naci” ve “Kurtuluşa erenler” olarak adlandırmıştır.

Hilyet’ul-Evliya!da İbn-i Abbas’tan şöyle naklediyor: “Beyyine” suresinin sekizinci ayeti, yani “İnnellezine âmenu ve amil’us-salihati ulâike hum hayr’ul-beriyyeti…” (İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da yaratılmış olanların en hayırlılarıdır…) nazil olduğunda Resulullah (s.a.a) Ali b. Ebi Talib’e hitaben şöyle buyurdular:

“Ya Ali! “Hayr’ül-berriye’den (yaratılmışların en hayırlılarından) maksat sen ve senin şialarındır. Kıyamet günü sen ve şiaların, Allah’ın sizden sizin de Allah’tan razı ve hoşnut olduğunuz halde gelirsiniz.”

Bu konuda birçok hadis nakledilmiştir, isteyenler konuyla ilgili kitaplara başvurabilirler.

Şimdi sorumuza dönelim; Acaba Aleviler namaz kılmak zorunda mıdır?

Cevap: Evet, ben Aleviyim diyen namaz kılmak zorundadır. Zira Alevilerin İmamı olan Hz. Ali (a.s) ve onun tertemiz Ehlibeyti (a.s) olan İmamlar namaz kılmış ve namaz kılmayı da önemle vurgulamışlardır. Kur’an’da namazla ilgili birçok ayetler vardır. Başta Hz. Ali (a.s) olmak üzere Ehlibeyt İmamları (a.s) Kur’an’ı bizzat kendileri okuyor, onu okutuyor ve ona göre de amel ediyorlardı. Onlar hiçbir zaman Kur’an’ın emri dışına çıkmamışlardır, Kur’an’ın emirlerini uygulamak yolunda can ve mallarından geçmişlerdir. İmamların siresine baktığımızda onların Kur’an’a ne kadar önem verdiklerini çok iyi görebiliyoruz, hatta bizlere her gün Kuran’dan elli bir ayet okuyun diye tavsiyede bulunmuşlardır.

Bazı garazlı veya cahil insanlar namaz Arapçada salat olarak geçer, salatın manası da duadır, dolayısıyla namaz diye bir şey yoktur diyorlar. Bunlara cevap olarak şöyle deriz:

Bazı lafız ve sözcüklerin hem lugat, (sözlük) hem de ıstılah (terimsel) manaları vardır. Istılah anlamını taşıyan yerlerde lugat anlamı getirilirse, tamamiyle yanlış ve çarpıtma olur. Öreneğin, “hac” luğatta; kasıt manasınadır ama ıstılahta (şeriatta), Allah rızası için O’nun evini (Kabe’yi) ziyaret etmek ve gereken amelleri yapmaktır. “Savm” (oruç) da lugatta; bir işten kendini tutmak ve sakındırmaktır, ama ıstılahta; belli vakitlerde sabah ezanından akşam ezanına kadar yemek ve içmekten ve cinsi münasebetten uzak durmaktır. “Zekat” da lugatta; temizlik, fazlalık manasınadır ama ıstılahta; kişinin kendi malından Allah yolunda gereken yerlere infak ettiği muayyen miktarda bir maldır. Söz konusu olan “Salat” da lugatta; dua, rahmet vs. manalara gelebilir ama ıstılahta; belli vakitlerde Allah rızası için kılınan namazdır.

İşte bundan dolayı bazı lafız ve sözcükleri lugat manasına yorumlamak yanlış ve saptırma olur. Kalplerinde hastalık olanlar, işlerine gelmediğinden kelimenin ıstılah manasını değil lugat manasını alarak cahil olan insanları saptırmak isterler. Allah (c.c) bütün Müslümanları onların şerrinden korusun.

Namaz; en kamil bir ibadet, en güzel bir kulluk merasimi ve alemlerin Rabbine karşı huşu ve tevazu izharında bulunmaktır.

Kur’ân ayetleri ve rivayetler de namaz hususunda çok önemli gerçekleri söz konusu etmiştir ki bu gerçeklerden bazılarına başlıklar halinde kısaca değinmek istiyoruz:

Namaz; insanı fuhuş ve kötülüklerden korur.

Namaz kılmak mümin topluluğun nişanelerindendir.

Bütün peygamberler, namaz kılan kimselerdi. Peygamberler, ailelerini de namaz kılmaya davet etmişlerdir.

Bütün namazlara dikkat göstermek, farz olan görevlerdendir.

Namaz kılmayan kimse, Allah’ın rahmetinden mahrumdur ve şefaatçilerin şefaati onu kapsamaz.

Namaz dinin kanunlarındandır. Allah’ın hoşnutluğunun cilve mekanıdır ve Peygamberlerin aydınlık yoludur.

Namaz, dini ikrar ettikten sonra İslam’ın başında yer almaktadır. Her şeyin bir şerafet ve yüceliği vardır; dinin şerafet ve yüceliği ise namazdır.

Namaz, şeytanın saldırıları karşısında sağlam bir kaledir.

Namaz, rahmetin iniş sebebidir.

Allah nezdinde en sevimli amel namazdır.

Namaz peygamberlerin en son vasiyetidir.

Namaz Allah Resulü’nün göz nurudur.

Namaz her takvalı insanı Allah’a yaklaştırandır.

Namaz, marifetten sonra en yüce ameldir.

Namaz ilmin sütunudur.

Namazın şartlarına riayet ederek kılmak, bağışlanma sebebidir.

Kıyamette insanların sorguya çekildiği ilk şey namazdır.

Allah’ın kulların amellerinden aldığı ilk şey namazdır.

Kıyamette hesaba çekilen ilk amel namazdır.

Namaz, insanı kibirden temizleme sebebidir.

Namazın kabul olması, takvanın, istekli olmanın, sakınmanın ve haramlardan uzak durmanın ipoteğindedir.

Vaktinde kılınan namazın üstünlüğü, ahiretin dünyaya üstünlüğü gibidir.

Namaz kılmayan kimse kafirdir (amel açısından küfre saplanmıştır).

Namaz kılmayan kimse, ölümden sonra Yahudilerin veya Hıristiyanların veya Mecusilerin safına katılır.

Namazı önemsememek, Allah Resulü tarafından reddedilmeye sebep olur.

Namazı terk etmek, namazı zayi etmek, namazı hafife almak, namazı ertelemek, namazı ilk vaktinden tehir etmek şüphesiz duanın icabetine engel olan etkenlerdir.

İbadetler arasında kapsamlı bir ibadet diyebileceğimiz tek ibadet namazdır. Namaz kılan kimse namaz vesilesiyle Hak Teala’nın huzurunda tümüyle huzu, tevazu ve küçüklük izharında bulunmaktadır. Namaz vesilesiyle, Allah’ın birliğini ikrar etmektedir ve namaz vesilesiyle, Allah’ın dergahına şükrünü belirtmektedir. Araştırma ve marifete dayalı olarak Allah’ın varlığını itiraf etmektedir. Bu organlar insanların iradesiyle birleşerek zevk ve iştiyakla mescide, Kabe’ye, Peygamber ve İmamların haremine koşmaktadırlar.

Bu bölümde kapsamlı bir ibadet olan namaz hakkındaki nakledilen rivayetleri aktarmak istiyoruz. Allah-u Teala’dan acizane bir şekilde, bütün şartlarına, özellikle de ihlas ve hulus özelliğine riayet ederek insanın ferdi azaba duçar olmasına engel olan ve en büyük ibadet sayılan namaz hakkında başarılı kılmasını diliyoruz.

Allah Resulü (s.a.a) namaz hakkında bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Namaz dinin kanunlarındandır. Namazda aziz ve celil olan Rabbin rızayeti vardır ve namaz peygamberlerin yoludur.”[1]

Yine Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Övgüsü yüce olan Allah benim göz nurumu namazda karar kılmıştır. Aç kimseye yemeyi ve susuz kimseye suyu sevdirdiği gibi bana da namazı sevdirmiştir. Aç kimse yediğinde doyar, susuz kimse de su içtiğinde suya kanar ama ben asla namaza doymuyorum”[2]

Yine Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Namaz için ayağa kalkıp kıbleye yöneldiğinde, Fatiha suresini ve Kur’ân surelerinden mümkün olan bir sureyi okuyup rükuya gittiğinde, rüku, secde, teşehhüd ve selamını tamamladığında, önceki namazla son namaz arasındaki bütün günahların bağışlanmış olur.”[3]

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) namazla ilgili birkaç rivayette şöyle buyurmuştur:

“Namaz rahmet indirir.”[4]

“Namaz her takvalı kimse için Allah’a yakınlaştırıcıdır.”[5]

“Sizlere namazı ve namazı korumayı tavsiye ediyorum. Şüphesiz ki namaz en hayırlı ameldir ve namaz dininizin direğidir.”[6]

“Şüphesiz insan namazda olduğu müddetçe bedeni ve elbisesi ve etrafındaki her şey tesbih eder.”[7]

“Ey Kumeyl! Namaz kılman, oruç tutman ve sadaka vermen iş değildir. Şüphesiz iş, temiz bir kalple namaz kılmak, Allah katında hoşnutluk kazanan bir amel etmek ve düzgün bir huşu içerisinde olmaktır.”[8]

“İnanan kullarıma söyle: Namazı kılsınlar, ne alışverişin, ne de dostluğun olmadığı bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızktan gizli ve açık infak etsinler.”[9]

Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: “Onlar ki gaybe inanıp namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan Allah yolunda harcarlar.”[10]

Resulullah (Allah’ın rahmeti onun ve Ehlibeyti’nin üzerine olsun) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamette kulun ilk hesap vereceği şey namazdır. Eğer namazı kabul olursa, diğer amelleri de kabul olur; eğer namazı kabul olmazsa, diğer amelleri de kabul olmaz.”

Resulullah (Allah’ın rahmeti onun ve Ehlibeyti’nin üzerine olsun) şöyle buyurmuştur: “Namazı hafife alan benden değildir.”[11]

Yine nakledildiğine göre, İmam Cafer Sadık (a.s) ölüm döşeğindeyken bütün yakınlarının toplanmasını istemiştir. Yakınları başına toplanınca şöyle buyurmuştur: “Biz Ehlibeyt’in şefaati namazı hafife alanlara ulaşmayacaktır.”

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Onlar cennetler içinde suçluların durumunu sorarlar. Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi? Derler ki , biz namaz kılanlardan olmadık…”[12]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Namaz dinin direğidir; kasıtlı olarak namazını terk eden, şüphesiz dinini yıkmıştır.”[13]

Meâric suresinde “namaz kılanlar” şöyle vasfedilmiştir:

“Gerçekten insan, bencil ve hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır, kendisine hayır dokundu mu yardım etmez. Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.

Onlar ki, namazlarını sürekli kılarlar. Onların mallarında belli bir hisse vardır yoksul ve yoksun olan(lar) için. Onlar, ceza ve mükâfat gününü tasdik ederler.

Rablerinin azabından korkarlar… Ve onlar, ırzlarını korurlar; ancak kendi eşleri ya da cariyeleri başka; çünkü onlar (bunlardan dolayı) kınanmazlar..

(Bir de) onlar, kendilerine verilen emaneti ve verdikleri ahdi gözetirler. Şahitliklerinde dosdoğru davranırlar. Namazlarını korurlar. İşte onlar, cennetlerde ağırlanırlar.”[14]

İmam Bâkır (a.s) bir hadisinde namaz kılanın üç özelliği olduğunu buyurur:

“Ayaklarını bastığı yerden göklere kadar melekler tarafından korumaya alınır. Namazı bitene kadar gökten, başına hayırlar yağar. (Allah tarafından) görevlendirilen melek, ‘Namaz kılan, kiminle münacat ettiğini bilse namaz kılmaktan ayrılmaz’ diye seslenir.”[15]

“Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl. Güzellikler kötülükleri silip süpürür. İşte bu, Allah’ı ananlara bir öğüttür.”[16]

Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Namaza durup kıbleye yöneldiğinde, Fatiha ve ardından herhangi bir sureyi okuyup rüku yaptığında, namazın rüku ve secdelerini yapıp teşehhüt ve selamını okuduğunda, namaz kılıncaya kadar işlemiş olduğun günahlar bağışlanmış olur.”[17]

Selman-i Farisi’den şöyle rivayet edilmiştir:

Resulullah (s.a.a) ile birlikte bir ağacın gölgesinde idik. Allah’ın elçisi ağaçtan bir dal tutup salladı ve dalın yaprakları döküldü. Peygamber buyurdu: “Yaptığımın sebebini sormayacak mısınız?” Dedik: Sebebini bize bildir ey Allah’ın elçisi. Buyurdu: “Şüphesiz Müslüman kul namaza durduğunda bu ağacın yapraklarının döküldüğü gibi, bütün günahları dökülür.”[18]

Hz. Ali, Peygamber efendimizin kendisine şöyle buyurduğunu rivayet eder:

“Ya Ali, beni hak üzere müjdeci ve uyarıcı olarak seçene (Allah’a) andolsun ki, sizden biri abdest almaya durduğunda, bütün azalarından günahlar dökülür. Allah’a (kıbleye) yüzü ve kalbiyle yöneldiğinde, namazını bitirdikten sonra bütün günahları bağışlanmış olur.”[19]

Dipnotlar___________________________________________________________________________________________________________

[1] - el-Hisal, c.2, s. 522, 11. hadis ve Mizan’ul-Hikmet, c.7, s. 3092, es-Salat, 10528. hadis

[2] - Mekarim’ul-Ahlak, s. 461, el-Fesl’ul-Hamis ve Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 3092, es-Salat, 10535. hadis

[3] - Emali’yi Saduk, s. 549, 22. hadis; Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 3096; Salat, 10556. hadis

[4] - Gurer’ul-Hikem, s. 175, 3341. hadis ve Mizan’ul- Hikmet, c. 7, s. 3092, es-Selat, 10532. hadis

[5] - el-Hisal, c. 2, s. 620 ve Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 3094, es-Selat, 10537. hadis

[6] - Emali-yi-Tusi, s. 522, 1157. hadis ve Mizan’ul- Hikmet, c. 7, s. 3094, es-Selat, 10543. hadis

[7] - İlel’uş-Şerayi’, c. 2, s. 336, 33. Bab, 2. hadis ve Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 3104, es-Selat, 10585. hadis

[8] - Tuhaf’ul-Ukul, s.174, Vasiyet’un li Kumeyl b. Ziyad ve Mizan’ul-Hikmet, c.7, s.3106, es-Selat, 10592. hadi

[9] - İbrahim suresi, 31. ayet.

[10] - Bakara suresi, 3. ayet

[11] - Bihar-ul Envar, c.79, s.136.

[12] - Müddessir, 40-44. ayetler.

[13] - Bihar-ul Envar,c.82,s.202.

[14] - Meâric suresi, 19-35. ayet.

[15] - Men La Yahzuruh-ul Fakih, c.1, 30. Bab, 15. hadis.

[16] - Hûd suresi, 114. ayet.

[17] - Bihar-ul Envar, c.82, s.205.

[18] - Bihar-ul Envar, c.82, s.205.

[19] - Bihar-ul Envar, c.82, s.220.

Danimarka'daki Hz. Muhammed karikatürlerinin benzerleri şimdi de Almanya'da...

 

Danimarka’da Hz. Muhammed’in (sav) karikatürlerinin yayınlanmasıyla ilgili krizin benzeri Almanya’da filizlenmeye başladı.

Kuzey Ren Vestfalya’da aşırı sağcı bir grup “Muhammed karikatür yarışması” başlattı. Grup, 13 Mayıs’ta eyalette camilerin önünde karikatür sergileri açacak.

Spiegel online’nın haberine göre İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich, Selefiler ile aşırı sağcılar arasında patlak verebilecek gerginlerin kamu güvenliğini tehdit edebileceği uyarısında bulundu.

Eylemin ardında cami inşa edilmesine karşı çıkan Pro/NRW grubu bulunuyor. Friedrich, milletvekillerine prokovasyonun, gerginliğe yol açıp, Almanya’nın yurtdışındaki temsilcileri ve şirketlerine zarar verebileceğini belirtti. Hürriyet'in haberine gör eyalet İçişleri Bakanı Ralf Jaeger, polise gerekli önlemlerin alınması talimatını verdiğini söyledi.

Selefilerin Suriye krizindeki etkileri görmezlikten gelinmemelidir. Suudi Arabistan öncülüğündeki Vahabbiliğin son zamanlarda Suriye’deki nüfuzunun etkisiyle bir kriz ortaya çıkmıştır.

İmam Humeyni önderliğinde 1979’da İran’da gerçekleşen İslam Devrimi bütün dünyayı hayrete düşürmüştü. Aynı şekilde, 2011’de Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da tekrar bütün dünyayı hayrete düşüren tarihin nadir olaylarından biri olan İslami uyanışa şahit olduk. Tunus’ta başlayan İslami uyanışın üzerinden uzun zaman geçmemesine rağmen bunun hakkında çok şeyler söylenmiştir. Ancak internet ve uydu kanalları gibi gelişmiş iletişim araçlarına rağmen krizlerle karşı karşıya olan ülkelerdeki sınırlı bilgi akışı bölge ve siyasi uzmanların konu hakkında farklı ve bazen çelişkili analizler öne sürmelerine neden olmuştur.

Her ne kadar bu olayların hızı konu hakkında doğru ve mantıklı analiz ve öngörüleri zorlaştırsa da devlet yetkilileri garezden uzak bir şekilde bu olaylardan daha iyi yararlanmak ve bunları daha iyi okuyabilmek amacıyla doğru bilgi akışını sağlamada yardımcı olabilirler. Tunus devrimi, oluşmasındaki hızından ötürü şaşkınlığa neden oldu. Diktatörlük ve geniş güvenlik önlemlerine rağmen zulme maruz kalmış bir gencin kendisini yakmasıyla halk, spontane bir şekilde meydana çıktı ve “halk düzenin devrilmesini istiyor” sloganları atarak bir ay ve birkaç gün içinde bu ülkede yıllarca hüküm süren diktatörlük düzenini devirdi ve bölgede İslami uyanışı başlattı. Ardından Mısır devrimi dünyayı hayrete düşürdü. Bu ülkede de Tunus’ta olduğu gibi bazı insanlar kendilerini yaktılar ve halk Tunus’ta olduğu gibi “halk düzenin devrilmesini istiyor” sloganları atarak Kahire’nin Tahrir Meydanı’na ve ülkenin diğer şehirlerindeki meydanlara çıktılar. Bu ülkenin mahrum halkı ülkenin güvenlik kuvvetlerine karşı direndi ve hiçbir parti ve gruba bağlı olmadan Mısır halkının, özellikle de gençlerinin istekleri 20 günden az bir zamanda tahakkuk buldu ve Batı’ya bağımlı diktatör Hüsnü Mübarek devrildi.

Yukarıda da belirtildiği üzere bu devrimler dünya istikbarının öngörüsü olmadan çok hızlı bir şekilde ortaya çıkıp neticelendi. Bu yüzden Amerika merkezli Batı ile Siyonistler bölge ülkelerindeki İslami uyanışı etkilemek ve diğer bölge ülkelerine sirayet etmesini engelleyerek bunları bozguna uğratmak için bazı girişimlerde bulundular.

Bu arada padişahlık ve diktatörlükle yönetilen ve Amerika’nın elinde oyuncak olan Fars Körfezi ülkeleri de İslami uyanışın kendi ülkelerine sirayet etmesinden korkuyorlardı. Bu yüzden Amerika’nın ve genel bir şekilde Batı’nın yol göstericiliği ile ülkelerindeki her türlü halkçı itirazı bastırmaya başladılar. Tabii bu hususta en önemli rolü Suudi Arabistan ifa etmiştir. Bu bağlamda Bahreyn’in diktatör düzeni halkın haklı talepleri karşısında yetersiz kalınca Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinden yardım isteyerek Batılıların elindeki oyuncak olan bu ülkelerin yardımıyla kendi mazlum vatandaşlarının isyanını bastırmaya çalıştı. Bölgenin etkin ve önemli ülkelerinden biri olan İran İslam Cumhuriyeti söz konusu ülkelerde, yani Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreyn’de halkçı hareketleri desteklediğini resmi bir şekilde ilan ederek söz konusu ülkelerden halklarının taleplerine saygı göstermelerini istedi.

 

Medya Organlarının Bölgedeki Değişimlerde İfa Ettikleri Roller

Facebook ve Twitter gibi farklı internet siteleri ile el-Arabiye, el-Cezire ve BBC Arapça gibi uydu kanalları olayları anbean aktararak bilgi akışında çok önemli roller ifa ettiler ve kamuoyunun, bilhassa gençlerin aydınlatılmasını sağladılar. Halkın talep ve sloganlarının aynı olması ve benzer itiraz yöntemlerini benimsemeleri bu iddianın delilidir.

 

İslami Uyanışta Suriye’nin Konumu

Suriye’nin siyaset ve toplum sahnesinde gelişen olaylar ile söz konusu ülkelerde ortaya çıkan hadiseler birbirinden çok farklıdır. Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreyn’deki olayların kaynağı halkın kendisiyken Suriye’de vaziyet çok daha farklıdır. Suriyeli yetkililer bu olayların dışarıdan yönlendirildiğini ve Batı’nın desteklediği silahlı grupların sivilleri öldürdüklerini söylemektedirler. İran, Suriye ve Lübnan Hizbullah’ı, dünya istikbarı ve Siyonistlere karşı sağlam bir kale oluşturmuştur ve Batılılar ile bölgede onlara bağlı güçler İran ve Hizbullah aleyhinde bir şey yapamadıkları için Suriye’yi hedef almışlardır. Bir taraftan da bölgedeki ve Arap ülkelerindeki hızlı değişimlerden ötürü Batılılar İran İslam Cumhuriyeti’nin nüfuzunun artmasından korkmaktadırlar. Bu yüzden Suriye’deki olayları karartarak Suriye’nin müttefiki olan İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgedeki değişimler karşısında ikili oynadığını gösterme çabasına girmişlerdir.

Nitekim bölgede halkçı itirazların hızlı bir şekilde yayılmasından dolayı kamuoyu Suriye konusunda yanılgıya düştü ve ülkedeki hadiseler Bahreyn’de olduğu gibi Amerika ile Batılıların yardımıyla bastırılan halk ayaklanmalarıyla aynı kategoride gösterilmeye çalışıldı. Bu hususta sulta düzenin uydu kanallarının etkisi fazla olmuştur. Bunlar arasında el-Arabiye, el-Cezire, BBC Arapça, 24 Fransa ve Körfez ülkelerinin diğer uydu kanallarının adını zikredebiliriz. Bu uydu kanallarının geneli Arabistan’ın, aslında da geri plandaki dünya emperyalizminin yol göstericiliği ile bölgedeki değişimler hakkında haberler yapmaktadır. Bu kanallar Tunus ve Mısır’daki halk kıyamlarını uygun bir şekilde göstermiştiler. Ancak bölgenin diktatör düzenleri ülkelerindeki halk ayaklanmalarından duydukları korkulardan ötürü dünya kamuoyunu yanıltmak ve Bahreyn gibi bölge ülkelerindeki itirazların önünü alabilmek amacıyla Suriye rejimine ve Beşşar Esed’in şahsına karşı ağır bir medya savaşı başlattılar. Nitekim bu bağlamda söz konusu uydu kanalları Bahreyn ile ilgili hiçbir haberi yansıtmamaktadır. Suriye aleyhindeki bu ağır medya saldırısı Arap dünyası ve medya organları ile de sınırlı değildir. Bilakis CNN, BBC, VOA Farsça ve BBC Farsça gibi Batı’ya bağlı haber ve uydu kanalları da bu saldırıda yer almakta ve kasıtlı bir şekilde İran İslam Cumhuriyeti’nin bölge politikalarını zan altında bırakmak istemektedirler.

Öte yandan Selefilerin Suriye krizindeki etkileri de görmezlikten gelinmemelidir. Suudi Arabistan öncülüğündeki Vahabiliğin son zamanlarda Suriye’deki nüfuzunun etkisiyle bir kriz ortaya çıkmıştır ki medya organlarının bu alandaki tahrik faaliyetleri açıktır. İran İslam Cumhuriyeti’nin ve genel olarak İslami direnişin bölgedeki yeminli düşmanları İslami uyanışla beraber başlayan bu fırsattan istifade ederek Suriye’de fitne çıkarmaya ve Beşşar Esed’in yönetimindeki Suriye düzenini devirmeyi çalıştılar. Bu ülkede fitne çıkarmanın en iyi yolu da grupçuluktur. Ülke nüfusunun % 65’i Sünni’dir ve bunlar arasında Arabistan’ın finanse ettiği radikal gruplar vardır. Uzun yıllar boyunca ülkenin önde gelen yetkililerinin Alevi olması bazılarını rahatsız etmiş ve Suriye’nin İran ve Hizbullah ile ilişkisinin Şia mezhebinden kaynakladığını söylemişlerdir. Sefa, el-Visal, el-Halic ve Orient gibi Batıya bağımlı televizyon kanalları bu hususta Sünnilerin mezhebi duygularını harekete geçirip Beşşar Esed aleyhinde bir ayaklanmaya ortam hazırlamaya çalışmaktadır. Ancak Suriye’nin, dış düşmanları tarafında kiralanan muhaliflerin feci cinayetlerini enformatik ortama doğru ve zamanlı bir şekilde aktarması, yazılı ve görsel medyada muhaliflerin silahlı kuvvetlerin cenazelerini parçalamak ve ateşe vermek gibi insanlık dışı faaliyetlerinin yansıtılması, yakalanan teröristlerin itiraflarının yayınlanması, kiralanmış kimselerin Facebook gibi sosyal ağlarda paylaştıkları ve düşman kanallarında yayınlanan ses ve tasvirlerin içeriklerinin doğru bir şekilde aktarılması halkı düşmanın fitnelerinden haberdar kılmıştır. Artık Suriye’nin dini, siyasi ve kültürel elitleri ile halkın geneli düşman kanallarının abartılı haberlerine teveccüh etmemektedir.

Bu arada Suriye’deki değişimlerde göze çarpan önemli bir nokta Suriye’de kırmızı çizgi kabul edilen Fars Körfezi ülkelerinin bilhassa Arabistan’ın siyasetlerinin tartışılmaması politikalarına Suriye medyasının itina etmemesidir. Nitekim bu ülkelere bağlı el-Arabiye ve el-Cezire gibi televizyon kanallarının yalan haberlerinin ve abartılarının mahiyeti Suriyeliler için aşikar olmuş ve Suriye halkı bu itirazların halkçı itirazlar olmadığını anlamışlardır. Bu da Suriye medyasının siyasi tahlillerinde söz konusu ülkelerin yetkililerinin Batılılarla işbirliklerini rahat bir şekilde göstermesini kolaylaştırmıştır. Suriye’deki olayların çıkışında etkili olan diğer amilleri de ülkenin tek partili sisteme sahip olması, serbest seçimlerin yapılmaması, güvenlik birimlerinin (17 güvenlik birimi vardır) halka ve dini elite çok fazla baskı yapması ve yolsuzluklarla beraber fakirliğin fazla olması olarak sayabiliriz.

Suriye halkının geneli ülkede Beşşar Esed yönetimindeki düzenin devrilmesine varmayacak reformların yapılmasını istemektedir. Suriye halkının çoğu tarihte benzeri görülmemiş katliamlar yapan bu ülkedeki selefi grupların insanlık dışı davranışları ve özellikle de Beşşar Esed’in sahip olduğu direnişçi yapısı nedeniyle Beşşar Esed’i sevmektedir. Suriye halkı vatanlarının yeminli düşmanlarının ülkedeki olaylarda ellerinin olduğunu gördüklerinde bu fitnelere karşı tepki göstererek Beşşar Esed’i desteklemek amacıyla Şam, Halep ve Lazıkiye’de milyonluk gösteriler yaptılar. Bu destek gösterileri havai fişeklerle birlikte günlerce, bazen de sabah ezanına kadar sürdü.

Arap ülkelerindeki değişimlerden ötürü başlarda Suriye’nin de kırılgan bir yapısının olduğu düşünülüyordu. Ancak halkın gösterdiği tepkiler ve yeri geldiğinde sistemi eleştiren Şam müftüsü, Dr. Ramazan el-Buti ve diğer dini otoriteler, Vakıflar Bakanlığı ile görüşen din alimleri ve ülkenin diğer yetkilileri bunlara karşı durarak Suriye rejimini yıkmanın zor olduğunu gösterdiler.

Ülkenin yeri geldiğinde düzeni eleştirmekten kaçınmayan ünlü alimlerinden Dr. Ramazan el-Buti ve Dr. Muhammed Habeş farklı uydu kanalları ile yaptıkları söyleşilerinde bu ülkede reformların başlamasından ötürü Beşşar Esed’ten yana tavır takındıklarını açıkladılar. Nitekim Şii ve Sünnilerden müteşekkil Suriyeli Müslüman Alimler Birliği bu hususta bir bildiri yayınladı. Bütün bunlar Beşşar Esed yönetiminin devrilmesinin kolay bir şey olmadığını gösteriyordu. Tabii Hama şehrindeki olaylar ile bu ülkenin diğer şehirlerindekiler birbirinden çok farklıdır. Selefilerin öncülük ettiği yıkıcı gruplar Der’a (Suriye ve Ürdün sınırında), Cisr’ul-Suğur (Suriye ve Türkiye sınırında) ve Teleklah (Suriye ve Lübnan sınırında) gibi büyük şehirlerde yenildikten sonra 33 yıl önce Hafız Esed dönemindeki gibi Hama halkının çektikleri acıları (seksenli yıllarda Müslüman Kardeşlerin asıl merkezi olan Hama şehri Hafız Esed’in emri ile saldırıya uğramış ve bu şehirde binlerce insan öldürülmüştü) kullanarak ülkede iç savaş yaratmak ve Hama’yı da Libya’nın Bingazi şehri gibi muhaliflerin merkezi gibi göstermek istediler. Bu hassas ve buhranlı dönemde Amerika ve Fransa Büyükelçilerinin bu şehre gitmeleri de bu programlarını gösteriyordu.

Hama şehrinde 100 binden fazla gösterici olmasına (ki başka şehirlerde bu sayı 300’e bile ulaşamamaktadır) rağmen, Suriye güvenlik kuvvetleri düşman planlarından daha önce haberdar olduğu için, Suriye ve Türkiye sınırına tamamen hakim olduktan ve teröristlere sınırdan her türlü silahın akışını engelledikten sonra uygun bir program ile Hama şehrinin onları kabul etmeye hazır olduğunu göstererek bazı muhalif liderleri şehre çekmeyi başardı. Ardından da daha önceden hazırlanış plan doğrultusunda askeri bir operasyonla Hama şehrini muhasara etti ve güvenlik kuvvetleri yıkıcı eylemlerde bulunan teröristlerin çoğunu yakalamayı başardı. Bu başarılı operasyondan sonra, şehrin içinde hiçbir askeri kolluk olmamasına rağmen bu şehir şuanda çok sakindir. Bu yazı kaleme alındığı sırada Suriye güvenlik açısında nispi bir huzura sahipti.

 

Kısaca şunları söyleyebilir;

1- Bugüne kadar Suriye’de yapılan protesto yürüyüşleri diğer bölge ülkelerinde görüldüğü gibi kendiliğinden gelişmemiş ve halkın çoğunun desteğini almamıştı. Gösteriler ilk günden itibaren barışçıl olmadığı için bu toplantılarda devletin kolluk güçlerine ateş açılmış ve birçok kişi ölmüştü.

2- Öldürülenlerin çoğu Esed taraftarı güvenlik güçlerinden oluşmaktadır ki bunların sayıları binlerle ifade edilmektedir.

3- Suriye bugüne kadar Batılılara bağımlı Arap ülkeleri tarafından bu yoğunlukta bir siyasi ve enformatik saldırıya maruz kalmamıştı. Suriye’nin durumunu karalayan, abartan ve propaganda çalışmaları yürütenlerin bu faaliyetleri özellikle toplumun ekonomik sorunlarla yüzleşen bazı kesimlerini kendi taraflarına çekmeyi ve etkilemeyi başardı.

4- Batılılar kendilerine bağımlı Arabistan ve Türkiye ile Sad Hariri’nin öncülük ettiği 14 Mart grubu üyeleri vesilesiyle Suriye’ye karşı büyük yoğunluklu siyasi saldırılarda ve fiili girişimlerde bulunmaktadır.

5- Arap dünyasının Körfez ülkeleri tarafından idare edilerek yönlendirilen el-Cezire ve el-Arabiye gibi çok seyredilen uydu kanallarının Suriye’nin farklı bölgelerindeki olayların çıkmasındaki etkileri açık ve aşikardır.

6- Bazı siyasi analistler Libya’daki ayaklanmanın başarıya ulaşarak Kaddafi rejiminin yıkılmasının Batı’nın ve Batı’ya bağımlı medya organlarının Suriye’ye daha çok siyasi baskıda bulunmasına ortam sağladığına inanmaktadır.

7- Siyasi uzmanlara göre Suriye’ye askeri saldırı çok uzak bir ihtimaldir. Zira bu ülkenin Siyonist rejime komşu olması ve müttefikleri olan direniş cephesinin, yani İran İslam Cumhuriyeti, Hizbullah ve Filistin’in (Hamas) tepkileri Batı’yı telafi edilmeyecek bir sorunla karşı karşıya bırakabilecektir.

8- Görünüşe göre Batılılar için en iyi vesile bilhassa partilerin kurulmasını serbest kılacak ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılmasını kapsayacak reform silahından istifade etmektir. Zira onayladıkları parti ancak bu vesileyle iş başına gelebilir.

Sonuç

Bu makalede dillendirilen bütün hususların Beşşar Esed rejiminin yaptığı bütün işlerin onaylandığı anlamına gelmediğini belirtmeliyim. Nitekim İslam Devrimi Önderi ve İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yaptıkları açıklamalarda dünyanın neresinde olursa olsun her türlü dikta rejimine karşı olduklarını ilan etmiş ve Suriye’de de biran önce reformların yapılmasını isteyerek her türlü yabancı müdahalenin Suriye halkının çıkarına olmadığını ve buna karşı olduklarını açıklamışlardır.

 

Seyyid Ali Musevizade (İran’ın Suriye Kültür Ataşesi)

İran'ın Hatem-ul Enbiya –s- Hava Savunma Karargahı Komutanı General Ferzad İsmaili, İran düşman füzelerini saptırma ve istediği hedefe yönlendirme teknolojisine kavuştuğunu açıkladı.

 

General İsmaili, düşman füzelerini aldatma projesinin hayata geçirildiğini belirtti.

General İsmaili, ne zaman düşman tarafından bir tehdit söz konusu olursa bu sistemin devreye girerek görevini yerine getireceğini kaydetti.

Düşman füzeleri İran İslam Cumhuriyeti'ne zarar vermeden önce imha edileceğini veya İran'ın belirleyeceği hedeflere saptırılacağını belirten General İsmaili, bu teknolojinin şu anda İran'ın elinde olduğunu ve böylece düşman füzelerini kontrol altına alabileceklerini vurguladı

 

Çarşamba, 02 May 2012 05:36

İran’a ‘temiz internet’

İran yeni geliştirdiği filtreyle kullanıcıların uygunsuz sitlere girmesini engellemeye hazırlanıyor

İnternet üzerinde en sıkı kontrol uygulayan ülkelerden İran yeni geliştirdiği filtreyle kullanıcıların uygunsuz sitelere girmesini kesmeye hazırlanıyor.

‘Helal internet’ ya da ‘temiz internet’ adıyla anılan projede kullanıcıların tüm yabancı sosyal medya siteleri ya da e-posta servislerine girmesi engellenecek. Yasaktan facebook, twitter, gmail, hotmail gibi sitelerin yanı sıra uluslararası haber siteleri de nasibini alacak. E-posta hizmeti ise sadece Iran Mail adı verilen bir servis üzerinden sağlanacak. Kullanıcılar e-posta hesabı almak için adreslerini ve kimlik numaralarını polise vermek zorunda olacak. Filtre sistemi sadece bazı devlet kurumları ve ticaret organlarının yabancı internet sitelerine girmesine izin verecek. Bu kullanıcılar da yakından takip edilecek ve özel izin almaları gerekecek.

Yeni sistemin emrini veren lider Imam Ali Hamaney geçtiğimiz günlerde “Batı ülkeleri, internet üzerinden kültürümüze saldırı gerçekleştiriyor” demişti.

İslami İran savuma bakanı Ahmed Vahidi,İran’ın gelişmiş helikopter ve ağır uçak proje teknolojisini elde ettiğini söyledi.

İRNA’nın bildirdiğine göre; Savunma bakanı Ahmed Vahidi, İslam inkılabı rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei’nin uçak sanayisinde yerli üretim ve tasarımlara destek verdiklerini hatırlatarak, deniz uçağı ve “Şahid” adlı gelişmiş helikopterin uluslar arası standartlara uygun olarak tasarım ve üretiminin yapıldığını söyledi.

İslami İran savunma bakanı Ahmed Vahidi, bu başarının yaptırım ve tehditlerin, İranlı genç yetenek ve uzmanların gelişmiş helikopter teknolojisine sahib olduklarını söyledi.

İslami İran savunma bakanı Ahmed Vahidi açıklamasında, söz konusu deniz uçağının, az yakıt tüketerek, yüksek uçuş kabiliyetine ve deniz yüzeyinde her türlü kurtarma ve yardım operasyonları yapabilecek ve denizde devriye gezme, sınır kaçakçılığını önleme gibi durumlarda kullanılama, günün en gelişmiş teknolojisiyle donatılmış, yüksek manevra kabiliyeti bulunan özelliğe sahib olduğunu söyledi.

ABD ve İsrail senelerce İran'a saldırmayı planladılar ve her şeyin hesaba katıldığını düşündüler… Ancak hesaba katmadıkları şu on şey, yıkılışlarına sebep olabilir.

Pentagon, her anlamda ve mümkün olan her sona dair savaş oyunu simülasyonları geliştirdi. İsrail Demir Kubbe füze kalkanı sistemini uygulamaya koydu. Ordudaki yüksek rütbeli subaylar Fars Körfezi'ne yerleştirilen donanmanın ve Hürmüz Boğazı'na yerleştirilen mayınların İran donanmasının oluşturduğu tehdidi dengeleyeceği garantisini verdiler. ABD ve müttefikleri Suudi Arabistan'dan kaybın telafisine dair bir teminat alarak İran'dan petrol ihracını durdurdu. Saldırı planları İran'ı kuşatan onlarca askeri üsse dağıtıldı. Yüzlerce Tomahawk füzesi savunma noktalarını vurmaya ayarlandı, bir kere onlar vurursa İran'ın savunma sistemi çökecektir. Binlerce casus insansız uçak hazırlandı ve İran topraklarının her bir karışını gözlemlemekteler. Hayalet bombardıman uçakları B-52'lerle birlikte savaş planları yapıldı. Medya operasyonu yayınlama için orada hazır bekliyor. Ortam oluşturuldu ve tüm sistemler aktif.

Provokasyon amaçlı sahte bir düşman saldırısı gerekli, çünkü ABD'nin NATO içersindeki müttefikleri, Batılı istihbarat servislerinin Irak'taki kitle imha silahları hakkında yalan söylemesinin ardından engelleyici saldırı gerekli denmesine inanmıyorlar. Tetik çekilir ve tüm dünya İran'ın İsrail'e saldırdığına inanır. NATO ve ABD İsrail'i savunmaya zorlanır. Onlar da 24 saatten daha az bir sürede İran petrol noktalarını ve 48 saat içerisinde de Tahran'ı ele geçireceklerine inandıkları titizlikle hazırlanmış saldırıları uygulamaya koyarlar.

 

Plan buydu ancak onlar kaybedenin ABD olduğu hakkında çok az şey biliyorlar ve işte bu da nasıl olduğu.

1-İran ABD'nin Hayalet Uçak Teknolojisini Kırdı

ABD, savaşa hazırlık yapılırkenki propaganda kampanyalarında, en caydırıcı silahlarının hayalet bombardıman uçakları olduğunu açık etti. İran'a saldırı kararı alındığında, ilk olarak Whiteman, Mo, Maxwell Ala ve Barksdale, La'a hayalet uçaklar yerleştirildi. ABD hayalet uçaklarının tespit edilmeden hedeflerine ulaşacaklarından tamamen emindi. Plan uçakların yüklerini boşaltacakları, böylece bombaların, Fars Körfezi'ndeki donanmadan ateşlenen Tomahawk füzelerinin hedeflerini vurmasıyla aynı anda hedefleri vuracakları yönündeydi.

Yegâne problem insansız hayalet uçaklardan birini yere indirmelerinin ardından, İranlıların ABD'yi gizli teknolojilerini kırdıkları ve radarlarıyla hayalet bombacıları tespit edebilecekleri yönünde uyarmasıydı. Kibirli Amerikan askeri yetkilileri bunun bir propaganda oyunu olduğunu düşündüler. Ancak değildi ve ABD bombardıman uçaklarını kaldırır kaldırmaz, İran birkaç saat içinde saldırı olacağından haberdar olabilecekti. Bu durum, ABD için sonun başlangıcıydı…

Tıpkı müttefiklere İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman uçaklarının keşfine izin veren radar gibi, şimdiyse durum ters yüz edildi. ABD bunu bilmiyordu ancak bombardıman uçaklarını, Fars Körfezi'ndeki her hareketlerini tespit eden İran uçak savar sistemleri beklemekteydi.

 

2-İran ABD İnsansız Uçak İletişim ve Füze Hedefleme Teknolojilerini Kırdı

İran ABD'ye insansız uçak teknolojisini kırdığını söylediği gibi, üst düzey gizlilikli insansız uçak teknolojisini çözdüğünü de bildirdi. İran insansız hayalet uçaklar üzerindeki veri şifreleme metotlarını kırabileceğini daha önce açıklamış olmasına rağmen, suikasttan önceki iki hafta boyunca Bin Ladin'in karargahının üzerinde uçan uçaktan elde ettiği verilerle yeni kazanç sağlamayı da başarabildi. ABD komutanları bir kez daha kibirliydiler.

Yüksek rütbeli subaylar sivil liderlere verileri kaptırmanın önemli bir durum olmadığını, çünkü bu bilgilerin uçakta çok zayıf bir şifreleme kullanılarak depolandığını söyleyerek garanti vermişlerdi. Onların görmezden geldikleri şey, İranlı mühendislerin uçağın ABD askeri uydusuyla iletişimi sağlayan elektronik muhabere teknolojilerini bozabileceğiydi. Her halükârda gerçekleşen hadise tam olarak bu ve İran'ın başardığı şey iletişimi kesmekten ibaret değildi, İranlılar aynı şekilde Amerikan yüksek teknolojili silah sistemlerine kendi sinyallerini göndermeyi de başarmıştılar.

ABD, İran'daki hedeflerine ulaşan hayalet uçaklar gibi, İran içerisindeki yüzlerce kritik yer altı hedefini saniyeler içinde yerle bir edeceği beklentisiyle Tomahawk füzelerini ateşledi. Füzeler havaya ateşlenir ateşlenmez, İran Tomahawk füzelerindeki koordinatları iptal etti ve onları yeni bir hedefe yönlendirdi.

 

3-Elektromanyetik Darbe Barajı ve Füze Saldırıları ABD ve İsrail Askeri Üslerini Haritadan Siliyor

ABD, İsrail ve Türkiye Demir Kubbe Füze Kalkanı sisteminin yüz binlerce İran füzesinin kritik hedefleri vurmasını engelleyebileceğinden tamamen eminlerdi ancak bir şeyi hesaba katmamışlardı. İran hayalet bombardıman uçaklarının geldiğini tespit ettiğinde, Ortadoğu'da gökyüzünü cehennemi andırır şekilde ateşlerle aydınlatacak yüz binlerce füzelik ilk salvoyu başlatacaktı.

İsrail ve Tel Aviv İran'ın birinci füze dalgasının vurduğu ilk hedefti. İ Demir Kubbe füze kalkanı sistemiyle İsrail de savunma füzelerini ateşledi ve İran füzelerinin gökyüzünde dağılarak hipersonik bir hızla ağır ateş toplarına dönüştüğünü ve geceyi aydınlattığını görerek sevindiler.

Ancak bu sevinçleri ateş toplarının gökyüzünden kaybolmasıyla çabucak paniğe dönüştü, zira her şeyin zifiri karanlığa gömüldüğünü fark ettiler. İran Batı'nın füze kalkanı sistemini aşamayacağını bildiğinden sadece savunma sistemini değil aynı zamanda elektrik santrallerini ve füze kalkanı sisteminin konuşlandığı bölgelerdeki elektronik ekipmanı da yıpratmak üzere akıllı bir plan geliştirmişlerdi.

İran ilk dalgadaki füzelerini, füze kalkanı sistemince vurulduklarında yıkıcı bir şok dalgası yayarak tüm elektronik malzemeleri yok edecek şekilde düzenlenmiş elektromanyetik darbe savaş başlıklarıyla donatmıştı. Başkent saniyeler içerisinde karanlığa gömüldüğünden, ordu, elektromanyetik darbenin her şeyi servis dışı ettiğini ve Tel-Aviv semasında yeni füzeler patladığından şehrin saniyeler içerisinde enkaza dönebileceğini fark etmişti.

Diğer İsrail şehirlerinde, Türkiye'deki NATO üslerinde ve İran'ı saran diğer onlarca NATO tesisinde de aynı sonuç çabucak alınabilir. Her mevki servis dışı kaldığından, iletişim sistemlerinin yok edilmesi NATO güçlerini ne olup bittiği konusunda dünyayı bilgilendirmekten alıkoymuştu. İran aynı zamanda Akdeniz'de bulunan savaş gemisinden Batı'nın stratejik noktalarına da füzeler fırlatmıştı.

 

4-Sualtı Torpido Siloları ABD Donanmasını Etkisiz Kılar ve İran Hürmüz Boğazı'nı Kapatır

ABD karşılaşabileceği en büyük tehdidin Hürmüz Boğazı'nı kapatmak için yerleştirilmiş mayınlar ve onları koruyan birkaç İran savaş gemisi olacağı varsayımıyla Ortadoğu'da konuşlanmış donanmasına start verdi.

ABD İran'ın Hürmüz Boğazı'nı başka bir yolla kapatacağı gerçeği üzerinde planlar yapıyordu. ABD donanmasıyla yüzleşmelerinin mümkün olmadığını ve füzelerin yerleştirildiği bölgenin ABD hava kuvvetlerince hedef alınabileceğini bildiklerinden, İranlılar gizli bir şekilde devasa tüneller ve yer altı üsleri yapmak için yıllar harcadılar. Bu operasyonların bir parçası olarak İran, mayınları yerleştirebilecekleri ve tespit edilmeden torpidoları ateşleyebilecekleri sahiller boyunca yer altı silolarına giden bir dizi tünel kazdı.

İran, Ortadoğu'daki hedeflere binlerce füze fırlatırken, aynı şekilde yer altı silolarından ateşledikleri torpidolarla da Körfez'deki ABD donanmasını batırdı, ABD ordu komutanlarının torpidoların nereden geldiği konusunda dilleri tutulmuştu. Elektromanyetik darbe füzelerinin saldırısının aksine, bu saldırı söylentileri cephe gerisine (ABD'ye) dek ulaşmıştı. Donanma tehlikesi bertaraf edildikten sonra, İran Körfez'e binlerce deniz mayını döşedi ve Hürmüz Boğazı'nı kapattı.

 

5-İran Suudi Petrol Boru Hatlarını Ortadan Kaldırır ve Servet Biriktirir

 

İran'ın Hürmüz Boğazı'nı kapattığı haberi cephe gerisine ulaştıktan kısa bir süre sonra küresel panik finans piyasasını vurdu ve petrolün varil fiyatı 400 dolara fırladı. Ancak bu sadece bir başlangıçtı, İran'ın, Suudi Arabistan'ın İran'a saldırı hazırlıkları için stokladığı petrolün bulunduğu kilit konumdaki petrol üretim tesisleri de dâhil önemli yerlerin İran tarafından vurulduğu haberi geldi. Kısa süre sonra da yüksek enflasyon pazarları vurdu ve dünya genelindeki halklar dünya petrolünün 2/3'ünün kullanım dışı ve modern uygarlığın taş bir duvara doğru giden bir trende olduğunu gördüğünden dolar neredeyse değersizleşti.

Kitlelerin dünya petrolünün kalan 1/3'lük kısmının da savaş makinelerini canlı tutmak için dünya orduları tarafından alıkoyulduğunu fark etmesiyle küresel sivil ayaklanmalar ve peşinden de sıkıyönetim geldi.

 

6-Modern Bir Truva Atları Donanması

İşler giderek daha da kötüleşti. Savaş için hazırlanırken İran çeşitli boyutlarda Truva atı hazırlamıştı. Başlangıç için, gizlice petrol ağı ve küresel çapta gemiyle kargo şirketleri kurdular. Yüzlerce petrol tankerini gizlice patlayıcılar ve uydu kontrollü bombalarla donattılar. Çok geçmeden Batı limanlarına demirlemiş petrol dolu tankerler ticaret ve askeri destek hatlarını destekleyen kilit limanları ortadan kaldırdı.

Diğer tankerler gizlice silahlandırıldı ve dünyadaki açık denizlerdeki kargo gemilerini yok etmeye başladı. Savaş patlak verdiği sırada petrolle dolu patlayıcı variller dünya çapında artarak görülmeye başlamıştı.

 

7-Uyuyan Süper Virüs Kıyamet Günü Siber Saldırılarının İlk Dalgasında Tetiklenir

ABD ve İsrail tüm dünyadaki bilgisayar sistemlerine Stuxnet virüsü bulaştırdı. Hacker grubu isimsiz kaynak kodlarını internete sızdırdı. İran virüsü ters çevirdi ve kodları değiştirerek yeniden yazdı, böylece virüs İran yerine ABD ve diğer gelişmiş devletlerin altyapısını hedef almaya başladı. İran'a saldırı başlatıldıktan sonra İran yeni süper virüsünü aktif hale getirdi ve ABD'li hackerlerin Amerikan güç kaynaklarını kapatabilecekleri ve ABD'yi taş devrine geri gönderebileceklerine dair uyarıları gerçek oldu.

İran, Stuxnet 2.0'ı faal hale getirmesinin hemen ardından bir dizi siber güvenlik açıkları saptadı, istihbarat ajanları bunu uzun yıllardır süren araştırmalar üzerinden keşfetmiş ancak bunu gizli tutmuştular. Ancak ABD'nin İran'a saldırması her şeyi değiştirdi ve mevcut altyapı açıklarıyla paketlenmiş siber güvenlik saldırısı araçlarına yükleme yapılmış oldu. Saatler içerisinde yüz binlerce hackerdan oluşan küresel ağ nükleer güç tesislerini, ABD'deki elektrik santrallerini, hava trafiği kontrol sistemlerini, ABD uydularını ve insanların günlük hayatlarının garantisi için kenarda tutulan ambar sistemlerinin tümünü çökerttiler. ABD'nin hiç şansı kalmamıştı.

 

8-Uyuyan Ajanlar ABD – Meksika Sınırında Bir Savaş Başlatır

ABD Kongresine göre, ABD'li istihbaratçılar İran'ın Meksika içerisinde düzenli bir silah kaçakçılığı ağı kurduğunu ve Meksika silah karteline sızmak için de Hizbullah'ı kullandığını belirtiyor. ABD'nin İran saldırısından sonra bu ajanlar çabucak Meksika sınırından saldırı başlatırlar.

Sınır boyunda bulunan Hizbullah'ın gelişmiş ağı ABD kolluk kuvvetlerine ve sivil kontrol noktalarına saldırılar düzenler.

 

9-Müslümanlar ve Aktivistler ABD ve Müttefiklerine Karşı Dünya Çapında Saldırılar Düzenlerler

Amerika'nın ve müttefiklerinin geçen on yıllar boyunca milyonlarca insanı öldürmesinden dolayı kinlenen Müslümanlar ve savaş karşıtı eylemciler İran'a yapılan saldırıya tepki olarak ortaya çıkarlar. Petrol fiyatlarının fırlamasıyla ortaya çıkan yüksek enflasyon sebebiyle ABD'de sivil isyan patlak verir, aktivistler ve Müslümanlar toplu bir saldırı kampanyası başlatırlar. Terörle savaşta ABD tarafından hedef gösterilen Filistin ve diğer İslam halkları da buna katılır ve kilit konumdaki altyapı tesislerine saldırmaya başlarlar.

Amerikan kapitalizmine yıkıcı bir darbe olarak tren yolları, istasyonlar ve diğer kitle ulaşım noktaları vurulur. ABD'de ve tüm dünyada stratejik köprüler, yollar ve kalabalık kamu alanları bombalarla vurulur. Yönetimlerin mobese kameraları ve diğer cihazlar yok edilir. Alaska petrol boru hattı, petrol rafinerileri yağmalanır. Benzin ve petrol taşıyan kamyonlar gasp edilir ve diğer enerji noktaları hedeflenir. Benzer saldırılar ABD ve NATO müttefiki ülkelerde de vukuu bulur.

 

10- Ve Üçüncü Dünya Savaşı Başlar

Rusya, Çin, Hindistan ve diğer uluslar ABD zorbalığı ve emperyalizmi tarafından uzun süre önce kenara itilmişlerdi. Bu yarı süper güçlerin uyuyan koalisyonunu birleşmekten ve ABD'yi geri adım attırmaktan alıkoyan ABD'nin mutlak askeri baskınlığı idi. ABD İran'ı bir haftadan önce devirebileceğini ve dünyanın saldırıdan önceki gibi dönmeye devam edebileceğini düşünmüştü.

 

Saldırının kanlı sonrasında, dünya İran'ın nasıl iyi bir şekilde saldırıyı göğüslediği karşısında şaşkınlık içerisinde kalacak. ABD'deki binlerce gizli Rus ve Çin ajanı da aktif hale gelecekler.

 

Küreselleşmenin ve küresel finans pazarının karmaşıklığının artması bir başka yumuşak karındı. Çin birkaç saat içerisinde Pasifikteki ABD askeri üslerine ve donanmasına saldırı başlatmak üzere suikastçılarını gönderdi.

 

Rusya İran'ın taktiğini kullandı ve elektromanyetik darbe başlıklı füzeleri NATO füze kalkanı sistemine ateşledi ve etkisiz hale getirdi. Rusya Çin ile birleşerek ABD uydularına saldırmak ve onları yok etmek amacıyla siber saldırılar başlattı, ordusunu ve hava kuvvetlerini Doğu Avrupa'daki ve Afganistan'daki hedefleri vurmak için harekete geçirdi. ABD uzay programı ve tüm askeri üstünlüğü bir anda ve sonsuza kadar bitti. Çin hava dalgaları içerisinde dolaşarak tüm elektronik aletleri etkileyecek Stuxnet 3.0'ı üretmeden önce bunlar üçüncü dünya savaşının ilk günlerinde olanlardı. Hemen sonra hackerler virüsü ters çevirdiler ve dünyadaki tüm nükleer füzelerin kendi kendilerini imha etmeleri için kullandılar.

 

Alexander Higgins

Çarşamba, 02 May 2012 05:01

Anadolu Aleviliği Masalı

Ülkemizdeki Ehli Beyt dostları Alevilik konusunda belli kavramlara açıklık kazandıramadıklarından dolayı sıkıntı içerisinde kalmışlardır. Dahası bazı karanlık güçler gerçeklerden korktukları için kavramları birbirine karıştırma yoluna gitmişler ve kafalarda böylece daha da karışmıştır. İşte ANADOLU ALEVİLİĞİ kavramı da sırf kafa karıştırmak ve gerçekleri Alevi halktan saklamak için ortaya atılmış uydurma bir kavramdır. İslamiyet’in temeli bizim anlayışımıza göre Kur-an ve Ehli Beyt düşüncesine dayanır. Alevi olmak ise bu düşüncenin temelini oluşturur. Hz. Ali taraftarı olmak demek, Hz. Peygamberin taraftarı olmak demektir. Ve O’nun taraftarı olmak ise Allah’ın lütfettiği çizginin tam üzerinde olmak demektir. Alevilik, özel anlamda Hz. Ali ile başlayıp 12. İmamla devam eden İLAHİ BİR YOLDUR.

İlahi yolların belirleyici özelliği ise bu yolun ilkelerinin, kaynağının ilahi olmasıdır. Açıkçası Aleviliğin ilkelerini saptayan Allah’tır ve bu ilkeler Peygamberimiz tarafından insanlığa sunulmuş ve Oniki İmamlarımıza da bu ilkeleri koruma ve yaşatma görevi verilmiştir. İlahi ilkelerin yani hükümlerin KAYNAĞI ALLAH (cc) OLDUĞU İÇİN BU HÜKÜMLERİ KİMSE KAFASINA GÖRE YORUMLAYAMAZ, DEĞİŞTİREMEZ, AÇIKLAYAMAZ. Bu hükümleri açıklayacak olan Allah’ın görevlendirdiği kimselerdir. Bunlar da Peygamberimiz ve On iki imamlarımızdır. İçtihat yolu ise Alimlerin, İslamı pratik yaşama aktarma konusundaki çalışmaları yada hükümleridir. Alevilikle ilgili ilkeler bu nedenle ZAMANA VE MEKANA BAĞLI DEĞİLDİRLER. Her zaman ve her bölgede aynı olmak zorundadır. Dolayısıyla biz ÇİN ALEVİSİYİZ, BİZ JAPON ALEVİSİYİZ, BİZ İTALYAN ALEVİSİYİZ diyerek herkes kendi kafasına ve çıkarına göre bir alevilik anlayışı çıkaramaz. Kaynağı ilahi olmayan düşüncelerde ise durum böyle değildir. Kaynağı insan olan ideolojiler her toplumun kültür, sınır ve bölgesine göre ayrı ayrı aynı başlık altında uygulanabilir, anlaşılabilir ve yaşatılabilir. Örneğin bir sosyalizmi yada kapitalizmi her ülke kendi kültür ve yapısına göre uygulayabilir. Zaten dikkat edilirse pratik yaşamda da böyle olmuştur. Sosyalizmi Çin, Sovyetler, Kübalılar, Yugoslavyalılar kendi özel algıları çevresinde yaşamışlar yada yaşamaya çalışmışlardır. Yine kapitalizmde her bölgeye göre bazı unsurlar hariç olmak üzere farklı uygulanabilmiştir. Yine her ülke Ceza yada ticaret kanunlarına örf ve adetlerinden kaynaklanan farklılıklar koymuştur. Yani kaynağı insan olan yasalarda asıl ideoloji bölgenin yaşam şekillerine göre yeni bir sentez halinde ama temel bazı fonksiyonlarını yitirmeksizin uygulanmaktadır. Alevilik ise kaynağı ilahi olduğu için ancak tek bir şekilde anlaşılabilir. Eğer bir toplum alevi yada başka bir deyişle Müslüman olmak istiyorsa Aleviliğe yada İslam’a aykırı kültüründen vazgeçmek zorundadır. Aykırı olmayan fikir yada kültürler ise tabi ki korunacak ve yaşanacaktır. Örnek verirsek Oniki İmamlarımız dostlarının yetim hakkı yemelerini, içki içmelerini, yalan söylemelerini, harama göz dikmelerini, kumar oynamalarını, hırsızlık yapmalarını vs vs men etmişlerdir. Bu yasakların kaynağı ilahidir. Şimdi birileri çıkıpta bizim toplumumuzda yalan yada hırsızlık iyidir diyemez. Yada bizde içki faydalıdır, töredir diyemez. Diyorsa asıl ideolojiden uzaklaşıyor demektir. İşte ülkemizde Aleviler üzerine oyun oynayan ve Alevileri denetim altına alıp sürüleştirmek ,uyuşturmak isteyen ve başka fikirlere köle, fedai yapmak isteyenler ‘Biz Anadolu Alevisiyiz’ diyerek cahili kültür ve fikirlerini mazlum alevi kitlelerine Alevilik diye sunmaya çalışmaktadırlar. Onların Alevilik diye sundukları şey’in adı Alevilik değil kültürel temelli yaşam biçimleridir. Biz bu Anadolu Aleviliği adı altında sunulan şey’in adına Bektaşilik diyoruz. Bu kültürel sentezden başka bir şey değildir. Anadolu ve anadolu dışındaki uygarlıklar ve şamanlık, Zerdüştlük gibi batıl dinler harmanlanarak kültürel bir sentez biçiminde sunulmakta ve adına da Anadolu Aleviliği denilmektedir. Hz. Ali’nin fikirlerine zıt olan fikirler dahi bu isim altında topluma sunulmaktadır. Alevilik isminin kullanılması taraftar toplama çabasından başka bir şey değildir. Toplum eğer eski kültürlerini yaşatmak istiyorsa tabi ki bu doğal haklarıdır saygı duyarız. Ama kimse kendi kültürel saçmalıklarını yada kültürlerini Hz. Ali’ye yamamaya çalışmasın! İşin içine 12 imamları katmasın. Bu anlamda biz her zaman söyleriz.

 

Eğer cem yapıp saz çalıp semah dönecekseniz tabi ki çalın ve dönün ama bu eski şaman Türklerinin ve de Zerdüşt Kürtlerinin kültürlerini Alevilik diye sunmayın. İşin içine İslam’ı, 12 imamları yada ibadeti karıştırmayın. Bu çelişkileriniz ortaya konduğunda da biz Anadolu alevisiyiz diye uydurma bir kavramı da ortaya atmayın. Anadolu aleviliği; gerçekleri gizlemek için uydurulmuş bir masaldır. Kim bilerek, isteyerek ve bilinçli bir şekilde bu kavramı kullanarak Alevi halka yöneliyorsa bilin ki o kişi muaviyenin yolundadır; muaviyenin isim değiştirmiş halidir. Çünkü kişiler ölür ama fikirleri yaşar. Ve bilin ki Alevilere dost olan kişi anadolu aleviliği kavramını yada uydurmasını asla ve asla kullanmaz. Alevilerin gerçek dostları kültürel olguları alevilere din diye, ibadet diye yutturmaya çalışmaz. Sonuç; İslam ya da Alevilik her türlü etnik yada kültürel kökenin üzerindedir. İslam ya da Alevilik evrensel çağrıdır. Hiç kimse bu çağrıyı bir ırka yada bir toplumun kültürüne endeksleyemez.


Batının 20 Yıllık Bölge Ülkelerini Parçalama Karnesi / Batının Bir Sonraki Hedefleri: Libya ve Mısır

 

Batılıların 1991’den 2011’e kadar Irak ve Sudan olmak üzere iki ülkenin parçalanmasında başarılı tecrübeleri olmuştur. Libya, Mısır ve Sudan’ın tekrar parçalanmasına dönük tehlikeli projeleri de mevcuttur.

El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makalenin devamında Sykes-Picot Anlaşması çerçevesinde Arap ülkelerini parçalama ve yeni bir coğrafya oluşturma komplolarının yenilgi ile sonuçlanmasından sonra Batının ve Amerika’nın İslam dünyasını parçalamak için hazırladıkları yeni projeleri ele alınmaktadır. Bu projelere göre Batı İslami gruplar arasında iç çatışma yaratmak vesilesiyle İslamcı akımların bölgedeki güçlerini zayıflatma peşindedir. Böylece İslamcı akımlar gerçek düşmanları olan İsrail’den gafil kalacaklardır. Tabii bu programların bölgede nüfuz için yeni süreçlerin başlaması zemininde başka sonuç ve fonksiyonları da olmuştur. Bu sonuçlardan biri bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş ülkelerin varlıklarının devamı için yabancı güçlerin desteğine ihtiyaç duymalarıdır. Bu ihtiyacın, bu ülkelerin servetlerinin yağmalanması ve bunların farklı silahlarla teçhiz edilmeleri gibi başka neticeleri de olacaktır. Bu da servetleri yok olmaya yüz tutan ve ekonomik anlamda dar boğazda olan büyük ülkelerde yeni iş imkanlarının yaratılması ve önemli bir mali kaynak sağlanması anlamına gelmektedir.


Sömürgeci Güçlerin Arap Dünyası İçin Hazırladıkları Yeni Haritalar

Abdulhüseyin el-Şeyb kaleme aldığı makalesinin bu bölümünde söz konusu projenin örneklerini açıklayarak bu hususta yapılacak ufak bir incelemenin gerekli delillere ulaşmak için yeterli olacağını söylemektedir. Bu konuda araştırma yapan herkes farklı kaynaklardan bu yeni haritalara ulaşabilir. Nitekim internette çok eskiden beri Ortadoğu için hazırlanmış haritalar, projeler ve belgeler mevcuttur. Bunların çoğunu Batılıların oluşturduğu ve Batı başkentlerindeki karar alıcı merkezler ile güçlü ilişkileri olan güvenilir kurumlar ve kaynaklar hazırlamıştır.

 

Bağdat’ın Kuveyt’i İşgalinin Teşviki ve Irak’ın Parçalanması

1991’de Washington’un Saddam aleyhinde planladığı Çöl Fırtınası savaşı vuku buldu. Bu savaşta Beyaz Saray, Saddam Hüseyin’i Kuveyt’e saldırması için tahrik etti ve sonra kendisi sözde bu ülkeyi kurtarmak için harekete geçti. Ardından ülkenin kuzeyinde bugün kendisine Irak Kürdistan’ı dediğimiz bir Kürt devleti kurmak için Irak’ta uçuşa yasak bölge çizdi. Bu devletin şuanda başkanı, hükümeti, parlamentosu, para birimi, bayrağı ve sınırları vardır. Arap ülkeleri bu projeye karşı hiçbir tepki göstermediler. Hatta bir bütün olup kardeş ülke Kuveyt’i kurtarmak için George Bush’un yanında yer aldılar. Hiç kimse bu olayı unutamaz. En fazla unuttuğunu göstermeye çalışır. Hâlbuki o dönemlerde Batılıların verdikleri kimyasal silahlarla Saddam Kürt şehri Halepçe’de çok feci bir katliam yapmıştı.

Bu olayın üzerinden 20 yıl geçmesine, bütün bu tecrübelere ve Irak’ın Amerikalıların eliyle işgal edilip daha sonra Amerikalıların Irak’tan zelil bir şekilde çekilmesine rağmen Kürt bölgesinin merkezi yönetime bağlanması konusu hala gündeme gelmemiştir. Bilakis çatışmalar ve bu iki bölgenin ayrılma hakkındaki sözleri daha da artmış ve Irak’ın üç küçük devlete bölünmesi gündeme gelmiştir. Nitekim şuanda fiili bir şekilde Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti vardır ve güneyde bir Şii devleti ve merkezi bölgede de bir Sünni idare kurulmak istenmektedir.

 

Arap Devrimlerinin Başlamasından Önce Sudan’ın Parçalanması

Geçen yıl Arap devrimlerinin başlamasından sadece bir hafta önce Sudan’ın parçalanma süreci kanuni bir şekilde gerçekleşti ve Sudan’ın güneyi merkezden ayrıldı. Bu süreç, sonucu herkes tarafında bilinen anket sonuçlarına göre ve “geleceği belirleme hakkı” adı altında gerçekleşti. Amerika bütün imkanlarını bu doğrultuda kullanarak Sudan devlet başkanı Ömer el-Beşir’i referandumu kabul etmeye mecbur bıraktı. Bu bağlamda Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi de Ömer el-Beşir’e aba altından sopa gösteriyordu. Nihayetinde Amerika burada da istediğini yaptırdı. Böylece Güney Sudan devleti 2011’in ortalarına doğru tesis edilmiş oldu ve bir yıl gibi kısa bir süre içinde kuzey ahalisi güney bölgesi vatandaşlarının gözünde yabancı sayılmaya başlandı.

Bu olay, Kuzey Irak’ta İsrail’in istihbarat teşkilatının faaliyet ve nüfuzunun artmasına benziyordu. Böylece Güney Sudan her şeyden önde Siyonist rejimi resmi bir şekilde tanıdı ve İsrail yeni kurulan Güney Sudan devletinde büyükelçilik açtı. Bu iki bölgenin bir diğer ortak özelliği ise Batılıların yıllarca ağızlarının suyunun akmasına neden olacak geniş petrol kaynaklarına sahip olmasıdır.

 

Bölge Ülkelerinin Parçalanmasına Karşın Arapların Ölümcül Suskunlukları

Hikâyenin geri kalan kısmı da bellidir. Arap ülkeleri Irak’ta olduğu gibi Sudan’ın parçalanması karşısında da hiçbir tepki göstermediler. Arap devrimlerinden ötürü iç işleriyle meşgul oldukları bahanesini öne sürdüler. Bu konu Arap ülkelerinin bir konuya odaklanarak birkaç cephede hareket edemeyeceklerini bize göstermiştir. Onlar bu hususta güçlerini bile denemeye bile yanaşmamaktadırlar.

 

Batının Ayrışma Talebinin Sonraki Aşaması; Libya

Sudan’ın parçalanmasının üzerinden daha henüz bir yıl geçtikten sonra bugün Libya ciddi bir şekilde parçalanma aşamasına gelmiştir. Bu olay, bu ülkenin diktatörünü deviren halk hareketinin kazanımlarına el koyan, ülkeye istikrarın gelmemesi için ellerinden geldikçe halk arasında silah dağıtan ve Sudan tecrübesini Libya’ya uyarlamak ve bunun savaşa dönüşmesi amacıyla bölgesel ve kabilevi çatışmaların kapısını aralayan Batılıların gözleri önünde gerçekleşecektir.

Libya’nın parçalanma planının ilk aşaması Burka bölgesini hedeflemektedir. Bölgenin politikacı ve kabile reisleri burayı federal ve özerk bir mıntıka ilan ederek “Bölge Yüksek Konsey Başkanlığına” Şeyh Ahmed el-Şerif el-Senusi’yi seçtiler. Bu girişim Libya’nın parçalanma projesinin kanıtıdır. Bu bölge, Milli Konsey tarafından inzivaya itildiği, askeri vb. düzenlemelerde yeterli payı alamadıkları bahanesiyle bağımsızlığını ilan etti. Bölgenin politikacıları ve kabile reisleri eski rejimin bazı yetkililerinin yeni kurulan devlete sızmaya çalıştığını söylüyorlardı. Ayrılıkçıların doğuda Burka, güneyde Fizan ve batıda Trablus bölgelerini kapsayacak federal sisteme geçilmesi için kendilerine has yöntemleri mevcuttur.

 

Batı Neden Libya’yı Parçalamak İstemektedir?

Söz konusu makalenin devamında kabile reislerini bu girişimler için kim teşvik etmektedir, sorusu sorulmakta ve buna şöyle cevap verilmektedir: Kuşkusuz bunlar devrimden sonra ülke yönetimini elinde bulunduran Amerika, Fransa ve İngiltere’dir. Bu ülkeler Libya’nın federal sisteme geçmesini ve ülkenin parçalanmasını istemektedir. Nitekim geniş petrol yataklarına sahip Burka bölgesinin bağımsızlık için başka ülkelerin onayına ihtiyaç duyacak bir yönetime ihtiyacı olacağı göz önünde bulundurulursa, söz konusu ülkelerin neden Libya’da federalizmi istedikleri aşikar olacaktır.

Tabiî ki Batılı ülkeler ilk aşamada bu gelişmeler karşısında hiçbir tepkide bulunmayacaktır. Ancak daha sonraları bunun Libya halkının kendi geleceğini belirlemesi olduğunu söyleyecek ve Sudan’da olduğu gibi bu hareketin desteklenmesi gerektiğini iddia edeceklerdir.

Libya’nın parçalanması hususundaki bir diğer mülahaza da Libya Geçici Konsey Başkanı Mustafa Abdulcelili’nin sert beyanlarını yumuşatmasıydı. O, ilk açıklamalarında Libya’nın parçalanmaması için zora başvurma tehdidinde bulunmuştu. Ancak daha sonra bu ifadelerini yumuşatarak sadece “halkın uyanıklığı ülkenin parçalanma komplolarını başarısız kılacaktır” demekle yetinmiştir. Bu durum, mevcut hadiselerin Abdulcelil’in ve Libya Geçici Konseyinin yetki çalanının dışında olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim Batılıların değerlendirmeleri de Libya’nın parçalanma hareketinin başladığı yönündedir.

Fransız gazeteci John Levy, Liberation gazetesinde yayınlanan bu hususta kaleme aldığı araştırmasında “Acaba bu Libya’nın parçalanması için son dönemin ilanı mıdır?” sorusunu sorduktan sonra cevabı Libya’daki Fransız eski diplomatlardan Patrick Haymzadah’e bırakmaktadır. Patrick Libya’nın parçalanmasının kesin olduğunu söylemekte ve buna delil olarak da Bingazi halkının Trablus’un hâkimiyetini kabule yanaşmayacağını ifade etmektedir.

 

Batılıların Libya’yı Parçalama Faaliyetleri İçin Haber Boykotu

Söz konusu araştırmaya göre Libyalılar arasındaki ihtilaf ve ayrılıkların takviye edilmesinin Batı’ya sağlayacağı ekonomik yararlar hakkında o kadar fazla makale ve araştırma mevcut olmasına rağmen Batılı politikacıların Libya’daki faaliyetleri medyaya yansımamakta ve işleri gizli yürütülmektedir. Tabii Fransa Savunma Bakanının bu ülkeyi ziyaret etmesi ve askeri eğitim ile silah satış anlaşmaları imzalaması Batı ekonomisinin Libya halkının musibetlerini nasıl sömürdüğünü göstermiştir. Keza Fransa’nın Libya’da savaş ganimetlerini toplamak istediğini de ortaya koydu. Fransa Libya ile daha fazla anlaşma imzalamak ve Mirage uçaklarını bu ülkeye geri götürmek istemektedir. Bu durum kesinlikle merkezi yönetimden bağımsız olacak her bölge için de geçerli olacaktır. Zira onlar bağımsız devlet icadının alt yapısına ihtiyaç duyacaklar ve silah da bu gerekliliklerden biridir. Ve alımlar da doğaldır ki Libya halkını diktatörün zulmünden kurtardığını iddia edenlerden bu yapılacaktır.

Makalede Libya’nın parçalanması projesinde Burka bölgesinin coğrafik konumuna vurguda bulunulmakta ve şöyle denmektedir: Bölgenin sınır komşuları Sudan ve Mısır’dır. Nitekim Batılılar tarafında Sudan’dan koparılması gündem maddeleri arasında olan Darfur bölgesi de bu bölgeye yakındır. Bununla birlikte Darfur’da merkezi hükümet aleyhinde askeri ve siyasi faaliyet gösteren Adalet ve Eşitlik Hareketinin liderlerinin Libya’da çok güçlü ilişkileri bulunuyor. Bu konu daha önce de Sudan’ın itirazlarına neden olmuştu.

 

Mısır’ın Parçalanması ve Filistinlilerin Buraya Nakli Projesi

Mısır da benzer komplolarla karşı karşıyadır. Burka ahalisi bu istemlerini dillendirdiği sırada yabancı yatırımlar hakkında araştırma yapan Samih Ebu Zeyd ve Eşref el-Aşmavi adlı Mısırlı iki yargıç Mısır İç işleri Bakanlığında yaptıkları basın toplantısında Amerika Merkez Akademisinde Mısır’ı dört küçük ülkeye ayıran haritalar gördüklerini ilan ettiler. Bu haritalara göre Mısır’ın parçalanmasıyla el-Delta, Kanal, Kahire ve Said olmak üzere Mısır’da dört devlet kurulacaktır. Bu açıklamalar insan hakları örtüsü altında gizlenen bazı kurumların mahiyetleri hakkında büyük tartışmalara yol açtı. Mısırlı birçok uzman uzun zamandan bu yana Mısır’ın parçalanma projelerinin mevcudiyetine inanmaktadır. Söz konusu uzmanlar bu hususta Büyük Ortadoğu Projesine işaret ediyorlar. Nitekim bu kişiler, Amerikan kongresinin 1983’te onayladığı proje gereğince, Amerika’nın daha rahat bir şekilde hakimiyet kurmak ve İsrail sultasını sağlamlaştırmak için Arap bölgesinin küçük ülkelere paylaştırmak istendiğini söylemektedirler. Bu iki yargıcın açıklamalarından önce mezkur komplo hakkında bazı makale ve araştırmalar yayınlandıktan sonra, kendisine “Amerikalı Siyonist oryantalist piskopos” adı verilen Bernard Lewis, Arap ülkelerinin küçük devletlere parçalanmalarına değinmiş ve Mısır’ı da dört küçük ülkeye parçalanması gereken ülkelerden biri unvanıyla anmıştır. Mısır’da kurulması planlanan bu ülkeler şunlar olacaktır; doğuda küçük bir İslam devleti, el-Said’te bir Hıristiyan devleti, Mısır’ın güneyinde ve Sudan sınırında başka bir devlet ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlileri yerleştirmeyi düşündükleri Sina çölünde kurulacak dördüncü bir idare.

 

Acaba Sudan Tekrar Mı Parçalanacak?

Uzmanlar Bernard Lewis planına göre Sudan’ın birincisi güneyde, ikincisi kuzeyde ve üçüncüsünün de batıda olacağı üç ülkeye bölünmesinin kararlaştırıldığını söylemektedirler. Böylece Güney Mısır devleti Darfur bölgesi ile sınır komşusu olacaktır. Nitekim bu iki bölge halkının birbirleriyle çok güçlü ilişkileri vardır. Hatta bu güçlü ilişkilerden ötürü Libya’nın eski rejimi Burka bölgesine yakın Mısır topraklarının Libya’ya ait olduğunu ve Mısırlılara emanet edildiğini bile iddia ediyorlardı.

 

Parçalama Projelerinin İcrası İçin En İyi Vesile Kaostur

Makalenin ikinci bölümünün sonunda, bölgede dikkatli bir şekilde hazırlanmış bir parçalanma sürecinin olduğunu ve şuanda bu ülkelerdeki halk devrimlerinden sonra kaos yaratma vesilesiyle bu projenin devamının icrasına çalışıldığı belirtilmektedir. Projelerini hayata geçirmek ve bu değişimleri kendi lehlerine kontrol altına almak için sürekli fırsat kollayan kimselerin varlığı göz önünde bulundurulursa bu aşama her devrimin ve ülkenin en tehlikeli uğraklarından biridir diyebiliriz.

 

Devam edecek…