کارگر

کارگر

Mübarek rejiminin devrilmesinin ardından Mısır ve İsrail’in ‘dostluğu’ çatırdıyor.İsrail, 1979 barışıyla fesh edilen Güney Birliği’ni yeniden kurararak Mısır sınırına 30 bin asker gönderme kararı aldı

 

Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinin ardından Mısır, ‘zoraki dostu’ İsrail ile barış anlaşmasının imzalanmasından bu yana en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Müslüman Kardeşler’in iktidara geldiği Mısır’ın barışa sağdık kalmayacağından endişelenen İsrail, 1979 yılındaki Camp David Anlaşması ile fesh edilen Güney Birliği’ni yeniden oluşturma kararı aldı. İngiliz Times gazetesine konuşan İsrailli yetkililere göre Mısır sınırında görev yapacak olan bu birlik üç taburdan oluşacak, toplamda 30 bin asker barındıracak ve yüzlerce tank gönderilecek.

Mısır geçen hafta sınırda bugüne kadarki en büyük tatbikatlardan birini düzenleyerek gözdağı vermişti. Bu tatbikatta İsrail 30 yıl sonra ilk defa “düşman” olarak nitelendirilmişti. Yönetimi geçici olarak devralan Askeri Konsey’in başkanı Mareşal Hüseyin Tantavi ise “Bize saldırmaya kalkan ya da sınırlarımıza gelen herkesin bacaklarını kırarız” tehdidinde bulunmuştu.

Netanyahu’dan barış mesajı

Mısır, İsrail ile barış imzalayan ilk Arap ülkesi olmuştu. İsrail, 1979 yılındaki anlaşmaya uyarak Sina’dan askerlerini çekmişti. Ancak Mübarek yönetiminin devrilmesinin ardından iki ülke ilişkileri giderek gerildi. Geçen yıl Gazzelilere operasyon düzenleyen İsrail askeleri yanlışlıkla bir Mısır polisini öldürünce büyük bir kriz patlak vermişti. Mısırlılar Kahire’deki İsrail büyükelçiliğine saldırmıştı. Mısır geçtiğimiz günlerde barış anlaşmasına aykırı bir adım daha atarak İsrail ile doğalgaz anlaşmasını yırtmıştı.

İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman iki ülke arasındaki krize işaret ederek “Mısır konusu İran’dan bile daha çok endişe verici” demişti. İsrail ordusunun güçlendirilmesi gerektiğini belirten Lieberman, Güney Birliği’nin yeniden oluşturulması gerektiğini, olası senaryolar için ek fon oluşturulmasını istemişti. Başbakan Binyamin Netanyahu ise gerilimi yatıştırmaya çalışıyor.

Mısır’ın doğalgaz anlaşmasını iptal etmesinin ardından “Kesinti politik değil. Bu aslında Mısır şiketi ile İsrail şirketi arasındaki iş anlaşmazlığı” diyen Netanyahu CNN’e verdiği röportajda da barış anlaşmasının süreceğini umduğunu söyledi.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki hükümetler, 'Arap Baharı' gibi toplum hareketlerine karşı hazırlıklı olmak amacıyla askeri ekipman ve silaha 2015'e kadar toplam 118.2 milyar dolar harcayacak.

El Masah Sermaye tarafından yayınlanan rapora göre, tüm bölge ülkeleri 2010'da silah alımları için 91 milyar dolar harcadı. Fakat bu rakamın, güvenliği artırmak isteyen Arap hükümetlerinin çabalarıyla önümüzdeki 3 sene içerisinde ciddi oranda artmasının beklendiği kaydedildi. 2010'daki toplam harcamaların yarısına yakınını 45.2 milyar dolar ile Suudi Arabistan gerçekleştirdi. Ardından 16.1 milyar dolar ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) geldi.

Raporda, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki askeri harcamaların gayri safi milli gelire oranının diğer bölgelere kıyasla daha yüksek olduğu vurgulandı. Araştırmaya göre, 2001 ve 2010 yılları arasında bu oran yüzde 5.5'i buldu. Küresel ortalama ise yüzde 2.5'ta kaldı. Askeri harcamaların yüzde 83'ü uçak, füze ve zırhlı araçlara yapıldı. Bu harcamalarda ilk sırayı BAE, Cezayir ve Suudi Arabistan aldı. Küresel çapta askeri ekipmana en çok para harcayan ülkeler ise ABD, Hindistan ve Çin oldu.

 

İran İslami İnkılap Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, İşçi Günü arefesinde işçilerle bir araya geldi ve işçilere hitaben konuşmasında; ülkenin belirli hedeflerinin gerçekleşmesi için özellikle ‘siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık ve özgüven’ gerektiğini söyledi.

İran İslami İnkılap Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, Milli Üretim Yılı ve İşçi Günü arefesinde, ilaç üretim fabrikasını ziyaret ederek ülkenin ilaç üretimi alanındaki son kazanımları yakından inceledi ve bütün ülkedeki işçileri temsil eden binlerce işçiye hitap ederek; ülkenin belirli hedeflerinin gerçekleşmesi için özellikle ‘siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık ve özgüven’ gerektiğini söyledi.

Ekonomik bağımsızlığın şartının, milli üretim olduğunu vurgulayan Ayetullah Hamanei, milli üretimin de ‘gerçeğe, evrensele ve bilimsele’ saygı ile, İran emeğini ve İran sermayesini yaratacağını belirtti.

İlaç fabrikasının değişik bölümlerini ziyaret eden Ayetullah Hamanei, öncelikle şehit işçiler için düzenlenmiş anı mahallini ziyaret etti ve fatiha okuyup, yüksek dereceler niyaz etti.

Daha sonra ilaç fabrikasının steril ortamda ampul ve damla türü ilaç üretiminin yapıldığı bölümü ziyaret edip ,ilaçların üretim, kontrol, paketleme aşamalarının gerçekleştirildiği bölümlerde incelemeler yaptı.

Ayetullah Hamanei’nin bu ziyaretinde, Sağlık Bakanı, İlaç-Tıbbı Eğitim ve Kooperatif Bakanı, Sanayi- Maden ve Ticaret Bakanı, İş ve Sosyal Refah Bakanı da faaliyetleri konusunda sunumlar yaptı.

Ayetullah Hamanei, son yıllardaki düşmanın ekonomi ağırlıklı yoğun komploları hakkındaki uyarılarına işaret ederek, bu büyük komplolarının bugünkü koşullarda daha aşikar hale geldiğini, fakat İran milletinin azimle önündeki engelleri aştığını belirtti ve düşmanların komplolarının üstesinden gelebilmek için işçilere, sermaye sahiplerine, özel ve devlet sektöründeki müdürlerin desteğine gerek olduğunu belirterek, halkın düşmana karşı mücadele azmini yerli ürünler kullanarak sergilemesini istedi.

Özellikle ‘sağlıklı ekonomi, istihdam ve üretim ve yatırım’ konularına önem verip desteklemenin, yasama, yürütme ve yargı gücünün görevlerinden olduğunun altını çizen Ayetullah Hamanei, milli üretimi takviye etme ve de İran emek ve sermayesini destekleme alanında faaliyetlere gerek olduğunu belirtti.

 

 

Darupahş İlaç Fabrikası işçileriyle

‘Zaman Gazetesi’nin varlığı Amerikan ve Siyonist medyasına gerek bırakmıyor’ diyen Büyükelçilik, gazetenin İran’a karşı hasmane tavrının nedenini öğrenmek istediğini, ancak yetkililerinin yanaşmadığını belirtti.

 

İran Ankara Büyükelçiliği’nden Zaman Gazetesi’ne mektup... Elçilikten gönderilen yazıda Zaman’ın varlığının artık Siyonist ve Amerikan medyasının, İran İslam Cumhuriyeti’ni Türkiye’deki karalama faaliyetlerine gerek bırakmadığı yazıldı.

 

Çatışma çıkarma çabası

Büyükelçiliğin Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’ya gönderdiği mektupta, Zaman’ın 24 Nisan 2012 tarihli sayısında bir kez daha İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde kasıtlı bir yazıya daha yer verildiği belirtilerek, “Söz konusu yazı, gazetenizin İran karşıtı makul olmayan bir yaklaşım içinde olduğunu ve Türk kamuoyunda komşu bir ülkeye karşı kötümser bir atmosfer oluşturarak mezhep ve ırklar arası çatışmayı alevlendirme çabasında olduğunu göstermektedir” denildi.

Medyaya açıklanan ancak basının tamamına yakını tarafından pas geçilen bu mektupta neler mi var?

 

Özetle Zaman Gazetesinin:

* Siyonizm’e uşaklık ettiği beyanı var!

* ABD’nin yörüngesinde yayın yaptığı değerlendirmesi var!

* Mezhepçilik yaptığı ifadesi var!

* İslam’ın içinde fitne çıkarmak istediği yorumu var!

* Müslüman ve komşu bir ülkeye hasımlık yapıldığı görüşü var!

* Siyonist ve ABD basını bile sizin kadar iftira etmiyor feryadı var!

Zaman Gazetesini satın alan sözde mütedeyyinlere bu tabloyu armağan ediyoruz!

Sykes-Picot’tan Yeni Ortadoğu Projesine İslam Dünyası Aleyhindeki Komplolar

El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan bir makalede İslam dünyasını parçalamak için Batılıların bir asırdır süren komplolarına değinilerek bunların içinde bulunduğumuz dönemdeki mahiyetleri inceleniyor.

Fars Haber Ajansının bildirdiğine göre el-İntikad Haber Ajansında Abdulhüseyin el-Şeyb tarafında kaleme alınan makaleler dizisinde Batılıların 1. Dünya savaşının başlamasından bugüne kadar bölgenin parçalanması için yaptıkları komploları ele alınıyor.

1. Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğunun Parçalanması .

1. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğunun dört asırlık hâkimiyeti sona erdi ve savaşın galipleri tarafında yapılan Sykes-Picot anlaşmasına göre Osmanlı’nın Arap toprakları bölüştürüldü. Böylece birçok ülkeden oluşan yeni bir coğrafya ortaya çıktı ki bugün bile bu ülkelerden hiçbirinin yaşı yüz yılı bulmamaktadır. Sömürgeci Avrupa ülkeleri böylece önceden planlanmış programlar çerçevesinde kurdukları yeni ülkelerin geleceklerini ellerinde tutmaya başladılar. Keza bu ülkelerdeki menfaatlerinin temini için dini, mezhebi, kabilesel ve sınırlarla ilgili çatışmalar yarattılar.

Filistin’in Parçalanması ve İsrail Devletinin Kurulması

1. Dünya Savaşı esnasında 1917 Balfour Beyannamesi imzalanmıştı. Bu beyanname Filistin’de Yahudi devletinin kurulmasını istiyordu ve bu bölgenin doğrudan sömürülmesi konusu, 1947’de Birleşmiş Milletlerin Filistin’i Yahudilerden ve Araplardan oluşan iki devlete bölmek için kaleme aldıkları taslakla istenen aşamaya geldi. Böylece Yahudi devleti 1948’de Avrupalıların ve Amerikalıların onay ve destekleriyle kuruldu. Ancak Filistin Arap devleti bugün bile kurulamamıştır.

Filistin’in Parçalanmasındaki Başarı Arap Dünyasının Parçalanması İçin Giriş Niteliğindedir.

Filistin’in başarılı bir şekilde parçalanması Batılılar için iyi bir tecrübe oldu ve bununla Arapların komplolar karşısındaki güçlerini sınayarak Arapların çok güçsüz olduklarını anladılar. Böylece başka Arap ülkelerinin de parçalanması için ortam oluştu ve bu projelerin başka yerlerde de başarılı bir şekilde uygulanması için fırsatlar doğdu. Örneğin Yemen, kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Tabii yirmi yıl önce Yemen tekrar tek devlet oldu.

Sykes-Picot Anlaşmasının Sonu ve Yeni Ortadoğu Projesinin Başlangıcı

El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makaleye göre bugün Batı karşıtı yeni güçlerin ortaya çıkması Batılıların menfaatlerini tehlikeye atmış ve bu güçlerin servet ve menfaat hususunda onlara rakip olmaları nedeniyle Sykes-Picot anlaşmasına göre yapılan coğrafik ayrıştırmalar dönemi bitmiştir. Bu anlaşmanın icra olasılığı kalmadığı için onlarca yıl önce Avrupalı ve Amerikalı politikacılar bu konuya eğilerek üniversitelerin yardımı ve onların verdikleri ilmi verilerle bölge için yeni projeler çizdiler. Maalesef bu işin için de çoğu zaman Avrupa’da ve Amerika’da okuyan Arap asıllı öğrencilerin yüksek lisans veya doktora tezlerinden yararlanılmıştır. Batılılar bu araştırmalardan istifade ederek bölge hakkındaki gelecek planlarını yaptılar. Nitekim bu tezlerde Arap ülkelerinin mezhebi, siyasi, dini, kültürel ve toplumsal bütün özellikleri en ince ayrıntılarıyla ele alındığı için farklı ilmi açılardan kader belirleyici kararların alınmasında bunlardan istifade edildi.

El-İntikad bunun abartı olmadığını ve bölgenin parçalanması projesi için ikazda bulunanların karşısında yer alan kimselerin istifade ettikleri komplo teorileriyle de bir ilgisinin olmadığını söylemektedir.

Yeni Ortadoğu terimi bilhassa 11 Eylül’den sonra Amerikalı ve Avrupalı siyasi yetkililerin en çok kullandıkları ıstılahlardan biridir. Bu projenin ayrıntıları hakkında birçok şey söylenmiştir ki Afganistan ve Irak’a yapılan saldırıların ve daha sonra Siyonist rejimin Hizbullah ile giriştiği 33 günlük savaşın bu projenin farklı aşamaları olduğunu görmekteyiz.

Batının Yeni Ortadoğu Projesinin Önündeki Engeller

a- Siyonist Rejimin Zayıflığı ve Varlığını Korumadaki Güçsüzlüğü

Arap dünyasında yeni coğrafyaların icadı ve ayrışma zeminlerinin oluşması için yapılan girişimler incelendiğinde bazı kazanımlarla karşılaşırız. Bunların en önemlisi İsrail’i her mekana saldırabilecek bir güç olmaktan çıkarıp elektronik duvarların arkasına saklanmak zorunda bırakan Hizbullah ve Filistin direniş güçleri karşısında ardı ardına aldığı yenilgilerdir. İsrail bugün varlığını koruyabilmek için etrafını duvarlarla örmek zorunda kalmıştır. Kendi varlığını koruyabilmek için de Batının menfaatlerini savunma rolünden vazgeçmiştir. Tabii bu, İsrail’in kurulduğu günden bugüne dek yaşadığı en kötü değişim sayılmaktadır.

b- Amerika’nın Bölgedeki Yenilgileri ve Yeni Kutupların Ortaya Çıkması

Bu hususta incelenmesi gereken ikinci bir kazanım da Amerika’nın yenilgileridir. Bu yenilgi serisi ilk olarak 2006’da Lübnan’da başladı ve Irak yenilgisi ile devam etti ve büyük bir ihtimalle yakın bir zamanda Afganistan’da da mağlup olacaklar. Bunlara ilave olarak Amerika ve Avrupa’nın İran’ın artan nüfuzu karşısındaki güç kaybını da zikredebiliriz. Keza yeni dünya tek kutuplu bir dünya değildir. Artık çok kutuplu bir dünya düzeni vardır. Amerika ile birlikte Çin ve Rusya gibi güçlü aktörler belirmiştir ve bölgede İran gibi etkili ve büyük başka bir aktör daha vardır.

c- Arap Devrimlerinin Sert Kasırgası ve Batılı Müttefiklerin Düşüşü

Söz konusu makalenin devamında şunlar ifade edilmektedir; Arap dünyası, dünyanın en büyük rekabet alanlarından biridir. Ayrıca, dillendirmemiz gereken bir diğer kazanım ise Tunus ve Mısır’da Amerika’ya bağımlı yönetimlerin halk devrimleriyle düşmesi ve Amerika’nın müttefikleri olan Körfez ülkelerinin de aynı alın yazısına sahip olma ihtimalinin belirmesidir. Bu nedenledir ki Amerikalılar Arap devrimlerinin önünü kesmek, kendi taraftarları olan rejimlerin düşmesine engel olmak ve bu devrimlerden ötürü bölgede Batılıların ve Amerikalıların menfaatlerini tehdit eden unsurlarla mücadele etmek için farklı seçenekler üzerinde çalışmalar yapmaktadırlar.

Batılıların İslamcıların Güçlenmelerinden Duyduğu Kaygı

Batılıların bu devrimlerden kaygı duymalarının nedenleri şunlardır; bu devrimlerle birlikte Amerika’ya muhalif İslamcı akımlar işbaşına geleceklerdir. Bu akımlardan bazıları dış politikadaki tutumlarını açıkça ilan etmemiş ve bunu sonraya bırakmışlardır. Bu da değişim taraftarı olan halkçı bir yapının ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır ki İran buna İslami uyanış demektedir. Bu uyanış doğrudan Amerika ve diğer sömürgeci güçlerden kurtulmayı amaçlayarak Arap ve İslam dünyası için yeni bir gelecek belirleyecektir. Bu, devrimcilerin sıklıkla dile getirdikleri bir söylemdir. Bu söylemden ötürü Mısır ve Tunus parlamentolarında daha çok İslamcı adaylar milletvekili oldular. Bu, değişim peşinde olan her ülkenin teveccüh ettiği ideal bir şeydir.

Arap Devrimleri Amerika İçin Bir Sürprizdi

El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makalede bu olayların meydana geliş zamanının Amerikalılar için sürpriz olduğu yazılmaktadır. Ancak bu devrimlerin gerçekleşeceği öngörüsü Amerika’daki düşünsel projelerde vardı. Bu yüzden bu devrimlere karşı koyma ve buna benzer durumlar için önceden hazırlanmış reçeteleri bulunmaktaydı. Nitekim daha önce Amerika’da ve Avrupa’da bu devrimlerin olacağı öngörüsünde bulunan insanlar vardı. Bu yüzden Batı ve Siyonistlerin menfaatleri için bu devrimlerden kaynaklanabilecek tehlikenin engellenmesi amacıyla kompleks düşünceler tarihi araştırmaları ile istihbarat raporları incelendi.

Bölge Dengelerinde İslamcıların Silinmesi İçin Tefrika Yaratma Politikaları

İslamcı akımların güçlenmesini hiçbir şekilde kabul etmeyen İsrail, Amerika ve Avrupalı karar mercileri, stratejik tehlike olmamaları ve Amerika, İsrail ve Avrupa’nın nüfuzunu tehdit etmemeleri için güç peşinde olan her İslamcı akımın içinde tefrika yaratma ve onları iç çekişmelerle meşgul etme kararı aldılar.

Tabii bu yeni bir şey değil, eskiden beri kullanılan bir yöntemdir ve bugün sadece zamanın gereksinimlerinden ötürü sadece isim ve formu değişmiştir. Eskiden buna “böl ve yönet” politikası deniliyordu. Bugün bu politikadan farklı isimler altında istifade edilmektedir. Yaratılacak bu tefrika başka ülkelerde etki alanının artmasına neden olmasa bile başkalarından gelecek tehlikeleri ortadan kaldıracak veya asgari seviyeye düşürecektir.

 

Devam edecek…

"Sıfır sorun" politikasının öncesi ile sonrasının farkı şu: Önce TR, komşuları kendine tehdit görürdü. Şimdi komşular TR'yi tehdit görüyor.

Irak işgal edilmesin diyenler "Saddamcı/Baasçı" ithamıyla suçlanıyordu. Şimdi onlar Suriye işgal edilmesin diyenlere "Esadçı/Baasçı" diyor.

ABD ve NATO Irak'ı işgal etmesin diye canlarını dişlerine takanlar şimdi neden Suriye işgal edilsin diye feryadü figan halinde?

NATO kampanyasına katılanların ne yaptıklarının bilincinde olduklarını, "siz de Rusyacısınız/Çincisiniz" zavallı savunmasından anlayın.

Türkiye'de 7 bin yabancı öğrenci varmış. Sadece Ezher'de 38, Kum'da ise 42 bin. Ankara bu kurumların dikkatini çekmeliymiş! Gülencilik:))

Erdoğan'ın "Irak'ta Şii liderler de Maliki'den şikayetçi" derken kasdettiği bir tek kişi var: ABD-Suudi ajanı Allavi. Onunla yakın dostlar!

Irak parlamentosu güvenlik ve savunma komisyonu üyesi Hüseyin Ali: Allavi, Arabistan-Amerika projesinin icrasıdır.

Iraklı uzman Muhammed Sadık el-Hüseyni: Fitne üçgeni (Türkiye, Katar, Arabistan) Irak'ta etnik ve mezhebi savaşı tutuşturmanın peşinde.

Suriye milletvekili Muhammed Zehir Ganum: Türkiye, Arabistan ve Katar Annan planının başarısız olması için binbir şeytanlık peşinde!

Kazak uzman Kadir Melikov: Türkiye, ABD'nin Ortaasya'daki truva atı. Ankara bölge halklarında Rusya karşıtı psikoloji oluşturmaya çalışıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri'nde reformcu partinin lideri tutuklanmış. Sultanlar, zaten emperyalizme entegre olmuşken reforma gerek duymuyor.

Erdoğan/Davutoğlu maceraperestliğine AK Parti seçmeninin bile sadece %13'ü destek veriyor. Erdoğan'ın milli iradeye saygısı var mı?

Ortadoğu uzmanı Mazin Selim: Şam'da İran kültür müsteşarlığının yakınında patlayan ses bombaları, Annan planını başarısız göstermek için.

"Milli iradeye kasdedenler cevabını alacak" buyurmuş Erdoğan! Milli irade bölgesel kardeşliğimize kasdetmenin karşısında, haydi ver hesabı!

Muhafazakar tek parti rejimi, istikbalini siyonizm/vahhabizm ile kader birliğine bağladı. Bölgesel kardeşliğimizin üzerine balyozla yürüyor.

Suudi vahhabizmi ile İsrail siyonizmi, Gazze'ye de, Lübnan'a da birlikte saldırdı. Suriye'ye de birlikte saldırıyor. Ankara bunlarla dost.

Bölgemize yabancı İsrail'in siyonizmi ile Suudi vahhabizmi madalyonun iki yüzü gibidir. O yüzden bütün saldırıları birlikte yapıyorlar.

Suudi diktatörlüğünün vahhabizmi/selefizmi ağır silahlarla bir yıldır Suriye halkına saldırıyor, Suriye ise teslim olmuyor.

Suriye'de tabii ki devrim var, Suudi vahhabizminin/selefizminin ağır fitne saldırılarına rağmen toplumsal barışın korunması büyük devrimdir.

Suudi diktatörlüğünün vahhabizmi/selefizmi, Suriye'yi emperyalizme teslim etmek için var gücüyle saldırıyor. Suriye halkı buna direniyor.

İsrail siyonizmle, Suudi diktatörlüğü vahhabizm/selefizmle yayılıyor, Bahreyn'i işgal edip değişim iradesinin üzerine kurşun yağdırıyor.

İsrail Filistin için ne manaya geliyorsa, Suudi diktatörlüğü de Bahreyn için o anlama geliyor. Bahreyn, Suudi vahhabizminin Filistin'idir

Bahreyn'de F1, kanla sulanmış pistte, diktatörlüğün kıydığı canların mukaddes bedenleri üzerinde patinaj şovu yaptı.

Bahreyn'de diktatörlüğü normalleştirme teşebbüsü olarak F1 festivali, kapitalizm-emperyalizm ensestizminin pespaye numunesi oldu.

Bağdat "iç işlerimize karışma" diyor, Ankara cevap veriyor: "Ama İran'ı karıştırtıyorsun, ABD işgal ederken iyiydi!" Dışpolitikamız budur!

Bizim Bush'umuz Erdoğan'ın yanında Y. Yakış gibi kurallı davranma terbiyesi almış bir hariciyeci olmalı. Neocon Davutoğlu gerçeklikten koptu.

Küresel kapitalizme entegrasyon projesi "Arap baharı"nın başında muhafazakar Ankara var. "İslami uyanış"ın mimarı ise Hamenei.

Davutoğlu ve ashabı (neoconlar) Türkiye'nin en büyük derdidir. Bush misali Erdoğan ve neoconlar, bize Amerikan felaketini yaşatmaya azimli.

Müslüman halkın "İslami uyanış"ı, emperyalizme ve yeni sömürgeciliğe direnmenin adıdır. Kapitalizmi ve diktatörlüğü imha savaşıdır.

"Arap baharı" Müslüman beldeleri liberal demokrasilerin yeni sömürgeciliğine boyun eğdirmenin renkli denemeleridir.

"Arap baharı" Suriye'yi emperyalizme peşkeş çeker, Filistin'i İsrail'e satar, Lübnan'ı 're-conquista' diyarına dönüştürür.

"Arap baharı" milletin milyar dolarıyla Suud'a sığınan Tunus diktatörünü geri alamaz, Gazze'yi özgürleştirecek Refah sınır kapısını yıkamaz.

Hiç merak etmiyor musunuz? Ankara neden 21 Türk'ün öldürülmesini soruşturmadı? Neden TSK helikopterinin düşürülmesi dosyası kapandı?

Aralık 2011'de NATO bombardımanında 21 Türk öldürüldüğünde Ankara tek kelime etmemişti. Kabil'de düşen helikopter aynı grubun işi olabilir.

Benim haberim olmadı, Irak meclis başkanı Nuceyfi "tedavi amacıyla" Türkiye'ye gelmiş. Ankara her yolu deniyor, işe yaramayacağını bilse!

Amerikalı şirketler ihalelerden uzaklaştırıldıkça Ankara haykırıyor. ABD Irak'tan dışlandıkça Milat gazetesi veryansın ediyor.

Muhafazakar iktidarın başının Irak'a hakaretamiz sözleri, Washington'un sözcülüğüdür. Ankara'nın kendine ait bir tek kelimesi bile yok.

14 Şubat 2010'da yanında milyarlarca dolarla kaçıp Suud diktatörlüğüne sığınan Tunus diktatörünü geri almaya uğraşmayan Tunus devrimi!

28 Şubat da, Suriye kampanyası da, İran ve Irak karşıtlığı da Likudniklerin operasyonu. Gülencilik o nedenle aktif biçimde işin içinde.

28 Şubat, Milliyet'in manşetindeki örtbas amaçlı itiraftan anlaşıldığı gibi Likudniklerin işiydi ve Gülen'in desteği bu nedenle idi.

Komünizmle mücadele kökenli Gülen'in Likudniklerle buluşması da normal, milli mücadele kökenliler ve tekfircilerle ortak hareket etmesi de.

Komünizmle mücadele derneği kökenli Gülen'in milli mücadele kökenliler ve selefilerle İran karşıtlığında buluşmasında şaşacak bir şey var mı

Milli mücadele kökenli C. Özkaya (Pınar çevresi) İran'ı ABD ile gizliden iş yürütmekle suçlarken selefi Şii nefretinden başka ne serdediyor?

Milli mücadele kökenli Haksöz'ün başı H. Türkmen'in, İran ve Suriye'ye yalan haberle saldırarak yürüttüğü kampanyada şaşacak ne var?

Milli mücalede kökenli muhafazakarların iktidarın çevresinde ve en önde İran, Suriye, Irak, Hizbullah karşıtlığı yapması ilginç değil mi?

Milat'ta müstemleke aile Suudilere ima bile olmaması Akit'in fotokopisi tekfir ve nefret organının karanlık ve kirli emelini ele vermiyor mu

Türkiye, Davutoğlu'nun başında olduğu neo-conlardan kurtulmadığı sürece uçurumun kenarında durmaya devam edecek.

Bugün'e manşet olan Gülenci Bülent Aras'ın bütün söylediklerini 2007'de ABD sefiri için yaptığı İran memuriyetini akılda tutarak okuyun.

BDP'lilerin Amerika'ya gidişinden böylesine heyecanlanan Taraf, artık sütre kullanmıyor. Bu da iyi bir gelişme:)

82 Hama katliamı madem açık dosya neden onun failini Suriye'nin müstakbel lideri olarak yedekte tutan Atlantik dünyasına siteminiz bile yok?

Yaşar Yakış 82'deki Hama katliamını unutmuyormuş. Madem öyle neden onun birinci derecede faili Rıfat Esed'in yargılanması için çağrınız yok?

Henri Barkey, Likudnik lobinin büro şefi. Gülenciliğin Amerikasını o temsil ediyor. Erdoğan'ın Amerikası ile kavgası derin.

Milliyet'in cahil lobicisi parçalansa da, Gülenciliğin "NATO'suz darbe" kampanyasına lojistik koştursa da nafile, 28 Şubat NATO'lu darbedir.

Suriye'nin güvenlik siyasetinin egemenliğinden çıkıp reform siyasetine dönmesine engel olmaya çalışan Gülencilik ve diğerlerinin amacı ne?

Gülencilik, IHH, tekfirciler (selefi/vahhabi), radikal örgütler acaba neden Suriye'de güvenlik siyasetini güçlendiren kampanya yürütüyor?

Suriye krizinde kirli kader birliği yapmış Gülencilik, IHH, tekfir ve nefret fırkası, radikal islamcı örgütler ortak akıbete sürükleniyor.

IHH yönetimindekiler karanlık işlerinin hiç ortaya çıkmayacağını varsayarken nasıl olsa Türkiye'de hep NATO iktidarı olacağına mı güveniyor?

IHH'nın başının İran'da hiç rağbet görmediğini ve orada İranlılara isyancıları durdurma vaadinin ise acaip karşılandığını biliyor musunuz?

IHH'nın aracılığının İran medyasında hiç yer bulmadığını, "Türkiye makamları"nın mühendisleri iade ettiğinin yazıldığını biliyor musunuz?

Teröristlerin kaçırdığı İranlı mühendislerin burnu bile kanamadan iade edilmesinde IHH'nın ne aradığını neden kimse sorgulamıyor?

Gerçeklerin ortaya çıkmaması için Milletvekillerinin Suriye'ye gitmesine karşı çıkan iktidar, engellemek için onları ölümle tehdit ediyor!

"Milletvekillerinin başına bir şey gelirse" cümlesini silahlı tedhişi destekleyen muhafazakar iktidar söylüyorsa bunu bir tek anlamı vardır!

İlginç bir test önereceğim: "Esadçı mısın/Baasçı mısın?" sorusunu sorana "Ne münasebet, tabii ki NATO'cuyum" deyin. Tepki almıyorsunuz:)

Muhafazakar tek parti rejimi Türkiye'yi tali, dolayısıyla, dolayımıyla, talimatlı, bağlı, bağımlı işlev gören bir ülke ne hale getirdi!

Türkiye'nin İsrailifikasyonu, maraza çıkararak bir şeyler koparma çabası olduğu kadar, kapı dışında tutulmaya da razı olmaktır. Razı oldular

"Türkiye'nin İsrailifikasyonu"ndan bahsederken sadece maraza çıkarıp istediğini alma taktiğini kasdetmedim, dışarıda tutulma da var bu işte.

Suriye krizinde Şam istemediği için Türkiye gözlemci bile olamadı. Tamamen olayın dışında bırakıldı. Pohpohlanmayla teselli buluyorlar.

Erdoğan/Davutoğlu, kabul etmekte güçlük çekiyorlar ama gerçek şu: Suriye krizinde onlara verilen hammaliye rolünün dışına çıkamazlar.

Suriye fenalığının bütün hammaliyesini yıktıkları Erdoğan'a kimsenin dönüp fikrini sormaması ve olayın dışında tutması fenalığını arttırıyor

Muhafazakar tek parti rejiminin başı, Suriye'de ve Irak'ta fenalıktan başka bir şey istemiyor, fenalık peşinde koşuyor. Acıklı bir durum bu.

Bir fayda sağlamak için fenalığa bulaşan kişi (burada Erdoğan), o faydadan mahrum kalınca fenalıkta derinleşir. Fenalık döngüsü fena şeydir!

Muhafazakar tek parti rejiminin başı, Suriye'de kan dökülmesine ve Irak'ta mezhep savaşı çıkmasına yardımcı olmayı takıntı haline getirdi.

Amerika'nın talimatıyla hareket edilmesindeki utancı millete havale eden bir başbakan! O utanç senin muhterem, sadece senin, milletin değil!

BM gözlemci heyetine alınmayan muhafazakar rejimin başı kendi kendine konuşuyor, öneriler getiriyor. Kimsenin dönüp bakmadığı öneriler!

Irak'ta Şiiler de Maliki'den rahatsızmış! Erdoğan'ın laflarının bir tek kelimesi doğru değil. Irak'ı karıştırmaya uğraşan birinin suçluluğu.

Muhafazakar Ankara en kötü anında Irak'ın yanında olmuşmuş! O en kötü anların yaratıcısı olanların ağzından dökülen sözler ne müraice!

Erdoğan, kendilerinin değil Irak'a girenlerin içişlerine karıştığını söylemiş. Senin desteğinle Irak'a girildi, 1 milyon insan öldürüldü!

Ortadoğu uzmanı, araştırmacı yazar Kenan Çamurcu, Twitter üzerinden gündeme dair yeni açıklamalarda bulundu. Bunlardan bir kısmını sunuyoruz: Tekfirci Gülencilik ve muhafazakar rejimin Ehl-i Beyt takipçilerine yönelik saldırganlığı İran'da bir Şii Sünni'ye yapsa anında tutuklanır.

Şiafobia saldırganlığına karşı bir İslam mezhebi olarak Caferiliğe canlı kalkan olmam tepkiyle mezhep değiştirmek değildir.

Biz ne demiştik: Tekfirci Gülenciliğin ve muhafazakar rejimin imhaya giriştiği Caferi fıkhına uyup bu İslam mezhebine canlı kalkan oluyorum.

İsrail Güney Lübnan'ı yerle bir ettiğinde oraya yardım için toplanan parayı IHH kuzeyde Hizbullah düşmanlarına dağıttı!

Maliki'yi devirmek için girişilen komplolar Türkiye'deki gibi çoğu hayali senaryolar değil. Hergün onlarca insan ölüyor.

Fars Haber Ajansı (HF): Irak'ta güvenlik ve istikrar arttıkça, Irak bölgesel rol oynamaya başladıkça Maliki'yi devirme çabalarında artış var .

Atilla fikri ergun:‏ K.Çamurcu'ya destek: Şiiliği hedef alan, bölgede mezhep çatışmasını körükleyen nefret kampanyası bitene dek muamelatta Caferî fıkhına tabiyim.

Şia nefretini ideolojileştirmiş muhafazakar rejim ve tekfirci Gülencilik, yok etmeye çalıştığı Caferiliğin bendeki dirilişine tanık olsun.

1) SEKA'ya işçi olarak İzmit'e gelen Şafi Kürtler namazı farklı kılıyordu. Hanefi toplumun baskısına karşı canlı kalkan olup Şafii oldum.

2) İmam Rabbani, mensubu kalmadığı için ölmeye yüz tutmuş Hanbeliliği yaşatma amacıyla Hanbeli olmuştu. Aynı gerekçeyle Maliki oldum.

3) Şimdi çok daha vahimi var: Tekfirci Gülencilik ve muhafazakar rejim yok etmecesine Şia'ya saldırıyor. Bu saldırıya canlı kalkanım artık.

4) Muhafazakar rejimin ve tekfirci Gülenciliğin Şiafobia faaliyetine bu İslam mezhebini hayatımda yaşatarak cevap vereceğim.

Iraklı şii partilerin üst çatısı ulusal ittifak toplantısından malikiye koşulsuz destek çıktı. tayyib beyin bahsettiği şii liderler kim acaba!Tekfirci Gülencilik ve muhafazakar rejimin Şii kardeşlerimize yönelik azgınlaşmış saldırganlığına karşı Caferi fıkhına canlı kalkanım artık.

1) Zaten Emevi sarayında imal edilmiş Sünniliği reddetmiş, Ehl-i Sünnet imamlarımız gibi Ehl-i Beyt sancağı altında toplanmıştık.

2) Şimdi, Ehl-i Beyt sancağı altındaki müminler olarak Şii kardeşlerimize yönelen kin, nefret ve düşmanlığa karşı canlı kalkan olacağız.

İktidarın ve tekfirci Gülenciliğin Şii düşmanlığına tepkili müminleri, nefret kampanyası bitene dek Caferi fıkhına uymaya davet ediyorum.

Türkiye normalleşene ve Şii nefretinden arınana dek Caferi fıkhına tabiyim. Benim elimden gelen budur. Şia düşmanlarına meydan okuyorum!

Mümin kardeşlerimi, muhafazakar rejimin ve tekfirci Gülenciliğin azgın Şiafobia zulmüne meydan okuyacak cesareti göstermeye davet ediyorum.

Tekfirci Gülenciliğin azgın ayrımcılığına ve vahşi Şiafobia faaliyetine cevabım bu: artık bütün ibadetlerimde Caferi fıkhına tabi olacağım!

Tekfirci Gülenciliğin iktidarın himayesinde azgınlaştırdığı Şiafobiaya meydan okuyorum: Bundan böyle ibadetimi Caferi fıkhına göre yapacağım .

Sahte hoşgörü maskesi düşen Gülenciliğin "Şii mezhep faşizmi" başlıklı yazıyla köpürttüğü Şiafobia faaliyetini, Şii nefretini lanetliyorum.

Nefreti tahrik ve teşvik eden, siyonizm ve vahhabizm. Bu iki hançeri sırtımızdan ve böğrümüzden çıkarıp atarsak felah buluruz.

Buradaki eklektik sosyalist dindarın bâtıniliği henüz Kur'an'ın linguistik yapısının "mecaz" olduğu aşamasında. Ama durmayacak, devam edecek .

Eklektik sosyalist dindarlığın örgütü Halkın Mücahitleri'nin tefsirinin buradaki sosyalist dindarınkinden zerre farkı yoktur.

İslam'ın tek meselesini sınıfsal mücadele saymak sosyalist dindarlıktır ve bunun örneğini Halkın Mücahitleri verdi. Tefsirleri bile var.

Eklektik sosyalist dindarlık, taraftar toplamak için medyatik 1 Mayıs eylemi yapacakmış. Bizim görevimiz paradigmatik bâtıla işarettir.

Sosyalist dindarlığı inşa etmeye çabalayan kalemleri okuyun, bâtıni tevillerinin hiçbirinin temeli, kuralı, kriteri yoktur. Tümüyle keyfidir.

Sosyalist dindarlığın kuralsız bâtıni tevilleri İslam'ın Allah inancını bile soyutlaştırıp Budist din anlayışına varıyor. Sekülerleşme budur.

Sosyalist dindarlığın İslam'ı kabul edilebilir hale getirme çabası, liberal dindarlığın çabasının simetrisidir. Biri sağdan, öteki soldan.

İslam'ı ideolojileştiren sosyalist dindarlık onu sekülerleştiriyor. Atlantik medyasının sirk öğesi gördüğü bu fikriyata bayılması bundan.

İran'da kendilerini Şeriati'yi nispet eden sosyalist dindarlar ilk tepkiyi Şeriati'den aldılar. Şeriati onlara İslam'ın din olduğunu anlattı.

Sosyalist dindarların bazı sosyalist yazarların rağbetine maruz kalmaları, o yazarların kendilerinin dindar simetrisini aşina bulmalarından.

Bizim sosyalist dindarlar daha yolun çok başında. Halkın Mücahitleri (İran’da yönetime karşı mücadele eden halkın münafıkları örgütü, İran’ın PKK’sı) macerasını iyi bilen biri olarak akıbetlerini görebiliyorum.

Eklektik sosyalist dindarlığın bilinen en iyi örneği İran'da doğmuş "Halkın Mücahitleri" örgütü. Buradakilerle aynı macerayı izlediler.

Ali Şeriati'den mülhem olduğunu meşruiyet aracı olarak zikretmesine aldanmamak gerek, sosyalist dindarlıkla Şeriati arasında hiç bağ yoktur.

Sosyalist dindarlık, Kur'an'ın zâhirini ayakbağı gören bir bâtınilik türü. Ayetlere linguistik mecradan çıkartarak mana vermesi bundan.

Eklektik sosyalist dindarlıkla aramızdaki mahiyet farkını göstermek zorundayız. Biz dindarız. Kur'an'ı "das kapital" görmeyiz.

Eklektik "sosyalist dindarlık" "liberal dindarlık"ın zıddıdır ve el birliğiyle İslam'ı sekülerleştirip modernleştirmeye kovalarca su taşıyor .

Sosyalizmden tercüme mücadele diliyle eklektik "sosyalist dindarlık", Atlantik medyasında kolaylıkla yer bulabilmekten hiç mi kuşkulanmıyor?

Emeğin davası İslam'ın içinde özerk bir mücadele alanı değil, tevhid mücadelesinin parçasıdır. Sosyalizmden tercüme tevhid mücadelesi olmaz.

Cumartesi, 28 Nisan 2012 05:52

Türkiye’nin prestiji ve İran

İranlı yetkililer çok önemli bir haberle kameraların karşısında idi.

 

ABD’nin istihbarat uçağını düşürdüklerini geçtiğimiz günlerde uçağın önünde verdikleri pozlarla basına duyuran İranlılar, şimdi de bu uçağın kodlarını çözdüklerini ve aynısını yapacaklarını açıkladılar.

İran’ın, uçağın yazılım kodlarını çözmesi, teknolojide rakipsiz olduğunu her fırsatta dile getiren ABD’den daha ileri olduğunu göstermektedir.

Müslüman bir ülkenin bunu başarması da bizim için ayrı bir gurur kaynağıdır.

Matematik, astronomi, cebir gibi ilimlerin kaynağı İslam âlemidir. Bugün kullanılan harita ilminin temeli Müslümanlara aittir.

Ancak Müslüman âlemi, son dönemde Batının oyunları ile teknikte hep geri kalmıştır. Para verilerek alınan hazır teknolojiler ise eski veya bozuktur.

Hatırlanacaktır, İsrail’den yüksek bir meblağ ile satın aldığımız casus uçakların bozuk çıktığı basına yansımıştı.

Ancak İran kaynaklı haber, demek ki Müslümanlar da teknolojide Batı ile yarışabilir hatta onları geçer dedirtmiştir.

Öte yandan İran televizyonuna demeç veren Lübnanlı Prof. Muhsin Salih, “Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran’la olan ilişkilerinde ABD, İsrail ve Batının rolünü düşünmek gerekir” demiştir.

İran, Suriye ve Irak Türkiye’nin komşuları olduğu için bu ülkeler seçilmiş ama Türkiye yüzünü Doğuya dönerse Müslüman âlemin başı olarak yer alacağı koskoca bir dünya onu beklemektedir.

Oysa yüzümüzü Batıya çevirmenin bize zerre faydası görülmemiştir.

Yıllardır, kapısında bekletildiğimiz AB’ye giriş sürecinde yaşadıklarımız ortadadır.

İç işlerimize karışılmasına neden olan talepler bir yana, bu kapıda bekletilme Türkiye’nin uluslararası prestijini de ciddi manada zedelemiştir.

Şimdi de ABD adına ve İsrail yararına, komşular ile tarihi geçmişe dayalı birliktelikler sona erdirilmiştir.

Yetkililerimiz, ABD karşıtı ülkelere “ABD ile aranızı iyi tutun” mesajları götürmektedir.

Bu “taşıyıcı misyonu” ile Türkiye’nin uluslararası prestiji sizce ne noktadadır?

Üstelik İranlı yetkililer de tıpkı Lübnanlı profesör gibi, Türkiye’nin başkaları adına hareket ettiğini her fırsatta dile getirmektedirler.

Öyleyse, Türkiye uluslararası arenada icraatları ile geldiği noktayı iyi değerlendirmelidir.

“Dosta güven düşmana korku salan”, “sömürülen halklar için büyük örnek” olan Türkiye Cumhuriyeti devleti son dönemde hakkında bahsi geçen imajı değiştirmek zorundadır.

Çünkü tarihten gelen misyonu bu değildir.

Türkiye, safını değiştirerek Suriye’nin yanında yer almaya başlarsa eski misyonuna geri dönecektir.

http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12001355/turkiye-nin-prestiji-ve-iran/prof-dr-haydar-bas

 

İslam inkılâbı rehberi İmam Seyid Ali Hamenei'nin vurguladığı gibi, İran İslam cumhuriyeti nükleer silahların geliştirilmesi ve kullanılmasının İslam hukuku ve fıkhı açısından haram sayıyor ve bu silahları çok tehlikeli ve işe yaramaz olarak nitelendiriyor.

 

Nükleer bilim ve teknoloji Allah vergisi bir ilim dalı olup insanlığın ulaştığı en önemli enerji kaynaklarından biridir ve beşeri topluma büyük yararlar ve faydalar sağlamıştır. Nükleer enerji tıp, tarım, ilaç, sanayi, doğal gaz ve petrol sanayi ve yüzlerce zilim ve teknolojiyi geliştirme ve imal etme alanında da kullanılmaktadır. Bütün ilim dallarına insanların ihtiyacı artmaktadır. Bu nedenle nükleer enerjinin de bu bilim dallarını geliştirmede etkin rol oynamaktadır. İran halkı da ilim ve teknoloji alanında kalkınıp gelişmek ve buna bağlı olarak ekonomik gelişim ve büyümesini sağlayıp zirveye ulaşmak için nükleer enerjiyi geliştirip, kullanma hakkına sahiptir.

İran sadece kendisinin değil, bütün İslam ülkeleriyle bağımsız dünya ülkelerinin barışçı Nükleer enerjiyi geliştirip kullanma hakkına sahip olduklarını vurguluyor. Fakat Amerika ile İngiltere ve Fransa nükleer silahlara sahip oldukları halde İran İslam cumhuriyetinin barışçı nükleer faaliyetlerini durdurmaya çalışıyorlar. İran devleti ve halkının inancına göre, bütün kitle imha silahlarıyla nükleer silahları geliştirme, depolama ve kullanma insanlık suçudur. Bu nedenle İran NPT'yı imzalamıştır.

İran kimyasal silahların kurbanı bir ülkedir. Nitekim batılı ve gerici Arap rejimlerinin mali ve silah desteğindeki hunhar Saddam rejimi dayattığı 8 yıllık savaşta, İran askerleriyle yerleşim merkezlerine karşı kimyasal silahlar kullandı. Fakat İran İslami ilke ve değerlere uygun olarak Irak Baas rejiminin saldırgan ve işgalci askerlerine karşı kimyasal silahlarla misillemede bulunmadı. İran kendine dayatılan bu savaşta Irak halkına da hiçbir can kaybı ve zarar verdirmedi.

Savaşın sona ermesinden sonrada, İran aynı politikayı sürdürdü. İran'ın savunma stratejisi İslam savunma kulları üzerine bina edilmiştir.

İslam fıkhı ve hukuku açısından kitle imha silahları masum insanların katledilmesine ve gelecek nesillere zarar vermesine sebep olmaktadır. Bu nedenle kitle imha silahları İslam açısından haram sayılıyor. İran İslam cumhuriyetinin inancına göre, nükleer silahlarda caydırıcı güçten yoksundur. Bu nedenle İslam inkılâbı rehberi Ayetullah Hamenei' İslam fıkhına bağlı İran İslam cumhuriyetinin asla nükleer silahların geliştirilmesine çalışmayacağını, bu silahları geliştirme ve kullanmanın haram olduğunu açıkça ilan etmiş bulunuyor. İslam savaş hukukunda savunma temel alınmıştır. Savaş sırasında düşmanlara karşı da insan hak ve şerefi korunmalıdır. İnsanca bir tutum izlenmelidir. İslam sivil insanları öldürme, esirleri öldürme, çevre hayatını bozma ve yıkıp yakma, hayvanları öldürme girişimlerini haram kılmıştır.

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a)'nin buyruğu üzerine İslam mücahitleri Gazve ve seriyelere çıktığında, yaşlılara, kör ve ağmalara, sağır insanlara, kadınlara ve çocuklara dokunmazlardı. Bağ ve bahçelerle ağaçlara zarar vermezlerdi. Nehcü’l Belağa'da kaydedildiği gibi, İmam Ali (as) isyancı Muaviye'ye karşı ordu gönderdiğinde buyurdu ki; “Eğer Allah'ın yardımıyla yenilgiye uğrarlarsa, sakın kaçıp kurtulmak isteyenleri öldürmeyin, yaralananlarla yorgun ve bitkin düşenleri öldürmeyin. Sakın kadın ve çocuklara dokunmayın. Hatta namuslarına bile küfretmeyin ve komutanlarına tahkir ve tacizde bulunmayın.”

İslami hükümet ve devlet geleneğinde İslam nizamının koruyup kollamak farzdır. Allah cc Kuranı kerimde buyuruyor ki;

"Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.".

Bu nedenle Müslümanlar modern savunma silahlarını geliştirip, kendilerine karşı saldırıları defedecek caydırıcı güç oluşturmalıdırlar. Günümüzdeki uluslararası Hukuk'ta meşru müdafaa bir hak olarak tanımıştır. İslam dininde Bu müdafaa hakkı mantıklı ve insani değerler üzerine bina edilmiştir. Müslümanlar saldırıları defetmek için güç ve yeteneklerini geliştirmelidirler. Fakat saldırıyı defetmede ölçülü ve takvalı davranıp, zalimlik yapmamalıdırlar.

Nitekim Allah Bakara suresinin 191 ila 193. ayetlerinde " Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın…Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir….(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur."

Bu yüzden İslam'da düşmanların saldırısına karşı savunma ve misillemede bulunma şartları sınırlandırılmıştır. Müslümanlar çatışan düşmanın haysiyetini ve şerefini ayaklar altına alamazlar. Bu nedenle adaletli ve takvalı davranmalıdırlar. Allah'ın belirlediği ölçüleri göz ardı edemezler. İslam'da savaş Müslümanların haklarını savunmaya yöneliktir. Bu nedenle düşmanların zulümlerine benzer bir saldırı ve zulümde bulunamazlar ve İslam hakikatini karartacak ahlaksızlıkları yapamazlar. Düşmanlar ahlaksızlık ve insanlık dışı saldırılar yapsalar bile Müslümanlar ilahi ve ahlaki ölçüleri kaçıramazlar. Peygamber efendimiz, müşriklerin şehirlerinde hastalıklar yaymazlar ve sularını zehirleyemezler ve sivil halkı ve güçsüzleri azarlayamazlar diye özenle vurguluyor. Hâlbuki İslam dışı güçler tarlaları yakar, ağaçları söker ve su ambarlarını zehirlerlerdi. Günümüzde de batılı güçler kimyasal silahlar ve biyolojik silahlar geliştirip, savaşlarda kullandılar ve kullanmaktadırlar.

Bütün bu ilahi emirler ve insanlık dışı girişimler açıkça İslam ve kuranı kerim tarafından menedilip, yasak ve haram kılınmıştır. İslam inancına göre, düşmanla savaşın kuralları ve kırmızıçizgileri vardır. Örneğin Sıffin savaşında Muaviye ordusu, Halife İmam Ali (as)'nın ordusuna karşı su kaynaklarını kapattı. Fakat İmam Ali (a.s) ordusu, su kaynaklarını ele geçirip, misillemede bulunmak istedi. Fakat İmam Ali (a.s), bunu menedip, buyurdu ki; Bizler de bu ahlaksızlığa başvuramayız. Böylece Muaviye ordusunun da su kaynaklarına ulaşmasını sağladı. İslam hukuk uyarınca İslam cumhuriyeti yetkilileri nükleer silah geliştirilmediğini ilan etmiş bulunuyorlar.

İslam inkılabı rehberi İmam Hamenei de nükleer silahın haram olduğu fetvasını vermiştir. Müslüman Şiilerin Taklit Mercilerinin hepsi de "Veli-Fakih" makamındaki Ayetullah Hamenei'nin fetvasını desteklemektedirler. Bu bağlamda Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Amerika dış işleri bakanı Hillariy Clinton ile yaptığı görüşmede, İslam inkılabı rehberi Ayetullah Hamenei'nin nükleer silahın haram olduğu fetvasını kendisine iletti. İranlı yetkililerin vurguladıkları gibi, İran İslam cumhuriyeti bütün saldırıları defedecek güçtedir ve nükleer silaha asla ihtiyaç duymamaktadır. Ayetullah Hamenei'nin de tartışma götürmez fetvası da bunu garanti etmektedir. İslam inkılâbı rehberinin vurguladığı gibi, nükleer silah güç ve iktidar kaynağı değildir. İran halkının yüksek potansiyeli, nükleer güçlerin saldırılarının üstesinden gelebilecek ve onların nükleer silah temelindeki iktidarını yenilgiye uğratabilecektir.

irib

 

 

Azerbaycan-İsrail İlişkileri 4 Milyar Dolarlık Hacimle Uçuyor

Siyonist İsrail’in eski Sovyet cumhuriyetleri arasında en büyük ticari ilişkileri Azerbaycan’ladır.

İslami İran’ın Ermenistan’la ilişkilerini her zaman gündeme taşıyan ve İran’ı eleştiren Azerbaycan, İslam dünyasının büyük düşmanı İsrail’le ilişkilerini genişletmektedir.

Eli binlerce Müslüman’ın kanına batmış Siyonist İsrail’le kendisi bir Müslüman ülke olan Azerbaycan’ın yıllık ticari ilişkiler hacmi 4 milyar dolar. Bu rakamla İsrail’in eski Sovyet ülkeleri arasında en büyük ticari ilişkileri Azerbaycan’ladır. Hatırlatalım ki kardeş ülke olan Azerbaycan’ın Türkiye ile yıllık ticari ilişkileri bu rakamın çok çok altındadır. Azerbaycan’la Türkiye arasında yıllık ticaret 1,5 milyar doları geçmiyor.

2012 yılının Şubat ayında Azerbaycan’ın 1,6 milyar doları sadece İsrail’in silah üreticisi “Aerospace” şirketine ödemesi bu iki ülke arasındaki derin bağlar olduğunu gözler önüne seriyor. İsrail’in enerjiye olan ihtiyacının en az %30’nu Azerbaycan karşılıyor. Azerbaycan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı ile günlük binlerce ton İsrail’le petrol akıtıyor. Türkiye’den geçen bu boru hattından taşınan petrolün ilk alıcısı da 2006 yılında İsrail olmuştur. Bu alım 2006 yılında İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a saldırması tarihinde gerçekleştirilmiştir. İsrail Lübnan’da mazlum Müslüman halkı bombalarken Azeri petrolünü kullanarak uçaklarını havalandırmıştır. Çünkü Azerbaycan’dan çıkarılan “Azerilayt” markalı petrol kalitesinin yüksekliğine göre uçak benzini üretiminde kullanılıyor.

Birkaç gün önce İsrail’in faşist dışişleri bakanı A. Liberman Bakü’ye ziyaret gerçekleştirmiş ve cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve bir dizi Azeri yetkililerle görüşmeler yapmıştır. Liberman Aliyev’le görüşmesinde her iki ülke arasındaki ilişkilerden duyduğu memnuniyeti dile getirerek Azerbaycan’ı strateji ortağı olarak adlandırmıştır. Müslüman Azeri halkına kan yutturan ve onlarca alimi, yüzlerce dindar vatandaşını hapislere atan Aliyev ise Siyonist devletin cumhurbaşkanı Şimon Peres’e mektup göndererek binlerce Müslüman’ın kanının akıtılması hesabına kurulan İsrail’in kuruluş yılını tebrik etmiştir.

Tüm bunlardan sonra Azerbaycan’ın İran’a karşı tutumunu anlamak imkansız. Ermenistan’la, bazı İran vatandaşlarının küçük hacimli ticari ilişkilerini eleştiren Azeri yetkililer kendilerinin tüm İslam dünyasının düşmanı İsrail’le olan bu büyüklükte ilişkilerini unutuyorlar mı acaba?

 

RAST HABER - BAKÜ