Batı medyasının İslam ve “Orta Doğu” tasviri, batı tarzı liberal demokratik çerçeve dışında var olabilecek herhangi bir anlamlı politik katılımı düzenli bir şekilde reddediyor.
Batı medyasının İslam ve “Orta Doğu” tasviri, batı tarzı liberal demokratik çerçeve dışında var olabilecek herhangi bir anlamlı politik katılımı düzenli bir şekilde reddediyor. Batılı elitlerin çoğu, IŞİD veya ondan önce El-Kaide gibi bir meydan okuma ile karşılaştığında tek uzun vadeli çözümün (içerden de yardım alarak) Müslüman dünyasındaki laik politikaları güçlendirmek olduğu düşüncesine kapılıyor.
Fakat, liberal demokrasinin gerçekten var olduğunu varsaysak bile, bu, tarihsel olarak Müslüman toplumlarında rağbet bulmamış benzersiz bir batı olgusudur. Diğer insanlar gibi, Müslümanlar da kendi toplumlarının siyasi hayatını şekillendirmede söz almak istiyorlar. Fakat onlar katılımcı siyaset çerçevelerinin özgün olmasını istiyorlar; yani, birçok Müslüman için İslam’a dayalı olacak ve “din ve devlet işlerini ayırma” konusundaki yabancı görüşlere yer bırakmayacak şekilde. Şu ana kadar, Orta Doğu’da yalnızca bir siyasi düzen halkına katılımcı bir İslami idare sağlamak konusunda takdir edilebilir bir başarıya sahip – İran İslam Cumhuriyeti.
Batı kendini bunu kabul etmeye ikna edemiyor: İmam Hamanei’nin başarılı geçen prostat ameliyatının batı medyasındaki gösterimine bakarken kendisine ve yönettiği siyasi düzene yöneltilmiş ve çoğunlukla çarpıtılmış kine insan gülümsemeden edemiyor. BBC, ki garezini gizleme girişiminde diğer batı medyalarından biraz daha tecrübelidir, ameliyat üzerine haber yaparken dini liderin özel hayatının “İran’da çok gizli tutulduğunu” belirtti; ancak “İran’ın ve bölgenin kritik durumu” onu daha açık olmaya zorlamış ve ameliyatını ilan etmek mecburiyetinde bırakmıştı. Bir başka haberde, BBC Ayetullah Ali Hamaney’in pek sevilmediğini ve İranlıların dini lidere hastanede büyük boyutta özen gösterilmesine eleştirel yaklaştığını ima etti.
Tutarsız açıklama
İmam Hamanei’nin bir devlet hastanesinde ameliyat edildiği ve bundan daha önce, 1991’de safra kesesinden ameliyat olmasının halka duyurulmuş olması BBC’nin açıklaması ile çelişiyor. Keza, çeyrek yüzyıllık yönetimi boyunca dini liderin halkın önüne her çıkışında muazzam kalabalıklarca karşılanması (ve bunun devam etmesi) onun ve İslam Cumhuriyeti’nin BBC’nin iddia ettiği gibi rağbet görmediği hususunda şüphe uyandırıyor. İmam Hamanei’nin eşi, dört oğlu ve iki kızının ünlü, yüksek rütbeli birer siyasetçi veya iş adamı olmaması dini liderin hayatını biraz “olaysız” gösteriyor fakat bu durum onu “çok gizli” yapmıyor, batı standartlarından farklı kılıyor sadece.
Batı mitolojisinin sunduğunun aksine gerçek şudur ki on yıllardır süren irrasyonel batı saldırganlığı ve şiddetine rağmen İslam Cumhuriyeti bölgenin “istikrar adası”na dönüşmeyi başardı. İronik olarak, bu tabir ilk kez eski BM başkanı Jimmy Carter tarafından, çok farklı bir İran’ı betimlemek için Tahran’da bir kutlamada kullanılmıştı. Carter 1978’de “Şah’ın büyük liderliği sayesinde İran, dünyanın problemli bir bölgesinde bir istikrar adasıdır” demişti.
Bir yıl sonra ise, sloganı “Bağımsızlık, Özgürlük, İslam Cumhuriyeti” olan popüler bir devrim esnasında şah ülkeden uçarak firar etti.
Son yıllarda, batının gözünde “büyük liderler” payesi kazanan Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki diğer siyasetçiler benzer kaderlerle karşılaştılar. BM genel sekreteri Ban Ki-Mun bir keresinde “Tunus gençliği için imkânları çoğaltmak” konusundaki gelişmeleri yüzünden Tunuslu Diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’yi övmüştü. Ocak 2011’de Kahire’de gerçekleşen eylemlerin doruğunda, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair Mısırlı Hüsnü Mübarek’i “son derece cesur ve bir iyilik gücü olmasından” dolayı kutladı.
Halka dayalı değişim talepleri çoktan Orta Asya’nın eski düzenini düşürmeye başladı, ama bunun tutarsız, sallantılı bir istikrardan daha fazlası olmadığına dair birkaç işaret var. Meseleleri daha da kötü bir hale geldi: Batı yönlendirmesi ve desteğiyle petrol zengini yönetimler, müşteri sistemleri başarısız olmaya başlayınca veya ciddi boyutta istikrarsızlık gösterince, uluslararası kanunu ihlal ederek ve Orta Doğu’yu daha da büyük çöküş ve yıkıma sürükleyerek Libya ve Suriye’deki isyancı gruplara maddi destek sağladı.
Elbette, devlet tarafından finanse edilmiş milisler yeni bir olgu değil. Seksenlerde, ABD Afganistan’daki Sovyet işgali ile savaşmaları için “özgürlük savaşçıları” mücahitleri geliştirmek, eğitmek ve silahlandırmak amacıyla Suudi ve Pakistan devletleri ile işbirliği yaptı. Bu mücadele sırasında ve sonrasında, birçok ülke aşırıcı bir ideolojiyi yaymak adına milyarlarca dolar harcayarak Müslüman Dünyası’nın bir ucundan bir ucuna pek çok medrese için hayli yatırım yaptılar.
Güçlü kuvvet
Sonuç olarak – ve Batı’nın sessiz onayıyla – bu aşırıcılık, dünyanın pek çok bölgesinde etkisini gösteren güçlü bir kuvvet halini aldı. Amerika’nın Irak’ı 2003’te işgal etmesinden sonra, ki bu İran hariç bölgedeki neredeyse tüm devletler tarafından desteklendi, yine bu ülkelerin birkaçı El-Kaide’ye bağlı aşırıcı grupları buraya akıttı – bu sefer Irak’taki yeni siyasi düzeni baltalamak için.
Yemen, Bahreyn ve Mısır’da gerçekleşen olaylar, eski düzenin kalıntılarının çok fazla dayanamayacağının altını çiziyor. Bununla birlikte, Arap dünyasında şu anda ortada olan ne çok büyük bir iyimserlik getirdi ne de toplumsal uyum. Mısır’da, Temmuz 2013 darbesinin meşru veya gayrimeşruluğundan bağımsız olarak, Müslüman Kardeşler’in yerli değerlerle halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir katılımcı siyaset modeli geliştirmekte başarısız oldukları gerçeği değişmiyor.
Müslüman Kardeşler’in tarihi başarısızlığı, tekfirci devlet modelinin yükselişine yardımcı oldu. Bu model el-Kaide’den El-Nusra Cephesi, Suriye İslam Cephesi ve IŞİD gibi gruplara evrildi. Bu değişim ideolojinin batı ve bölge ülkeleri tarafından stratejik amaçlarla Afganistan, Libya, Yemen ve Suriye gibi ülkelerde kullanımını yansıtıyor. Bugün, IŞİD küresel bir terör tehdidine dönüşmekle kalmıyor, geleneksel anlamda onun derinde yatan ideolojisini savunan ve şu anda BM yönetimindeki koalisyonun da bir parçası olan ülkeler için varoluşsal bir tehdit halini alıyor.
Şam’dan Bağdat’a (hatta Beyrut’tan Riyad’a) egemenliğini ortaya koyan bu yükselen tehdidi engelleyen tek güç İran İslam Cumhuriyeti. İran siyaset modelinin istikrarını bozmaya yönelik bitmek bilmeyen batılı girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı – ve bugün, Suriye’deki aşırı gruplara sağladığı yasadışı desteğin ve onların hâkimiyetinin suiistimal etmesinin sonucunda, İslam Cumhuriyeti şimdi bölgenin aşırıcılıkla olan mücadelesini yönetiyor ve dünyada yükselen küresel güçler giderek bunu daha fazla tanıyorlar.
Ayetullah Ali Hamaney’in ameliyatı duyurulduktan sonra, İran’da hayat normal olarak devam etti. Bunun sebebi yalnızca halkın dini liderin sağlığının son derece iyi olduğu konusunda ikna edilmesi değil, aynı zamanda ülkenin en yüksek yetkilisini seçmekle görevlendirilmiş Bilirkişi Heyeti’nin İmam Hamanei’nin Ruhullah Humeyni’nin ardından hızlı ve başarılı bir şekilde seçerek etkisini yıllar öncesinden göstermiş olmasıydı da.
Batı medya toplulukları ve insan hakları organizasyonları İran’ı acımasızca karikatürize etme alışkanlıklarını azaltıp Suriye’yi nasıl yansıttıkları konusunda bir öz-değerlendirme yapsalar kendilerine bir iyilik yapmış olurlar. Eğer böyle yapmış olsaydılar, Batı daha iyi bir politik tutum sergileyebilirdi.
Seyyid Mohammed Marandi, Tahran Üniversitesi’nde Dünya Araştırmaları Fakültesi Dekanı ve Kuzey Amerika Araştırmaları bölümü profesörüdür.
Seyyid Muhammed Marandi
El Cezire medyasafak