2011-2012’de yaşananları selamlayanlar neden Sana’yı terk ediyor?‏

Rate this item
(0 votes)
2011-2012’de yaşananları selamlayanlar neden Sana’yı terk ediyor?‏

Diplomatlar Yemen’i niçin terk ediyor? Amaç bir müdahaleye zemin hazırlamaksa böylesi bir senaryo Yemen’i birkaç parçaya bölebilir. IŞİD’in eline geçmek üzereyken bütün uyarılara rağmen Musul Başkonsolosluğu’nu boşaltmayan Türkiye, Yemen Büyükelçiliği’ni kapatıyor.

Tıpkı Türkiye’nin diplomatik misyonuna yönelik herhangi bir tehdit yokken ‘bir kurtarma operasyonu’ ile Şam büyükelçiliğini kapattığı gibi. Türkiye, Musul’da konsolosluk çalışanlarının rehine alınmasından ders çıkardığı için mi Sana’da erkenden hareket etti? Sanmıyorum. Burada başka bir hikâye var. Evet, Türkiye’den giden silahlar nedeniyle Yemenliler arasında bir hassasiyet olduğu doğru. Bu hassasiyeti dikkate alan bir refleksle elçilik kapatıldıysa bu adımın bugün değil Husiler eylülde Sana’yı ele geçirdiğinde atılması gerekmez miydi? Bu adım, Suudi Arabistan’ın dümen suyundaki Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve ABD’nin başını çektiği Batı blokunun elçileri çekme kararının ardından geldi. Peki, 2011-2012’de yaşananları selamlayanlar bugün neden Sana’yı terk ediyor? Arap Baharı ya da ‘devrim süreci’ denen hikâyenin devamında aktörler değiştiği için. Malum İran’ın dümen suyuna gireceği korkusuyla Şii çoğunluğun yaşadığı Bahreyn’de KİK’in askeri müdahalesiyle Sünni hanedanın koltuğu garantiye alınmıştı. Doğulusuyla Batılısıyla tüm ‘devrimciler’ bu ikiyüzlülüğü içine sindirmişti. Yemen’de de İran’ın potansiyel müttefiki olan Husiler değişimi zorlayan aktör haline gelince benzer bir tepki verildi. Şimdi İran’ın heyecanla ‘devrim’ diyerek alkışladığını ötekiler ‘darbe’ diyerek yeriyor. Burada İran’ın çok dürüst ve mezhebi saiklerden uzak davrandığını söylemek niyetinde değilim. Bölgesel nüfuz savaşlarının Yemen’de nasıl nüksettiğini anlatmaya çalışıyorum. 

GEÇİŞ SÜRECİ İÇİN MÜDAHALE

 Malum Amerikan-Suud ortaklığı, Yemen’de halktan gelen değişim baskısını 2012’de Ali Abdullah Salih’in yerine yardımcısı Abdurabbu Mansur Hadi’yi geçirerek savuşturmuştu. Ama bu gerçek bir devrim değildi. Olup biten Suudilerin vekâlet düzenini ve Amerikan nüfuzunu sürdürecek bir operasyondan ibaretti. Husilerin silahlı gücü Ensarullah, Güney Yemenli solcular ile ordunun bazı unsurlarının desteğiyle başkente gidip 21 Eylül’de Hadi’ye ulusal uzlaşı hükümetinin kurulmasını öngören Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’nı imzalatmıştı. Hadi bu anlaşmanın gereğini yerine getirmeyince Husiler birçok kenti ele geçirip kontrol alanlarını genişletti. Kriz, birinin darbe ötekinin devrim dediği noktaya şöyle vardı: – Husi ilerleyişini durduramayan Suudilerin has adamı General Ali Muhsin el Ahmer 22 Eylül’de ülkeden kaçtı. -Yemen’in altı bölgeye ayrılmasını öneren anayasa taslağı ve Husi karşıtlarının silahlandırmaktan bahseden ses kasetiyle tepki çeken devlet başkanlığı sekreteri Ahmed Avad bin Mübarek 19 Ocak’ta gözaltın alındı. Aynı gün Cumhurbaşkanlığı Muhafızları Komutanı’nın karargâhtaki silahları Husi karşıtı kabilelere nakletme girişiminin ardından Ensarullah başkanlık sarayını ele geçirdi. – Bir nevi ev hapsinde tutulan Hadi’ye Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’nı yerine getirilmesine yönelik 4 maddelik çözüm planı sunuldu. – Buna karşın Hadi, Başbakan Halid Mahfuz Bahhah ile birlikte 22 Ocak’ta istifa etti. Ensarullah lideri Abdulmelik Husi, Hadi ve başbakanın görevde kalmasını istediklerini ama bu ikilinin yönetim boşluğu doğurmak için istifa ettiğini savundu. – Krizden çıkmak için ulusal diyalog çalışmaları sonuç vermeyince Ensarullah, 6 Şubat’ta hükümet ve parlamentoyu fesheden hamleyi yaptı. 2 yıllık geçiş sürecinde ülkeyi yönetmek üzere eski vekillerin de yer aldığı 551 kişilik bir ‘ulusal geçiş konseyi’nin oluşturacağı, bu konseyin devlet başkanının yetkilerini kullanmak üzere 5 kişilik başkanlık konseyi belirleyeceği, bu 5 kişinin hükümeti tayin edeceği ve 17 üyeli ‘yüksek güvenlik konseyi’ kurulacağı ilan edildi. Bu bildiriyi bu süreçte Husilerle gizli ittifak kurduğu öne sürülen Ulusal Kongre Partisi ve Husilerin müttefiki olan güneyliler reddetti. Ancak Husilerin yaptığı teknik olarak ‘darbe’ olsa da ne 5 kişilik konsey, ne hükümet ne de güvenlik konseyine kendi adamlarını atamış değil. Zaten nüfusun yüzde 40’ını oluşturan Zeydi toplumuna mensup Husilerin siyasi gücü iktidarı tek başına sırtlanmaya yetmez. Bu yüzden geçiş dönemi için ısrarla uzlaşı ve katılım çağrısı yapıyorlar. Daha sonraki müzakerelerde de her partiden bir temsilcinin başkanlık konseyine girmesi, parlamentonun korunması, şura meclisinin üye sayısının 200’den 300’e çıkarılması ve parlamento ile genişletilmiş şura meclisinin yeni hükümeti ataması benimsendi. 

DÖRT KAMP 

Bu gelişmeler ülkeyi 4 kampa ayırdı: Bir tarafta önemli ölçüde orduyu arkasına alan Husiler, diğer tarafta Suud destekli Sünni aşiretler, bu karmaşada doğu ve güneyde mevzi kazanan Kaide, başlangıçta Ensarullah ile birlikte hareket eden ama sonradan bağımsızlıktan bahsetmeye başlayan Güney Yemenli ayrılıkçılar. Aden’de artık 1990’daki birleşme ile varlığına son veren eski Güney Yemen Halk Cumhuriyeti’nin bayrakları dalgalanmaya başladı. Husilere muhalif bazı vekiller de güneyin merkezi Aden’de üstlenmiş durumda. Niyetleri Husiler gitmezse başkenti buraya taşımak. Sünni kesimlerde Husilerin gücünü İran’a borçlu olduğu iddiası dillendirilse de Yemen ordusunun tutumu manzaraya farklı bir boyut katıyor. Şöyle ki Husilerin ilan ettiği 17 kişilik Yüksek Güvenlik Konseyi’nin başkanlığına feshedilen hükümetin Savunma Bakanı Mahmud Subhi getirildi. Konseyin üyeleri arasında İçişleri Bakanı Celal Rişavi, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Hayran, Ulusal Güvenlik Kurulu Başkanı Hasan el Ahmedi, Güvenlik Politikaları Merkezi Başkanı General Halid Sufi de yer aldı. Bu bileşim ordunun genel eğilimini anlatıyor. Buna karşın ordunun bazı unsurlarının Sünni kesimlere silah verdiği söyleniyor.

Husi karşıtı kampta Kaide dışında Ortadoğu’da bazı ezber bozucu ittifaklar da görüyoruz. Suudi Arabistan’ın Mısır’da varlığını bitirmek için uğraştığı Müslüman Kardeşler’in (İhvan) Yemen kolu Islah Partisi burada Husilerin başdüşmanı. Aslında Suud-İhvan ortaklığı Husilerin tetiklediği dönemsel bir ittifak değil. Kısa bir arkaplan bilgisinde fayda var: Suudi Arabistan’ın kurulmasının üzerinden çok geçmeden Yemen bu yeni ülkenin arka bahçesine dönüştü. Riyad komşusundaki siyasi süreçlere her müdahil oldu. Ali Abdullah Salih de 1978’de iktidara gelirken koltuğunu Ahmer aşireti ve Suudi desteğine borçluydu. Ahmer aşiretinin siyasi kolu Islah Partisi de Salih’in en kritik müttefikiydi. Suudi Arabistan, yardım ettiği Salih’i dövmekten de geri durmadı. Salih, Suudilerden ilk zılgıtı Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’i desteklediği zaman yedi. Suudi Arabistan 1 milyona yakın Yemenli işçiyi sınırdışı ederek ve 1994’te Güney Yemen’deki iç savaşta güneylilere destek vererek Salih’i cezalandırdı. Halbuki 1990’da Güney ve Kuzey Yemen’in birleşmesinde Suudilerin rolü az değildi. Eski Savunma Bakanı Sultan bin Abdulaziz, 2011’de ölünceye kadar yaklaşık 50 yıl Yemen dosyasından sorumlu Suudi yetkiliydi. Ahmer aşireti ile Salih arasındaki ittifak 2011’de gösteriler patlak verdiğinde bozuldu. Suudiler Yemen’i yörüngede tutabilmek için Salih’i kızağa alan formülü devreye sokarken yeni dönemde Ahmer aşireti, Islah Partisi ve Islah Partisi’nin kurucularından General Ali Muhsin el Ahmer öne çıktı. Salih sonrası yeni siyasi dengeler, Yemen üzerindeki gizli el Abdülaziz’in ölümü, Kral Abdullah’ın ‘Yemen özel komitesi’ni feshetmesi ve Riyad’ın Mısır’da İhvan’a darbeyi finanse etmesi nedeniyle Islah ile ilişkilerin soğuması Suudilerin Yemen üzerindeki kontrol gücünü zayıflattı. Husilerin son darbesi de Suudi Arabistan’da Kral Abdullah’ın ölümünün ardından yeni Kral Selman saraydaki operasyonlarla meşgul olduğu döneme denk geldi. Şimdi Suudiler Yemen’de oyunu yeniden oynamak istiyor. Bunu yaparken de bölgesel ve uluslar arası müttefiklerini harekete geçirmeye çalışıyor. Yeni kralın ilk sınav yeri Yemen. Birilerinin de yeni krala kur yapma ihtiyacı var. 

KAİDE PALANLANIRKEN SANA’YI TERKETMEK

 Bu süreçte Kaide, silah temin ettiği bazı Sünni aşiretlerle güç birliğine gidip petrol bölgesinde gücü arttırırken Batılı ülkeler ve müttefiklerinin Sana’dan çekilmesi kötüye işaret. Sonuçta 2012’de yetki devrine rağmen bu ülke ne siyaset ve ekonomi ne de güvenlik açısından kendi mecrasını bulamadı. Reformların yapılamadığı, yolsuzluğun sürdüğü ve siyaseti belli aşiretlerin elinde döndüğü anormallikler ortamında Husiler yükseldi. Böylesi bir ülkeyi düze çıkartacak şey ne Husileri sahneden silmek için KİK’in BM Güvenlik Konseyi’nden istediği askeri müdahale ne de siyasi ve ekonomik tecrittir. Ulusal uzlaşı bu krizin yegâne ilacı. Madem ki Ensarullah ‘uzlaşı’ davetinde ısrarlı o halde uluslararası aktörleri Husilerin niyetini test etmekten alıkoyan nedir? Belki bunun için Husilere yaptıkları baskının bir benzerini Ahmer ve Islah için de yapmaları gerekir. Aksi halde Yemen nüfuz savaşlarına kurban gidiyor. Asıl çabalar uzlaşı için harcanmazsa güneyin ayrılmasıyla ülkenin yeniden bölünmesi ve güneydoğu bölgesinde Kaide’nin kendine emirlik kurması yakındır. Bu arada güney bağımsızlık için sabırsızlanıyor ama Kaide’nin güçlendiği yerler eski Demokratik Güney Yemen Cumhuriyeti’nin sınırlarında yer alıyor. Yani merkezi otorite kaybolduğunda Kaide’den Güney Yemenlilere sıra gelmeyebilir. Yemen’deki Kaide tehdidi Batı’yı da vuracak şekilde büyümeye devam ederken ABD’nin bu belaya karşı potansiyel ortak olarak öne çıkan Husileri tepelemesi çok manidar gelmiyor. İran’a yakınlıklarına ve ‘Amerika’yla ölüm’ sloganlarına rağmen Husilerle ortaklık mümkün. Sorun İran etkisinden duyulan korku ise Suudilerin arzuladığı türden bir müdahale Tahran’ı işin içine daha fazla sokabilir ve patlak verecek vekalet savaşının sonu gelmez, Suriye’de gelmediği gibi.

radikal



E-Mailiniz
Yorumunuz

Read 2219 times