1968'de Yemen'de dünyaya gelen İsam el-İmad, Suudi Arabistan üniversitelerinde tahsil görmüş ve Bin Baz gibi önde gelen Selefi ulemasından ders almış bir Vahhabi âlimi iken, Şia ile tanışmasının ardından bu mezhebe geçmişti. 1989 yılından beri Kum'da tahsilini sürdüren Dr. İsam el-İmad pek çok kitap kaleme almış önemli bir muhakkiktir.
Medya Şafak olarak, Nasr TV'de yayınlanmış olan "Selefiliğe 100 Soru" programlarının tam çevirisini sırayla sunuyoruz.
Soru 5: Selefiler usul-i fıkıh ve usul-i din ile niçin çatışıyorlar?
Muasır fıkıhçılar tarafından çağın Fahreddin er-Râzi'si olarak adlandırılan büyük İslam âlimi Said Fude, fıkıh usulü ve din usulünü, iki ana kanal olarak tanımlar. Bu konuda önemli bir sözü vardır, "Selefi kardeşlerimden Ehl-i Sünnet hakkında derin ve etraflıca düşünmelerini istiyorum." Sonra diyor ki, "Çünkü Selefilerin evrensel problemi, fıkıh usulü ve din usulü (yani kelam ilmi) ile savaşmalarıdır. Bugün Selefi kardeşlerimizin genel problemi, tevhid alanında hataya düşmeleridir. Kelam ilminde, din usulünde ve tevhid ayetlerini anlamak konusunda hata ediyorlar." Çünkü, din usulü ve fıkıh usulü ile mücadele ediyorlar. Bizler, fıkıh usulü yoluyla tevhid ayetlerini anlamaya çalışıyorken, bu ilim ve bu metotlar ile savaşan kimseler tevhid ayetlerini nasıl idrak edebilirler? Bundan dolayı merhum âlim Said Havva, bu konuya dikkat çekerek "Selefiliğin ve Şeyh Muhammed Abdulvehhab'ın evrensel problemi, Kur'an-ı Kerim'i anlama usulüne önem vermiyor olmalarıdır" der. İşte bu fıkıh usulüdür. Kim fıkıh usulü okumazsa, Şeyh Muhammed Abdulvehhab'ın hatasına düşecek ve Müslümanları tekfir edecektir.
Soru 6: Selefilik ve İmam Şafii ile İmam Malik'i öldürme çağrısı
Merhum büyük İslam âlimi ve Ehl-i Sünnet imamı Said Havva'nın -ki Suudi Arabistan'da ders veriyordu- "La Nemdi Baiden" kitabında yer alan önemli bir sözü vardır: "Selefi düşüncesi iki cenahtan oluşuyor. Birinci cenaha göre, Rasulullah'a (s.a.a) tevessül eden kişi, müşrik ve kafirdir. Diğer cenaha göre ise, Yüce Allah'ın semanın üzerinde cismiyle, hissi olarak arşa oturduğu (Allah'a sığınırım) düşüncesini reddeden kişi müşrik ve kafirdir." Ardından İmam Havva buna cevaben şu sözleri zikrediyor: "Bu düşüncelere dayanırsak İmam Buhari'yi, İmam Müslim en-Nişaburi'yi, İmam Fahreddin er-Razi'yi ve daha nice İslam âlimini öldürmemiz, hatta cesetlerini yakmamız gerekiyor. Çünkü bu imamlar, Allah'ın hissi ve cismi anlamda arşa oturmadığını söylüyor. Aynı şekilde, Allah'ın Rasulullah'a (s.a.a) tevessül etmeye izin verdiğini belirtiyorlar. Öyleyse, Selefi üniversitelerine göre İmam Buhari, İmam Müslim, Kutub-i Sitte'yi yazan âlimler ve hatta tüm Ehl-i Sünnet; Şâfii, Mâliki âlimleri, Selefi mezhebinin dışındadır ve hepsinin öldürülmeleri gerekir." Bunlar, gerçekten tuhaf sözlerdir. Ben Selefi kardeşlerimden, benim sözlerimi değil, Said Havva'nın "La Nemdi Baiden" kitabında yer alan sözlerini gözden geçirmelerini istiyorum.
7. mesele: İbadetin tanımında hata ettiler ve Müslümanların kanını mubah saydılar
Ezher Şeyhi İmam Kudâi, yaklaşık yüz yıl önce Selefilik hakkında önemli bir görüş beyan etmiştir. İmam, "Bûrhan" isimli kitabında Vehhabi mezhebini okumanın haram olduğunu yazdı. Selefi kardeşlerime, bu konu hakkında düşünmelerini tavsiye ediyorum. İmam Kûdai bu mezhebi okumayı niçin yasaklıyor? Mısırlı Ezher Şeyhi Kudâi, konu hakkında son derece önemli bir noktaya değiniyor: "Vehhabi mezhebinin okunmaması gerekiyor, çünkü Muhammed Abdulvehhab'ın takipçileri Müslümanların kanını akıtıyor, başlarını kesiyor, kadınların rahimlerini parçalıyor ve Müslümanları tekfir ediyorlar."
İmam bunu 70 küsur sene önce haber veriyor. İmama göre onlar, "ibadet" kavramının yanlış tanımlıyorlar. Bunu ben söylemiyorum, İmam Kudâi bizzat konu hakkında şu ifadeleri kullanıyor: "Siz (Vehhabiler) ibadet kavramını anlamak konusunda hataya düşüyorsunuz. İbadetin Kur'anî ve Şer'î anlamı ile sözlük (lugat) anlamı arasındaki farkını doğru şekilde ayıramıyorsunuz. Niçin 'hac' kelimesinin Arap dilinde farklı bir anlamı olduğunu ve Kur'an dilinde şer'i bir başka anlama geldiğini söylüyorsunuz öyleyse? Aynı şekilde oruç ve zekatın sözlük manası ile Şer'î anlamlarının ayrı olduğunu ikrar ediyorsunuz. Öyleyse niçin haccın, zekatın ve orucun sözlük ve Şer'î manalarının farklı olduğunu kabul edip, 'ibadet' kelimesinin sözlük ve Şer'î anlamları olduğunu reddediyorsunuz?"
İbadet kavramın anlamı mühimdir, çünkü eğer Vehhabilerdeki gibi ibadetin dilsel anlamı ile Şer'î anlamlarının aynı olduğu şeklinde bir yanlış anlama ortaya çıkarsa, bu milyonlarca Müslüman'ın öldürülmesine sebep oluyor. İmam Kudâi'nin ortaya attığı görüşü hakkındaki bakış açımızı yenilememiz gerekiyor. Çünkü Vehhabiler'in düştüğü bu hata, kabul görebilecek sıradan bir hata değildir. Bir milyondan fazla Müslüman'ın öldürülmesine yol açmıştır.
8. mesele: Selefiler Hz. Rasulullah'ın (s.a.a) sevgisinin tadından habersizdirler
Değinmek istediğim bir diğer konu da, yolundan gittiğimiz Hz. Muhammed'e (s.a.a) karşı muhabbet beslemektir. Eski bir Selefi olarak akidem hakkında şunu söyleyebilirim, biz Nebi'yi elbette seviyorduk. Ancak burada önemli bir ayrılma noktası bulunuyor. Sünni dünyanın takip ettiği Muhammed Said Ramazan el-Bûti, "Merhile Zemeniyye la Mezheb İslamî" adlı kitabında Selefilere bir soru yöneltiyor; "Selefiler niçin (Rasulullah'a) tevessül etmiyorlar?" Ardından soruya muhteşem bir cevap veriyor Bûti. Nebi'yi sevmiyorlar demiyor, ancak konuyu şu cümle ile ifade ediyor: "Onlar Nebiyi (s.a.a) sevmenin lezzetini tatmıyorlar."
Hz. Rasulullah'a sevginin lezzetine varmak, inanarak O'nun kutlu doğum gününü anmayı sağlar. Siz ise bunun aksine mevliti yasakladınız! Rasûl-ü Azam için şiirler, kasideler okunmasını ve uzaktan ziyaret edilmesini yüzyıllar boyu haram saydınız! İmam Bûti'nin de vurguladığı gibi, düşmanlarına dayanarak Selefilerin Rasulullah'ı (s.a.a) sevmediğini söylemek mümkün değildir. Hayır! Ben Selefiydim ve elbette Rasulullah'ı seviyordum. Ancak O'na duyduğum sevgi ile muhabbetin lezzetini tadamıyordum.
Kendisinden başka ilah olmayan Yüce Allah'a yemin olsun, eğer siz Nebi'ye muhabbetten İmam el-Bûti gibi lezzet alıyor olsaydınız, O'nun doğum yıldönümünü kutlamayı yasaklamazdınız! Ben onlara, sevmek ile sevgiden lezzet almak arasındaki fark üzerinde uzun uzadıya düşünmelerini tavsiye ediyorum. Bu iki olguyu birbirinden ayırabilen, problemi de çözmeyi başarır. Bu, iki annenin evlatlarına olan sevgisine benzer. Bu annelerden ilki, evlendiği vakit beklemeden hamile kalır ve çocuğunu kucağına alır. Diğer anne ise, kırk yıl boyunca bekledikten sonra çocuğunu kucağına alabilmiştir ancak. Şüphesiz iki anne de çocuğunu seviyordur, ne var ki uzun yıllar bekleyen anne, sıradan bir sevgiden çok daha büyük bir lezzet ile çocuğuna muhabbet duyacaktır! Ona şiirler okur, tevessül eder. Diğer taraftan on tane çocuğu olan kadın ise, kocasından ve çocuklarından ayrılmaya bile hazırdır. Rasulullah'ın (s.a.a) sevgisinden lezzet alma meselesi de kırk yıl bekledikten sonra doğan yavrusuna gözünün bebeği gibi bakan kadına benzer. Diğerleri ise, on tane çocuğunu sevdiği gibi Nebi'yi seviyorlar. İki durum arasında azımsanmayacak derecede fark vardır.
Soru: 9: Muhammed Abdülvehhab dışında binlerce âlim tevhidi anlayamadı mı?
Çeyrek asırdan fazla zaman önce, Suudi Arabistan'da bulunduğumuz yıllarda, resmi müfredatımızda tevhid hakkında iki ayrı kitap okutuluyordu. Bunlardan ilki, Muhammed Kutup'un derlediği kitabı idi. Bu kitap, Kur'an şehidi Seyyid Kutub'un "Fizilal´il Kur`an" tefsirinin özeti idi. Diğer eğitim gördüğümüz tevhid kitabı ise, Muhammed Abdulvehhab'ın eseriydi. Bir gün, Şeyh Rebii el-Medhali geldi ve "Krallığın eğitim sisteminde büyük bir hata var. Muhammed Kutub ile Muhammed Abdulvehhab'ın tevhid kitapları birbiri ile çelişiyor" dedi.
Şimdi, Selefiliği terk etmeme sebep olan sorulardan birini arz edeceğim. Muhammed Abdulvehhab bir tevhid kitabı yazdı (bizi darboğaza düşüren bir kitap) ve biz bunu sorgusuz kabul ettik. Diğer yandan da Mısırlı Ehl-i Sünnet müftüsü ve Ezher Şeyhi İmam Muhammed Abduh, Şafii İmam Fahreddin er-Razi, Sünni İmam Zemahşeri, müfessir İmam Taberi, "İhyau Ulumuddin"in yazarı İmam Gazali ve Seyyid Kutub'un tevhid hakkındaki kitaplarının şirk içerikli olduklarını öne sürdük. Bu şekilde binlerce tefsir damıtılarak derlenen tevhid kitaplarının şirk içerdiğini dayattılar bize. Akıl ve mantıkta bunun yeri var mıdır? Binden fazla müfessir, tevhid ayetlerini anlayamadı da sadece Şeyh Muhammed Abdulvehhab -üstelik Hz. Peygamber'den bin küsur sene sonra- anlayabildi öyle mi? Selefi kardeşlerime sormak istiyorum, binlerce tefsir âliminin hepsinin hata etme olasılığı var da, Şeyh Abdulvehhab'ın neden yok?
Soru 10: Arap değil misiniz? Arapça bilmiyor musunuz?
Selefi kardeşlerimden, Mekke-i Mükerreme müftüsü merhum Bin Alevi'nin "Tashih el-Mefahim" kitabını okuyup, üzerinde düşünmelerini rica ediyorum. Bahsi geçen kitapta "Arap dili kısa ve özlülük (icaz) dilidir" ifadesi geçiyor. Bu ifadeyi bir örnek ile açıklayacak olursak, Kur'an-ı Kerîm'de "O köye sor" (Yusuf-82) ifadesi yer alıyor. Tüm İslam mezheplerinin müfessirleri, bu ayette bir kısaltma olduğunu beyan ediyor. Öyle ki, ayeti kerimede belirtilmek istenen köy halkına sorulmasıdır.
Bir insanın dua ederken, "Ya Muhammed" veya "Allah'ım senden Muhammed (s.a.a) hürmetine istiyorum" demesi de aynı şekildedir. "Ya Muhammed" dendiği vakit, Selefiler hemen Muhammed'den (s.a.a) yardım istemenin (istiğase) küfür ve şirk olduğunu söyler. Bin Alevi bu konuda şöyle söylüyor. "Siz Arap değil misiniz? Arapça özet dilidir. 'Ya Muhammed' diyen kişi, özetle 'Allah'ım senden Muhammed (s.a.a) hürmetine istiyorum' demiş olur." Buna göre yardım istemek, tevessülün kısaltılmış halidir.
Öyleyse neden bu söz hakkında etraflıca düşünmüyoruz da, en ufak bir şey için insanları tekfir ediyoruz? Namaz kılanlar, farz ya da müstehap her namazda "Allahû ekber" lafzını tekrarlamıyorlar mı? "Allah'tan başka ilah yoktur" demiyorlar mı? Bu kişiler "Ya Muhammed şifa ver" dediğinde, hemen tekfir etmek yerine oturup düşünmek daha evla değil midir? Bu sözle "Allah'ım Muhammed'in hürmetine bana şifa ver" denmek isteniyor. Merhum Mekke müftüsünün dediği gibi, bir yerde kısaltıyor başka bir yerde açıklıyoruz. Tevessül, yardım istemenin (istiğase) ayrıntılandırılmış halidir. Yardım istemek de kısaltılmış tevessüldür.