İsrail'in elini güçlendiren anlaşmanın imzalandığı saatlerde Gazze İsrail savaş uçakları tarafından bombalanıyordu. İsrail, bu gelişmelerin sağladığı avantajla Filistin halkını köleleştirme hedefiyle daha pervasız adımlar atacak. İsrail Ortadoğu halklarıyla barışmıyor, onların nefret ettiği işbirlikçilerle barışıyor.
Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'in İsrail'le imzaladıkları “normalleşme anlaşması” Beyaz Saray'da imzalandı. ABD yönetimi ve İsrail anlaşmayı büyük bir başarı olarak sundu. Körfez ülkeleri, anlaşmanın İsrail Filistin barışına katkı sunacağını ifade etti. Filistin halkına ihanet manasını taşıyan anlaşmanın taraflarca böyle sunulmasında şaşırtıcı bir şey yok ve fakat bunların gerçeklikle bir ilgisi de yok…
Filistin'i İngiltere'de temsil eden Filistinli diplomat Husam Zumlot anlaşmayla ilgili yazısında, “biz Filistin halkı” diyor, “ardında yatan nedenler ne olursa olsun, Filistin'le İsrail arasında barışın sağlanması amacıyla imzalandığı iddia edilen İsrail'le iki Körfez ülkesi arasındaki anlaşmaların parçası değiliz”. Zumlot, “söylenenlerin aksine” bu anlaşmanın “barış umutları için büyük bir gerilemeyi” temsil ettiğini dile getiriyor. (Unlike UAE and Bahrain, We Palestinians Won't Surrender to Israel and Trump, Haaretz, 17/9/2020)
İki Körfez ülkesiyle İsrail'in imzaladıkları anlaşma için “gösteri” tespiti yapan Zumlot, bu “gösterinin” nedeninin yaklaşan ABD seçimleri öncesinde, ABD yönetiminin ihtiyaç duyduğu bir dış politika başarısı olduğunun altını çiziyor. Hakkındaki yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle Netanyahu'nun da böyle bir başarıya ihtiyacı olduğunu belirten yazar okuyuculara, anlaşmayı imzalayan iki Körfez ülkesinin İsrail'le hiçbir zaman savaşmadığını anımsatıyor.
Zumlot'un doğru saptamaları ile paralel değerlendirmeler ABD'den New York Times gazetesinden de geldi. NYT editoryası konuyla ilgili değerlendirmesinde, anlaşmanın önemine dikkat çekerken, anlaşmayı imzalayan ülkelerin ekonomi ve güvenlik alanlarında İsrail'le yıllardır geliştirdikleri geniş ilişkilere rağmen bugüne dek bu anlaşmayı imzalamamış olmalarının bir “anomali” olduğuna işaret ediyor. (Trump's Middle East Deal Is Good. But Not That Good, September 16 2020)
NYT editoryası imzalanan anlaşmanın Trump yönetimine sağladığı politik avantajları gördüğü ve yeminli bir Trump düşmanı olduğu için biraz daha gerçekçi bir değerlendirme yapmıştı. Norveçli aşırı sağcı bir politikacının Trump ve Netanyahu'yu bu anlaşma nedeniyle Nobel Barış Ödülü'ne aday göstermesi konusunu ele alan editorya, bu teklifi hiç uygun bulmadığını belirtiyor.
Editorya'ya göre, bu teklif hiç uygun değil çünkü daha önce aynı meseledeki katkıları ve barış çabaları nedeniyle aday gösterilen Yaser Arafat, İzak Rabin, Menahem Begin, Şimon Perez ve Enver Sedat'ın konumuyla yeni önerilen isimlerin konumu birbirinden çok farklı. Editorya, barışı sağlamaya yönelik cesaretli adımlarıyla öne çıkan liderler Mısır Devlet Başkanı Sedat ve İsrail Başbakanı Rabin'in bunun bedelini yaşamlarıyla ödediklerini anımsatıyor.
NYT editoryası da Bahreyn ve BAE'nin İsrail'le hiçbir zaman savaşmadığını vurguluyor, bu nedenle öncekilerle kıyaslandığında bu anlaşmanın taraflara hiçbir ciddi zorluk getirmediğine işaret ediyor. Editorya'ya göre, bu adım sadece Trump ve Netanyahu'ya politik avantajlar sunuyor ve esas olarak “ABD'nin Ortadoğu'daki askeri varlığının azalması”, “İran tehdidi karşısında İsrail'in teknolojik ve askeri üstünlüğünün ortaya çıkması” koşullarında atıldı.
Bu anlaşma esas olarak, aşikarın beyanı anlamına geliyor. Varlıkları emperyalizmle işbirliğine dayanan bu yapılar, editoryanın vurguladığı ölçüde rahat değiller. Bunun en açık göstergesi, anlaşma törenine düşük profilli katılımlarıdır. BAE ve Bahreyn'in anlaşma törenine Dışişleri bakanı düzeyinde katılımı, hiç rahat olmadıklarının işaretidir.
Trump'ın açıklamasına göre, bu anlaşmanın devamı gelecek, beş ya da altı ülke daha İsrail'le normalleşme anlaşması imzalamaya hazırlanıyor. Sözü edilen ülkelerin Suudi Arabistan, Umman ve Sudan olduğu tahmin ediliyor.
Anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte İsrail basınına düşen bazı haberler, BAE'nin İsrail'le geliştirdiği derin ilişkilerin düzeyine de ışık tuttu. Anlaşmayla birlikte BAE ile İsrail finans kurumları arasında işbirliği mutabakat zabıtları arka arkaya imzalanmaya başladı.
Filistin Yönetimi konuyla ilgili açıklamasında, anlaşmayı “Filistin halkının tarihinde kara bir gün” olarak niteledi. İşbirlikçi Filistin yönetiminin ciddi bir hayal kırıklığı yaşadığı anlaşılıyor. Bu konuda asıl vurgulanması gereken nokta, bu anlaşmaya giden yolun döşenmesinde işbirlikçi Filistin yönetiminin sahip olduğu sorumluluktur. Emperyalizme boyun eğerek elde edilecek “kazanımların” neler olabileceği işbirlikçi Filistin yönetiminin örneğinde en çıplak haliyle gözler önüne seriliyor.
İsrail'in elini güçlendiren anlaşmanın imzalandığı saatlerde Gazze İsrail savaş uçakları tarafından bombalanıyordu. İsrail, bu gelişmelerin sağladığı avantajla Filistin halkını köleleştirme hedefiyle daha pervasız adımlar atacak.
Reuters'e konuşan Amerikan Dışişleri Bakanlığı Körfez Ülkeleri bölümü yetkilisi Timothy Lenderking, Katar'a NATO Üyesi Olmayan Büyük Müttefik statüsü vermeye hazırlandıklarını açıkladı. Bu statüye sahip olan ülkeler, ABD silah ve teknolojisine erişimde öncelik ve ayrıcalıklar kazanıyor ve ABD ile olan askeri işbirliğini derinleştiriyor. Katar Dışişleri Bakanının geçen haftaki ABD ziyaretinde bu konunun netleştirildiği bildiriliyor.
BAE ve Bahreyn'in imzaladığı anlaşma ve Katar'a tanınacak bu statü, ABD'nin Ortadoğu'da oluşturmaya çalıştığı İran karşıtı cepheyi sağlamlaştırma çerçevesi içine yerleşiyor. Hafta başında ABD Dışişleri Bakanlığından yapılan bir başka açıklamada, İsrail ile Lübnan arasında yaşanan deniz sınırı anlaşmazlığı konusunda yapılan görüşmelerde önemli gelişmeler olduğu ve bir anlaşmaya çok yaklaşıldığı bildirildi.
İsrail basınında yer alan bazı değerlendirmelere göre, deniz sınırı anlaşmazlığının çözülmesi ve Körfez ülkelerinin attıkları adımlar Lübnan'ın konumunu gözden geçirmesine neden olacak. Ekonomisi çökmüş ve son büyük patlamayla büyük darbe almış Lübnan'ın nefes alabilmek için Körfez ülkelerinin fonlarına çok ihtiyacı var.
Deniz sınırı anlaşmazlığının başlangıcında görüşmeye ve uzlaşmaya yanaşmayan Lübnan'ın tutum değişikliği, yaşadığı sıkıntıların büyüklüğüne örnek olarak gösteriliyor. Kimi yorumculara göre, son patlamadan sonra Lübnan daha da büyük zorluklarla karşı karşıya ve bu zorlukları aşabilmesinin yolu İsrail'le barış ve bunun önünde tek engel Hizbullah.
Hizbullah'ın ekonomik sıkıntıların aşılmasının önündeki tek engel olduğunun Lübnan halkına anlatılmasının önemine dikkat çekiliyor ve bu başarıldığında Hizbullah'ın köşeye sıkışacağı vurgulanıyor. Beyrut Limanı'nın patlamayla işlevsizleşmesi nedeniyle yaşanan büyük yıkım karşısında (Lübnan'ın dış ticaretinin yüzde yetmişi Beyrut Limanı'ndan gerçekleştiriliyordu) İsrail'in Hayfa Limanı'nın kullanılması önerisi ile Lübnan'a bir jest yapılabileceği ve bunun barışa giden yolda önemli bir adım olabileceği vurgulanan noktalar arasında. Hayfa Limanı son yıllarda gerçekleşen büyük projelerle kapasitesini çok genişletmiş ve liman tümüyle yenilenmiş.
Bugün basında geniş ölçüde yer bulan bir haber, ABD Dışişleri Bakanlığı Terörle Mücadele Birimi Koordinatörü Nathan Sales'in bir Siyonist lobi grubu olan Amerikan Yahudi Komitesi'nin konferansında yaptığı konuşma hakkındaydı. Sales konuşmasında, Hizbullah üyelerinin, geçen yıllarda Belçika'dan Fransa, Yunanistan, İtalya, İspanya ve İsviçre'ye amonyum nitrat taşıdığını ve patlayıcı maddelerin halen Avrupa'da depolanmakta olduğuna dair şüpheleri bulunduğunu söyledi. İran'dan emir geldiğinde, Hizbullah'ın bu patlayıcılarla terörist saldırılar düzenleyeceğini iddia eden Sales, Hizbullah'ın daha fazla ülkede yasaklanması çağrısında bulundu. Amonyum Nitrat konusundaki vurgular, Lübnan'da iç çatışmayı zorlama yönünde hamlelerin hazırlığına işaret ediyor. Hizbullah'ın hem ABD hem Avrupa için tehlike oluşturduğunu dile getiren Sales'in konuşması, ABD'nin Hizbullah üzerinde baskıyı arttırma yönünde adımları hızlandırdığını ve yeni bir dezenformasyon kampanyasının gündemde olduğunu gösteriyor. Hizbullah üzerindeki baskının arttırılması hakkında bir süre önce konuşan hareketin önderi Nasrallah, Lübnan halkının açlıkla teslim olmaya zorlandığını ancak direneceklerini söylemişti.
Tüm bu gelişmelerin tek bir gerçek manası var: Ortadoğu'da İsrail'i güçlendirmek ve İran karşıtı cephenin sağlamlaşmasını sağlamak. Bundan çıkacak sonuç sadece daha fazla savaş ve çatışma demektir. İşbirlikçilerin imzaladığı anlaşmalar, Ortadoğu halklarının gerçek özlem ve taleplerini yansıtmıyor. Filistin halkının onlarca yıldır maruz kaldığı zulüm güçlenerek devam ediyor. Ortadoğu halklarının İsrail'in yayılmacı savaş politikalarına muhalefeti varlığını koruyor. İsrail Ortadoğu halklarıyla barışmıyor, onların nefret ettiği işbirlikçilerle barışıyor.
Bu gelişmelerin yaratacağı en önemli sonuç, Ortadoğu'da emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı halk muhalefetinin yükselişi olacaktır. Örtülü işbirlikçiliğin açık işbirliğine dönüşmesi, bölgenin direnişçi güçlerinin konumunu sağlamlaştıracaktır. Ortadoğu'da direnişçi güçlerin zemini genişleyecektir.
16 Eylül 1982'de Beyrut'u işgal eden İsrail Silahlı Kuvvetlerinin desteği ve gözetiminde Batı Beyrut'taki Sabra Şatila Filistin Mülteci Kampı'na faşist Hıristiyan Falanjist'ler tarafından bir saldırı düzenlendi. Kampta kalanların çok büyük kısmı kadın ve çocuklardı. Bu saldırı, İngiliz gazeteci Robert Fisk'in özgün ifadesiyle, “modem Ortadoğu tarihindeki (kelime fazlasıyla suiistimal edilmesine karşın, bizzat İsrail'in tanımını kullanırsak) en büyük terör eylemi” idi. Bu büyük saldırı üç gün sürdü. Yine Fisk'in ifadesiyle yaşanan “İsrail'in Falanjist milislerinin Sabra ve Şatila adlı Filistin mülteci kamplarında başlattığı üç günlük tecavüz, bıçaklama ve cinayet orjisiydi”. Üç günün sonunda sayısı 3000'e yaklaşan Filistinli katledilmişti.
Bu katliamı yöneten Ariel Şaron daha sonra ödüllendirilerek İsrail Başbakanı yapıldı. Tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan “üç günlük tecavüz, bıçaklama ve cinayet orjisinin” sorumluları emperyalizmin bölgedeki temel işbirlikçileri oldukları için kalın korunma zırhlarına sahipti. Filistin halkının devrimci mücadelesinin zayıflaması, bölge halklarının mücadelesindeki gerileme ABD emperyalizmini ve İsrail sömürgeciliğini pervasızlaştırdı.
Pervasızlaşmanın sonucu sömürü ve zulmün artmasıdır. Ortadoğu halkları sömürü ve zulme karşı mücadelesini mutlaka yükseltecektir. İsrail basınına düşen haberler, Bahreyn halkında anlaşmaya karşı güçlü bir memnuniyetsizliğin varlığını konu ediniyor. Bahreyn halkında gözlenen bu memnuniyetsizlik tüm bölge halkları tarafından duyumsanmaktadır. Ortadoğu halklarının sömürü ve zulme karşı mücadelesini yükseltmesinin önkoşulu Ortadoğulu devrimci hareketlerin oluşturacağı ortak mücadele örgütleridir. Ortadoğu devrimci hareketlerinin önündeki vazgeçilmez görevlerden biri, bu gelişmelerle birlikte daha da yakıcı hale gelmiştir.
Cenk Ağcabay