Erdoğan’ın ‘yakınlık’ vurgularına rağmen ne Afganlar arası diyalog sürecinde ne de Taliban’ı etkileme konusunda kayda değer bir ilerleme görülmedi. Bel bağlanan aracıların kapasitesi sınırlı. Diğer aktörler gibi Ankara da eski Cumhurbaşkanı Hamid Karzai, ulusal uzlaşı heyeti başkanı Abdullah Abdullah ve Hizbi İslami lideri Gulbeddin Hikmetyar’ın da içinde olduğu komitenin Taliban’la yürüttüğü görüşmelerin sonucunu bekliyor.
Taliban kendini var eden özgün kalıplarının dışında hareket etmeye çalışıyor. Küresel bir seyirlik. Uluslararası tanınma arıyor, komşularla dostluk, tecritsiz-ambargosuz bir başlangıç. Bunu satın almanın yolu fabrika ayarlarından birkaç adım uzaklaşmak. Biraz, şeriattan taviz sayılmayacak kadar, az.
Beri taraftan lider kadrosundan Vahidullah Haşimi, Reuters'a, “Kesinlikle demokratik bir sistem olmayacak. Tartışmayacağız çünkü bu açık; bu şeriat kanunu, o kadar” diyor. Sözcüleri Zabihullah Mücahid kadınların eğitimi, çalışması, basın özgürlüğü ve insan haklarına dair her şeyin İslam’ın sınırları çerçevesinde olacağını söylüyor. “Şeriat yasası uygulanacak” diye ekliyor. Nokta. Geriye şeriatın hangi tonunun uygulanacağı tartışması kalıyor.
Belli başlı aktörler, Taliban’ın oynamak istediği bu oyuna razı gözüküyor. Müdahaleci başı ABD ve ortağı İngiltere Taliban’a karşı çok nazik! Sözlerine değil emellerine bakacaklarmış. Zaten irtibattalar. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin "Taliban ile hasmane bir etkileşim yaşanmadı ve komutanlarıyla iletişim kanallarımız açık" diyor. Taliban’ın saldırmama taahhüdü kapıyı açık tutma gerekçesi. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman, "Taliban hükümet kurmak istiyor, meşruiyet arıyor. Taliban'ın eylemlerini takip ediyoruz. Söyledikleri şeylerin gerçek olup olmadığını göreceğiz" diyor. Buna kredi açmak denir ya da yalana yatmak!
***
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Taliban’la el sıkışmaya akşamdan razı. Rıza gösterdiği şey, kurulacak Afgan hükümetiyle devletin çıkarları gereği çalışmanın ötesinde bir misyonu andırıyor. Belki koşullara göre güncellenen bir misyon.
Taliban’ın araya dostluk katıp çok acıtmadan yüzüne vurduğu gibi Türkiye, ABD’nin yedeğinde işgalci bir güç. Muharip olmaması ve ilk Türk askerinin bölgeye ulaştığı Ocak 2002’den beri Taliban’ın düşmanlığını görmemesi bu statüyü değiştirmiyor. Bu işgalin hedefi yani düşmanı Taliban’dı. Sonra ABD çekilirken Kabil Havalimanı’na göz kulak olmak da geride kalan çıkarlara bekçilik göreviydi. Lakin Taliban silindirinden boşanmış kırmızı halıda afyonu patlamış adamın rahatlığıyla Kabil’e vardığında havaalanı misyonu elde kaldı. Söylem kendini güncelledi. Müthiş bir kıvraklıkla. Erdoğan, Taliban’la irtibat halinde olduklarını vurgulayıp duruyor. Önceki gün “Yönetimde kim olursa olsun Afganistan'ın yanında yer almak hem ahde vefanın hem de kardeşliğimizin gereğidir” dedi. “Taliban yöneticilerinin yaptığı itidalli ve ılımlı açıklamaları memnuniyetle karşılıyoruz” diye de ekledi. Ve sonra Taliban’a verdikleri aklı alenileştirdi: “Türkiye'nin Afganistan'daki askeri varlığı yeni yönetimin de uluslararası alanda elini güçlendirecek ve işini de kolaylaştıracaktır.”
Öncesinde dini açıdan özdeş olduklarını da söylemişti, kalpleri yumuşatan bir peşrev niyetine. Taliban’ın lideri konumundaki şahısla şahsen görüşmeye hazır olduğu mesajını da vermişti.
Acaba Taliban’ı kollama, dizginleme ya da ehlileştirme işini Erdoğan’a mı verdiler diye insan sormadan edemiyor. “Çin’den, Rusya’dan, İran’dan geri mi kalacağız” diyebilirler. Fakat hiçbirinin ilişki tarzı kardeşlik, dindaşlık, duygudaşlık temelinde yürümüyor. Herkes kendi ulusal güvenlik ve çıkarlarına bakıyor. Türkiye’de ise bütün diplomasi cambazlığı Erdoğan’ın ulusal ve uluslararası konumunu koruma hedefine göre sağa sola savruluyor. Elbette Ankara da devletler arası ilişkilerin gereklerine göre hareket edebilir. Nitekim Erdoğan dün daha açık konuştu: “Gerekirse Taliban'ın kuracağı hükümetle de görüşüp ortak gündemlerimizi konuşacağız." Fakat Erdoğan ilaveten Taliban’ı normalleştirme, meşrulaştırma, kabul ettirme saikiyle hareket ediyor.
***
Yine de Erdoğan’ın çıplak sözlerini Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Kurulacak hükümetin tanınması konusunda uluslararası toplumla birlikte hareket edeceğiz” açıklamasıyla birlikte okumak lazım. 2002’den beri “uluslararası toplum” diye referans verdikleri şey, ABD’nin önceliklerine göre sıralanmış hegemonik iradeden başka bir şey olmadı. Bakalım bugünkü NATO toplantısı ne buyuracak! Çavuşoğlu’nun açıklaması manevra alanını açık tutmaya işaret ediyor. Sonuçta ABD de henüz kararını vermedi. Erdoğan’ın Washington’la eşgüdümsüz hareket etmesi zor.
Irak, Suriye ve Libya’da müdahalelere ortaklık ‘uluslararası toplum’ teranesine göre gelişmedi mi? Fakat inisiyatif ya da teklifin Türkiye’den geldiğine dair sunumda ustalar. Birdenbire kardeşliğe bezenen Afganistan hikayesi de farklı değil. Erdoğan’ın “Biden’a teklif ettim” dediği Kabil misyonu başından beri ABD’nin Türkiye’ye yıkmak istediği bir görev. Erdoğan 14 Haziran’da Brüksel’deki ikili zirveye Dışişleri’nden bir çevirmen yerine hariçten bir mutemetle girip devlet geleneğini çiğnediği için neyin pazarlığını yaptığını ancak Amerikalılar kayıtlarını açarsa öğrenebiliriz. Şimdilik BBC’nin Dışişleri kaynaklarına dayandırdığı haberle yetinelim:
“ABD aylar öncesinde Türkiye'nin Afganistan'da uzun vadede kalıcı olma isteğinden yola çıkarak muharip güç olarak görev yapması fikrini masaya yatırmıştı. Türkiye buna karşı çıktı. Ardından Washington Ankara'ya, zaten bir süredir iç güvenlik ve işletmesinden sorumlu olduğu havalimanı görevini genişletmesini teklif etti.”
Yine BBC’ye göre Ankara, ABD’nin elçiliği korumak için tutacağı istihbarat ve güvenlik yapılanmasının havaalanıyla entegre edilmesi şartıyla teklifi onayladı. Uzlaşma çıkınca bu kez ABD, Türkiye'den, Afgan hükümetiyle Taliban arasındaki görüşmelere ev sahipliği önerdi. Taliban ne İstanbul’a gelmeyi ne de Türk askerinin kalmasını kabul etti. Ankara bu olumsuz tutumu Katar, Pakistan, Rusya, İran ve Çin’in karşı çıkmasına bağlıyor. Erdoğan’ın aksine Dışişleri, Kabil misyonuna sıcak bakmıyordu. Yine de Erdoğan, Başkan Joe Biden'la el sıkışmayı tercih etti. Kabil misyonuna karşılık S-400, Halkbank davası ve F-35 programında jest bekliyordu.
Anladığımız kadarıyla Ankara 20 yıl boyunca Türkiye’ye karşı düşmanlık yapmamış Taliban’ın tehditlerini göstermelik sayma eğiliminde. Erdoğan “Taliban'ın Türkiye'ye yaklaşımı köşeli değildir, daha dikkatlidir, daha hassastır” diyor. Öyle davranmak Taliban’ın NATO’da kendine ses olabilecek bir ülkeye olan ihtiyacını gösterir. Ama Taliban, Türkiye’nin rolünden rahatsız olan Çin ve Rusya gibi BM Güvenlik Konseyi’nde iki sigortaya oynarken kardeşlik söylemine çok da takılmayabilir. Hatta Erdoğan’dan daha fazla ‘ulusal çıkarcı’ kesilebilir. Taliban’ın hassasiyeti pragmatizminden geliyor. Sahte ya da nispi evrimini diplomatik kazanca çevirmeye çalışıyor.
Taliban’ın davranışları anlaşılabilir fakat muamma olan Erdoğan’ın şartlar değiştiği halde neden bu misyona takılı kaldığıdır. Biden’la mutabakatında bağlayıcı bir şey mi var? Ya da dış politikanın askerileştirilmesi yönündeki zehirli dönüşüm Libya, Suriye ve Irak’tan sonra bu kez kendini Afganistan’a mı şartlandırdı? Erdoğan dosta düşmana Türk askerinin girdiği yerden çıkmayacağını mı ispatlamaya çalışıyor?
***
Neticeye gelirsek şimdiye kadar Erdoğan’ın ‘yakınlık’ vurgularına rağmen ne Afganlar arası diyalog sürecinde ne de Taliban’ı etkileme konusunda kayda değer bir ilerleme görülmedi. Bel bağlanan aracıların kapasitesi sınırlı. Diğer aktörler gibi Ankara da eski Cumhurbaşkanı Hamid Karzai, ulusal uzlaşı heyeti başkanı Abdullah Abdullah ve Hizbi İslami lideri Gulbeddin Hikmetyar’ın da içinde olduğu komitenin Taliban’la yürüttüğü görüşmelerin sonucunu bekliyor. NATO müttefiklerinin de önem atfettiği bu ekip Taliban’la orta yolu bulacak mı bulamayacak mı? Bugünlerin en kritik sorusu bu.
Kapsamlı bir hükümet kurulursa sürece etki eden aktörler, Taliban’ın taahhütlerini veri kabul edip yeni bir sayfa çevirebilir. Afganistan’ın içinde bulunduğu 40 yıllık karanlık sona ermez ama bu karanlığı besleyen iç savaş ve çatışma sarmalı belki bertaraf edilmiş olur. Diğer türlüsü yani Taliban’ın iktidara tamamen kendi rengini verdiği senaryo, yeni iktidarı tanıyanlar ve tanımayanlar arasında vekâlet savaşını da tetikleyebilir. Mesela Pençşir vadisi şimdiden Taliban’a karşı 2001 öncesinde olduğu gibi yeniden cephe sunuyor. Bu sefer oyuna Ahmet Şah Mesud’un oğlu Ahmet Mesud gibi isimler girmiş gözüküyor. ABD burada aynı dalga boyunu yakalayan Çin, Rusya ve İran’la tersleşirse mücahit kuluçkasına yeniden el atabilir ve bu üç ülkeye karşı istikrarsız bir Afganistan seçeneğine oynayabilir. Bu konuda ahkam kesmek için hâlâ erken. Şimdilik Afganistan’la diplomatik ilişkiyi sürdürmek ve Kabil’de kalmak için karanlığın içinden gelen Taliban’ın içinden çıkacak bir ışığa bakıyorlar! Sanırım bu yalana ihtiyacı olan çok.
gazeteduvar