Taliban, IŞİD-H ile harbi savaşırsa bu sefer “Yakıştı da” derler mi? Kim bilir… Taliban’la birlikte Afganistan diğer ülkelerdeki cihadî yapılar için çekim merkezi olur mu? HTŞ’nin İdlib’den atmaya çalıştığı El Kaide çizgisindeki örgütler Afganistan’a yol alır mı? Çin, Rusya ve İran’ın haşin bakışları altında bu gerçekleşir mi? Taliban dünya ile iyi ilişkiler ararken buna yol verir mi? Bahisler açık…
Duvar’daki son yazımda demiştim ki; “IŞİD ile El Kaide çizgisi çatışma halinde. Taliban da pek çok selefi cihadî grubun refleksine uygun olarak El Kaide’yi değil, El Kaide’nin mutandı IŞİD’i kendi hâkimiyetine tehdit olarak görüyor. İşte Taliban’a dışardan kredi açılacak hesap burasıdır: IŞİD’i bastıracak güç.”
“İslam Devleti-Horasan Vilayeti” kısaca IŞİD-H, 26 Ağustos’ta Kabil’de düzenlendiği intihar saldırılarıyla, düzeni kim kurarsa kursun Afganistan’da onun en şedit düşmanı olacağını hatırlattı. Aynı zamanda Taliban’ın hesabına uluslararası alanda meşrulaşmasını kolaylaştıracak bir gerekçe yazdırdı. Öncesinde Taliban havaalanında yakaladığı bir IŞİD-H militanından aldığı intihar saldırıları olacağına dair istihbaratı Amerikalılarla paylaşarak IŞİD-H’ye karşı koalisyona aday olduğunu gösterdi. Biden yönetimi de saldırıda ölen 13 Amerikalının intikamını almak için Taliban’la henüz biçimlenmemiş fiilî ortaklığı biraz daha şekillendirebilir.
IŞİD, Suriye’de de savaşan gruplar ve yabancı güçlerin politikaları üzerinde ayrıştırma etkeniydi. ‘Vahşetin İdaresi’ kurgusuyla kör şiddet, Şii-Alevi kesimlere karşı acımasız düşmanlık, ilan ettiği hilafetin yegâneliği ve halifeye biatı reddedenlerin selefi cihadî paydaşlığa rağmen tekfir edilmesi IŞİD’i karakterize eden noktalardı. El Kaide çizgisindeki öteki cihadî gruplar, IŞİD karşısında kendilerini farklı bir yere konuşlandırma ihtiyacı duydular. Sözgelimi Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), IŞİD’in Suriye kolu Nusra’nın devamı olmasına rağmen değiştiğini, küresel cihadî ağdan çıktığını ve mücadeleyi Suriye ile sınırladığı imajını vermeye çalıştı. Bu süreçte IŞİD öteki cihadî örgütlerin anlayışla karşılanmalarına, hatta kabul edilmelerine hizmet etti. ABD ve ortakları ne zaman İdlib’deki bu örgütlere operasyon başlatılsa “sivil katliam” uyarısıyla dünyayı ayağa kaldırıyor. IŞİD kötü, IŞİD’in türevleri veya su katılmış versiyonları iyi!
***
ABD şimdi benzer seçiciliği Afganistan’da yapıyor. ABD’nin terörle mücadele adı altında radikal cihadî yapıların ayrımsız yeminli düşmanı olduğunu düşünenler yazıyı okumayı burada bırakabilir. Amerikalılar Arap dünyasından mücahit devşirme programını Abdullah Azzam, Usame bin Ladin, Gulbeddin Hikmetyar gibi isimlerle yürüttükten sonra kimi kime karşı destekleyeceğini ya da kullanacağını öğrendi. Sözgelimi 1989’da Sovyet destekli rejim tamamen yıkıldıktan sonra CIA, birçoğu Mısır’daki İhvan’la bağlantılı mücahit liderlerden en ılımlısı Ahmet Şah Mesud yerine, bu kuşağın en radikali sayılan Hikmetyar’ı iktidara taşımanın derdindeydi. Bugün de uzlaşı hükümeti için Taliban’la görüşen komitede Hikmetyar’ın da olması hiç tesadüf değil.
1990’larda ‘muzaffer’ mücahit gruplar arasındaki iktidar savaşına son vermek için Pakistan istihbaratının desteğiyle palazlanan Taliban da Amerikalılar için makul bir çözümdü. İlk tercihleri Hikmetyar onlar için bir ‘İngiliz anahtarı’ olamamıştı. ABD, Taliban’ın devirip güya savaşla geçirdiği 20 yıl boyunca bu hareketi terör örgütleri listesine bile almadı. Gerekçe mantıklı geliyordu; “Terör örgütü ilan edersek müzakere edemeyiz.” Madem müzakere edilebilir bir hareketti, bu ülkeyi neden taş devrine gönderdiniz? Afganistan’dan çekildikleri gün Taliban’ın iktidara döneceğini biliyorlardı ve oyunu ona göre oynadılar. Doha’daki siyasi müzakere ekibinde başı çeken iki önemli isim Şir Muhammed Abbas Stanikzey’i BM’nin kara listesinden çıkartan ve Molla Abdulgani Berader’i Karaçi’deki hapishaneden özgürlüğüne kavuşturan Amerikalılardı. Bütün bunlar Şubat 2020’de Doha’daki devir teslim anlaşmasının ön hazırlıklarıydı. Anlaşma gereği binlerce Taliban üyesi, Afganlar arası barış süreci olmaksızın bıraktırıldı. Taliban militan gücüne tekrar kavuştu. Şimdi Taliban, IŞİD ile savaşan bir iktidar pozu vererek Amerikanlılara yaptıkları tercihin haklı olduğu hissini yaşatacak ve böylece müstakbel ortaklığın harcı karılmış olacak.
***
Peki, Taliban’ın zaferiyle cihatçı karıncalanmayı Amerikalılar dert ediniyor mu? Ya da Amerikalılar, Taliban’ın halihazırda Afganistan’da farklı vilayetlere yerleşmiş cihadî örgütlerle veya kurulacak Afganistan İslam Emirliği’nin himayesinde gölgelik arayacak örgütlerle ilgileniyor mu?
ABD’nin aradığı, kendisine yönelik olarak Afganistan merkezli bir cihatçı tehdidin gelişmemesi. Bununla birlikte Amerikalılar 2001’de teslim alamadıkları El Kaide liderlerinin, törenle çekilme anlaşması imzaladıktan sonra Taliban eliyle elimine edilmesini beklemiyor. Ki ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA), El Kaide-Taliban ilişkisinde bir değişiklik öngörmüyor. Rapora göre "Şubat 2020 anlaşmasından sonra da El Kaide, Taliban’a askeri eğitim vermeye, Taliban da El Kaide’ye güvenli sığınak sağlamaya devam etti." Yine rapora göre "Taliban anlaşma uyarınca Taliban büyük olasılıkla El Kaide'den faaliyetlerini kısıtlamasını ve yabancı güçler çekilinceye kadar terör gruplarıyla ilişkilerini gizlemeye devam edecek."
Ya sonra? DIA’in öngörüsü şöyle: “Birliklerin çekilmesinden sonra El Kaide'nin faaliyetlerinin Afganistan'a başka bir dış askeri müdahaleye yol açmaması koşuluyla, çekilmenin ardından Taliban, El Kaide’yi kısıtlama isteği büyük olasılıkla azalacak. Ancak El Kaide'nin kompartımanlara ayrılmış komuta ve kontrol yapısının doğası gereği gelecekte Taliban'ın kendisini izlemesi ve kısıtlamalarda bulunmasını zorlaştırabilir.”
Hatta CENTCOM Komutanı Kenneth McKenzie “Eğer kendi hallerine bırakılırsa El Kaide’nin kendini yeniden inşa edip ABD’ye hedef alacağından kimsenin şüphesi olmasın” diyor.
***
Taliban’ın muhtemel stratejisi ‘müminlerin emirine’ biat eden cihadî grupları himaye etmeye devam etmek ama 2001 öncesinden farklı olarak ev sahibinin kurallarının daha iyi hissettirmesini sağlamak. Taliban, El Kaide lideri Usame bin Ladin’in Suudi Arabistan’dan tekrar Afganistan’a döndükten sonra Siyonizm ve haçlı güçlerine karşı küresel cihat çağrısı yapmasından memnun değildi. Ladin çantalar dolusu para getirdiği için; Arap mücahitlerle evlilik bağları oluştuğu için; ve bu örgütler “müminlerin emiri” Molla Ömer’e sığındıklarını belirtip dinin ve Peştun örfünün gerektirdiği himaye yükümlülüğünü hatırlattıkları için Taliban’ın himmetini garantilemişlerdi. Dahası Ladin’in kurduğu 055 Tugayı (55’inci Arap Tugayı) 1996-2001 arasında Taliban güçlerine entegre edilmişti. El Kaide’nin Taliban’a bağlılık bildirisi (biat) de ilişkilerin boyutunu çoktan değiştirmişti. Usame bin Ladin, Taliban’ın kurucu lideri Molla Ömer’e, Ladin’in halefi Eymen Zevahiri de Molla Ömer’in halefi Molla Ahtar Mansur ve ardılı Molla Heybatullah Akundzade’ye biat etmişti. Biat, El Kaide’nin nasıl Afganistan’da himaye bulduğuna dair çok belirleyici bir kıstas. Bugün El Kaide özellikle Pakistan’la sınır bölgelerinde Hakkani Ağı’nın gölgesinde faaliyet gösteriyor. Zamanla El Kaide, Tehrik-e Taliban Pakistan gibi örgütleri de etkiledi. Elbette teknik olarak cihadî selefilerle gelenekçi Taliban’ın din anlayışı arasındaki farklılıkları konuşabilir; Taliban’ın ne denli makul ve yerel olduğu konusunda çıkarımlar yapılabilir. Hatta Taliban’ın Diyûbendi medreselerinden geldiğini, bu medreselerin amelde Hanefi fıkhı ve akaitte Mâtürîdî mezhebine dayandığını, hocalarının Nakşî ve Kadirî olduğunu belirtip, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisini Taliban’la özdeşleştiren sözlerini anlamlandırabiliriz. Fakat bu çıkarımlar özünde, Diyûbendi medreselerinin “yeşil kuşak” projesinden beri Suudi Arabistan’dan para eşliğinde pompalanan Vehhabiliğin etkisine girdiği, Afgan cihadı sırasında radikalleştiği ve mücahit devşirme havuzlarına dönüştüğü gerçeğini de ıskalamış oluruz. Ya da Taliban’daki ılımlılaşma eşiğinin, Ahundzade’nin oğlu Hafız Abdurrahman’ı 2017’de Helmand’a intihar bombacısı olarak gönderecek seviyede olduğunu hatırlamasak da olur. Taliban’ın ne denli makul örgüt olduğuna dair hikâyeler ilk dönemde de vardı. Hatta Suudi-Amerikan baskısıyla Çin’in başına bela olması yönündeki dürtmelere direndiği de rivayet edilir, Pekin’in kendisini tanımasına ramak kala neden Bamyan’daki Buda heykellerini havaya uçurarak bu büyük komşuyla ipleri kopardığına anlam verilemezdi.
***
Taliban’ı Afganî, Sufî, ehl-i tarîk çizgiye zorla soktuğunuzda o vakit El Kaide, Tehrik-e Taliban, Leşker-e Tayyibe gibi oldukça radikal yapılarla iştigalini anlamak için saç baş yolmak gerekiyor. Taliban’ın geleneksel İslamcılığı ile El Kaide’nin selefi reddiyeciliği arasındaki paradokslar karşılıklı çıkarlar ve ödünç tutumlarla aşıldı. Ortaklığı mümkün kılan şey El Kaide’nin de biraz yerelleşmesi, gelenek ve örfün belirleyici taraflarına alışması, Pakistan-Afganistan sınır hatlarındaki aşiretlerle etkileşime girmesiydi. İşte bu yakınlaşmaya daha radikal bir reddiye olarak IŞİD-H yükseliyor. IŞİD’in 2014’de Musul’da hilafet ilan etmesinin üzerinden çok geçmeden Afganistan’da Hafız Said Han, Ebu Bekir el Bağdadi’ye biatını sunup Taliban, El Kaide ve Tehrik-e Taliban’dan kopanlar ve Özbekistan İslami Hareketi’nin katılımıyla IŞİD’in Horasan Vilayeti (IŞİD-H) ayağını oluşturdu. Bu vilayet Afganistan’ın yanı sıra Pakistan, Özbekistan, Tacikistan ve İran’dan parçalar içeriyor. Haliyle doğrudan 5 ülkeyi hedef alıyor. Mücahitler ve yabancı cihatçılar arasındaki bu hızlı ayrışma zeminin olgunlaştığını gösteriyordu. IŞİD-H’nin hedeflerine bakıldığında Taliban’ın yumuşak ya da tavizkar bulunduğu alanlar olduğu görülüyor. Bunlar arasında bir Sufî cami, otobüs dolusu Şii yolcular, Şii Hazaraların bölgesinde kız okulu, doğum hastanesi ve eğitim merkezi vs... Kız okuluna saldırıda 68 kişi ölmüş, 165 kişi yaralanmıştı.
Irak’ta görüldüğü üzere gelenekçi İslam’ın her iki yakasında Sünniliğin ve Şiiliğin kutsallarına saldırarak kendi profilini yükseltiyor. Bu strateji ile aynı zamanda El Kaide, Taliban ve Tehrik-i Taliban’ı maslahatçı ve tavizkar bulan unsurlar için mıknatıs ortamı yaratıyor. Sonuçta IŞİD-H’nin temelini atanlar bu ortak havuzdan geliyor. Örgütün kurucu aktörlerinin Pakistanlı Taliban olması da şaşırtıcı değil. Amerikalılar IŞİD-H’nin de Taliban’la yaptıkları anlaşma ve devam eden koordinasyonu kendi lehine çevirip şiddetini göstereceğini de öngörüyordu. Bunu DIA’nın raporlarında da görüyoruz. Sonuçta IŞİD-H hemen şu olağanüstü günlerde ortaya çıkmış değil; altı yıllık bir vakıa ve sadece bu yıl 80’e yakın kanlı saldırıya imza attı.
***
Taliban örgütten devlet aşamasına geçtiğinde aşiret liderleri, geleneksel ulema ve yerel aktörlerin rızasını almanın gerekliliğine ikna oldu. Bu katı kalıpları eriten ya da yamultan bir gereklilik. Bu yola tekrar giren Taliban ilkinden farklı olarak uluslararası tanınmayı önemserken iki şeyi yapmak zorunda kalabilir:
Kendisine biatlı radikalleri dizginlemek ve yönetimi zora sokacak eylemlerden sakınmalarını teşvik etmek. Bu siyaset, bünyedeki radikalleri IŞİD-H’ye itebilir. Her ehlileşme eğilimi, içinden radikal alternatifi doğuruyor.
İkincisi, IŞİD-H’ye savaş açarak rol değişimine gitmek. Bu da Taliban’ın dış dünya ile ilişkilerini yumuşatıp ortaklığın önünü açabilir.
Bu yeni dönemde Taliban’ın IŞİD-H’ye karşı öne sürdüğü, Amerikalı komandolara nazire yaparcasına Kabil havaalanına gönderdiği, reklamını da TRT’nin yaptığı “Bedir 313” adlı birliğin El Kaide’nin ideolojik yansıması Hakkani Ağı’na dayanması da kusur defterinde düşebilir. Bedir 313, Amerikalı askerlerin 1945'te II. Dünya Savaşı'nda Iwo Jima savaşı sırasında Suribachi Dağı'nda yaptığını taklit ederek tevhit bayrağını Afgan dağlarına dikti. Üstelik Amerikan silahları ve ekipmanlarıyla. Taliban, IŞİD-H ile harbi savaşırsa bu sefer “Yakıştı da” derler mi? Kim bilir…
Taliban’la birlikte Afganistan diğer ülkelerdeki cihadî yapılar için çekim merkezi olur mu? HTŞ’nin İdlib’den atmaya çalıştığı El Kaide çizgisindeki örgütler Afganistan’a yol alır mı? Çin, Rusya ve İran’ın haşin bakışları altında bu gerçekleşir mi? Taliban dünya ile iyi ilişkiler ararken buna yol verir mi? Bahisler açık…
gazeteduvar