Danimarka’nın ırkçı Sıkı Yön Partisi Genel Başkanı Rasmus Paludan İsveç Hükümetinden aldığı resmi izinle Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim yakmış. Olay çok yönlü ki, sadece Danimarkalı bir parti genel başkanının iğrenç ve alçak bir saldırısından ibaret değil. Çünkü verdiği resmi izinle Büyükelçiliğimizin önüne gelerek burada bir Danimarkalı siyasinin Kur’an-ı Kerim yakmış olmasının doğrudan ve birinci dereceden sorumlusu da İsveç Hükumetidir. Bu noktada akla gelen ilk soru ise bu İslam düşmanı ırkçının söz konusu eylemi kendi ülkesinde yapamamış, niçin İsveç’in başkentinde yapmıştır? Bunun ötesinde böyle bir izin için müracaat eden Rasmus Paludan’a niçin git ne halt edeceksen kendi memleketinde yap denmemiştir? Kısacası, benzer pek çok soru akla geliyor. Ancak, gerekçenin ne olduğu önemli değildir. İsveç’in de bu İslam düşmanlığı eyleminde ortak hareketi söz konusudur. Bunun için en az Rasmus Paludan kadar İsveç Hükumetinin de eylemde payı vardır.
Peki, böylesine İslam düşmanlığı konusunda kin ve nefret kusma bakımından aslında ortaklık oluşmuştur. Kaldı ki, bundan sonra olayın sorgulanması neticeyi değiştirmeyecektir. Önemli olan artık şimdiye kadar pek görmek istemediğimiz Haçlı zihniyetinin düşmanlığı gözümüzün içine sokarcasına sergilenmiştir. Hem de İsveç devleti de bu işi gönülden üstlenmiştir. Böyle olunca da olayın sonucunun ortaya çıkaracağı sorumluluğu İsveç hükümetinin de üstlenmesi gerekir. Hem de bu işin bir özür ile telafisi mümkün değildir. Avrupalılardaki İslam düşmanlığının tarihin derinliklerinden bu yana devam ettiğinin bir işareti olmuştur. Söz konusu İslam düşmanlığının Haçlı Seferlerine, Endülüs’teki tüm Müslümanların katledilmesine hatta Arnavutluk’ta kısa bir sürede Osmanlı’dan kalan tüm camilerin büyük bölümünün yakılıp yakılmasının, bunun ötesinde Arnavutluk’ta halkın çoğunluğu Müslüman olmasına karşılık ülkeyi Hıristiyanların yönettiği gerçeğinin temellerinde de İslam düşmanlığını esas alan Haçlı zihniyetini görmek gerekiyor. Kaldı ki, olaylar bunlardan da ibaret değil, sık sık çeşitli Avrupa ülkelerinde Müslümanlara karşı saldırı, hakaret ve aşağılama gibi davranışlar sıkça gündeme geliyor. Kısacası, artık Haçlılar da bu anlayışlarını gizleme ihtiyacı duymuyorlar.
Diyebiliriz ki, Haçlılar yollarını ve yönlerini Haçlı zihniyeti ile belirlemiş ve o yolda yürümeyi sürdürüyorlar. Bu konuda sanıyorum Müslümanların kendilerini bir gözden geçirmeleri gerekiyor. Böyle bir gözden geçirme ve sorgulama söz konusu olduğunda niçin Haçlı ittifakının bir ürünü olan Avrupa Birliği’nin (AB) kapısında yıllardan beri beklemek ve bekletilmekten sıkıntı duymuyoruz? Bunun da ötesinde uluslararası askeri örgüt NATO içinde varlığımızı sürdürüyoruz. Çünkü Müslüman bir ülke olarak saygı duyduklarından değil Avrupa Birliği’ne almayı doğru bulmadıkları için kapıda bekletiliyoruz. Kendilerini Hoca gibi görüp ikide bir ev ödevi veriyorlar. Ev ödevlerimizi yapıp teslim etmemize rağmen yine de bırakın aralarına almayı ne zaman alabileceklerine dairde bir işaret vermiyorlar. Bu arada gerek AB, gerek NATO’da bir Hristiyan ülke ile karşı karşıya geldiğimizde davamızda ne kadar haklı olursak olalım Hıristiyan ülkeden yana, söz gelimi Yunanistan’dan yana hareket ediyorlar. Bizi de oyalamayı tercih ediyorlar.
Sözün özü Danimarkalı siyasinin İsveç polisinin nezaretinde Kur’an-ı Kerim yakması bir meydan okuma olarak nitelendirilebilir. Bu bakımdan bir takım bahane ve gerekçelerle bundan sonra olsun oyalanmamıza izin vermemek gerekiyor. Türkiye bir Müslüman ülke olarak Haçlılarla yan yana durmak mecburiyetinde değildir. Çünkü biz iyi niyet gösterdikçe küstahlıklarını artırıyorlar. Hem de NATO’ya üye olmaları bize bağlı olduğunu bile bile Büyükelçiliğimiz önünde Kur’an-ı Kerim yakılmasını hem de polislerin gözetiminde izin vermeleri küstahlığın da ötesinde iğrençtir.
MİLLİGAZETE