Sözüm aslında bizi yönetenlere. Getirip onlara bağlayacağım.
Ama maksat hasıl olsun diye...
Suriye üzerinden birkaç olay anlatacağım.
2022 baharında Tahran’dayım.
General Kasım Süleymani’nin yakın bir arkadaşıyla buluştuk.
Sohbetin ekseni, Türkiye-İran ilişkileri. Karabağ nedeniyle kabaran sorunlar.
Söz Süleymani’nin Türkiye ve Rusya seyahatlerine geldi. İlginçti.
Burada ilk parantezi açalım.
Kimdi Kasım Süleymani?
Resmi kimliği: İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu Komutanıydı.
İran’ın Batı Asya’daki operasyonların başındaki isim.
Kamuoyunda icracı bilinir. Oysa Süleymani, uyguladığı politikaların üreticilerindendi aynı zamanda.
Bir başka özelliği: Gerektiğinde diplomasi yapmasıydı.
Bağdat havaalanında öldürüldü (3.1.2020).
ABD övünerek açıkladı. Bizzat ABD Başkanı vermişti “vur” emrini.
Milyonlar aktı cenaze törenine. Humeyni’den sonra en kalabalık katılımdı.
Bilinir: İran’da rejimin bazı uygulamalarından rahatsızlıklar var.
Fakat devlet çekirdeğinin sembol isimlerinden Süleymani, fedai kişiliğiyle halk arasında sevilen biriydi.
Kaldığımız yerden devam edelim.
“30 Eylül 2015”i netleştirme arayışı içindeydim..
Rusya Suriye’de ilk kez bu tarihte hava harekatına başlamıştı.
Hedefte ABD güdümündeki IŞİD (DEAŞ) ve El Kaide türü örgütler vardı.
İran’dan “birinci el” muhataplardan biri hazır karşımdaydı. Fırsat bulmuşken sormalıydım.
İran, hangi hesaba dayanarak Rusya’yı Suriye’ye davet etmişti?
Rusya, hangi zeminde “evet” demişti?
Aslında, ittifak zeminini tahmin ediyordum az çok.
Ben asıl, İran tecrübesine bakarak, Türkiye’nin bölgesel ittifak kurmadaki çıkmazlarını anlamaya çalışıyordum.
Tamam: Ankara, Rusya’yla, İran’la belli adımlar atmıştı. Mesela:
Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü Fırat Kalkanı (24 Ağustos 2016-29 Mart 2017)...
Zeytin Dalı (20 Ocak-24 Mart 2018)...
Barış Pınarı (9 Ekim-25 Kasım 2019) harekatları üçlü Astana Mutabakatı zemininde mümkün olmuştu.
Fakat Türkiye, Suriye ile işbirliğine bir türlü giremiyor, patinaj yapıyordu.
Bu yüzden Rusya ve İran’la güvensizlikler, sorunlar eksik olmuyordu.
İranlı yetkili, önce Tahran’ın Türkiye’yle temaslarını konuştu:
Yıl 2013. Suriye’de askeri cephedeki sıkıntılar artmış...
İran, Atlantik cephesinin üstünlüğüne karşı arayış içinde...
Tayyip Erdoğan hükümeti, ikircikli de olsa, hala Atlantik cephesinde.
Ama İran, Türkiye ile ilişkileri sıcak tutmaya çalışıyor.
İranlı yetkilinin ilk iddiası şöyle:
“2013’te Ankara’ya Suriye’de Türkiye eksenli bir çözüm sunduk. Müslüman Kardeşler’in Şam hükümetine girmesini önerdik. Ancak Türkiye yeterli bulmadı, reddetti... Bundan sonra Rusya seçeneği üzerinde durmaya başladık.”
Bugünün tespitleri:
Tespit 1: Türkiye, ABD’nin gerçek Suriye planlarını okuyamadı. Aceleyle hesapsızlık yaptı (2011).
Tespit 2: Sonra hatasını gördü aslında. Bu defa da, düzeltmekte aşırı yavaş kaldı.
Yine bir parantez açalım.
Atlantik cephesi Mart 2011’de, dört bir koldan Suriye’nin üzerine abanmıştı.
Hedef: Amerika ve Siyonizm karşıtı bir devleti daha dağıtmak, bölgede “İkinci İsrail”i kurmaktı. 2003’te Irak’ta da böyle yapmışlardı.
Burada iki soru yerindedir:
Türkiye’nin İslamcıları, Suriye’de neden başlangıçta Atlantik cephesiyle birlikte hareket etti?
İran’ın İslamcıları ise daha baştan Suriye’nin yanında durup nasıl Atlantik cephesinin karşısına dikildi?
Bir soru daha. 20 yıl öncesine ve Irak’a gidelim.
O zaman Ankara ve Tahran’ın rolleri farklıydı.
Türkiye’nin Meclisi, kendi hükümetine rağmen, ABD’nin Irak’ı işgaline destek vermeyi reddetti (ünlü 1 Mart 2003 tezkeresi).
İran ise, ABD’nin Saddam Hüseyin Irak’ını işgalini seyretti.
Tahran’a yakın Iraklı Şii partiler daha ileri gittiler. ABD’nin Irak muhalefetiyle yaptığı toplantılara katılmaktan çekinmediler.
Toplantılarda, Saddam Hüseyin’in nasıl devrileceği konuşuluyordu.
Hangi nedenlerle böyle oldu? Bunları ileride tartışacağız.
Ana konumuza, İranlı yetkiliyle görüşmemize dönelim.
Türkiye’yle ilgili ikinci iddiası, Kasım Süleymani’yle ilgiliydi.
İranlı muhatabım, altını çizerek anlattı.
Süleymani, 15 Temmuz 2016 darbe sürecinde Türkiye’ye geliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşüyor. İran’ın desteğini sunuyor.
İran tarafı 15 Temmuz konusunda zaten hep şunu vurguladı:
“Darbe sürecinde Türkiye’ye ve Erdoğan’a desteğimizi en güçlü şekilde gösterdik.”
Not: Biliyorum, her devlet dış ilişkilerdeki pozisyonları kendi penceresinden nakleder.
Dolayısıyla taraflardan birinin anlatımı eksik ya da farklı olabilir.
Ayrıca, iki iddiayı da henüz teyid ettiremedim. Açıklama gelirse haberiniz olur.
Süleymani’nin Moskova temaslarıyla devam edelim.
İranlı muhatabım altını çizerek anlattı. Müzakereyi Süleymani yürütüyor. Devlet Başkanı Vladimir Putin’le de görüşüyor.
Rus tarafı ikna olmuyor hemen.
Bu arada ABD, IŞİD bahanesiyle Suriye’de birbirine bağlı iki adım atıyor (Ağustos 2014’ten itibaren).
PKK/PYD’ye hava gücü ve silah desteği veriyor önce.
Askeri üsler kurmaya başlıyor ardından.
ABD tehdidi büyüyünce Putin, Suriye’deki çatışma denklemine katılmayı kabul ediyor.
Moskova, mayınlı bir araziye girerek büyük risk alıyor aslında.
Çünkü Suriye’de ABD ve İngiltere gibi iki küresel güç... Türkiye, İran gibi iki bölgesel güç... İsrail gibi özel bir devlet... Ve sayısız milis ve terör örgütü var...
Daracık ve mayınlı bir alan...
Moskova, savaşın devletler katına sıçrama riskini bilecek devlet aklına sahipti.
Anton Çehov’un tanıklığına da ihtiyacı yoktu. Silahlar, duvarda süs olarak durmazdı...
Maceraya mı atıldı? Hayır!
İki gerçeğin farkındaydı Moskova.
Bir: ABD sadece Türkiye, İran ve Suriye gibi ülkeleri teslim almaya, bölmeye çalışmıyordu. Rusya’nın kendisi de hedefti aslında. Ukrayna savaşında bu durum netleşti sonradan.
İki: Suriye düşerse, ardından bütün bir bölge gibi, Rusya’yı da içine çekecek bir vakum oluşacaktı.
Sonuç: Moskova, dostunu, hasmına bakarak seçmişti.
ABD kimi düşman sayıyorsa, onunla ittifaka girmişti.
İlgilisi biliyor. Rus uçakları, 30 Eylül 2015’te Suriye’de operasyonlara başladı.
Böylece Rusya, Arap sahasına gelip bir savaşa ilk kez müdahil oldu. Örtülü değil, hem de resmen.
Tahran, ABD’nin karşısına Rusya’yı dikmeyi başarmıştı.
Stratejik ve tarihi bir hamleydi.
Suriye’de sıkıntıya giren askeri durumu tersine çevrilmişti.
Hakkını teslim edelim. İran’ın stratejik aklı sayesinde mümkün olmuştu bunlar.
Rusya’nın Suriye’ye gelmesi, Ankara’nın elini rahatlattı.
Türkiye’nin Suriye’deki askeri harekatları iki zeminde mümkün oldu zaten.
İlki: Rusya bölgeye gelerek ABD gücünü dengelemiş olması.
İkincisi: Türkiye, ABD cephesinden adım adım uzaklaşarak Avrasya cephesine meyletmesi... Rusya ve İran’la Astana sürecinin başlatması...
Amerika’nın Irak sınırından Akdeniz’e kadar uzanan koridor planı, El Bap’tan başlayarak böyle kırılabildi.
Astana süreci sadece Türkiye’ye yaramadı elbette.
Suriye de kazandı. Haleb’te ve Şam’ın hemen yakınındaki Doğu Guta’da egemenliğini tamamladı.
Hem de savaşmadan, Türkiye sayesinde müzakere yoluyla.
Bugüne, Filistin’deki savaşa gelelim.
7 Ekim 2023’te jeopolitik bir deprem başladı.
Yeni dünyanın doğum sancıları hızlandı.
Önce şunu tespit edelim: Atlantik cephesi mevzi kaybediyor.
Bütün süreçlerin bundan etkilendiği kesin.
Filistin bir istisnaydı sanki. Kazanımları bile elinden alınıyor gibiydi.
Şimdi Filistin, Atlantik gerilemesinin açtığı alanda cesaretle ayağa kalktı.
Gazze’de yakılan ateşin, geri dönüp bütün süreçleri etkilediğini, milletlere alan açtığını, cesaret verdiğini göreceğiz.
Ukrayna cephesi, Güney Kafkasya, Doğu Akdeniz ve Suriye...
Aslında tek bir cephe olmuşlardı.
Filistin’le birlikte ortak cephemiz daha da genişledi.
Atlantik’in çekirdeği ABD, İngiltere ve İsrail...
Doğu Akdeniz’de yığınak yapıyorlar.
Namluların hedefinde sadece Filistin, İran ve Hizbullah yok.
ABD Başkanı Joe Biden, Suriye’deki operasyonları nedeniyle, Türkiye’yi tekrar düşman ilan etti:
“ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına alışılmadık ve olağanüstü bir tehdit” diye (12.10.2023).
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, aynı sertlik ve kesinlikte cevap verdi. ABD’nin Suriye’deki faaliyetleri için “Türkiye’nin milli güvenliği için olağanüstü tehdit mahiyetindedir” dedi (13.10.2023).
Alkışlanacak bir açıklama. Ama yetmez. Söz değil icraat günü.
ABD’ye ve İsrail’e savaş açılsın diyen yok.
Türkiye’nin 20 yıllık tecrübesi belli. Doğru da, yanlış da ittifak politikasında düğümleniyor.
Can alıcı tercihler şöyle: Amacımız ne, dostumuz kim, hasmımız kim?
Atlantik cephesine bakalım. Dostumuzu da, hasmımızı da onlar gösteriyor aslında.
Şam’a nasıl güvenceler verilir, devlet bilir.
Bugün Filistin’e gerçek yardıma, sahada Suriye işbirliği ile başlayabiliriz.
Bir de Kürecik radarını köreltmeye... İsrail’e akan Azerbaycan petrolünün vanasını Filistin’de ateşkese kadar kapamaya ne dersiniz?
Rafet Ballı/aydınlık