“Ey iman edenler, Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin. İçinizden her kim onlara yardaklık ederse muhakkak onlardandır.“ Maide 51
Aksa Tufan’ı esmeye devam ediyor. Bu tufan düşürmedik maske bırakmadı. Müminleri de ortaya çıkardı; münafıkları da... Kim vicdan sahibi kim değil, kim sahici davranıyor kim “…mış gibi” yapıyor, kim seyrediyor kim bir şeyler yapmak için çabalıyor hepsi ortaya çıktı.
Hangi dinden olursa olsun dünyanın temiz vicdanlı insanları ve Müslüman halklar direnişin yanında yer alıp, Emperyalizm ve Siyonizm’in karşısında olduklarını haykırırken; Müslüman halkları yönetenlerin de iki yüzlülüğünü, acizliğini, zaaflarını ortaya döktü. Müslüman halkları yönetenlerin küresel zulüm karşısında fiili tercihlerinin ne olacağını da hepimize gösterdi…
Akait kitaplarımızda imanın tanımı yapılırken özellikle iman-amel ilişkisine dikkat çekilir. İman; “dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve mucibince amel etmektir” buyrulur. Bir insanın dille söylediği davranışlarından farklı ise acaba hangisini esas almalıyız? Kalp ile tasdik etmenin alâmeti/tezahürü, dille söylenen şeyler midir, yoksa davranışla yapılanlar mı? Yani kalbiyle tasdik davranışlarımızda nasıl ortaya çıkacaktır?
Mesela; münafıkları tanırken sözlerine mi davranışlarına mı dikkat etmemiz gerekiyor? Münafıkları ne ile tanıyacağız? Hiç kimse için, her ne yaparsa yapsın münafık demeyecek miyiz? Eğer öyleyse münafıklarla ilgili ayetler ve hadisler niçin var? Ne zaman ve hangi şartlarda bu ayetlerin ve hadislerin uyarılarını dikkate alacağız? Bu ayetlerle ve hadislerle ne zaman amel edeceğiz?
Yemen halkı ve Ensarullah hareketi yıllardır emperyalizm ve yerli uşakları ile savaşıyor. Yıllardır Bab-ul Mendep boğazındaki ticaret trafiğini kesmeyi düşünmediler ve hâkim konumlarını kendileri için kullanmadılar. Ama bu gün Gazze’nin Müslüman halkı ve direniş için stratejik konumlarını kullanıyorlar. Bunu nasıl yorumlayacağız? Direnişe verdikleri destekler ile mi, ulusal çıkarlar ile mi, İran’ın Şii etkisiyle mi yorumlayacağız? Yoksa Ensarullah hareketi'nin imanıyla mı? Müslümanca tercihleriyle mi i?
Aksa Tufanı tüm dünyaya Müslümanlara, Müslüman olmayanlara ve münafıklara her gün büyük dersler veriyor. Tüm insanlığa iman, cihat, şecaat, cesaret, adanmışlık, direniş, sabır, vicdan, savaş hukuku, hukuk, halkla ilişkiler, halkını temsil etme vb. dersler bunlar.
Bu derslerin çoğunu, belki de tamamını bize, biz Müslümanlara veriyor, bize anlatıyor. Bizlere iman etmekle ilgili, İslami sorumluluklarımızla ilgili kendimize bakmayı hatırlatıyor. “Vehen” içinde olduğumuzu hatırlatıyor.
“Ey Allah'ın Resulü peki ya vehen nedir?”
“ Vehen dünyayı sevmek ve ölümden korkmaktır.”
Bu tufan hak ile batılı ayırıyor. Kim devrimci kim muhafazakâr, kim mümin kim münafık, kim direnişçi kim işbirlikçi, kim emperyalist statükonun hatırı için saf tutuyor kim dinin ve Müslümanların hatırı için... Bunların tamamı gören gözler için aşikâr oldu.
Gazze’de binlerce, on binlerce şehidimiz var. Belki bir o kadarı da enkaz altında ve sayısı bilinmiyor. Gazze’deki insani drama tarihte az rastlanır. Ancak bu savaşın bir başka veçhesi de var.
Direniş şehitlerinin kanı tüm dünyada vicdanları da kanatmaya devam ediyor. Kan kırmızı güller yeşertiyor vicdanlarda… Çünkü kırmızı gül aşktır; aşkın rengidir. Kırmızı, şehadetin rengidir. Kalbi olanların kalplerini kanatıyor, bu direniş. Kalpsizlere bile “bu kadar da olmaz ki” dedirtiyor. Bu, neden böyle acaba? Çünkü , “Şehit tarihin kalbidir.” Tarihte destanlar, büyük mücadeleler hep kanla ve cesaretle yazılmıştır. Bu öykü de kanla yazılıyor; bebeklerin, çocukların, kadınların, ihtiyarların, savaşanların kanıyla; kelimelerle değil... Cesaret ve fedakârlıkla yazılıyor, korkaklık ve kaçmakla değil. Dünyadaki bütün dillerin/lügatların kelimeleri ne bu zulmü yazmaya yeter, ne de bu direnişin öyküsünü yazmaya… Belki, “Bedr’in Arslanları ancak bu kadar şanlı idi” desek yeridir.
Hiçbir iftira ve karalama Aksa Tufanı Operasyonunu değersizleştiremez. Kimileri “bunca ölüm ve yıkıma değer miydi” diyerek İsrail’in cinayet ve yıkımlarını, soykırım ve katliamlarını bile direnişin üzerine atmaya çalışıyor. Kimileri İsrail’in propaganda dilini kullanarak, Hamas’ın da sivilleri öldürdüğünü söylüyor. Bilmiyorlar ki İsrail’de sivil yoktur. Sivil yerleşimci dedikleri kişiler; işgalci silahlı hırsızlardır. İsrail’de İlkokul çocuklarına bile silah eğitimi verildiğini bilmiyorlar tabi.
Bizdeki kimi devletlu şahıslar da, tüm dünyada Müslümanların hamisi, laik- batıcı rejimin ve muhafazakar demokratların içine düştüğü ofsayt durumu düzeltip gole çevirmek için senaryolar üretiyorlar. 7 Ekim savaşının bir provokasyon olduğunu, arkasında aslında İngiltere’nin bulunduğunu, Hamas Liderlerinin zaten Katar’da yaşadığını; meselenin Gazze açıklarındaki çok zengin petrol ve doğalgaz yatakları ile ilişkili olduğunu söyleyerek direnişi karalamaya çalışmaktalar.
Bu ofsayt durumu gizlemek için dikkatleri başka taraflara çekmeye çalışanlar da var. “Hizbullah niçin savaşmıyor” sorusu bu bağlamda sorulan bir soru. Hâlbuki yedi Ekim’den bu yana savaşın fiilen içinde olan Hizbullah, kendi başlatmadığı bir savaşa iştirak ettiği gibi, neticelerine katlanmakta ve şehitler vermekte...
“Birileri de "İran niçin füze yollamıyor?” cümlesi ile bu koroya katılıyor. Bu soruyu soranlar İsrail’e atılan her füzenin İran’dan gittiğini bilmiyorlar mı? Direniş liderlerinin İran’ın desteğine dair açıklamalarını duymadılar mı? Kürecik üssünün niçin yapıldığını bilmiyorlar mı? Aynı üssün Ürdün ve Suudi Arabistan’da bulunduğunu ve Yemen’den İsrail’e atılan füzeleri engellediğini acaba duymadılar mı? Bu bağlamda ben de şunu sorayım; Ukrayna’ya, Azerbaycan’a iha- siha verenler niçin Filistin’e/Gazze’ye vermiyorlar? İsrailli dostlarını incitmemek için mi?
İster beğenin isterse beğenmeyin; Gazze direnişi de, Suriye ve Iraktaki ABD hedeflerine yapılan saldırılar da, Hizbullah’ın İsrail’e saldırıları da, Ensarullah Hareketinin İsrail’e giden gemileri engelleyip bazılarını batırmaları ve füze saldırıları da tamamen “Direniş Ekseninin” başarısıdır. Kimileri “Direniş Ekseni “tanımlamasını dudak bükerek reddetseler de gerçek böyle.
Ortadoğu’da “ Türkiye’den habersiz” hiçbir şeyin olmayacağını söyleyen, yazıp çizen eski askerler acaba İsrail’in cinayetlerini ve direnişin zaferlerini nasıl yorumlayacaklar?
Geçen yıllarda bir makalede; “Filistin konusunda neredeyse hiçbir ülke Türkiye kadar elini taşın altına koymadı” diyen bir yazar beyefendi bu cümlesinin hilaf-ı hakikat olduğunu bugünlerde anlamış mıdır acaba?
Bu devletlü eşhasın en büyük numaraları ise “çok şey yapılıyor”, “bilmediğiniz çok şey var”, “anlatılamayan çok şeyler var” ve benzeri cümleler kurmak. Sanki gizlice çok büyük şeyler yapıldığını ima ederek ofsayt durumu kurtarmaya çalışıyorlar. Hiçbir şey yapmadan veya yaptıkları küçük şeyleri bile çok büyük harflerle anlatıp propaganda yapmayı iyi bildiklerini, biliyoruz. Her türlü yalanı ise çok rahat söylüyorlar.
Yüzyılımızın en büyük feylesofu bir yazar ise; (hatta neredeyse muallim-i sâlis)çok özel bilgilere sahip olduğunu önce ima ediyor arkasından da, saraydan gelen telefonla ülkemizin bütün gücüyle (kara, hava, deniz lojistik vesair.) Gazze’de olduğunu istemeyerek açıklayıveriyor.
Tüm bunlar batı ve Siyonist işbirlikçisi rejimin ve o rejimin uygulayıcısı iktidarın iki yüzlüğünün ortaya çıkmaması için yapılan algı operasyonlarıdır.
“Sizin bilmediğiniz şeyler var” sihirli cümlesini artık herkes çok kullanıyor. Devlet başkanından, tarikat şeyhine, cemaat liderinden, parti başkanına varıncaya kadar; her tür yanlışı ve gayr-ı meşruluğu çevresindekilere kabul ettirmeyi sağlıyor. Bu cümleyi geçmişte en çok tarikatlar, cemaatler, Fetö ve benzerleri kullanırken eleştirenler bugün aynı cümleyi kendilerinin kullanmasındaki gülünç durumun acaba farkındalar mı? “Sihirli cümle” tabirini özellikle kullanıyorum. Çünkü hakikate saygısı olmayanlar, toplumunu ya da çevresinde bulunanları yalanlarla kandıranlar için çok kullanışlı ve büyülü bir cümle. Bunlar, Firavun’un sihirbazları gibi; büyüyü ellerindeki değneklerle değil, kelimelerle yapıyorlar.
7 Ekim Aksa operasyonun büyüklüğü batının iki yüzlülüğünü ortaya çıkarıp en büyük maskelerini de düşürmüştür. Tüm dünyaya pazarladıkları demokrasi, insan hakları, medeniyet ve benzeri batıl/ı ne kadar kelime varsa tamamının maskesi düştü. Kadın hakları, çocuk hakları, yaşama hakkı, var olma hakkı, vesair, vesair, vesair. Bugün Gazze’de yıkılan binaların enkazı altında bütün batılı değerler, batının gücü ve üçyüz yıllık efsanesi vardır. Batının gücü dedim, çünkü direniş Gazze’de sadece İsrail’le savaşmıyor. Batıl/ı büyük güçlerin tamamıyla da savaşıyor. Kızıldeniz’de ABD ve İngiltere ile, Suriye ve Irak'ta ABD ile savaşıyor. Gazze’nin sokaklarında, sokak sokak sadece işgalci Siyonistlerle değil; ABD paralı askerleri, İngiliz, Fransız özel kuvvetleriyle de savaşıyorlar.
Tufan esmeye devam ediyor. 100 binlerce insan Batılı ülkelerde, Amerika’da, Güney Amerika’da, Afrika’da sokaklara dökülürken ülkemizde yaşanan cılız tepkileri ne ile izah etmemiz lazım? Burada yanlış olan nedir, ya da yanlış nerede? Bir vicdan körelmesi mi, insani/İslami hassasiyetlerin yitirilmesi mi?
“Eli kalem tutan okumuşlar, aydınlar, siyasiler, adı siyasetçi olmasa bile siyasi rekabetin parçası olan yapılanmalar; itiraz ve savunmalarında kuracakları dili iyi düşünmek zorundalar. Bireylerin dini kimlikleri, (teker teker Müslüman olmaları) ile müesses nizamın temel yapısı arasındaki derin çelişkiyi göremeyenler... Hatta İslam’ın bir tür devletin gücü ve bekası için siyasallaşmasına (kullanılmasına) razı derin siyasetleri okuyamayanlar, bu ülkenin insanının henüz kurulamayan cümlelerini bozar, sesini boğar. Yaşanmakta olan güç mücadelesinde kimin haklı olduğundan ve sonuçta kazanan ya da kaybedenin kim olduğundan çok; insanlara söylenmemiş sözlerimizin, dilimize gelmek üzereyken boğulduğunun daha önemli olduğunun kim farkında?
“Müslüman kimliği öne çıkan insanların(İslamcılık iddiaları olmasa da)birbirini siyaseten boğazladığı bir ortamda, toplumun dinden soğutulup sekülerizme sahte bir kurtuluş simidi gibi sarılmasına yol açmanın vebalini kim alacak? Müslümanların henüz söylenmemiş cümlelerini daha dillendirmeden kekemeleşmeleri, sözlerinin bulanıklaşması bu ülkenin ufkunun karartılması demektir. Bu durumu da en iyi değerlendirecek (kullanacak) olanlar, küresel aktörler ve müesses nizamın statükocu yapısıdır…”
“Karşılaştığımız bu durumun başka bir sonucu da… olayın, bir toplumun sekülerleştirilmesi amacıyla dinin vicdanlarda dahi savunulamaz hale getirilmesi olduğu çok açık… Burada ilginç bir çelişki yaşanıyor. Bir yanda toplumda muhafazakârlaşma eğilimleri açık biçimde gözlenirken, diğer tarafta topluma yön veren, belirleyen her türlü toplumsallaşmanın dili gittikçe sekülerleş/tiril/iyor. Bu sekülerleşmenın tek taraflı olarak, Jakoben laikçilerin baskısıyla oluştuğu falan da yok. Bizzat muhafazakârlaşmayı temsil eden kişi ve kurumlar en az Jakoben refleks sahipleri kadar ya da onlara paralel olarak sekülerleşmeye hizmet ediyor.”
“Kitlelerin muhafazakârlaşması ile din dilinin kırılmaya uğratılması, dahası dinin artık bizzat muhafazakârlar eliyle toplumsal planda savunulamaz hale getirildiğine tanıklık ediyor gibiyiz.”
“...Daha sağ muhafazakâr iktidarlar, toplumla devlet arasındaki gerilimi yumuşatmak için, derin ilişkiyi ortadan kaldırmak yerine toplumun din algısı ile oynamayı, deforme etmeyi üstlendiler. Zaman içinde toplumun bilincinde, vicdanında, hafızasında yer eden din algısını Protestanlaştırıp sekülerize ederek, devletin dinle ilişkisini temelden değiştirmeden, dinin içini boşaltmaya, dinin bir tür profanlaşmasına katkıda bulundular.”
Ülkemizdeki cılız tepkilerin sebebini Akif Emre’nin bu cümleleri sanırım biraz izah ediyor. Bu vesileyle Akif Emre ağabeyi rahmetle ve saygıyla anıyoruz.
Aslında bu Tufan bizim acizliğimize de ışık tuttu, bize boy aynası tuttu. Tam burada “vehn hadisini” okumak, yeni baştan düşünmek, yorumlamak gerekmez mi? Belki de Byung Chul Han’ın, “olumluluğun şiddeti” kavramını yeniden okumak gerekir.
İktidarlarını batılı emperyalistlere borçlu olup, küresel sermaye ile ilişkilerini iyi tutmak zorunda olan Müslüman halkların başındaki rejimlerin hiçbiri İsrail’in güvenliğini tehlikeye atabilecek bir girişimde bulunamazlar. Bunlara gerekli hatırlatmayı Netanyahu ilk günlerde yapmıştı. Şöyle dedi: “haddinizi bilin iktidarlarınızı bize borçlusunuz.”
Şunu unutmamak gerekiyor; küresel şirketlerin çıkarlarını, İsrail’in güvenliğini, emperyalizmin sömürü düzeninin devamını garanti etmeyen hiçbir parti, akım, siyasal hareket, ideoloji ve benzeri her ne varsa iktidara gelemez. Kazara gelirse hemen devrilir, gerekirse yıllarca uğraşılır.
Aksa Tufanı İslam ülkelerindeki mevcut rejimlerin İslam’ı ve Müslümanları temsil etmediğini, demokratik yöntemle iktidara gelmenin bir diyeti olduğunu ve pazarlıkla olduğunu bir kez daha bize gösterdi. İslami amaçlar ve Müslümanca bir yaşantı için, Müslümanca siyasi tavırlar için; bireysel toplumsal ve siyasal alanda çok büyük devrimlere ihtiyacımız olduğunu ortaya koydu. Tek yol devrim.
Hiçbir İslam ülkesi niçin güney Afrika’nın gösterdiği cesareti gösteremez? Bu soru, üzerinde günlerce düşünüp tartışmaya değmez mi?
Ülkemizde muhafazakâr demokrat iktidarın, Netanyahu’nun savaş suçlarından yargılanacağı konusunda söyledikleri hiçbir ciddiyet ve samimiyet içermiyor. Mavi Marmara olayı sonrası dünya kamuoyu ve uluslararası hukuk İsrail’in aleyhinde olduğu halde katil rejim ve cinayetin sorumluları bizdeki mahkemeler eliyle aklanmıştı.
İktidara gelirken İsrail’in güvenliğini taahhüt eden hiçbir yönetim, hiçbir yetkili “bizim diyet borcumuz yoktur” diyemez. Milyar dolarları Yahudi sermayesinin bankalarında olanlar, Siyonistlerle milyar dolarlık ticareti olanlar, İsrail’e kafa tutamazlar; tutamıyorlar da. Aksa Tufanı bunların hepsini ortaya çıkardı.
Orta Doğu‘nun laik, batıcı, şeriatçı, demokrat, muhafazakâr ya da faşist iktidarlarının takiyye ve ikiyüzlülükleri acaba kime karşı? Bunlar emperyalistlere, siyonistlere, kafirlere mi takiyye yapıyorlar; yoksa bunların emrinde olup Müslüman halkları mı takiyye yapmaktalar? Onlara takiyye mi yapıyorlar yoksa Müslüman halklara münafıklık mı yapmaktalar?
Namazları, oruçları, kuran okumalarıyla bizden olduklarını söylerken; katliama, cinayetlere soykırıma sessiz kalıp, ticari ve siyasi işbirliği ile batılılara “sizin tarafınızdayız” mı diyorlar? Yoksa bizleri lafla avuturken, kâfirleri filleri ve davranışlarıyla mı destekleyip avutuyorlar? Hangisi acaba?
İsrail’e mal satmak için yarışan MÜSİAD üyeleri acaba ne hissediyorlar? 28 Şubat öncesi Tüsiad’a alternatif olarak kurulan “yeşil sermaye” diye dışlanan bunlar değil miydi? Milyonlarca dolar para kazanmanın sıcaklığı, cazibesi acaba Müslüman olduklarını unutturuyor mu? Müslüman halk gösteri, dua, maddi yardımla direnişi destekliyor. Vicdan sahibi halklar da öyle. Bu müstakil işadamları gösteri, slogan ve dualarını Filistin’e yollarken, gemileri İsrail’e gidiyorsa burada bir yanlışlık yok mu? Buradaki garipliği, ikiyüzlülüğü, niçin yüksek sesle konuşmuyoruz? Sesimiz bir batılı ülkenin Hristiyan halkları kadar, ya da batılı STK lar kadar niçin gür çıkmıyor? Bu vicdan körelmesi mi, dünyevileşme mi, iman zaafı mı, iktidarın kölesi olma mı, yoksa; hepsi mi?
Ölümü göze alıp, dinini, vatanına, namusunu savunan, Allah yolunda şehadeti göze alıp dünyayı elinin tersiyle iten hiçbir topluluğa hiçbir güç zarar veremez, galip gelemez. Binaları yıkabilirler ama onur ve iradelerimizi yıkamazlar. Şehit edebilirler ama galip gelemezler. La Galibe illallah.
Tabii bu cümlelerimizi kimi dostlarımız çok sloganik bulabilirler. Olsun onlar da sloganik bulsunlar. Slogan, savaş çığlığı demektir zaten. Savaş zamanında pek yakışır. Kâfir ve zalimlerle savaşımız hiç bitmeyeceği için sloganlarımız da hiç bitmeyecek.
Gazze’de Savaşan mücahitler sadece İsrail’e karşı savaşmıyorlar, aynı zamanda Amerikan özel birliklerine, paralı askerlere, İngiliz ve Fransız komandolarına karşı da savaşıyorlar. Onlar Gazze’de 30.000’i aşkın insanımızın öldüğünü sanırlar. Ama bu zaman içinde, Avrupa’da bir o kadar insan İslam’ı seçerek dirilir.
Gazze direnişin, onurun, İslam’ın, İman’ın, İzzet’in, Sabır ve tahammülün dersini veriyor, yüzyılımızın insanına, tüm insanlık âlemine. Tıpkı Şib-i ebi Talip’de Hazreti peygamber as. ve arkadaşlarının ders verdiği gibi. ”Her zorlukla beraber bir kolaylık var.”
Bu tufan kâfirlerin, zalimlerin, Siyonistler’in ve onlara destek için savaşa katılan tüm batılıların ve batının uşağı tüm rejimlerin yenilgisiyle sonuçlanacaktır; biiznillah…
Biz Amerika ve Siyonizm’in arzı istilasına değil Allah’ın arşa istivasına iman ettik.
La Galibe illallah.
Talip Özçelik - İslamiAnaliz