Prof. Dr. Eric Hooglund, İsveç Lund Üniversitesi’nde Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nde, Ortadoğu ve İran üzerine çalışıyor. Üniversite eğitimi sırasında ABD Başkanı John F. Kennedy döneminde uygulanan Barış Gönüllüleri’ne katılıp, İran’a gittiğinde Ortadoğu ile tanışmış. Barış Gönüllüleri, Başkan John F. Kennedy döneminde ABD’nin Vietnam savaşı ile ortaya çıkan kötü imajını düzeltmek amacıyla başlattığı bir program. Binlerce ABD’li dünyanın her kıtasında çeşitli ülkelere gönüllü olarak gittiler, gittikleri ülkelerde adeta toplumların kılcal damarlarına kadar girdiler. Bu insanların çoğu gittikleri yerlerle ilgili uzmanlaşıp gerek diplomat gerek akademisyen olarak bu ülkelerle ilgili önemli çalışmalar yürüttüler. Prof. Hooglund da onlardan biri. İran’a gidecek Barış Gönüllüleri eğitim grubunda, Teksas Üniversitesi’nde 12 hafta Farsça dil kursu ve kültür eğitimi almasının ardından İran’a gitmiş. İran’da iki yıl bir ortaokulda İngilizce öğretmenliği yapmış. Döndükten sonra da akademik kariyerine devam etmiş, İran üzerinde uzmanlaşmış dünyanın sayılı akademisyenlerinden. Prof. Dr. Eric Hooglund ile İran’ı ve bölgeyi konuştuk.
*İran'daki Şiiler ile İran dışındaki Şiiler arasında nasıl bir ilişki var?
Ortadoğu'yu İran aracılığıyla tanıdım. İran bir Şii toplumu. Nüfusun en az yüzde 91-92'si Şii. Azınlıklar da var, Orta Doğu'daki en büyük Ermeni azınlığı İran'da. Ayrıca Orta Doğu'daki en büyük Yahudi azınlığı da İran'da. Bahailer de vardı. İranlılar'ın büyük çoğunluğu Şii ama "Şii Müslümanız" demiyor, "Müslümanız" diyorlar. İran'da asla Sünni veya Şii nitelemesi kullanılmaz, "Amerikan İslamı ve Otantik İslam" kavramları kullanılıyor. İran 1979'dan beri Suudi Arabistan'ı "Amerikan İslamı - Amerikancı İslam'ın temsilcisi" olarak tasvir etmekte. Bana kalırsa Amerikan İslamcılığı bir şifre dili. İran, Suriye'deki Müslüman Kardeşler oluşumunu da Amerikan İslamı'nın bir versiyonu olarak tasvir ediyor.
İRAN SAYGI GÖSTERİYOR
*İran'ın Suriye rejimine verdiği destek "Şiilik" eksenli bir destek mi?
İran ve Suriye, "Orta Doğu bölgesinde asıl tehdidin Amerikan politikaları olduğu" ortak düşüncesine dayalı stratejik ilişkilere sahipler, din çok önemli bir role sahip değil. Suriye laik olduğu konusunda ısrarcıdır ve İran buna saygı gösterir. Suriye, İran'ın Şii mekanlarını onarmasına izin vermiştir. Hz. Hüseyin'in kız kardeşinin türbesi Şam'ın dışındadır. İranlılar buranın onarımı için çok para harcamıştır ve burası Şii ziyaret yeri haline gelmiştir.
*Radikal İslam'a karşı olduğunu söyleyen ABD'nin İran'la değil mesela Suudi Arabistan'la ilişkilerinin kötü olduğunu söylemesi gerekmez mi?
Radikal İslam, çok farklı şekillerde tanımlanıyor ve bence Amerika'nın radikal İslam anlayışı anti-Amerikancılık. İran'ı da Taliban'ı da radikal İslam olarak görüyorlar.
*Suriye'de ne olursa İran'ın politikası değişir?
Suriye'de ne olursa olsun İran uluslararası politikasını asla değiştirmeyecektir. İran'ın politikasını değiştirebilecek tek gelişme ABD'nin samimi barış elini İran'a uzatmasıdır ve böyle bir şeyin gerçekleşmesi de yakın zamanda görünmüyor.
*İsrail- İran gerilimi sürekli dünyanın gündeminde, gerçekten bütün mesele İran'ın nükleer girişimleri mi?
Şah döneminde İsrail'in Tahran'da büyükelçiliği vardı. Büyükelçilik, ticaret misyonu olarak anılıyordu, devasa büyüklükteydi. İlişkilerin bu noktaya gelmesinin sebepleri var. İran'da büyük bir Yahudi nüfusu vardı. Bugün eskisi kadar çok değiller. Bir çoğu İsrail'e değil, Birleşik Devletler'e gitti. Bence bugün Beverly Hills ve California'da Tahran'da olduğundan daha fazla İranlı Yahudi var. California Beverly Hills belediye başkanı da İranlı bir Yahudi. Birçok İranlı Yahudi burada yaşıyor ve Beverly Hills nüfusunun dörtte birini Yahudi İranlılar oluşturuyor. Beverly Hills, hemen Hollywood'un yanı başında gerçekten bir İran şehri. Hollywood bir şehir değil, Los Angeles'a bağlı fakat Beverly Hills bağımsız bir şehir. Yani, İsrail'in İran'la ilgilenmesinin sebepleri vardı. Yahudi toplumu ve ticaret.
İSRAİL ÜSTE NÜKLEER SİLAH VERİR
*Filistin meselesi nasıl bir rol oynuyor?
İranlılar için sorunun kaynağı her şeyden çok Filistin sorunudur. Bence İran İsrail'e karşı her zaman sert bir tutum sergilemiştir fakat aynı zamanda açık kapı da bırakmıştır. İsrail açısından en büyük sorun nükleer sorun değil, İran'ın Filistin konusundaki pozisyonudur. İsrail, kendisini Filistin konusunda eleştiren kimseyi kabul etmiyor. Eğer İran bugün, "İsrail ile barış yapmaya hazırız, Filistinliler'e ne yaparsanız yapın, umurumuzda değil" dese, İsrail muhtemelen "Üç yüz nükleer silahımızın bir kısmını size verelim hatta bir ücret de ödemeyin" diyecektir. Bu biraz gülünç gelebilir ama bence asıl sorun bu.
Amerika baskısıyla kabul etmediler
*Nasıl ortaya çıkıyor bu nükleer sorun?
Aslında şu an elektrik sağlayan nükleer tesisin yapımı Şah döneminde başlamıştır. Yani İran’ın nükleer programı ABD yardımı ile 1975 yılında başlamıştır. ABD tesisin yapımını onaylamış ve Almanya da inşa etmiştir. Devrim zamanında, Basra Körfezi kıyısındaki Buşehr’de iki reaktör olması zaten planlanmıştı. Devrim sırasında, reaktörlerden birinin inşasının yüzde 85’i diğerinin de yüzde 50’si tamamlanmıştı. Devrim Şubat 1979’da iyice tırmanmadan önce Almanlar çalışmayı durdurmuştu. Ardından Irak geldi ve tesis inşaatını bombaladı. Savaştan sonra İran savaş hasarını onarmak için toplumdaki her şeyi kapsayan büyük çaplı bir inşa programına başladı. Tamamlamaları gerektiğine inandıkları projelerden biri de nükleer tesisti çünkü buraya çok büyük mali yatırım yapılmıştı. Önce Almanlar ile iletişime geçtiler ama ABD’nin baskısıyla Almanlar kabul etmedi. Sonra Japonlar birtakım onarım çalışmaları yaptılar ama Amerikalılar onlara da baskı uyguladılar. Bu 1995’e kadar böyle sürdü. Ocak 1995’te Rusya ile görüşmelere başladılar ve Ruslar inşaatı tamamlamayı kabul etti. O tarihten bu yana İran’ın tezine göre, bu yeni bir nükleer tesis değil, halihazırda var olan nükleer tesisin eksikleri gideriliyor.
Bize ‘Genç Türkler’ deniliyordu
*İran’da mesela bugün bile unutamadığınız ne öğrendiniz?
İranlılar bana CIA hakkında bazı şeyler anlattılar. Daha önce CIA’i duymamıştım. Birçok Amerikalı Washington’da yaşamıyorsa CIA hakkında bir şey bilmez. İran’da bana CIA’in başbakanı nasıl devirdiğini anlattılar. Bu insanların delirmiş olduğunu düşündüm, söylediklerinin hiçbirisine inanmadım çünkü benim ülkem böyle bir şeyi asla yapmazdı.
*Size İran’da söylenenlerin doğru olup olmadığını araştırdınız mı sonra?
Sonra CIA hakkında birçok şey okudum ve bu insanların yalan söylemediklerini anladım. İslam hakkında kitaplar okumaya başladım. Bu toplum içinde tam iki yıl yaşadım ve bu yazılanlar onların dini değildi, bu kitapların hiçbiri benim bulunduğum ülkeyi anlatmıyordu. Ortadoğu alanında verilen eğitimin tamamen hatalı olduğunu düşündüm. Barış Gönüllüleri programına katılmış birçok kişinin kafasında ABD’nin dış politikası, Ortadoğu’ya nasıl ihanet edildiği konusunda sorular vardı. Sonunda Ortadoğu Bilgi Araştırma Projesi’nde beraber çalışacağım birçok gençle bir araya geldim. Bu proje Edward Said demekti. Kendisine yakındık ve hepimizin sevdiği oryantalizm üzerine çalışacaktık. Bize “Genç Türkler” diyorlardı. Genç Türkler, var olan sistemde değişiklik yapmak isteyen kişiler anlamına gelir. Bizler Ortadoğu çalışmalarında sistemde değişiklik yapmak isteyen, stereotiplere karşı duran kişiler olarak görülüyorduk.
Rejim değişikliği olacaktı ama plan işlemedi
*Galiba İran’ın “yeni bir nükleer tesis değil, varolanın eksikleri giderildi” tezine kimse inanmıyor.
Hatemi 1998’de seçildiğinde bu sorunu çözme zamanı geldiğini söyledi. Ben, 1998’de İngiltere’de Oxford Üniversitesi’ndeydim. Washington’dan genç bir adam beni aradı. İran masasında görevliydi. Arayan Chris Stephens’dı. Kendisi sonra Libya Büyükelçisi oldu ve yaklaşık iki ay önce hayatını kaybetti. O zaman, dışişlerinde göreve en alt seviyede yeni başlamıştı, İran masasında bir çalışandı. İran misyonundan birisi sorunun çözülmesi için uluslararası saygı gören bir grup nükleer bilim insanının İran’a gelmesi önerisiyle bir Amerikalı nükleer bilim insanı ile irtibata geçmiş. O bilim insanı da dışişleri ile irtabata geçmiş. İran misyonu, istedikleri sayıda kişinin gelebileceğini, kimi isterlerse onu seçebileceklerini, bütün masraflarının karşılanacağını ve istedikleri her yeri ziyaret edebileceklerini söylemiş. Hiçbir engel olmayacaktı. Dışişleri Bakanlığı, çoğu Amerikalı ama bazı yabancıların da aralarında olduğu bir grup nükleer bilim insanıyla çalışmaya başladı. Ben o çalışmaya dahil olmadım ama kendisini bu konuda teşvik ettim, bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüyordum. Bildiğim kadarıyla, içlerinde Nobel Ödülü almış olan bir nükleer fizikçinin de yer aldığı sanırım 20 kişiden oluşan bu delegasyon, İran’a gitmeyi planlıyordu. Dışişleri Bakanlığı onlara yetki vermedi ve Savunma Bakanlığı’ndan izin almalarını istedi. Savunma Bakanlığı da buna yetki veremeyeceklerini söyleyerek, gitmelerine itiraz etti. Bu girişim, Clinton yönetimi tarafından böylelikle sonlandırıldı.
*Bir daha herhangi bir girişimde bulunulmadı mı?
Sonra Şubat 2003’te başka bir girişimleri daha oldu. Bu seferki girişim, Tahran’da Birleşik Devletler’in tüm işlerini yürüten İsveç misyonu tarafından iletilmişti. Dışişleri Bakanlığı’nda bunu destekleyenler vardı ama Başkan Yardımcısı Cheney, yakında Irak’a, ardından İran ve Suriye’ye girileceği gerekçesiyle karşı çıktı. Iraklılar ve İranlılar bizi coşkuyla karşılayacaklardı. Bir rejim değişikliği olacaktı. Tabii ki bu plan işlemedi. ABD, Irak’ta adeta bir sisin içine girmiş gibiydi, ne İran’a ne de Suriye’ye gidebildi.
ABD’nin 16 istihbarat örgütü kanıt bulamadı
*İsrail İran’ın nükleer programı sebebiyle İran’ı vurabileceğini açıklıyor, ABD ise İsrail’i ikna etmeye çalışıyor.
İsrail’in İran konusundaki pozisyonunda nükleer silahlar bir bahane gibi. ABD’de 17 istihbarat örgütü var, CIA bunlardan sadece biri. Bu on yedi örgüt, aldıkları istihbarata dayanarak ulusal güvenlik desteği dedikleri şeyi yapmak için beraber çalışmak zorunda. Bunlar, 2005 yılında İran’ın nükleer programına dair bir kanıt olmadığını, daha önce belki bir tane olmuş olabileceğini ama 2003 yılından önce sona erdirildiğini ve bu konuda emin olduklarını belirten bir rapor yayınladılar. Bush yönetimi bunu göz ardı etti ama ulusal istihbarat kaynakları aynı şeyi söylemeye devam etti. Bu 2011 yılının sonuna kadar da böyle devam etti. ABD’nin ve İsrail’in en üst seviyelerinde bu biliniyor. CIA’in sunduğu kanıtın ne olduğunu bilmiyorum ama milyonlarca dolar ödenekleri olduğuna göre çok iyi bir kanıta sahip olmalılar.
Bugün