Bismillah
İran’da 14 Haziran 2013 tarihinde yapılacak 11. Dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmak için başvuran 686 kişi arasından Anayasa Koruyucular Konseyi 8.inin yeterliliği/salahiyetine onaya verdiğini duyurdu .
İran cumhurbaşkanlığı seçimleri çeşitli açılardan değerlendirmeye tabi tutulabilir. Bu değerlendirmede İran seçimlerinin dış dünyayla ilişkisi üzerinde duracağımız için muhtemel adayların hangi siyasal görüş ve partiyi temsil edecekleri konusunda daha önce aynı sütunda yayınlanan aşağıdaki makaleye başvurulması tavsiye edilir:
http://www.rasthaber.com/yazar_12003_37_iran-genel-secimleri-ve-mesajlari.html
Şu hususu da hatırlatmak isteriz ki, İran’daki siyasal parti ve grupları sınıflandırırken alışılagelmiş kriterler yerine bu ülkenin kendi iç dinamikleri ve özellikle de “velayet-i fakih” temel ilkesine yakınlık-uzaklık esas alınmalıdır. Bu ölçü dışındaki değerlendirmeler İran gerçeklerini yansıtamayacağı gibi muhatabın sağlıklı sonuçlar almasına da yardım etmez. Ayrı bir ifadeyle İran’daki siyasal akımları sınıflandırırken İslam, İslam İnkılabı, İmam Humeyni’nin çizgisi, Anayasaya bağlılık gibi genel kriterler yanında en belirgin ve tanıtıcı olanı “velayet-i fakih” ilkesini teoride kabul ve pratikte bu makama itaat ölçüsüdür.
Bu temel ilkeleri kabul etmeyen veya teoride kabul edip pratikte uymayan ve kendilerini reformcu, teknokrat, milliyetçi, İrancı vb adlar altında tanıtan çevreler kendi aralarında da alt gruplara ayrılmaktalar.
Bütün bu ölçüleri teoride ve pratikte kabul eden ve bağlı olan ilkeci parti ve gruplar arasındaki görüş ayrılıkları ise daha çok toplumsal adalet, ekonomik kalkınmada öncelikler, izlenecek yöntem ve uygulamadaki yöntem farklılıklarından kaynaklanır.
İran seçimlerinin dış ilişkiler açısından değerlendirilmesi:
Seçimler ister yaşadığımız bölgede olsun ister başka kıtalarda olsun halk kitlelerinin iradesini yansıtıyorsa her ülkede önemlidir. Bölgesel ve uluslararası arenada etkili bir ülkede yapılıyorsa seçimler daha bir önem kazanır. Öte yandan bir ülkede yapılacak seçimin sonuçları o ülkenin dış siyasetini radikal ve hatta kısmî derecede değiştirecek mahiyetteyse ister istemez büyük güçlerin ve komşuların da ilgi sahasına girer ve bu ülkedeki seçimlere müdahale etmeye kalkışırlar.
Atlas Okyanusunun öte yakasından, binlerce kilometre uzaktan gelip Ortadoğu bölgesindeki enerji kaynaklarını sultası altına almayı ulusal çıkarları olarak gören güçlerin bu bölgede yapılacak seçimlerde kendilerine kukla, olmazsa kendilerine yakın, bu da olmazsa en azından kendi siyasetlerine karşı çıkmayacak uzalaşmacı çevrelerin işbaşına gelmesine yatırım yaptıkları bilinen bir gerçektir.
Bu yatırımlar ülkeden ülkeye değişir. Bazı ülkeler vardır ki oradaki seçimlerin sonuçları sadece kendisiyle sınırlı kalmaz ve bütün bir bölgeyi ve hatta bütün bir dünyayı ilgilendirir. Ve işte İran’da yapılacak seçimler bu türdendir. İran ile Batı arasındaki ihtilaflı konular fazla olmakla birlikte üç konu vardır ki Batı’yı yakından ilgilendirmekte olup bu hususlarda Batı’ya yeşil ışık yakan İran’lı siyasetçiler desteklenmeye layık görülür: Direniş Cephesi, nükleer teknoloji ve ABD ile ilişki kurulması.
İran’da işbaşına gelen hükümetlerin geçmişte bölgesel ve uluslararası meselelerde izledikleri siyasetler ve yine iş başına gelmek için seçimler sırasında bu üç konuda seçim malzemesi olarak kullandıkları sloganlar incelendiğinde bu husus daha iyi anlaşılır.
İran’ın 2009 yılında düzenlenen 10. Dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yukarıda sıraladığımız kriterlere uyacağını resmen taahhüt etmesine rağmen seçim propagandası ve seçim sonuçlarına itiraz sırasında “Gazze ve Lübnan’a hayır, canımız İran’a feda” sloganını öne çıkaran reformistlerin adayı Mir Huseyin Musevi, böylece ABD ve İsrail’e açıkca göz kırpmakta, Batı’nın yardımlarını talep etmekteydi. Mesajı anında alan ve belki de daha önce perde arkasında varılan uzlaşma yönünde hareket eden Batı her alanda var gücüyle reformistleri desteklemekten çekinmedi. Batı emperyalizmi medya gücünü reformistlerin hizmetine sundu, bu yönde BBC ve VOA da dahil Farsça yayın yapan onlarca TV kanalını, internet imkanlarıyla seçimler öncesinde kitleleri yönlendirmek ve sonrasında ise aylarca İran’daki karışıklıkları sürdürmek için seferber etti. Çünkü Musevi ve yandaşları Gazze ve Lübnan’a hayır demekle İsrail’in varlığını, Filistin ve Lübnan’daki cinayetlerini onaylıyorlardı. Batı emperyalizmine karşı İslam inkılabının zaferiyle birlikte oluşmaya başlayan ve gittikçe güçlenen Direniş Cephesini ortadan kaldırmayı veya en azından zayıflatmayı planlıyorlardı.
Mir Hüseyin Musevi ve koalisyon ortakları olan Haşimi Refsancani, Kerrubi ve Hatemi’nin seçimi Batı’nın çok yönlü yardımları sayesinde kazanmış olsalardı ortaya çıkacak durumu kestirmek zor olmasa gerek. Cumhurbaşkanının ülke dış siyasetini tek başına değiştirmesi mümkün olmamakla birlikte “ velayet-i fakih” makamındaki Rehber’i özellikle de direniş cephesi hususunda sıkıntıya sokabilirlerdi.
Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin muhtemel adaylarından Haşimi Refsancani’nin daha kısa süre önce dört yıl önceki slogana benzer olarak “ Ma ba İsrail ser ceng nedarim. Hala arabha ceng kerdend ma komek mikonim= Bizim İsrail’le bir kavgamız/anlaşmazlığımız yoktur, Araplar savaşırsa biz de yardım ederiz” demesi Batı’nın ve İran içindeki uzantılarının desteğini almaya matuf sözlerdir. Daha aday adaylarının yetkinliği onaylanmamışken uluslararası siyonizmin kontrolündeki medya ve hatta ülkemizdeki yandaş medyanın Haşimi Refsancani’yi kendilerince bir ümit kaynağı olarak ön plana çıkarmalarını bu açıdan değerlendirmek gerekir. Refsencani ve koalisyon ortaklarının seçimlerde başarılı olup olmayacakları, başarılı oldukları takdirde Batı’nın ve Batı’ya endeksli bölgesel iktidarların beklentilerini yerine getirip getiremiyecekleri bir yana, seçim öncesinde böyle açıklamalar yapılması Batı’nın İran seçimlerinden beklentilerini ve adayların mahiyetini tanıtması açısından önemlidir.
Nükleer teknoloji konusu:
Batı’nın İran’la ilişkilerindeki önemli meselelerden biri bu ülkenin nükleer teknolojisinde kaydettiği ilerlemeler ve bunun nasıl engellenebileceği konusudur. Diyalog yanlısı(!) Muhammed Hatemi döneminde (1997-2005) İran’ın nükleer faaliyetlerini üç yıl boyunca askıya aldırttan ve maden çıkarmadan uranyum zenginleştirmeye kadar bütün bilimsel ve teknolojik çabaları temelden tatil ettirmeyi planlayan Batı 2005 yılında Ahmedinejad hükümetinin iş başına gelmesiyle bu uzlaşmacı siyasetlere son verildiğinin acısını unutmuş değil. O günden beri İran’a yönelik baskı ve yaptırımları artırdıkça İran’ın daha da ilerlediğine tanık olan Batı, gelecek cumhurbaşkanının kendi istekleri doğrultusunda hareket eder biri olmasa bile en azından uzlaşmacı bir tip olması için geniş çaplı propagandalara başlamış bulunuyor. Gelecek seçimlerin muhtemel adaylarından ve Hatemi dönemdeki Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Müzakerecisi Hasan Ruhani’nin nükleer faaliyetleri tamamen durdurmanın eşiğine getiren siyasetleri savunması bir yerde Batı’ya yaranmaya ve destek almaya yönelik çabalardandır. Refsancani’ye yakınlığı ile tanınan Hasan Ruhani’nin adaylığı onaylansa bile Refsancani lehine seçimlerden çekileceğine kesin gözüyle bakılıyor.
ABD ile ilişki kurulması:
İran ekonomisini felce uğratmak için son bir yıldan beri Batı ülkeleri tarafından petrol satışları ve dış ticareti engellemek amacıyla bankacılık dalında irtibatları kesmek de dahil artırılarak sürdürülen yaptırımlar enflasyonun seçimler eşiğinde artmasına sebep olmuştur. Bunu fırsat bilen bazı adaylar çıkış yolu olarak ABD ile uzlaşmak, ilişkileri normalleştirmek yolunu teklif etmekteler. Hatta Refsancani gibi bazı adaylar ülkedeki durumu “kriz ortamı” ve kendilerini “ülkeyi kurtarıcı” olarak tanıtmaktalar. Yine reformist kanattan olan Kevakibiyan gibi aday adayları ise seçildikleri takdirde ülkeyi krizden kurtarmak için altı ay içinde ABD ile ilişkileri normalleştirme sözü vermekteler.
İran’da son sekiz yılda ekonomik, bilimsel, uzay ve nükleer teknolojisi, gelirlerin ülke genelinde adil dağıtımı, mahrum halk kesimlerine yönelik yardımlar ve bayındırlık alanlarında büyük ilerlemeler kaydedildiği ortada iken bazı adayların bu kazanımları görmezden gelerek son bir yılda küresel kriz ve dış baskıların da etkisiyle ortaya çıkan enflasyonu bahane ederek kurtarıcı rolüne soyunmaları ve Batı’ya uzlaşma sinyalleri vermeleri iktidar özlemleri olarak değerlendirilmektedir.
Yukarıda saydığımız örnekler daha çok Batı’dan münfail/etkilenmiş ve mücadeleci çizgiden çıkmış çevrelerin görüşünü yansıtmaktadır. Buna karşılık İslam İnkılabının hedeflerine ulaşması için aynı konularda sabır, metanet ve sebat gösterilmesini isteyenler kesin olarak çoğunluktadır.
Bu son gruptakilere göre; Batı için nükleer teknoloji bir bahanedir. İran nükleer teknolojisini tamamen durdursa ve Libya gibi araç gereçleri bir gemiye doldurup ABD’ye gönderse bile Batı’yı razı edemez. Batı, İslam İnkılabı söyleminden vazgeçmediği, Batı’nın bölgesel plan ve siyasetlerini benimsemediği, İsrail’in varlığını kabul etmediği sürece İran’ı rahat bırakmayacaktır. Bu ilkelerden taviz verilmeyeceğine göre Batı emperyalizmine ve bölgesel uzantılarına karşı direnmekten başka çare yoktur.
Y. ZİYA T.YILMAZ