Displaying items by tag: Sünni devleti

Perşembe, 19 Mart 2015 19:13

Şiiliği iyi okumadan yazıyorlar…

Âdem’den bugüne kadar batıl cephesinin yaptığı şey hep aynıdır. Sadece ismiler ve resimler değişmiş, izlenen metot hep aynı olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.a) insanların fıtratına hükmeden ilahi emirleri getirdiğinde fıtratı fazla kirlenmemiş çok az sayıda insan bu emirlere teslim olup o hazreti canla-başla savundu. Ama insanların ekseriyeti ona karşı başkaldırdı. Meseleye sosyolojik açıdan yaklaşıldığında görülmektedir ki: Peygamberin yanında bulunanlar güçlerini haktan aldıkları için hiçbir haksızlığa boyun eğmemişlerdir. Savundukları şey uğrunda her türlü işkenceye, baskıya, ambargoya ve eziyete katlanmışlardır. Oysa Peygamberin karşısına çıkanlar, güçlü oldukları için kendilerini haklı görmekteydi. Bu yüzden söz konusu gücü korumak için Peygambere bazı tavizler vermeyi dahi teklif etmişlerdir…

Yani hak taraftarları her zaman durdukları yerde durmuş, hezimet pahasına da olsa asla taviz vermemiştir. Fakat batılın safında bulunanlar hezimetten kurtulmak için tavizin her türlüsüne yeltenmişlerdir. Hakkın tarafında bulunanların insani değerlerin egemen olmasından başka dert ve tasaları yoktur. Batıl yandaşlarının tek derdi ise sadece kendi egemenliklerini sağlamlaştırmak olmuştur. Bu yüzden onların durdukları yer sürekli değişkenlik gösterir… Çünkü onlar gücü nerede görseler oraya üşüşürler. Daha güçlünün yanında yer almalılar ki kendi çıkar çarklarını sürdürebilsinler. Aslında onların yandaşlıklarının da bir değeri yoktur; çünkü bu tür insanlar sadece kendi çıkarlarının yanındadırlar… Onlar çıkarları için kendi babalarını bile satarlar. Karşılarına çıkan kişi Allah Resulü bile olsa “hezeyan söylüyor, hastalık ona galebe etmiş, ne dediğini bilmiyor” derler… Böylece kirli çıkarlarını temin etmeyi planlarlar…

Bugün de durum aynıdır. Daha düne kadar mevcut iktidarı yere göğe sığdıramayanların bir anda nasıl da “u dönüşü” yaparak yönetimle kanlı-bıçaklı hale geldikleri herkesin malumudur. Bu iktidara ters düşenlerin baypas edildiğini fark eden en şiddetli muhaliflerin ise çıkarlarını korumak adına “maslahatın gereğini yerine getirerek” mevcut yönetimin şakşakçılarına dönüştükleri de herkesçe bilinen bir gerçektir…

Irak, Suriye ve Mısır’da birer Sünni devleti kurulacağı, Türkiye’nin de tarihi geçmişine dayanarak büyük İslam imparatorluğunun saltanat merkezi olacağı düşünü kuranlar gelinen süreçte büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Dış politikada yapılan bunca yanlışın zaten daha farklı bir sonuç vermesi sünnetullaha aykırı olurdu ve böyle bir şey de imkânsızdır.

“Hak geldi batıl zail oldu, zaten batıl yok olmaya mahkûmdur” ayeti bölgede tecelli etti. Binlerce insan haksız yere öldürüldü veya evinden-barkından edildi. Ama herkes şunu anladı ki; ilkeli duruş her zaman kazanmıştır, yense de yenilse de…

Hilal Kaplan, Şiiliği iyi okumadığını ele veren bir yazı kaleme almış. Diyor ki: İran İslâm Cumhuriyeti’nin ‘kurucu dışarısı’ artık ABD değil. Bilakis İran, İsrail’den sonra ABD’nin askeri olarak en çok işbirliği yaptığı ülkelerden biri haline geldi. Şiilik hareketinin ilham kaynağı İmam Hüseyin’dir (a.s). İmam Hüseyin’in mantığında ise zorba güçlerle işbirliği yapmak veya onların isteklerine teslim olmak asla düşünülemez. Zaten İran’a otuz yılı aşkın süredir uygulanmakta olan ambargolar da bunun kanıtıdır.

Hilal Hanım’ın kurduğu bir diğer cümle de şöyle: İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’ye bağlı, Irak ve Suriye’de etkinlik gösteren Kudüs Ordusu ve Şii milis gruplarının sponsoru da ABD. Örneğin geçtiğimiz günlerde, Kasım Süleymani ve ona bağlı milislerin yer aldığı, Tikrit’te çekilmiş bir fotoğraftaki askeri teçhizattan araçlara dek hepsi ABD malıydı. Ancak buna rağmen hem Esed hem de Hamaney, söylemlerinde antiemperyalizmcilik oynamayı sürdürüyorlar. Hilal hanıma soruyorum: Söz konusu askeri teçhizatın “IŞİD”den ele geçirilmediğinden emin misin?! Ayrıca gerçek manada aniemperyalizmcilik oynayanların kimler olduğunu sen daha iyi bilirsin…

Ayrıca İran’la ABD arasında eğer bir yakınlaşma varsa ve senin tabirinle “aynı yatağa girme” söz konusuysa burada demek ki İran ABD’yi dize getirmiştir. Ayrıca ABD tarafından birilerine tevdi edilmiş BOP projesi çökmüştür ve ABD İran’ın dünyadaki etkin gücünün farkına varmıştır. Ayrıca Şiiliğin modern dünyadaki gelişmelere büyük bir katkı sağlayacak en itidalli görüş olduğunu da kavramıştır. Eğer ABD İran’a yaklaşacaksa ve aralarında işbirliği olacaksa İran ve ABD’nin çıkarlarına dönük bir işbirliği olacaktır. Zaten İran’ın ABD dışındaki diğer ülkelerle de bu tarz ilişkileri vardır. Bundan İran’ın antiemperyalist tutumu ile çeliştiği çıkarımı da yapılamaz.

İran 1979 yılında durduğu yerde durmaktadır. Ayrıca İran İslam Cumhuriyeti o günden bugüne kadar çektiği tüm sıkıntılarıSünni Filistin’i savunduğu için çekmiştir. Yani İran mezhepçi bir saikle İslam dünyasına bakmamıştır. Esasen Şiilik orijinal İslami anlayış olduğu için hep İslam’ı savunmayı kendisine prensip edinmiştir. Ama aynı şeyi maalesef Sünnicilik yapan anlayış için söylemek mümkün değildir. Bunu şu tarihi vaka ile açıklayayım: Rivayete göre Hz. Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde küçük bir çocuğun üzerinde iki kadın ihtilafa düşmüş. Onlardan her biri kendisinin çocuğun annesi olduğunu iddia ediyormuş. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuş: Bu çocuğu iki parçaya böleceğim; yarısı senin, yarısı da senin.. Bu sözü duyan (gerçek) anne: “Aman, efendim ben yanıldım, çocuğun annesi bu kadın!” diye ileri atıldı… Böylece kadının bu gayri ihtiyari savunma refleksi, onun gerçek anne olduğunu ispatlamıştı…

Şiilik anlayışı da tarihten günümüze kadar hep İslam ümmetinin maslahatı için susmuştur ve susmaya da devam etmektedir. Çünkü bu anlayış, Muhammedi İslami anlayıştır; “ne koparırsam kârdır” anlayışı siz de bilirsiniz ki bu ekolde asla zemin bulmamıştır…

Üçüncü halifeyi öldürenler, onun intikamını (!) Hz. Ali’den (a. s) almak için Cemel harbini başlattılar. Onlar bir deveye Peygamberin zevcesi Ayşe’yi de bindirdiler. Onu Cemel ordusuna komutan yapmak suretiyle kendilerine meşruiyet kazandırmaya çalıştılar. Ama Ayşe’nin deveye binmesi dahi onları kurtaramadı. Ne dünyayı kazanabildiler, ne de ahireti.. Çünkü yanlış yerde durmuşlardı… Sakın ola ki siz de birilerinin çıkarlarını sağlamak için deveye binme hevesine kapılmayasınız! Sonra dünyanızı da yakarsınız, ahiretinizi de… Kulağınıza küpe olsun Hilal Hanım!

Ayrıca “Neo-Pers” tabiri de sizin bugün karşısında durduğunuz paralel yapının çokça dillendirdiği bir söylem.. Dikkatli olmanızı tavsiye ederim…

Mikail Gürel

Hilal Kaplan’nın yazısı