Şia’ya Atılan İftiralara Cevaplar : Kur’an’ın Tahrif Olmadığına Dair Deliller (1)

Rate this item
(0 votes)

 

Kur’ân’ın mukaddes oluşu ve itibarı açısından tahrifinin mümkün olmayışının yanında, Şiîler nezdinde bu konu büyük bir önem taşımaktadır. Şiîler Kur’ân’ın tahrif olmadığı konusunda en sağlam inanca sahiptirler ve günümüzde nuranî Kur’ân’ın bayraktarlığını yapıp İslam ve Kur’ân’ı ciddi bir şekilde savunmaktadırlar. Şiî âlimlerinin, alçak Salman Rüştü’nün Şeytan ayetleri ismindeki yazmış olduğu kitap karşısındaki tavırları buna apaçık bir delildir. Ne yazık ki bir takım art niyetli, fitneci kişiler Kur’ân’ın tahrif edildiği yalanını Şia’ya nispet vermeleri geçmişten günümüze kadar gelmiş ve bazı Ehlisünnet kardeşlerimizde bu inancın Şia’nın inançlarından biri olduğu düşüncesini oluşturmuştur. Gerçekte asılsız bir iftira olan Kur’ân’ın tahrif konusu Şia’nın nurlu yüzünü karalamaya yönelik bir çalışma olup Müslümanlar arasında oluşan vahdeti baltalamaya yönelik bir girişimdir.

 

TAHRİF

Tahrifin Sözlük Anlamı

“h-r-f” kökenli tahrif kelimesi kenar, taraf, yön, cihet, bir şeyin etrafı kenarı manasınadır. Bir şeyi tahrif etmek ise; asıl olması gereken yerden çıkarıp, yanlış yöne yönlendirmektir.[1] Kur’ân’ı Kerim şöyle buyuruyor:

“İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.”[2]

Zamahşeri bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Yani; kenarda durmuş, din meydanının ortasına gelmiyorlar. Kur’ân bu şekil kuşkulu, ikilem içinde bulunan insanları ordunun kenarından hareket edip, menfaatleri olduğunda, ganimet, zafer esnasında orduya katılıp, aksi takdirde savaş meydanından kaçıp bir köşeye saklananlara benzetmektedir.”[3]

Bir kelimede harflerin yerini veya bir harfi değiştirme, bozma, değiştirme. Bir ibaretin anlamını değiştirme. İlâhî kitaplar üerinde herhangi bir kelimenin bile bile değiştirilmesine tahrif denir.

Râğıb el-İsfahani, el-Müfredat kitabında şöyle der:

“Bir kelimeyi tahrif etmek, o kelimeyi iki farklı anlam ve mana verebilecek şekilde söylemektir.”[4]

Yukarıdaki tanım, kelime yapısı üzerinde gerçekleşen tahriften ziyade manadaki değişikliğe işaret etmektedir.

Kelamın tahrifi ise; “Kelamı iki manaya yorabilme ihtimali vermek. öyle ki kelam için akla gelebilecek en son manayı vermektir. Bu çeşit tahrif manevi tahriftir. Zira kelimenin harflerinde, zahirinde hiçbir değişiklik yapmadan gerçekleşen tahriftir. Kur’ân’ı Kerim aşağıdaki ayette bu manaya işaret etmektedir:

“Yahudilerin bir bölümü, kelimeleri (Allah’ın sözlerini) asıl manalarından saptırırlar.”[5]

Bu ayet, Yahudilerin, kelimelerin zahirini korumalarına rağmen, onları asıl manalarından uzaklaştırıp başka manalara yorumladıklarını bildirmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’de buna benzer tabir dört defa tekrar edilmiştir. Bunların hepsi Kur’ân’ın manevi tahrifine işarettir.

Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

“kelimeleri yerlerinden değiştirirler…”[6]

Diğer bir ayette şöyle buyurmuştur:

“…Hâlbuki bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.”[7]

 

Tahrifin Istılah ve Terim Anlamı

Terim ve ıstılahtaki ‘tahrif’ sözlükteki tahrifin aksine; “Kelimenin manasının değiştirilmesi” demektir. Terimdeki tahrif lafzın tahrifi için, sözlükte tahrif ise manevi tahrif için kullanılır. Buna göre Kur’ân’da geçen tahrifler lügat açısından başka bir tahrifi kapsamamaktadır. Fakat Kur’ân’ın tahrifi konusunda lafzı ve ıstılahî tahrifi ele alacağız.

İslâm dinine göre birkaç çeşit tahrif vardır: Kelimenin bazı harflerini yanlış telaffuz ederek ona başka mana vermek, bir hadis veya ayete tefsir yoluyla değişik mana vermek, metinler arasında bile bile değişiklik yaparak Kur’ânı-ı Kerim ve Hadis-i Şerif'lerde mevcut olmayan bir kelimeyi metinlere eklemek suretiyle varmış gibi göstermek.

Ayrıca Kur’ân’ın tahrifine inananları iki ayrı sınıfa ayırmak mümkündür; birinci grup; Kur’ân’ın bütün ayetlerinde tahrif olabileceği ihtimali vermişlerdir, ikinci grup ise Kur’ân’ın sadece bazı ayetlerinde tahrif olma ihtimali vermişlerdir. Ancak İslam dünyasında âlimlerin kahır çoğunluğu Kur’ân’da hiçbir şekilde tahrif olmadığına inanmaktadırlar.

Tahrifin lügat ve ıstılah manalarını açıkladıktan sonra asıl konumuz olan Kur’ân tahrifini inceleyeceğiz. Önce Kur’ân hakkında iddia edilen tahrif çeşitlerini ele alacağız.

 

Kuran Tahrifinin Kısımları

1- Kur’ân’ın Manevi Tahrifi

Yüce Allah Âl-i İmrân suresinin yedinci ayetinde müteşabih ayetler hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih ayetlerin peşine düşerler…”[8]

Bu ayet açık bir şekilde bazı fitneci insanların batıl bir şekilde te’vîl yapmak için müteşabih ayetleri kendilerince yorumlamaya çalıştıklarını bildirmektedir.

Kur’ân’da manevi tahrifin oluşu açısından hiçbir şüphe yoktur. Zira “Rey ile Kur´an´ı Tefsir Etmek” buna en açık bir delildir ve bu tür tahrif defalarca gerçekleşmiştir.

Tarih boyunca kelamî mektepler ve fırkalar oluşmuştur. Bu oluşumların temeli ise Kur’ân ayetlerinin yanlış bir şekilde yorumlanıp tefsir edilmesine dayanmaktadır. Bunlara Müfevvize ve Mücesseme fırkalarını örnek gösterebiliriz.

Rivayetlerde bu tahriflerin gerçekleştiğine işaret ettiği gibi bu gibi tahrifleri yapanlar da şiddetle kınanmıştır.

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân’ın onlar tarafından arkaya atılmasının alameti, onların harflerini saklayıp, koruyup, hudut ve sınırlarını tahrif etmeleridir. Onlar Kur’ân’ı anlattıkları halde ona uymuyorlardı. Cahiller onların Kur’ân’ın hafızları olduklarını görüp seviniyorlardı, âlimler ise Kur’ân’a uymayıp onun sınırlarını riayet etmedikleri için üzülüyorlardı.”[9]

2- Kur’ân’ın Lafzı Tahrifi

Kur’ân’ın lafzı tahrifinden; görünen zahiri kelimeleri üzerinde yapılan tahrif kastedilmektedir.

Kur’ân’ın lafzı tahrifinin kısımları vardır:

a- Kur’ân’a Bir Şeylerin Eklenmesi:

Müslümanlar arasında hiç kimse Kur’ân’a bir şeyin eklenmesi yani fazlalaştırılması konusunda tahrifin olduğunu iddia etmemiştir. Bu görüş Şiî ve Sünni mezhepler tarafından inkâr ve reddedilmiştir. Bu konu hakkında aklî delil de bulunmaktadır; Tarih boyunca Müslümanlar Kur’ân’ın hıfz edilip, öğrenilmesi ve kıraâti konusunda son derece özen göstermişlerdir. Bundan dolayı Kur’ân’ın nazil olan bütün ayetleri Müslümanlar tarafından bilinen ve herkesin aşina olduğu bir durumdu. Buna göre Kur’ân’a bir kelime eklenseydi bütün Müslümanlar tarafından bilinip reddedilirdi. Bunun yanında Kur’ân’ı Kerim’in eşsiz belagat ve fesahati de böyle bir şeyin gerçekleşmesine en büyük engeldir. En büyük belagat ve fesahat sahibi insanlar bile Kur’ân karşısında boyun eğmekten başka bir çare bulamamışlardır. Böyle bir durumda eğer Kur’ân’a bir şey eklenmiş olduğunu farz edersek nasıl olurda Müslümanların ve belağat ve fesahat bilen insanların gözünden kaçtığını düşünebiliriz?

b- Kur’ân’dan Bir Şeylerin Eksiltilmesi:

Kur’ân’ın lafzı tahrifi olarak bilinen ikinci kısım, asıl bahsi geçen ve tartışılan konudur ki; Kur’ân’dan kelimenin, cümlenin veya ayetin eksiltilmesi ile ilgilidir. Yani Kur’ân’dan bir şeylerin eksiltilmesi meselesidir. Şiî ekolu bu şekil tahrifi de kesin bir şekilde reddetmektedir.

Bu tür bir tahrifin olduğu, sadece bazı zayıf rivayetlerde yer almıştır. Bu rivayetler, genelde Ehlisünnet yoluyla zikredilmiş ve bazen de Şîa kanalıyla nakledilmiştir.

Bu rivayetler, parmakla sayılacak kadar azdır ve bazı Şiî veya Sünni muhaddislerinin dışında herkes tarafından reddedilmektedir.

Bu konuyu ileride daha geniş bir şekilde inceleyeceğiz.

c- Surelerin Veya Ayetlerin Yer Değiştirmesi:

Eğer Kur’ân’da surelerin ve ayetlerin yerlerinin değiştirilmesini tahrif olarak kabul edecek olursak, bu şekil tahrifin gerçekleştiğini herkes kabul etmektedir. Zira Kur’ân-ı Kerim’in surelerinin bugünkü şekilde sıralanması surelerin nazil olduğu şekilde olmadığı herkes tarafından bilinmektedir.

Elbette bilinmelidir ki bu şekilde değişiklikler Kur’ân’ın korunmasına, itibarına, tahrifin olmayışına zarar vermemektedir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Kura’ın tahrif edilip edilmemesi sadece lafzı tahrif de Kur’ân’dan bir şeylerin eksiltilip eksiltilmemesi ile ilgilidir ve bütün tartışmalarda bu alanda yapılmaktadır.

d- Kelimelerin Yer Değiştirmesi:

Bir kelimenin kaldırılarak başka bir kelimenin yerine bırakılmasına denir. Bazen kaldırılan ve bırakılan kelimeler aynı manayı taşır bazen de aynı manayı taşımaz. İbni- Mesud bu şekil değişikliği aynı manayı ve mecazi manayı taşıyan kelimeler için sakıncası olmadığını kabul etmiştir. Ona göre önemli olan mananın korunmasıdır, lafızların farklı olması çokta önemli değildir. Örneğin “âlim” yerine “hâkim” kelimesinin okunmasının sakıncası yoktur.

Fakat bu çeşit değişikliği de Kur’ân hakkında kabul edilemez. “İlahi vahiy”de böyle bir değişiklik söz konusu olamaz. Zira Kur’ân’ın mucizelerinden birisi de kelimelerinden kaynaklanmaktadır. Buna göre Kur’ân için bu gibi değişiklikler düşünülemez.[10]

e- Kırâatlerin Farklılığı:

Yani Kur’ân’dan her hangi bir kelimenin Müslümanlar arasında bilinenden farklı bir şekilde kıraât edilmesidir. Bu çeşit kıraâtleri de doğru değildir. Çünkü Kur’ân bir tanedir ve bir olan Allah tarafından gönderilmiştir. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz Kur’ân bir tanedir ve bir olan Allah tarafından gönderilmiştir.”[11]

f- Lehçe ve Söyleyiş Tarzında Farklılık:

Arap kabileleri arasında harflerin veya kelimelerin söylenişinde farklı lehçelere sahip olmalarına denir. Dolayısıyla Kur’ân’ı da kendi lehçelerine göre telaffuz etmişlerdir.

Lehçe kelimenin yapısında ve manasında değişiklik yapmayacak şekilde olursa sakıncası yoktur. Fakat lehçe, kelimenin manasını değiştirip, edebî kuralları çiğnerse, Kur’ân’ın bu şekil kıraâti sakıncalıdır. Çünkü Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik”[12]

Hakeza lehçe farklılığı Kur’ân’ın manasının değişmesine neden oluyorsa kesinlikle caiz değildir. Kasıtlı olarak yapılan bu gibi değişikliklerde büyük günahtır. Kur’ân-ı Kerim’de Yahudilerin böyle yaptığını görmekteyiz.

“Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) «İşittik ve karşı geldik», «dinle, dinlemez olası», «râinâ» derler. Eğer onlar «İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet» deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.”[13]

Başka bir ayette şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! «Râinâ» demeyin, «unzurnâ» deyin. (Söylenenleri) dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.”[14]

Kuran’ın Tahrif Olmadığına Deliller

Müslümanlar arasında usul ve füru konularda ihtilaf olmasına rağmen Kur’ân’ın tahrif edilmeyişi konusunda hemfikirdirler. Şia’nın Âhbarî (aşırı radikalleri) ve Ehlisünnetin Haşeviyye fırkası ve bir grup âlim yeterli bir araştırma yapmadan bazı hadislerin zahirine dayanarak, Kur’ân’dan bir şeylerin eksildiğine inanmışlardır. Fakat bilinen, kabul edilen ve meşhur olan Şiî ve Ehlisünnet âlimleri Kur’ân’ın tahrif edildiğini kabul etmedikleridir. Bugün elimizde bulunan Kur’ân Peygamber efendimize nazil olan Kur’ân’dır.

Şeyh Müfit’ten sonra İmamiyyenin (12 İmam Şiileri) reisi olarak bilinen fakih, müfessir, kelamcı, edip ve şair Ebû-l Kasım Ali b. Hüseyin Musevi Seyit Murtaza Âlamü’l-Hüda (436 h.k) şöyle der:

“Kur’ân’ın sahih bir şekilde nakledildiğine inanmak, şehirleri, büyük olayları, meşhur ve aşikâr Arap kitaplarını bilmeye benzer. Zira Kur’ân’ın nakledilip hıfz edilmesine gösterilen hassasiyet ve verilen önem hiçbir şey için geçerli değildir. Kur’ân nübüvvetin mucizesi, şeriat ve dinî ahkâmların kaynağıdır. İslam âlimleri onun korunması, hıfz edilmesi konusunda son derece gayret göstermişlerdir. Hatta Kur’ân konusunda alamet, kıraât ve harfler konusunda bütün ihtilafları öğrenmişlerdir. Durum böyle iken nasıl olurda Kur’ân tahrif olmuş olabilir!?”[15]

İleride Şiî âlimlerinin bu konu hakkında ki görüşlerini çok geniş bir şekilde nakledeceğiz.

Kur’an’ın Tahrif Olmadığına Dair Deliller

1- Kur’ân

a- Kur’ân-ı Kerim’de bir çok ayet Kur’ân’ın tahrif olmadığına dalalet etmektedir. Örneğin:

“Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.”[16]

(Şia alimi) Allâme Tabatabaî (r.a) bu ayet hakkında şöyle der:

“Kur’ân hayat dolu ebedî bir zikirdir. Yok olmak, eksilmek ve fazlalaştırılmaktan korunmuştur. Kur’ân’ın muhtevasında herhangi bir değişikliğin meydana gelmesi sonucu, hakikatleri ve ilahî maarifi açıklayıcı olma özelliğini kaybetmesi ve böylece Allah’ın zikri olmaktan çıkması mümkün değildir. Bu ayet, Kur’ân-ı Kerim’in zikir olduğunu ve nazil olduktan sonra çeşitli tahriflerden sonsuza dek korunacağını bildirmektedir..”[17]

(Sünni alimi) Zemahşerî, bu ayet hakkında şöyle der:

“Geçmiş kitapların aksine, Kur’ân’ı tahrif olmaktan koruyan Allah’ın kendisidir. Yüce Allah’ın, Kur’ân’ı tüm değişim ve tahriflerden koruması ve buna özel bir önem vermesi, Kur’ân’ın bir mucize olduğunu gösterir. Aksi takdirde, Allah kelâmı olmayan sözlerde eksilme ve fazlalık olduğu gibi, Kur’ân’da da eksilme ve fazlalıklar meydana gelirdi.”[18]

(Şia alimi) Ayetullah Hoî (r.a) ise, bu konuda şöyle der:

“Bu ayet, Kur’ân’ın tüm tahriflerden korunduğunu ve hainlerin pis elleriyle Kur’ân’da herhangi bir değişikliği ve tahrifi meydana getiremediklerini ve hiçbir fitnecinin oyuncağı olamayacağını vurguluyor.”[19]

(Sünni alimi) Fahr-i Râzî, bu ayeti açıklarken şöyle diyor:

“Yani, biz Kur’ân’ı her çeşit eksilme ve fazlalaşma tahrifinden koruyacağız.”[20]

(Şia alimi) Feyz-i Kaşanî şöyle diyor:

“Yani, biz Kur’ân’ı her çeşit eksilme, fazlalaşma ve değiştirilme tahrifinden koruyacağız.”[21]

(Şia alimi) Ebû Ali Tabersî ise şöyle der:

“Yani, biz Kur’ân’ı her çeşit eksilme ve fazlalaşma tahrifinden koruyacağız. Allah (c.c.) Kur’ân’ı nazil ettiği şekilde koruyacağını üstlenmiş, İslam ümmetini bu Kur’ân’ı nesilden nesile aynen aktarmakla görevlendirmiştir; Peygamber’in davetini kabul edenlerin hepsine hücceti tamamlamaları için bu durumun kıyamete dek devam etmesini emretmiştir.”[22]

Yüce Allah başka bir ayetinde verdiği vaadinden dönmeyeceğini bildirmiş ve böylelikle Kur’an’nın tahrif olmayacağını bizlere haber vermiştir:

“Şüphe yok ki Allah, vaadinden dönmez.”[23]

Şimdi bu delil hakkında akla gelebilecek birkaç şüpheyi incelemeye çalışacağız:

Birinci Şüphe: Bu ayet, Kur’ân’ın her zaman, her yerde ve herkesin yanında tüm tahriflerden mahfuz kaldığına dalalet etmez. Kur’ân’ın yalnız bir kısım insanların yanında mahfuz olarak kalması, ayetin geçerliliği için yeterlidir, herkesin yanında mahfuz olması gerekmez. Ayet, böyle bir manayı ifade etmemektedir.

Cevap: Bu ayetin bu manaya geldiğini düşünmek doğru değildir. Zira yüce Allah, Kur’ân’ı evrensel ve tüm insanları doğru yola hidayet etmek amacıyla nazil etmiştir. Dolayısıyla, Kur’ân’ın yalnız bazı şahısların yanında tahriflerden mahfuz kalması, bu amaç için yeterli değildir. Eğer Kur’ân’ı halkı kendi hidayete eriştirmek gayesiyle nazil etmeseydi, onu kendi nezdinde”Levh-i Mahfuz”da[24] koruması yeterli olurdu. Ama Kur’ân’ı hidayet amacıyla indirdiği için onu her zaman, her yerde ve herkesin yanında tüm tahriflerden koruması gerekir.

Ayetullah Hoî bu şüphenin cevabında şöyle diyor:

“Bu ayetteki “zikir”den maksat, Peygamber’e (s.a.a) nazil olan Kur’ân-ı Kerim’dir ve “onu korumak”, onu başkalarının oyuncağı olmaktan ve zayi olmaktan korumak ve bütün insanların o ilahî mesaja ulaşabilmesini mümkün kılmak demektir. Nitekim halk dilinde; “Filan kasidenin her hakkı mahfuzdur.” denildiği zaman, o kasidenin korunmasına rağmen, herkesin ona ulaşabileceği kastedilir.”[25]

İkinci Şüphe: Bazı Müslüman ve Müslüman olmayan ülkelerde basılan Kur’ân’larda bazı ayet ve kelimeler yanlışlıkla eksik veya yerleri değişmiş şekilde basılmaktadır. Acaba bu, bir nevi tahrif değil midir?

Cevap: Bazen matbaa hatasından dolayı Kur’ân nüshasında meydana gelen eksiklikler veya değişikliklerin, Kur’ân’ın Allah tarafından korunmasıyla hiçbir çelişkisi yoktur. Zira böyle yanlışlıklar, Kur’ân’ın yeniden doğru ve hatasız basılmasıyla ortadan kalkar; böylece bu yanlışlıklar düzeltilir. Hakeza birçok İslam ülkesinde Kuran müesseseleri bu gibi hataları önlemek için kurulmuştur. Yayınevlerinin Kur’an basabilmesi için özel kurum ve kuruluşlardan izin almaları gerekir. Bundan dolayı bu gibi hataların devamlılığı veya yaygınlaşması mümkün değildir.

Üçüncü Şüphe: Ünlü Ehli sünnet alimi Fahri Razî şöyle der: “Kur’ân’ın tahrif olmadığına dair Kur’ân’dan delil getirmek doğru değildir. Zira delil olarak getirilen ayetin kendisi de Kur’ân’a eklenmiş olabilir. Öyleyse mezkûr ayette de tahrif ihtimali olduğuna göre, bunu delil olarak getirmek doğru değildir.”[26]

Cevap: Bütün İslam âlimleri, bu ayetin tahrif olmadığına dair ittifak etmişlerdir. Hiç kimse de bu ayetin tahrif edildiğini iddia etmemiştir. Diğer taraftan, tahrif yapmak isteyen şahsın, ilk önce bu ayeti tahrif etmesi gerekirdi. Çünkü bu ayet, tahrif konusunda kilit bir ayettir ve bu ayeti bu halinden çıkarmadığı müddetçe, yapacağı her türlü tahrif bu ayetle reddedileceği için, faydasız olacaktır. Öyleyse, tahrif yapmak isteyen birinin, böyle bir ifadeyi Kur’ân’a eklemiş olması düşünülemez. Çünkü böyle bir ifadeyi Kur’ân’a eklemekle, kendi tahrifinin önünü almış ve daha sonra tahrifte bulunmak isteyene engel olmuş olur. Herhalde Kur’ân’ı tahrif etmek isteyen, Kur’ân’ın tahrif edilmesinin önüne, böyle bir ifade ekleyerek, set çekmek istemez.

Ayetullah Hoî bu şüphenin cevabında ise şöyle diyor:

“Şayet bu sorunun cevabını “Ehlibeyt” ve onların velayet makamı ve her yönlü rehberliklerini bilmeyip tanımayanlar veremezler. Fakat Onları (Resulullah’ın (s.a.a) vasileri) (a.s) Allah’ın yeryüzünde hüccetleri olarak bilenler için böyle bir şüphe hiçbir zaman söz konusu olmaz. Zira İmamlar (a.s) bu bugün elimizde bulunan Kur’ân’a göre istidlal etmişlerdir. Dostlarının da bu Kur’ân ile istidlal etmelerini tasdik etmişlerdir. Buda gösteriyor ki; şu an elimizde bulunan Kur’ân hüccettir. Bu Kur’ân’a sıkı sıkı sarılmak farzdır ve bu konuda hiçbir şüphe yoktur.”[27]

b- Kur’ân-ı Kerim’in tahrif olmadığına dair diğer bir ayet şudur:

“Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Hâlbuki o, eşsiz bir kitaptır. Bâtıl ona, ne önünden gelebilir ne de arkasından. Hakîm ve Hamîd Allah'tan bir indirmedir o.”[28]

Bu ayet, diğer ayet gibi Kur’ân’ın tahrif edilmediğini göstermektedir. Kur’ân’a bâtıl sözün ulaşması veya herhangi değişikliğin meydana gelmesi, bu ilahî deliller ışığında mümkün değildir. Buna göre tahrif, bâtıl sözün en açık numunelerinden olduğuna göre, hiçbir zaman Kur’ân’ın sınırlarından içeriye giremez. Bu konuda Allâme Tabatabaî şöyle der:

“Bâtıl demek, Kur’ân’ın hakikatlerinin tümünün veya bir bölümünün hak olmayan şeylere dönüşmesidir. Veya şeriatın hükümleri ve ahlakî değerlerinin bazılarının uygulanamayacak derecede iptalidir. Bu ayet ise, Kur’ân’da böyle şeylerin oluşmasını kesin bir dille reddediyor.”[29]

Bu ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi Kur’ân kendisi için hiçbir tahrifi kabul etmeyip inkâr etmektedir. Arap edebiyatı ile aşina olan kimseler burada ki vurguları ve tekitleri iyi bilmektedirler. Bundan dolayı Kur’an açısından tahrif söz konusu değildir.

2- Hadis

a - Sakaleyn Hadisi:

Sakaleyn hadisi Ehlisünnet ve Şiî tarafından tevâtür haddinde nakledilmiştir.

Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Ben aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Biri hidayet ve nur ile dolu olan Allah’ın kitabıdır. Sizler ona sarılın ve amel ediniz. Diğeri ise İtretim, Ehl-i Beytimdir. Sizi Allah’a and veriyorum Ehl-i Beytim’in haklarını koruyunuz, eğer bu ikisine sarılırsanız asla sapıklığa düşmezsiniz, bu ikisi kıyamet günü (Kevser) havuzunun başında benim yanıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmazlar…[30]

Bu hadisten birkaç önemli nokta vardır:

Birincisi: Peygamber efendimiz Müslümanlar arasında iki büyük emanet olan Allah’ın kitabını ve Ehlibeyt’ini (a.s) bırakmıştır.

İkincisi ise: İnsan bu iki emanete birlikte sıkı sıkı sarıldığında asla sapıklığa düşmeyecektir.

Üçüncü nükte ise; bu iki emanetin Kevser Havuzu başına birlikte gelinceye kadar birbirinden ayrılmamalarıdır.

Bu hadis Kur’ân’ın tahrif olmadığına dair en açık delillerden birisidir. Çünkü Sakaleyn Hadisi açık bir şekilde Kur’ân’ın kıyamete kadar korunacağını bildirmektedir. Zira eğer Kur’ân’ın tahrifini kabul edecek olursak, artık ona ve Ehlibeyt’e (s.a) sıkı sıkı sarılmanın hiçbir manası kalmayacaktır. Ehlibeyt/İtret, Kur’ân olmadan başlı başına bir hüccet olmayacaktır. İtret’in olduğunu ve Kur’ân’ın tahrif olduğunu düşünecek olursak İtret’in Kur’ân’dan ayrıldığını kabul etmemiz gerekir. Oysa Sakaleyn hadisi açıkça bu ikisini; Kur’ân ve İtret’in birbirinden ayrılmayacağını bildirmektedir.

b-Kur’ân’a Sunulması Hadisi:

Bu hadisler Şiî ve Sünni âlimler kanalıyla Peygamber efendimizden ve mâsum İmamlardan (a.s) nakledilen anlam yönünden mütevatir olan ve ”Kur’ân’a sunulması” gerekenler olarak bilinen hadislerdir:

Müslümanların Hz. Peygamber’den (s.a.a) ve İmamlardan (a.s) ulaşan hadisleri Kur’ân’a sunmaları gerekir. Kur’ân’a uyan hadisleri kabul edip, uymayanları reddetmelidirler.

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.a)’den şu hadis nakledilmiştir:

“Benden sonra sizlere birçok hadis nakledeceklerdir. Benden size ulaşan hadisleri Kur’ân’a sunun; ona uyanı kabul edin, uymayanı reddedin.”[31]

İmam Sadık (a.s) bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:

“Her hakkın bir hakikati ve her doğrunun da bir nuru vardır. Sizler, Kur’ân’a uyanını kabul, uymayanını ise reddedin.”[32]

Yine başka bir hadiste İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kur’ân’a muhalif olan her hadis batıldır.”[33]

Başka bir hadiste ise Ehlibeyt İmamlarının (s.a) şöyle buyurdukları nakledilmiştir:

“Bizden size bir şey ulaştığında Kur’ân’a başvurun, eğer Kur’ân ile çelişmiyorsa kabul edin, amel edin, eğer Kur’ân’la çelişiyorsa o hadisi atın ve reddedin.”[34]

Bütün hadislerin doğru ve yanlış olmasındaki ölçü Kur’ân olduğuna göre, Kur’ân’ın kendisinin tüm tahriflerden korunmuş olması gerekir.

Bu hadislerle iki şekilde istidlâl edilmiştir:

1- Kur’ân, sağlamlığı ve delil olarak başvurulan ana kaynak olduğuna göre hadislerden önceliklidir. Bu yüzden, tüm hadislerin doğru olup olmadığını anlamak için Kur’ân ölçüdür. Eğer Kur’ân tüm tahriflerden korunmamış olmasaydı, hadislerin ona sunulması yersiz ve mantıksız olurdu.[35]

2- Bazı ayetler, Kur’ân’ın tahrif olmadığını açıkça bildirdiği halde, Kur’ân’ın tahrif olduğuna dâir hadislerde elimize ulaşmıştır. Ancak bu hadisler, Kur’ân’ın tahrif olmadığını bildiren ayetlere muhalif olduğu için, Kur’ân’a uymayan hadislerin kenara atılması ve saf dışı bırakılması yönünde Hz. Peygamber (s.a.a) ve masum İmamlar (a.s)’dan nakledilen mütevatir hadisler gereğince, onlara itina edilmemelidir.

Bu konu hakkında Feyz-i Kaşanî şöyle diyor:

“Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmamlar (a.s), kendilerinden mütevatir olarak nakledilen rivayetlerde, kendilerine isnat edilen hadislerin onlara ait olup olmadığını anlamamız için, o hadislerin Kur’ân’a sunulmasını emretmişlerdir. “Kur’ân’a uyanı kabul, uymayanı reddedin.” diye buyurmuşlardır. Buna göre, elimizde mevcut olan Kur’ân’ın tahrif edildiğini kabul edersek, hadisleri ona sunmanın ne gibi bir yararı olabilir ki? Bu yüzden, Kur’ân’ın tahrif edildiği yönündeki hadisleri, Kur’ân’a aykırı ve muhalif olduğu için, ret veya te’vîl etmemiz gerekir.”[36]

Kur’ân’ın manaları ve hükümlerine zarar vermeyecek derecedeki eksilme ve tahrifin olabileceği şüphesine karşı verilebilecek cevap ise şudur: Hadislerin Kur’ân’a sunulması hakkındaki rivayetlerin anlamıyla ilgili olarak yapılan açıklamaya dikkat edilirse, bu şüphenin de cevabı anlaşılmış olur. Böyle bir tahrifin münafıklara ve dalâlet ehline hiçbir yararı olmayacağından, kimse böyle bir işe yeltenmez. Ayrıca, Müslümanların, özellikle de âlimlerin, Kur’ân’dan bir noktanın dahi azalmaması ve ona bir noktanın dahi eklenmemesi yönündeki büyük çabaları ve titizlikleri dikkate alınırsa, bu derecedeki tahrifin de mümkün olmadığını herkes takdir edecektir.

c- Ehlibeyt (a.s) Hadislerinde Kur’ân Tahrifinin Reddi:

a- Ehlibeyt İmamlarından (a.s) Kur’ân’ın tahrif olmadığına dair birçok hadis nakledilmiştir ki bunlardan bazıları yukarıda zikredildi. Bu hadislerde Ehlibeyt İmamları (a.s) çok açık ve net bir biçimde Kur’ân’ın tahrifini inkâr etmektedir. Bu rivayetlerden bir kısmını zikrediyoruz:

Sahih bir senetle Ebû Basir’den şöyle nakledilmiştir:

“İmam Sadık (a.s)’a, halkın “Ey inananlar, Allah'a, peygambere ve içinizden emredecek kudret ve liyakate sahip olanlara itaat edin.”[37] ayetinde Allah’ın Ali (a.s) ve Ehlibeyti’nin (a.s) isimlerini niçin zikretmiyor? dediklerini söyledim. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:

“Peygamber’e (s.a.a) namazda nazil olmuştur. Fakat namazın rekâtları bildirilmemiştir, Kur’ân’da gelmemiştir. Peygamber (s.a.a) (namazları kaç rekât olarak kılacaklarını) açıkladı. Diğer hükümlerde aynı şekildedir...”[38]

İmamın (a.s) sözünden Hz. Ali’nin (a.s) ve diğer imamların (a.s) isimlerinin Kur’ân’da olmadığını imamın şu an Müslümanların elinde olan Kur’ân’ı kabul edip tahrifine inanmadığı anlaşılmaktadır.

b- Sahih bir senetle İmam Bakır’dan (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Kur’ân’ın onlar tarafından arkaya atılmasının alameti, onların harflerini saklayıp, koruyup, hudut ve sınırlarını tahrif etmeleridir. Onlar Kur’ân’ı anlattıkları halde ona uymazlar. Cahiller onların Kur’ân’ın hafızları olduklarını görüp seviniyorlardı, alimler ise Kur’ân’a uymayıp onun sınırlarını riayet etmedikleri için üzülüyorlardı.!”[39]

Bu hadisten anlaşılan şu ki; İnsanlar sadece Kur’ân’ın tefsir ve te’vîlinde yanlış yolları seçmişler. Kur’ân ayetlerini kendi inançlarının teyidi için istedikleri biçimde yorumlamışlardır. Fakat Kur’ân’ın kendisinde hiçbir tahrif olmamıştır.

3- Aklî Delil

Kur’ân insanları hidayet etmek için gönderilmiş yol gösterici bir kitaptır. Ayetlerin buyurduğuna göre insanın bu kitaba başvurup müracaat etmesi kaçınılmazdır. Zira aklında gerektirdiği dini maarifler, İslam’ın genel kanun ve temellerini içerin bir kitabın beşerin hidayeti için gerekli olduğuna kanaat getirmektedir. Bu kitabın beşerin elinde bulunması ve insanların bununla hidayeti bulması gerektiğini akıl tasdik edip kabul etmektedir. Öyleyse Allah’ın insanlara bir kitap gönderip daha sonra bu kitabı da herkesin istediği gibi değiştirmesine izin vermesi hikmetine terstir. Zira Kur’ân halkın hidayeti için gönderilmiş bir kitaptır. İslam dinini de en son din olarak kabul edecek olursak diğer dinler hakkında akla gelebilecek soruların cevabı kendiliğinden anlaşılacaktır.

4- Kur’ân’ın Mucize Oluşu

Kur’ân mucize kitabıdır. Şu ana kadar hiç kimse ona benzer bir ayet getirememiştir. Ayetlerde buna açıkça işaret etmektedir. Allah-u Teala Kur’ân’da insanlara ve cinlere meydan okumuş şöyle buyurmuştur:

“(Ey Muhammed!) De ki: “And olsun eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar bile, yine onun bir benzerini meydana getiremeyeceklerdir.”[40]

Diğer bir ayette ise şöyle buyurmuştur:

“Yoksa “onu kendi uydurdu” mu diyorlar? O halde sen de onlara de ki: “Haydi siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin. Allah'dan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın. Eğer doğru söylüyorsanız” (bunu yaparsınız).[41]

Ve yine başka bir ayette de şöyle buyuruyor:

“Onu o (peygamber) uydurdu” mu diyorlar? De ki; “Haydi siz de onun gibi bir sûre getirin ve Allah'dan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onu da yardıma çağırın. Eğer sözünüzde sadık iseniz (bunu yapın).”[42]

Bakara suresinde ise yine şöyle buyuruyor: “Eğer kulumuz (Muhammed)e indirdiğimiz (Kur’ân)dan şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz.”[43]

Eğer Kur’ân tahrif olmuş olsaydı fesahat ve belagat açısından eksiklik olmuş olacak dolayısıyla ona benzer bir ayet veya sure şimdiye kadar getirilmiş olacaktı, oysaki böyle bir şey şimdiye kadar gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmeyecektir.

5- Her Namazda Fatihadan Sonra Bir Surenin Okunması

Ehlibeyt İmamları (a.s) günlük beş vakit namazların birinci ve ikinci rekâtlarında fatiha suresinden sonra kâmil bir surenin okunmasını farz bilmişlerdir. Bunun kendisi Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Kur’ân’dan her hangi bir şeyin eksilmediğine inandıklarını göstermektedir. Her fatiha’dan sonra bir surenin okunması gerekir, eğer Kur’ân tahrif olmuşsa namazlarımızda sahih olmayacaktır, zira okuduğumuz surenin Kur’ân’a eklenmiş sure olmadığına yakinimiz olamaz. Oysa Ehlibeyt İmamları (a.s) şu an elimizde bulunan Kur’ân’dan kâmil bir surenin okunmasının yeterli olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Kur’ân’ın tahrifine inananlar sözde tahrif olduğu ihtimali verdikleri surenin namazda okunmasının yeterli olabileceğini savunamazlar. Zira yakîni iştigal yakini berâatî gerektirir. Yani; Fatihadan sonra kamil bir surenin okumanın farz olduğunu kesin bilen kimsenin, bu vazifesini kesin bir şekilde yerine getirdiğine yakin etmesi gerekir ki bu da her okunan surenin gerçek tahrif olmayan sure olduğunu kabul ederek gerçekleşir.

6- Kur’ân’ın Tevatür Haddinde Nakledilmesi

Her ne kadar Kur’ân için farklı kırâatlar nakledilmemişse de, Kur’ân’ın metni mütevatir bir hadde elimize ulaşmaşıtır. Yani her nesil bugünkü elimizde olan Kur’an metnini birbirine yüzde yüz güvenceyle nakletmiştir. Öyle ki Kur’an metnine ekleme yapılma ihtimali yoktur. Bunun kendisi de Kur’ân’ın tahrifini çürüten delillerden birisidir.

Devam edecek…

Turgut ATAM

Dipnotlar____________________________________________________________________________________________________________

[1]- Lisanu’l-Arap, İbn-i Menzur, c.3, s.129.

[2] - Hac, 11

[3]- Zamahşerî, Keşşâf, c.2, s.146

[4]- el-Müfredât fî Garîbi'l-Kurân, Râğıb el-İsfahani, Defter-i Neşr-i Kitap, Kum, 1404, s.114.

[5] - Nisa, 46

[6] - Maide, 41

[7] - Bakara, 75

[8] - Âl-i İmrân, 7

[9] -Usul-u Kafi, c.8, s.53, el-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’ân, s.227

[10] - bkz. Marifet, Muhammed Hadi, et-Temhid fi Ulum'il-Kur’ân, Kum, Neşr'ul-İslâmî Müessesesi, c.1, s.289.

[11]- Usul-u Kafi, c.2, s.630, hadis. 12 ve 13.

[12]- Zümer, 28

[13]- Nisa, 46

[14]- Bakara, 104

[15]- ez-Zahire fi ilmi’l-Kelam, s. 361.

[16]- Hicr, 9

[17]- el-Mizan tefsiri, mezkur ayet

[18] el-Keşşâf Tefsiri, c. 3, s. 572.

[19]- el-Beyân Tefsiri, s. 226.

[20]- el-Kebir Tefsiri, c. 19, s. 160 ve 161.

[21]- Tefsir-i Sâfî, c.1, s.33-34, ve c. 1, s. 898, Vâfî, c.2, s.1778

[22]- Mecmaü’l-Beyân, c.1, s. 898. Katâde, bu ayet hakkında şöyle der: “Şeytan hiçbir bâtıl sözü Kur’ân’a ekleyemez ve hiçbir hak sözü ondan eksiltemez.”

[23]- Ra’d, 31

[24]- Allah’ın ezelî ilminin, kâinatta olmuş ve olacak şeylerin yazılı olduğu levha.

[25] - el-Beyân Tefsiri, s. 227 ve 228

[26]- Tefsir-i Kebir, c.19, s.161

[27]- el-Beyân Tefsiri, s.228

[28]- Fussilet, 41 ve 42.

[29]- el-Mizan Tefsiri, c. 17, s. 398

[30]- Müsned-i Ahmed, c.3, s.14-17, c.4, s.367-371, Sünen-i Kubra, c.2, s.148, c.7, s.30 ve c.10, s.114, el-Müstedrek, c.3, s.148Kenzü’l-Ummal, c.1, s.185-188, h.943-955 ve c.172-173, h.870-876, Sünen-i Dâremî, c. 2, s. 431-432. Daha geniş bilgi için bkn. el-Gadir, Sekaleyn Hadisi.

[31]- Vesailü’ş-Şia, c.27, s.124; Sünen-i Dare Kutni, Ali b. ÖmerDaru Kutni, c.4, s.133-134; Tarih'i Dimeşk, İbni Esakir, c.55, s.77.

[32] - Usul-u Kafi, c.1, s.9.

[33]- Vesailü’ş-Şîa, c.18, bab.9, h.10.

[34]- Vesailü’ş-Şîa, c.18, bab.9, hadis.19,29,ve 35

[35]- İlk üç hadisin kaynağı, es-Sahih-i min Sireti’n-Nebî, c. 1, s. 30, Usûl’ül-Hanefiyye, s. 43’den naklen; Vesâil’üş-Şiâ, c.18, s. 78-79, el-Kâfî, el-Mehâsin, el-Emâlî ve Abdurrazzak’ın Musannef’inden naklen; Tehzib-i Tarih-i Dimaşk, c. 15, s. 134; el-Burhan Tefsiri, c. 1, s. 28 ve et-Tibyan Tefsiri, c. 2, s. 28.

[36]- Tefsir-i Sâfi c. 1, s. 51.

[37]- Nisa, 59

[38]- Usul-u Kafi, c.1, s.286

[39]- Usul-u Kafi, c.8, s.53, el-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’ân, s.227

[40]- İsra, 88

[41]- Hud, 13

[42]- Yunus, 38

[43]- Bakara, 23

Read 3444 times