Rahmi Onurşan Rahmani yazısında son dönemlerde Şiiler aleyhinde yazılan iftiralara cevap verdi. Yazı şöyle:
Ali Bulaç Zaman gazetesinde Şii ve Ehli Sünnet arasındaki ihtilafları değerlendiren ve güzel temennilerini dile getirdiği bir yazı kaleme almış. “Her iki tarafın da kabullendiği ravilerin rivayet ettikleri hadislerin derlendiği bir hadis mecmuası çalışması ve bunun taban kitleye yayılması gerekli olan ilk adımlardan biridir. Hakeza İmam-ı Cafer'in fıkhi görüşlerinin Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli fakihlerin görüşleri ile mukayeseli biçimde çalışılması bir başka önemli çalışma alanıdır. Bu ve benzeri çalışmalar her iki tarafın ortak paydalarını yeniden keşfini sağlayacaktır" temennisini paylaşmış.
İçten ve samimi olarak dile getirmiş olduğu sözlerine, tamamen katılıyorum.
Sadece bir temenni olduğu halde buna bile bazı arkadaşlar epey içerlenmiş. Kaleminden ve kendi deyimiyle, ona gelen bu konudaki değerlendirme ısrarlarından, ilahiyatçı olduğu anlaşılan Serdar Demirel kardeşim (İnternette gezinirken rastladım) iki sayfada, girmiş akaitten çıkmış fıkıhtan, usul-u alt üst edip dalmış adaleti sahabeyi kirama ve soluk soluğa haykırmış:
“Böyle bir şeyin mümkün olması için ya Ehli Sünnet'in ya da Şiîlerin en temel inanç esaslarından vazgeçmesi gerekir. “
O da yetmemiş, “Bu alanda yazılan Şiî usûlü hadis kitapları Ehli Sünnet’in usûl kitaplarından 6 asır sonra telif edilmiştir” diyerek farkı ortaya koyup defteri kapatmış.
Zaten her zaman böyle oluyor biri kalkıp Müslümanlar arasında vahdetten söz etse, takrip kelimesi ağzından çıksa, birileri kıyameti kopartıyor.
Elbette bütün bu saldırıların arkasında Şii İran halkının ve devletinin onurlu duruşu ve bu duruşun etkilediği pek de azımsanmayacak insan kitleleri, özellikle de Sünni dünya var. Sünni dünyadaki lider boşluğunun yerini İran’ın doldurabilme endişesi, bir kısım Müslüman kardeşimize, İran üzerinden Şii inancına her türlü iftira ve karalamayı caiz kılabiliyor. Kapı komşusunun da bir Şii olduğunu, Türkiye'de de milyonlarca Caferi-Şii yaşadığını hemencecik unutuveriyor.
Büyük bir haber ajansında çalışan bir tanıdık yanında bir arkadaşıyla görüşümüze gelmişti. Arkadaş “İran bütün dünyayı geriyor, fitne odağı gibi her tarafa ihtilaf yayıyor, bakın Ayetullah Sistani öyle değil…falan” sözlerine rahatsız oldum.
Olabilir dedim, fakat bir şey sormak istiyorum “Eğer İran devleti Şah’ın döneminde olduğu gibi Amerika’nın bir karakolu olarak çalışsa, Ayetullah Hamanei’de Kral Abdullah gibi Amerikalıların can dostu olsa, bir adım ileri gidip İsrail’i devlet olarak kabul edip, bedava gaz, petrol verse, Müslüman Filistinlileri terörist görse, NATO’ya üst verip, Ürdüncülük ve Katarcılık oynasa yine fitneci olur muydu?”
Biraz duraksadıktan sonra, ne ilgisi var hocam! diyebildi.
“Yapma gözüm! Başını Amerika’nın rahmet dizine yaslayan gericiliğin, terörizmin, krallığın, fitne ve tekfirciliğin merkezi olan devletler, sırf Amerika ve Batı dostu oldukları, İsrail’le iyi geçindikleri için bir Allah’ın kulu cesaret edip söz diyemiyorken, dünyanın hiçbir yerinde uzaktan yakından terörle ilgisi olmayan bir halkı böyle çirkin şeylerle ittiham etmek hangi vicdana sığar. Onların suçu; sadece onurlu duruşları, bunu da herkes biliyor. Ben bir Türk olarak onların bu mücadelelerine saygı duyuyorum.
İrancılık yapmıyorum ama vicdanımın sesini dinleyen bir Müslüman olarak diyebilirim ki, “İmam Ali’yi adaleti öldürdü” sözünün tecellisi İran İslam İnkılabı’dır. Onların suçu ise dünya emperyalizmi karşısındaki mantıklı, ilkeli ve onurlu duruşları. Bazıları birkaç sabah İrancılığa soyundular da, bu işin o kadar kolay olmadığını anladılar. Herkes bu yolda İran’ın ödediği bedeli ödeyemez ve herkes İran halkı gibi bu korkunç baskı ve karalama kampanyası altında bu kadar sabırlı ve dik duramaz. Bu baskı hangi devlete yapılsa şimdiye kadar yüz kere yıkılır yeniden kurulurdu. İşte herkesi şaşkına çeviren, biraz daha hırçınlaştıran bu. Ayetullah Sistani’nin bürosu da sizin tahmin ettiğinizden, hatta aklınızın ermeyeceği kadar basiretlidir, kimse bizi İran karşısında kullanabileceğini zannetmesin, böyle bir şeyi kimse başaramadı, sizin de boyunuzu aşar…”
Bu da diğer bir Müslüman kardeşim. Amerika, İsrail, Batı değil de İran rahatsız ediyorsa, fitnecilikle suçlanıyorsa ne diyebilirim ki? Bize muhalif olanlar Hz. Ali’yi tanısa, bize bu kadar düşman kesilmezlerdi. Nasıl tanısınlar ki, 60 yıl minberlerden lanetler yağdırdıkları bir insanı nasıl tanıyabilirler ki? Veya nasıl sevebilirler ki? Bizim İmamımızı tanıyıp sevemeyen, bizi nasıl tanıyıp sevebilir ki?
Her köşe yazarına cevap yetiştirmek diye bir derdimiz veya alışkanlığımız yok. Fakat bu bir şahıstan öteye bir düşünce tarzı. Bu nedenle birkaç konuyu aydınlatmak gerektiğine inanıyorum.
Şunu gönül rahatlığıyla diyebilirim ki; arkadaşların olur mu, olmaz mı? diye tartışmaya durdukları vahdeti, biz bu ülkede yaşıyoruz.
Kendimden örnek vereyim. 2 haftada bir ilahiyatçı arkadaşlarla ders halkamız var. Hanifi, Şafii, Caferi her mezhepten ve inançtan arkadaşımız var. Arap, Türk, Kürt, Lazımız var. İslami temel kaynakları alıp inceliyoruz, görüşlerimizi açıkça ortaya koyuyoruz. Namaz vakti gelince de sırasıyla bir arkadaşı öne geçirip cemaat namazı kılıyoruz. Bütün arkadaşlar birbirlerini kardeş gibi seviyorlar. Herkes açıkça görüşünü beyan ediyor ama dayatmıyor. O günü iple çekiyoruz. Farklılıklarımızı zenginlik olarak görüyoruz, tefrika nedeni olarak değil. Ali, Hüseyin gözüyle bakıyoruz kardeşimize, Muaviye, Yezit gözüyle değil.
Bu haberime sevindin mi, yoksa rahatsı mı oldun, bilmem. Ama sen de katılmak istersen buyur gel görüşlerinden istifade edelim…
Ayrıca Şii kaynaklarını öyle bir şekilde tasvir etmişsin ki gören de, Şiilerin Peygamberden 6-7 asır sonra kitap yazmaya başladığını, ondan önce, içi boş bir topluluk olduğunu sanacak.
Şii usul ve fıkıh kaynakları konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığınız anlaşılıyor. Daha birinci asırda İlim şehrinin kapısı İmam Ali’nin Şiileri kitap yazarken, hadis yazma yasağı nedeniyle diğerleri yazmaya cesaret dahi edemiyorlardı.
Sizin art niyetli olmadığınızı düşündüğüm için, ben Şii usul ve fıkıh kitaplarının ne zaman telif edilmeye başlandığını kısaca açıklayayım, sen, sizin kitapların bizden ne kadar önce yazıldığını biraz daha dikkatli hesapla.
Resulullah’tan sonra Emevi halifesi Ömer b. Abdulaziz’in (h. 99-101) dönemine kadar hadis yazılması yasağı olmasına rağmen (Ki biz bu yasağın siyasi olduğuna inanıyoruz) İmam Ali bu yasağa asla uymadı.
Nitekin bu konuda ilk kitap yazan da odur. Anlayacağın İslam tarihinde rivayet ve hadis konusunda ilk kitap yazan İmam Ali’dir. Onun “Sahife” adlı eseri kendisinden sonra evlatlarına miras olarak kalmıştır. İmam Bakır ve İmam Cafer Sadık’ın bazı fıkhı konularda bu kitabı öğrencilerine gösterdiği nakledilmiştir. Bütün haram ve helallerin, emir ve yasakların bu kitapta yazıldığı belirtilmiştir. (Ricali Neccasi, s.224; İhtiyari Marifeti’r Rical, s.376; el-Kafi, c.1, s.242; Tarih-i Fıkh-i Caferi, s.71)
Buhari de bu kitabın varlığına değinerek, fıkhi kuralları içerdiğini söylemiştir (Sahih-i Buhari, c.1, s.36; c.2. s.221; c.4, s.67, c.8,s.45)
Şiiler daha birinci asırdan kitap yazmaya hadisleri toplamaya başlamıştır. 1.asırdan vefat eden (ö. 96 h.) Zeyd b. Veheb “Hutebi Emiri’l Müminin” kitabını, İmam Cafer Sadık’ın öğrencilerinden Masad b. Sadaka da İmam Ali’nin fıkıh ve hikmet içerikli sözlerini, buyruklarını ihtiva eden ikinci “Hutebi Emiril Muminin”i yazmıştır.(Tusi, el-Fihrist, s.72; Neccasi, er-Rical, s.415)
Daha sonra bütün bu nefis kaynakların bir kısmı Seyit Rezi (359- 406 h.)tarafından, İmam Ali’nin hutbeleri, emirleri, veciz sözlerini ihtiva eden “Nehcu’l Belağa” unvanıyla toplanmıştır. Türkçeye kazandırılan bu eserin yaklaşık 5-6 çeşit tercümesi mevcuttur. Bu kitapta İmam Ali’nin 240 hutbesi, 79 mektubu, 480 hikmetli sözleri yer alır. Kendisi hem rivayetlerin derlenmesine emir vermiş hem bunların bir kısmını hutbelerine taşıyarak baki kılmıştır.
Abdulvahit Amidi ise İmam Ali’nin sözlerini, buyruklarını “Gureru’l Hikem” kitabında toplamıştır. (2 cilt olarak Alulbeyt yayınlarından çıktı)
“Sehife-i Seccadiyye” İmam Hüseyin’in Kerbela mesajını günümüze taşıyan İmam Zeynelabidin’in (d. 38 h.) kitabıdır. İmam Bakır ve İmam Zeyd’e imla ettirdiği bu kitap “A’li Muhammed Zeburu” olarak da meşhurdur. Aile, toplum, İslam öğretilerini 54 dua kalıbında işleyen muhteşem eser Türkçe olarak da basılmıştır.
Aynı şekilde İmam Zeynelabidin’İn “Risale-i Hukuk” kitabı İbni Şube’nin (ö. 381) “Tuhefu’l Ukul” ve Şeyh Saduk’un “el-Hisal” kitaplarında nakledilmiştir. Allah’ın, bedenin, namazın, öğretmenin, yöneticinin, anne ve babanın, evladın, komşunun, dostun, gayri Müslimlerin vd. hak ve hukuklarını genişçe ele alınmıştır. (Tuhefu’l Ukul, Kevser yayınlarından Türkçeye kazandırılmıştır)
İmam Bakır’ın “el-Fihrist” kitabı (İbn-i Nedim, el-Fihrist, c.2, s.36) İmam Sadık’ın “Tevhid-i Müfezzel”i (Arapça ve Farsça olarak basılmıştır) Ayrıca ahkam ve şer-i konularda risaleleri Kuleyni tarafından nakledilmiştir. (İbni Nedim, elfihrist, 198; Kafi, c.8, s.2)
İmam Ali’nin öğrencisi Ebu Rafi’in yazdığı “es-Sünen ve’l Ahkamu’l Kazaya”nın ardından, Ali b. Ebu Rafi ve Rabi b. Şami “el-Fıhık” kitaplarını telif etmişlerdir. (Ricali Neccaşi, s.6)
İmam Bakır (57-107 h.) ve İmam Cafer Sadık (83-148 h.) dönemlerinde yazılan sayısız fıkıh ve hadis kitaplarının fihristi İbn-i Nedim’in el-Fihrist, Ricali Neccasi, Fihristi Tusi ve diğer birçok kaynakta gelmiştir.
Yine bir Şii olan Muhammed b. Saib Kelbi ( 146 m.) Kuran’ı Kerimdeki ahkâm ayetlerini toparlamıştır (ez-Zeria, c.1, s.40)
Resulullah’ın İlim şehri İmam Ali’nin birincisi olduğu İmam Hasan ve Hüseyin’le devam eden 250 yıllık İmamlar döneminde sayısız eserler yazılmıştır.
İmam Zeynelabid’inin öğrencilerinden Yahya b. Ummuttevil, Saad b. Cubeyr (ö. 95 h.) tefsir ve fıkıh dalında kitaplar yazmıştır. Daha sonra zalim Haccac tarafında şehit edilmiştir.
İmam Bakır ve İmam Sadık öğrencilerinden Zurare b. A’yan (ö. 150 h) 1263 rivayet İmam Bakırdan, 494 rivayet İmam Sadık’tan nakletmiştir.
Muhammed b. Muslim (150 h.) kitabı “el-Müsned”inde 1981 rivayet nakletmiştir.
İmam Sadık’ın emriyle yazılan “Usul-u Erbea mia” 400 usul kitabı, daha sonra “Kutubu Erbaa” da düzene konularak günümüze gelmiştir. Bunlar şu anda elimizde bulunan (el-Kafi, İstibsar, tehzib ve el-Fakih) kitaplarında nakledilmiştir. (Fihrist-i Tusi, s.18; Tahrani, ez-Zeria, c.2, s.125; Ricalı Neccaşi, s.154)
Şimdiye kadar 266 unvan Usul-u Fıkıh kitabımız basılmıştır. Bunların her biri de kendi dalında bir mecmuadır. (Kitapşinasi-i Usul-u Fıkh-ı Şia)
Özellikle: ikinci asırda yaşayan Hişam b. Hekem’in, el-Elfaz ve Mubahisuha; Ebu Sahl Nobahti, el-Husus ve’l Umum, İbtalu’l Kıyas; Şeyh Mufid (336-413) et-Tezkire be Usulu’l Fıkıh; Seyit Murtaza A’lemil Huda (355-436 ) ez-Zeria İla Usulu’ş Şeria; Şeyh Tusi (384-460) İddetu’l Usul eşsiz Usul kitaplarıdır.
Ayrıca İbrahim b. Muhammed b. Ebi Yahya’nın (ö. 148) “Mubevvib fil Helal vel Haram; Hasan b. Mahbub Surrad’ın (ö. 224 h.)Maşşihe’si; Muhammed b. Muafi (ö. 265 h) Şeraiu İman; İbrahim b. Muhammed Sakafi’nin (ö. 283 h) Camiu Kebir fil Fıkıh, Şeyh Mufid (336-413) el-Muğnie, Tusi’nin Muğnie ve el-Mebsutu diğer nefis eserlerdir.
Ne demiştiniz, sizin Usul-Fıkıh kitapları bizden 6 asır önce mi yazılmıştı?
Adama, Resulullah’ın mezhebi ne idi? diye sormuşlar.
Adam, tabi ki “Hanifi” demiş, sen hiç Kuran okumadın mı? Yüce Allah Rum/30 da “Henifen” diye buyurmuyor mu!?
....
Hala “bizim Usul sizinkinden 6 asır önce yazılmış” diyorsan, saygı duyarım. “Demek ki gerçekten Peygamberimiz (s.a.a) Ebu Hanife mezhebine tabiymiş” derim.
Bize sadece, Resulullah’tan yüzyıllar önce kurulmuş bir mezhebe “es-Sabikun” olarak saygı duymak düşer...
Rahmi Onurşan Rahmani