Doğru iman sorumluluktan ayrılmayan imandır.
İnsanın -varoluş felsefesinden ibaret olan- çaba ve hareketinin bir başlangıç noktası vardır ve o, imandır. İman; uğrunda çaba sarfettiği şeye, kendini hedefe ulaştıracak yola ve nitekim gayret ve hareketin kendisine inanmak, kabullenmek ve bağlı kalmaktır. İmandan yoksun olan her hareket yok olmaya ve sonuçsuzluğa mahkumdur; bu hareketin yolcusu ise gönlü ölü, mutsuz ve sonuç olarak da sönük, donuk ve cansızdır.
Kur'ân-ı Kerim'in "iman" ve "mümin" kavramları üzerinde durması; imanı, insanın en üstün değeri ve en öncelikli özelliği olarak tanıtması da bu gerçekten kaynaklanır.
Aşağıdaki ayette yer alan birinci derecedeki İslâmî değerler fihristini ve -bunların hepsinin başında gelen- iman kalesini göz önünde bulundurarak düşünelim:
"Yüzlerinizi doğuya, batıya çevirip durmanız, hayır sayılmaz ki. Hayır ve taat (sahipleri), Allah'a, son güne, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, Allah sevgisiyle yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve esirlere mal veren, namaz kılan, zekât veren, ahdettikleri zaman ahitlerine vefa eden, hayatın zorluklarında (yoksulluk ve hastalık) ve savaş vaktinde sabreden kişilerdir. Onlardır (talep ve istek yönünde) doğru olanlar, onlardır sakınanlar."
İşte bu yüzden Kur'ân-ı Kerim, kitap ehlinin, hidayetin tek yolunun yahudilik veya nasranilik olduğu iddialarına karşılık olarak İslâmî geniş tabanlı imanı gündeme getirmiş ve onun hidayet sebebi olduğunu şöyle buyurmuştur:
"Deyin ki: Allah'a, bize indirilen kitaba, İbrahim'e İsmail'e, İshak'a, Yakup'a, Yakub'un oğullarına indirilenlere, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık, onların hiçbirini (Allah'ın peygamberliği ve elçiliği bakımından) öbüründen ayırt etmeyiz ve biz, Allah'a teslim olanlarız. Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse mutlaka doğru yolu buldular demektir."
Bilinçli İman
Bu başlık altında getirilen ayetler dikkatlice okunduğunda şu konular elde edilecektir:
1- İnanç ilke ve dayanaklarına iman, yüce Allah Resulü'nün (s.a.a) ve onun gerçek izleyicilerinin en belirgin özelliklerinden biri olduğu için Kur'ân-ı Kerim'de buna özenle vurgu yapılmıştır:
Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene inanmıştır, inananlar da. Hepsi de Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inanmıştır. Peygamberlerinden hiçbirini öbüründen ayırmayız (hepsini Allah'ın elçileri biliriz), duyduk demişlerdir ve itaat ettik, Rabbimiz, bağışlanma dileriz senden, varacağımız yer, tapındır senin.
2- İman körü körüne ve taklit üzere olmamalı, bilakis bilinç ve şuura dayanmalıdır. Onların imanını, çoğunlukla kof, amel yoksunu ve yok olucu nitelikteki avamsı teslimiyetlerden ve bağımlılıklardan ayıran da işte bu özelliktir. Bu bilincin bariz örneği aşağıdaki ayetlerde gözlemlenebilir:
Gerçekten de göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde aklı tam olanlara deliller var. Onlar, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan üstü yatarken anarlar ve göklerle yeryüzünün yaratılışını düşünürler de (gönülleri ve dilleriyle) Rabbimiz derler, bunları boş yere yaratmadın, noksan sıfatlardan arısın sen, koru bizi ateşin azabından. Rabbimiz, gerçekten de sen kimi ateşe atarsan şüphe yok ki onu horhakir bir hale sokarsın ve zalimlere hiçbir yardımcı yoktur.
Rabbimiz, gerçekten de biz, (can kulağımızla ve düşüncemizle yaratılış gerçekleri hakkında) bir seslenen duyduk, inanç için sesleniyor, Rabbinize inanın, diyordu, (bu varoluş nidasına cevap olarak) hemencecik inandık.
3- Bu bilinç, anlak ve açık çıkarımın olmaması durumunda iman taşlaşacaktır; cahilce bir bağnazlığa dönüşecektir; hakikat ve hidayet yolunu insanın yüzüne kapatacaktır. Bundan dolayı kâfirlerin ve muhaliflerin kırılgan düşüncelerine kurulu bağnazca ve taklitçi imanları Kur'ân'da şiddetle kınanmış ve reddedilmiştir. Bu ayetin azarlayıcı ve anlamlı anlatım tonuna dikkat edin:
Onlara, "Gelin Allah'ın indirdiğine ve Peygambere." dendi mi, bize yeter atalarımızın yapa geldikleri şeyler, böyle bulduk biz derler. Fakat ya ataları da bir şey bilmiyorlardı ve doğru yola gitmiyorlardıysa.
Doğurgan ve Amelî Sorumluluklarla Birlikte Olan İman
Yetkin inanç ve fikrî kabul anlamıyla iman, başlı başına ve soyut olarak yeterli midir, yoksa hayata renk veren ve amel doğuran iman mı geçerlidir?
Kur'ân, iman ile ameli hep bir arada kullanmış, "amaca giden doğru yolda hareket" için bir amil olarak göz önünde bulundurmuş ve onlarca ayette "amel birlikteliğindeki iman" üzerine dünyevî ve uhrevî mükâfatlar kurmuştur. Kur'ân'ın buyruğunu dinleyip düşünelim:
Ey inananlar, rükû edin, secde edin, kulluk edin Rabbinize ve hayır işleyin de kurtulun, erin muradınıza. Ve Allah yolunda hakkıyla cihad edin. O seçti sizi ve dinde bir güçlük vermedi size; babanız İbrahim'in dini. O mabuttur daha önce ve bu Kur'ân'da size Müslüman adını takan, Peygamber, size tanık olsun, siz de insanlara tanıklık edin diye. Artık namaz kılın, zekât verin ve sarılın Allah'ın (dinine), O'dur dostunuz; ne de güzel dosttur, ne de güzel yardımcı.
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi, din inancının en önemli özelliklerinden olan başarı, zafer, seçkinlik, insanlığa kılavuzluk ve bekçilik, Allah'ın yardımından nasiplenmek, amel birlikteliğinde olup hareket doğuran iman üzerine kurulmuştur.
Aşağıdaki ayet de başka bir anlatım ve ifadeyle, imandan kaynaklanan amelleri hatırlatmakta ve İslâmî toplumun sınırlarını belirlemede, iman ve amel birlikteliğinin rolüne vurgu yapmaktadır:
İnanıp yurtlarından göçenler (Allah için ve İslâmî toplum için evinden ve hayatından geçenler), mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, bunlara sığınak verip yardımda bulunanlar, işte bunlar, birbirlerine bağlılardır ve birbirlerinin velileridir. İnandıkları hâlde yurtlarından göçmeyenlere (pek çok sorumluluklar içeren İslâmî toplumun üyeliğine girmeyenlere) gelince, göçünceye dek onlarla bağ ve bağlılığınız yoktur.
İman ve Sorumluluklara Bağlılık
Doğru iman -bir önceki bölümde düşünmeye sunduğum ayetler uyarınca- sorumluluktan ayrılmayan imandır. Çıkar düşkünleri, imanî sorumlulukları uygulanması gerekli sorumluluklar olarak görmezler. Onlar, şahsî ve haksız çıkarlarıyla örtüştüğü sürece bu sorumluluklara bağlı kalır, aksi durumda ise onlara itinasız ve kayıtsız kalırlar.
Kur'ân kültürü açıkça, -belki de sıkıntılı günler için gönüllerinin bir köşesinde kalbî iman mayası saklayan- bu tür bireyleri, mümin olmayanlar ve iman yoksunları olarak duyurmuş ve de Allah'ın müminler için verdiği saadet, kurtuluş, başarı, üstünlük... müjdelerini, her hâl ve durumda dinî sorumluluklarına bağlı ve sorumluluk bilinci taşıyan müminlere özgü kılmıştır. Aşağıdaki ayetler, Kur'ân'ın bu husustaki açık ayetleridir:
Andolsun ki biz, her şeyi açıklayan deliller indirdik ve Allah, dilediğini doğru yola sevk eder. Ve derler ki: İnandık Allah'a ve Peygambere ve itaat ettik, sonra da onların bir kısmı bu sözün ardından yüz çevirir ve onlar inanmış kişiler değildir. Onlar, aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Peygamberine çağrıldıkları zaman içlerinden bir kısmı, derhal yüzlerini döndürür. Fakat hak kendilerindeyse ona koşa-koşa gelirler. Gönüllerinde hastalık mı var, yoksa şüphe mi ediyorlar, yoksa Allah'ın ve Peygamberinin, onlara bir haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, onlardır zalimlerin ta kendileri. Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Peygamberine çağrıldıkları zaman inananların sözü, ancak duyduk ve itaat ettik sözüdür, böyle der onlar ve onlardır kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileri.Ve kim Allah'a ve Peygamberine itaat eder, Allah'tan korkar ve ondan çekinirse o çeşit kişilerdir muratlarına erenlerin, kurtulup nusret bulanların ta kendileri.
Ve nitekim sonraki iki ayet, imana uygun ve layık amel birlikteliğini sağlayan müminlere "Allah'ın halifeliği", dünyaya siyasî egemenlik ve İslâmî ideal toplumu teşkil gibi gönül okşayıcı müjdeyi şöyle vermektedir:
Allah, sizden inanıp iyi işlerde bulunanlara, onlardan önce gelip geçenleri nasıl yeryüzüne sahip ve hakim kıldıysa onları da mutlaka yeryüzüne sahip ve hakim kılmayı ve onlara, razı ve hoşnut oldukları dini nasip edip o dini, bütün dinlerden üstün etmeyi, korkularını emniyete tebdil eylemeyi vaat etmiştir; bana kulluk etsinler ve hiçbir şeyi eş tutmasınlar bana.