Öncelikle konunun zorluğu ve nezaketini itiraf ederek besmeleyi açıktan çekelim: Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınalım: Euzubillahimineşşeytanirracim.
Besbelli ki uzun bir evveliyatı olmasına karşın genelde İran’da son iki dönemdir yaşanan siyasi gelişme ve rekabetin özelde ise Aralık ayı sonunda başlayıp Ocak ayının ilk haftası boyunca hem İran ve hem de dünya gündeminin ilk sırasına konan (ekonomik sıkıntıları protesto kastı ile masumane başlayıp kirli ellerin müdahalesi ile mecrasından kopup emperyalist ve siyonist bir kalkışma girişimine dönüşen)olayların tetiklemesi ile gerek İran iç siyasetinde ve gerekse diğer coğrafyalardaki İslam İnkılab’ına gönül vermişler arasında yeni tartışma başlıkları açıldığını müşahede ediyoruz.
Bazı etkinlikler ve özellikle sosyal medya ortamında açığa çıkan bu yeni müzakere ortamında şahsen benim açımdan en çarpıcı en şaşırtıcı en sürpriz başlık; “Acaba tüm bu olup bitenlerde Velayet-i Fakih’inde hatası var mı? O eleştirilemez mi?” başlığı.
Esasında Türkiye’de uzun zamandır bir damar, art bir niyetle “Rehber Hamaney’in “Velayet-i Fakih” makamına hak etmeksizin ve usulsüzce geldiği ve zamanla bir dikta oluşturduğu” mealindeki görüşü ısıta soğuta her zaman gündemde tutmaya çalışmakta. Benim kanaatimce bu cenah açıktan yapamadıkları İslam İnkılabı karşıtlığı (belki de düşmanlığını) böyle bir örtü altından yürütmekte.
Ancak bahsi geçen yeni tartışma “İnkılapçılık, samimiyet, fedakarlık, bilgi birikim, düzey ve derinlik”leri konusunda üzerlerine şüphe gölgesi düşmemiş dostlar arasında yürümekte. Doğal olarak bu durum tartışmayı hem daha ilgi çekici hale getirmekte ancak hem de ilginç bir garabet açığa çıkartmakta.
Başlığı açan dostlar (benim anladığım) şu iddianın sahibiler: “İslam İnkılabı son yıllarda özellikle de Ruhani Hükümeti eliyle belli bir sapma yaşamakta. Ruhani Hükümeti, açıktan ve gizliden yaptığı icraat ve antlaşmalarla “Amerika ve dolaylı olarak İsrail ile” antlaşma ve uzlaşma peşinde. İslam İnkılabı’nı pek çok alanda raydan çıkartmış durumda. Rehber Hamaney’in sözlerine kulak asmıyorlar ve hatta O’nu gizliden ve açıktan eleştirerek (ki gerçekten Ruhani son kalkışmanın ardından bile eleştiriye devam etmeliyiz; “kimse eleştirilmez değil!” diyerekten çok ilginç bir çıkış yaptı.) şahsını ve makamını itibarsızlaştırma söylem ve eylemlerinde bulunuyorlar… Hal böyle iken Rehber Hamaney’in bunların yaptıklarına müdahil olmaması, hükümetin yolsuzluk ve usulsüzlük yaptığı aşikar olan üyelerini azletmiyor olması, seçim döneminde İnkılabın en samimi evladı olan Ahmedinejad’ın haksızlığa uğramasına göz yummuş olması gibi durumlar bir hatadır. Ve bizler bu hataları yüksek sesle söyleyip eleştirmeliyiz ki …”
“Kardeşim bunca konu bunca başlık arasından niçin böyle netameli bir girdap hükmündeki bu başlığa yöneldiniz?” sorusuna da: “İslam inkılabı’na gönül vermiş Türkiyeli Müslümanlar bir ütopya da bir rüya da yaşıyorlar. Onların İnkılabı ile gerçekte olan İnkılab aynı değil. Gelecekte tam bir şok yaşamamaları için biz İslam İnkılabı’na gönül vermiş Türkiyeli Müslümanları rüyadan uyandırma ütopyadan realiteye döndürme amacındayız” şeklinde cevap veriyorlar.
Bu görüşe karşı doğal olarak söylenen ilk cümleler; “Sizin düşünüp müşahede ettiğiniz bu durumları nasıl oluyor da “Velayet-i Fakih” düşünüp müşahede edemiyor? Nasıl oluyor da geride bıraktığı hayatı; yüce ve yüksek ilim, irfan, ahlak, siyaset, basiret ve ferasetinin delili olan Rehber, elinin altında devlet imkan ve kabiliyeti, çevresinde bilge, fakih ve uzman erişimi olmasına rağmen teşhis ve tespit edemiyor da bu imkan ve kabiliyetlerden yoksun insanlar bu açık ve gedikleri görebiliyor?” şeklinde oluyor.
Bu noktada dostlar beş argümanla (kendilerince) görüşlerini temellendirip teorilerini ortaya koyuyorlar. Birinci olarak şöyle diyorlar: “Velayet-i Fakih’e tabi olmak, düşünmemek ve kendi öz düşüncesini ortaya koymamak mıdır?” İkinci olarak: “Bir kişi hiç düşünmeden, fikir ortaya koymadan mı Velayet-i Fakih’e yardım etmiş olur yoksa eleştirip hataları gösterip fikir üreterek mi?” Üçüncü olarak: “Bazı konularda Velayet-i Fakih’ten ayrı ve farklı düşünüyor ve bazı görüşlere eleştiri getiriyor olmamızın ne mahzuru var? Zaten pek çok kişi, kurum (hükümetler, reisler ve diğer yöneticiler) pratikte Rehber’in dediğinin dışında davranarak bizim dediğimiz şeyi pratikte ortaya koyuyorlar.” Dördüncü madde olarak ta: “Velayet-i Fakih makamı ile Rehber’in şahsı aynı şey değildir. Esas olan makamdır. Bizler esas olarak makamı korumalıyız.” Dedikten sonra beşinci ve son olarak ta: “Bizim eleştiri yapıp düşünce serdetmemiz öneri ve yardım kabilindendir eğer Rehber bir konuda kanaat bildirirse artık herkes gibi bizim için de bağlayıcıdır.” şeklinde görüşlerini beyan ediyorlar.
Şu ana kadar tartışmanın gündeme geliş serüveni ile başlık sahiplerinin görüşlerini ana çerçevesi ile resmedip net bir fotoğraf ortaya koymaya çalıştım. Şimdi ise bu başlık ile ilgili olarak kendi görüş ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
1- Bir tartışmanın sağlıklı yürüyebilmesi, verimli ve pozitif bir maslahat doğurması için öncelikle şu dört şartın uygun olması gerekir ki, bu şartlar: “Zemin, zaman, üslup ve yöntem”dir. Ayrıca beşinci olarak ta “görüş beyan edecek şahsiyetler”in ehil olması gerekir. İslam İnkılabı’nın emperyalizm ve siyonizm ile olan mücadelesinin zirve noktaya vardığı, düşmanın içeride ve dışarıda her türden imkan ve kozunu harekete geçirdiği, gerek İslam İnkılabı içerisinde ve gerekse genel olarak İslam ümmeti bazında “vahdet” ihtiyacının hayati bir konuma geldiği zaman ve zeminde böylesine nazik, netameli, kırılgan ve istismara açık bir konu başlığının tartışmaya açılmış olmasının doğuracağı sakıncaları öngörmek için allame olmaya gerek yoktur.
2- Bazı konuların tartışılması belirli bir bilgi birikimi, kültürel ve entelektüel derinlik ister. Bu özellikleri dolayısıyla İran’da süren bir tartışmanın aynıyla Türkiye’ye taşınması mutlak bir hatadır. Orada mevcut olan dinsel ve kültürel yapılanma ve bu tür tartışmaların geriye doğru derinliği ile Türkiye’de ki gerçeklik birbirinden fersah fersah farklıdır. Bu vesile ile İran’da tarafların kullandığı argümanları aynıyla bu yana taşımak, orada söylenen sözleri yazılan yazıları tercüme ederek bu yanda tekrarlamak faydasız olmanın ötesinde pek çok sakıncayı bünyesinde barındıran bir girişimdir. Bahsettiğimiz bilgi birikimi, kültürel ve entelektüel derinlik dolayısıyla belli bir coğrafya da normal karşılanacak hatta pek çok yarar açığa çıkarabilecek bir tartışma başka bir coğrafya da tedavisi yıllar alacak yaralara sebebiyet verebilir.
3- “İnsan” olmanın belirleyici şartı “akıl”dır ve “akıl”ın nişanesi de düşünmektir. “Aklı” olmayanın ne dini ne de sorumluluğu vardır. Ancak aklın kendisi bize düşünülen her şeyi her ortamda “maslahat” gözetmeksizin paylaşmanın “akıllıca bir iş” olmadığını söyler. Yine akıl bize der ki, aklettiğin her şeyi ürettiğin her düşünceyi “eleştirel” olarak serdetmene de gerek yoktur. Zira “Söz var kestire başı, söz var kese savaşı”.
4- Velayet-i Fakih’e eleştirel olarak yaklaşmayanları veya bu yaklaşımı sakıncalı bulanları “maslahatcılık” ile tanımlama da kanaatimce doğru bir tespit değildir. Zira künhü itibariyle “maslahat” kötü bir şey değildir ki! Habiloğullarının Kabiloğullarına karşı verdiği binlerce yıllık mücadelede pek çok kazanım, doğru yerde doğru zamanda ve doğru şekilde maslahat gözetilme ile elde edilmiştir. Eğer “şahsi (veya grup) çıkar, menfaat, imkan, makam… kısacası süfli emeller için “hak” karşısında bir maslahat gözetilmesi varsa bu besbelli ki kötüdür. Ancak İslami ve insani değerler için mustazaflar cephesinin kazanımları için maslahat gözetilmesinin ne sakıncası olabilir ki? Hatta bu türden bir maslahat gözetme sakınca olmak bir yana aklın gereğidir ve ayrıca fazilettir de.
5- İslam İnkılabı, bir sınır ve coğrafya ile tanımlanmaktan öte bir olgu ve gerçekliktir. O tüm dünya mazlum ve mustazaflarını kuşatan (en azından bu iddia ve ümitte olan) bir inkılaptır. Ancak bugün bir merkezinin bir yönetiminin varlığı ile belli sınırlar içerisinde esasını ortaya koyuyor olması da bir realitedir. Dolayısıyla İslam İnkılabı’nın iç olayları/siyaseti sadece belli bir sınırlar içerisinde olanları değil dünyanın her neresinde olursa olsun tüm mazlum ve mustazafları (belli bir noktaya kadar) ilgilendirir. Ancak burada sapla samanı birbirine karıştırmamalıyız. Belli sınırlar içerisindeki insanlar bu olayların bizatihi bir parçası olduklarından olaylar karşısındaki tavır ve ilgileri çok dakik, müdahaleci ve pratik olmalıdır. Bu sınırlar dışında kalıp, İnkılap iç siyasetinin bir parçası olmaktan uzak ve olaylara bir dahli olamayacakların ise olaylar karşısındaki tavrı bütüncül ve tamamıyla Velayet-i fakih eksenli olmalıdır.
6- Türkiye’de “ İslam İnkılabı ve Direniş Ekseni”ne gönül vermiş insanların kahir ekseriyeti uzun uzun fıkhi, itikadi araştırmalar, müzakereler ve araştırmalar yapıp madde madde “Velayet-i Fakih” teorisi ve fıkhını araştırarak bu noktaya varmış değillerdir. Besbelli ki herkesin kendine özgü deneyim ve bir değişim yolu olmakla beraber bu insanların neredeyse tamamı “bütüncül bir siyasi, ve dini bakış açısı” ile oldukları noktaya varıyorlar. İç siyasetin tüm kirli çamaşırlarını ortaya dökmek, Velayet-i Fakih’in şahsı veya makamı üzerinde tartışmalar yürütmek, acziyet ve zaaf noktalarını öncelemek tüm İnkılapçı çevrelerde gereksiz ve sakıncalı bir sarsıntı açığa çıkarmaktır. Bu durum, Allah korusun henüz değişimlerinin ilk aşamalarında olan veya henüz bazı konuları künhü ile kavrayamamış İslam inkılabı gönüldaşlarını bulundukları yerden çok uzaklara savurup farklı yollara mecbur etme tehdidini de içinde barındırmaktadır. Hatta bir adım daha atıp şunu söylemeyi de tarih karşısında bir görev kabul ediyorum: “Türkiye’de yürütülecek bu kadar detaycı, hesaplaşıcı ve kınayıcı bir yaklaşımın insanları sadece İslam İnkılabı’ndan değil Ehl-i Beyt Mektebi’nden de uzaklaştırma riski tepe noktadadır.! Biz “insanları rüyadan uyandıracağız” diye yola çıkanlar, tüm inkılapçı çevreleri bir “kabusa mahkum ediyor” olabileceklerini de hesap etmeliler.
7- Aşağıdan yukarıya doğru baktığımızda eksiklik, hata, acziyet ve zaaf olarak gördüğümüz olay ve olguların yukarıdan aşağıya doğru bakıldığında tam olarak nereye oturduğu ve neye tekabül ettiğini araştırıp analiz etme de aklın bir ilkesidir. İnsanlık tarihinin en barbar ve aynı zamanda sömürdüğü kitleler tarafından en çok sevilen sömürgeci imparatorluğu olan modern zamanların Babil’i Büyük Şeytan Amerika’nın öncülük ettiği küresel sulta sisteminin içeride ve dışarıda bin bir uşak, yandaş ve paydaşı ile mücadele ederek İslam İnkılabı gemisini kırkıncı yıl arifesine ulaştırmış; onun etkinlik ve ilkelerini tüm bölgeye hatta yerkürenin pek çok noktasına ulaştırmış bir Velayet-i Fakih’i değerlendiriyorken iki kez düşünüyor olmamız gerekmez mi?
8- İslam İnkılabı Rehberi’nin (Velayet-i Fakih’in) anayasaya göre “Bilgeler (Hubregan) Meclisi” tarafından seçiliyor, denetleniyor ve gerektiğinde azledilebiliyor olması O’nun zaten “mutlak masum” olmadığı ve eleştirilebilir olduğunun delilidir. Ancak bunu kim, nerede, ne zaman ve nasıl yapacak? Herkes mi? Her yerde mi? Her zaman mı? Tüm katmanlar tüm çevreler, yatay ve dikey tüm hareketler her yerde her zaman ve her şartta hiçbir maslahat gözetmeden eleştiri mi yöneltecekler Velayet-i Fakih’e? Bırakın böyle bir İnkılab’ı böyle şartlarda bir “dernek” bile hayatta kalabilir mi? İkinci olarak Velayet-i Fakih’in ekonomiden sanata, kültürden spora, askeriyeden akademiye pek çok alanda danışmanları var ki, bu danışmanların rapor ve sunumları da bir yönü ile yönlendirmedir. Ancak her rapor ve sunumun zatında bilimsel ve İslami özellikler zorunlu bir gereksinim olduğu gibi bunların pratize edilmesinde kullanılan yöntemlerin belli adab, ahlak ve nezaketi taşıyor olması da mutlak bir mecburiyet değil midir?
9- Tüm bu yazdıklarımızın manası olup biten olumsuzlukları, zaafları, hataları, yanlışları, cehaletten veya kasten işlenmiş ihanetlerin üzerlerini örtelim görmezden gelelim değildir. Tüm dünya küfrünün hedefinde olan bir buçuk milyon kilometrekare toprak üzerinde seksen beş milyonluk nüfustan müteşekkil bir ülke de hükümet adamları, bürokrat ve diplomatların gaflet veya bilinç ile işledikleri nice hataların mevcudiyetini tartışmaya bile gerek yoktur. Esas olan bu durumun başka toplumlara nasıl aktarılacağı ve aktarımdan ne beklendiğidir.
10- Tartışmanın tüm taraflarının ortak kabulü olan “İslam İnkılabı” tüm tarih sürecinin bu denli halka ve hakka dayalı yegane kurtarılmış zaman ve mekanıdır. Onun yüce Rehberi (Velayet-i Fakih)’te modern insana Allah’ın yüce bir lütfudur. O’nun şahsı ve makamını zayıflatarak yol almamız; ittifak, ittihat ve terakkimiz mümkün değildir. Dünya mazlum ve mustazaflarının yegane kurtuluş yolu Velayet-i Fakih’in adımlarını takip etmektedir.
Bu makalenin hayır ve bereketlere sebebiyet vermesi temennisi ile hepinizi selamlıyorum.
(NOT 1: Siz aziz okuyucularımdan yorumlarınızla bu konuya katkı vermenizi istirham ediyorum.
NOT 2: Sıkılmadan okumuş ve makalenin bu noktasına ulaşmış okurlara konu ile ilgili üç kitap önerisinde bulunmak istiyorum:
a) İmam Humeyni; İslam’da Devlet, Objektif Yayınları
b) Abdullah Cevad AMULİ; Kur’an ve Rivayetlerde VELAYET, Önsöz Yayıncılık
c) Sabahaddin TÜRKYILMAZ; Velayet-i Fakih, Rast Yayınları)
Muntazar Musavi / Rasthaber