Hiç kuşkusuz Kerbelâ vakasının saymakla bitmeyecek çok yönlü mesajları vardır. Kerbelâ hem direniş ve galibiyetin hem mazlumiyet ve mahcûr bırakılmanın sembolüdür.
Kerbelâ mesajında hem ironi, hem birbiri ile çelişik imgeler yumağı karşımıza çıkmaktadır. Bir yönüyle bakıyorsunuz, İmâm Hüseyin ve 72 yaranı dünyanın en hunharca katliamına maruz kalmıştı. Öyle ki, şehidlerin bedenleri lime lime doğranmış, mübarek başlar bedenlerden ayrılmış ve mızrak uçlarına takılmıştı. Fırat’ın suyu bedenlerin olduğu yere doğru salınmış, pak bedenler atlara çiğnetilerek çamura bulanmış ve paramparça edilmişti. İşte Kerbelâ’daki katlgâhta böylesine korkunç bir manzara ile karşı karşıyayız. Yaşanan öylesine bir dram ki bunun tarifi mümkün değil. Fakat Kerbelâ vakasına bir başka zaviyeden bakıyorsunuz; burada bir mağlubiyeti, bir yenilmişliği değil, burada şehadetle sonuçlanan büyük bir galibiyeti görüyorsunuz. Bu öyle bir galibiyet ki, düşman ordusunu tam manası ile (sadece o devrin insanları karşısında değil) çağlar boyu süren ve kıyamete kadar devam edecek olan bir rezilliğe ve bir rüsvalığa gark edilmesini görüyorsunuz. Hatta kıyamette bile ebedi azaba duçar olunacak bir kaybediş..
İmâm Hüseyin ve 72 yaranı için bundan daha büyük bir galibiyet düşünülebilir mi? Ve aynı zamanda bu öyle bir galibiyet ki, sonucu en üstün mertebe ile ilâhî rızaya kavuşmak, yani şehadet.. Bunun ahiretteki karşılığı ise ebedi cennette herkesin imreneceği en üstün makam.. Düşünelim, bundan daha büyük bir kazanım olabilir mi? Düşman ise yani Yezid ve avanesi öyle bir rüsvalık, öyle bir yenilgi tadıyor ki, kıyamete kadar tiksinti, nefret ve lânetle anılan kişiler oluyorlar. Tıpkı şeytandan tiksinildiği ve nefret edildiği gibi bugün İslâm âleminde nefretle, tiksinti ile ve lânetle anılan kişidir Yezid.. Acaba bundan daha büyük yenilgi, bundan daha büyük bir mağlubiyet ve zillet var mıdır?
İmâm Hüseyin cephesine bakıyoruz öyle bir galibiyet ki, bu galibiyetle erişilen izzet ve şeref onları öyle bir makama yüceltti ki kıyamete kadar övgüyle ve imrenilerek anılmaktadırlar. Bir de Allah Teâlâ nezdindeki yüceliklerini düşünün? Tahayyül edilemeyecek bir lütuf. Bu nedenledir ki, Yezid melunu Seyyide Zeynep validemize, “Gördün mü Allah size ne yaptı, Allah sizi nasıl alçalttı?” sözüne karşılık, “Biz Kerbelâ’da Allah Teâlâ’dan izzet ve güzellikten başka bir şey görmedik.” demişti.
Mağlubiyet ve galibiyet kavramlarının terminolojik anlamlarını çok iyi bilmek gerekir. Galibiyet ile elde edilen değerlerin karşılığı nedir. Mağlubiyet ile yitirilen nelerdir. Bunları görmek lazım. Bazen zahirî mağlubiyet ile elde edilen değer ve kazanımlar dünyevî galibiyetle elde edilemez. Kerbelâ vakası buna örnektir. Yezid ve avanesi düşman addettiklerini zahirî anlamda mağlup ettiklerini zannettiler. Oysa Yezid ve avanesi bu menfur işi, bu alçaklığı yapmakla öyle bir mağlubiyete, öyle bir zillete gark oldular ki, kıyamete kadar lânet ve tiksinti ile anılmaktan kurtulamayacaklardır.
Ali Şeriati Kerbelâ vakasını bu perspektif ile şöyle tasvir ediyor:
“Onlar güç yetirememenin, zulme karşı cihattan muaf kıldığını düşünen kimselerle düşmana üstün gelmeyi yenmek olarak algılayan kimselere ‘Hayır!’ diyorlar. Böylece şehit, ‘güç yetirememe’ ve ‘yenememe’ dönemlerinde düşmana kendi ölümüyle üstün gelen; yenemezse de rüsva eden kimsedir. İşte Hüseyin bu mesajı öğretti ve bunun gerçekleşebileceğini gözler önüne serdi. Şehit tarihin kalbidir. Kalbin kurumuş damarlara kan gönderip dirilttiği gibi şehit; sorumluluğunu unutmuş, insan olma inancını yitirmiş bir topluma kanını canını vererek harekete geçirir. Şehadetin en büyük mucizesi ise her kuşağa yeni bir ‘kendine inanma duygusu’ kazandırmasıdır.
Şehit aramızda bulunuyor!
Sürekli olarak yaşıyor!
Nasıl kaybolsun!
Hüseyin bize, şehadetinden de büyük bir ders vermiştir. Bu ders, haccı yarıda bırakıp, şehadete doğru yola çıkmasıdır. Bütün atalarının bu geleneği diriltmek için cihad ettiği haccı yarıda bırakıp şehadete koştu. İbrahimi sünnet hacc merasimini, imâmetin tavafa denk olduğunu öğretmeden bitirmez. Hüseyin’in haccı yarıda bırakarak Kerbelâ'ya doğru yola çıktığı an tavaflarını onsuz sürdürenler, o esnada Muaviye’nin Yeşil Saray’ını tavaf edenlere denktir. Çünkü şehit, adalet savaşlarına tanıklık eder. Hazır oluşuyla da bütün insanlara, ‘Hak ile batıl arasında geçen savaşa katılmadıktan sonra nerede olursan ol, ne fark eder?’ mesajını verir.
Hak ile batılın çarpıştığı savaş alanında olmadıktan sonra; çağının şahidi, toplumunun şehidi olmadıktan sonra nerede olursan ol! İster namaza dur, ister içki sofrasına otur; ne fark eder!”
Evet; Ali Şeriati’nin gerçeği haykıran sözleri böyle.
Siz ibadet ederken, siz tavaf ederken diğer tarafta mazlumların feryadı arşa yükselirken ne yaparsınız? Fıkıhta bile kuraldır, “feryada koşun” diye. İmâm Hüseyin haccını yarıda bırakarak bunu yaptı. Orada mıhlanıp kalanlar ise velayet ile bağlarını koparıp kaybedenlerden oldular. İstedikleri kadar tavaf etsinler zalime haddini bildirmek için hareket edilmedikten sonra, direnişin saflarına katılmadıktan sonra ha ibadethaneye girmişsin ha meyhaneye ne fark eder? Ali Şeriati bunu izah ediyor.
Velayet bağı böyle bir tavrı, böyle bir dik duruşu gerektiriyor. Biz bunun tevhid kelimesinde mündemiç olduğunu görüyoruz. Zira Kerbelâ mesajı bize “lâ ilâhe illallah”ın mesajını hatırlatıyor ve öğretiyor. Öyle değil mi? Biz “lâ ilâhe” derken ilâhlık taslayan beşerî tiran ve zorbaları, Firavun’laşan zalimleri reddetmiş olmuyor muyuz? Biz “illallah” derken sadece ve sadece âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’ya teslimiyetimizi ilân etmiş oluyoruz? İmâm Hüseyin, “Heyhat minezzilleh” (Zillet bizden uzaktır, zillete boyun eğenlere yazıklar olsun” derken çağının Firavun’u olan Yezid’e sadece reddiyede bulunmuyor, aynı zamanda onu ve ona boyun eğenleri telin ediyordu.
İmâm Hüseyin bir başka mesajında ise, “Eğer ben Yezid gibi bir meluna biat edecek olursam İslâm’ın ruhuna Fatiha okumak gerekir.” diyor. Çünkü Yezid’e biat etmek kelime-i tevhid’i, İslâm’ın hayat bahşeden değerlerini alt üst etmek demektir. Yezid ve Yezid gibilerine biat etmek İslâm’ın evrensel ve ontolojik hayat tasavvurunu kurutup yok etmek demektir. Bu nedenledir ki, İmâm Hüseyin için, “Kurumaya yüz tutmuş İslâm ağacını kanıyla sulayıp diriltti” denilmektedir. İlâhî rızaya, en büyük makama yani şehadete kavuşmak budur.
O gün İmâm Hüseyin düşman ordusuna karşı şöyle haykırıyordu: “Eğer kanım akmadan ayakta durmayacaksa ceddim Muhammed’in dini! Ey kılıçlar alın beni, doğrayın bedenimi!”
Anlayanlar için kanla yazılacak büyük zafere giden haykırış budur. Salt dünyevî mantıkla Kerbelâ vakasına bakacak olursak orada yenilgi görülür. Oysa kanla yazılan bir zaferdir Kerbelâ.. Kanın kılıca galip geldiği yerdir Kerbelâ.
Şu gerçeği de itiraf etmiş olalım ki, ezilen, sömürülen anti emperyalist gayri müslim halklar için de Kerbelâ ilham kaynağıdır. Kerbelâ’nın mesajı evrenseldir. Hak ve adalet aşığı her erdem sahibi insan Kerbelâ’nın mesajını anlar. Nitekim Mahatma Ganndi, Nelson Mandela ve Güney Amerika ülke liderlerinin çoğu, "Biz emperyalizme karşı direnmeyi İmâm Hüseyin'den öğrendik" gibi sözler sarf etmişlerdi.. Bu yüzden diyebiliriz ki, Kerbelâ mesajı tüm çağlara ve tüm nesillere zulme boyun eğmemeyi, zulme direnmeyi öğretir. Kerbelâ mesajı hakkın, adaletin ve mazlumun yanında durmayı, mazlumun feryadına koşmayı öğretir...
Kerbelâ vakası İran İslâm Devrimi’nin de ilham kaynağı olmuştur. Bugün Kerbelâ Lübnan’da Hizbullah’a ve Yemen’de Ensarullah’a ilham kaynağı olmaya devam etmektedir. Bugün İslâm coğrafyasının bir çok beldesinde büyük şeytan ABD emperyalizmine ve Siyonist işgalcilere karşı mücadele veren direniş cephesi ilhamını Kerbelâ’dan almaktadır. Kerbelâ bir okuldur. Muallimi Seyyid-i Şûheda İmâm Hüseyin...
Hazım Koral