Tevbe Sûresinin besmele ile başlamaması hakkında müfessirler bazı nedenler saymışlardır: 1. Bu sûre ve Enfal Sûresi, her ikisi bir sûre olarak hesap edilir. Zira Enfal Sûresi, verilen sözler hakkında ve Tevbe Sûresi ise bu sözlerin yerine getirilmemesi hakkındadır. 2. “Besmele” emniyet, sevgi ve rahmet içindir. Ama Tevbe Sûresi emniyetin ortadan kaldırılması ile ilgilidir. Bu yüzden bu sûrenin başlangıcında besmele nazil olmamıştır.
Birinci bölüm: Neden bu sûrede besmele yoktur? Bu bölüme iki ayrı cevap verilmiştir:
1. Bu sûre verdikleri sözleri yerine getirmeyen düşmanlara karşı bir açıklama olduğundan, onlarla savaşılacağı ilan edildiğinden dolayı sert bir üslup taşıdığından ve Allah’ın bu gruba gazabının göstergesi olarak barış, dostluk, sevgi ve Allah’ın rahman ve rahim sıfatlarının nişanesi olan besmeleye uygun değildir.[1] Bu yüzden de besmele ile başlamamıştır. İmam Ali (a.s), bu konuda şöyle buyuruyor: Besmelenin gelmemesinin nedeni şudur: Bismillah; aman, emniyet ve rahmet içindir ama Tevbe Sûresi emniyetin kaldırıldığını bildirmek için nazil olmuştur.[2]
2. Bu sûre hakikatte Enfal Sûresinin devamıdır. Zira Enfal Sûresi söz ve ahitler konusunda âyetler içerir, bu sûre ise ahitlerini bozanlara verilen sözlerin kaldırılması hakkındadır.[3] İmam Sâdık (a.s) bir rivayette şöyle buyuruyor: “Enfal ve Tevbe birdirler.”[4]
Ama sorunun ikinci kısmı olan Tevbe Sûresine ait bazı âyetlerin silinmesi hakkında şunları söylememiz gerekir: Böyle bir şeyin doğru olması, Kur’an’ın tahrifi anlamına gelir. Hâlbuki Müslümanlar arasında meşhur olan, Kur’an’da hiçbir tahrifin gerçekleşmediğidir. Şu anda bizim elimizde olan Kur’an, İslam Peygamberi’ne (s.a.a) nazil olan kutsal kitaptır. Uzmanlar tahrifin olmadığına dair birçok deliller sunmuşlardır. Onlardan bazıları şöyledir:
Birinci delil akıldır. Aşağıda sunacağımız mukaddimelerle Kur’an’ın tahrif edilmediği ispat edilecektir.
• Hekîm olan Allah, Kur’an’ı beşeriyetin hidayeti için göndermiştir.
• Bu kitap son semavî kitap olup, Onu getiren de son Resul’dür (s.a.a).
• Eğer bu kitap tahrif olursa başka bir semavî kitap veya başka bir peygamber halka doğru yolu gösteremeyecektir. Bu surette insanlar hiçbir suçları olmadan yollarını kaybedecektir.
• Bu sapma, âlemlerin yaratıcısının dergâhına uymadığı gibi, beşeriyetin hidayeti doğrultusundaki ilahi hikmete muhaliftir.
Öyleyse Kur’an, her türlü tahriften uzaktır.[5]
İkinci delil Kur’an’ın kendisidir. Bazı âyetlerde Kur’an’ın tahriften uzak olduğunu beyan ederek şöyle buyuruyor:
“Biz Kur’an’ı indirdik ve şüphesiz biz Onu koruyacağız!”[6]
Bu âyet-i kerime, Kur’an’ın tahriften uzak olduğunu ve sonsuza kadar da uzak olacağını açıkça gösteriyor. Ayrıca zalim ve büyüklük taslayanların Ona el uzatamayacaklarını, Onu ne azaltıp ne de çoğaltamayacaklarını belirtmiştir.[7]
Akla şöyle bir sorunun gelmesi de mümkündür: Bu âyetlerin kendisinin tahrif olmadığını nereden bileceğiz? Cevabı şöyledir: Eğer bu âyet tahrif olmuş olsa, artma yönünde bir tahrif olacaktır ki hiçbir İslam bilimcisi bunu kabul etmemiştir. Hatta tahrife inananlar dahi bu âyetleri, tahrif olan âyetler zümresinde saymamışlardır. Buna ek olarak, konumuz olan âyetlerin tahrifi, tahrife inananların maksadının tersini ispatlamaktadır. Bu âyetlerin yapı ve muhteva açısından önceki âyetlerle mukayesesi de onların birbiriyle bağlantılı olduklarını, Kur’an’ın tüm mucizevî vasıflarını taşıdıklarını ve Kur’an’dan olduklarına dair en küçük bir şüphe dahi uyandırmadıklarını ortaya koyar.[8]
Üçüncü delil, Şiî ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında mütevatir olarak nakledilen Sekaleyn hadisidir.[9] Bu hadiste Kur’an ve Ehlibeyt’e sarılmak farz bilinmektedir ve Allah Resulü (s.a.a) ümmetine, Kur’an ve Ehlibeyt’e sarılmalarını ve daima o ikisine bağlı kalmalarını emretmiştir.
Peygamber’in (s.a.a) bu fermanı, mübarek kalbine nazil olan Kur’an’ın tahrife uğramadan halk arasında bulunması içindir. Zira eğer tahrif gerçekleşirse artık muteber olmaz ve hidayet edici özelliğini kaybeder. Ayrıca Kur’an’a sarılmanın manası da kalmaz. Hâlbuki Kur’an’a sarılma ve ona uyma, Sekaleyn hadisinin açık beyanıdır. Kıyamete kadar Kur’an tahrif olmayacak ve halkın arasında olacaktır.[10]
Dördüncü delil, insanları hidayet eden, yüce mertebeli Kur’an’ın beyanı hakkındaki sahih senetli birçok rivayettir. Bu rivayetler Kur’an’ın doğruluk ölçüsü olduğunu gösterir. Şu halde eğer Kur’an tahrif olmuş olsa hidayet edici rolünü taşıyamaz, düşüncelerin doğruluk ölçüsü olmaktan çıkar ve ayrıca ahkâm kuralları da Onunla anlam bulamaz.[11]
Beşinci delil Kur’an’ın tahriften korunduğuna dair birçok tarihî olaydır. Zira tahrife inananlar ya onu ilk iki halifeden bilirler ya da Osman’a nispet verirler veya hilafet döneminden sonra gelen başka insanların tahrife neden olduklarına inanırlar. Tüm bu üç iddia da temelsiz ve batıldır. Çünkü ilk iki halifenin neden olduğu birinci ihtimal çok zayıftır. Zira onların böyle bir işe kalkışmasına sebep yoktu. Peygamber’in (s.a.a) Kur’an’a karşı özel bir inayeti olmasından, onun okunmasına ve tilavetine vurgu yapmasından ve ayrıca Resul’ün (s.a.a) dostlarının Kur’an’a verdikleri ehemmiyetten dolayı Kur’an tüm Müslümanlar arasında mahfuz ediliyor, ezber yoluyla veya başka şekillerde dakik olarak korunuyordu. Tüm bu gayret ve çabalar çerçevesinde bir kelimenin bile unutulması veya yer değiştirmesi mümkün değildi. O zamanın halkı cahiliye dönemine ait şiir ve hutbelerin korunması ve kayıt altına alınması için bile gayret ve çaba göstermişken nasıl olur da uğruna canlarından ve tüm yaşamlarından vazgeçenler Kur’an’a ilgi göstermesinler ve neticesinde onun bir kısmı yok olsun?
İkinci ihtimal, yani tahrifin Osman zamanında gerçekleşmesi de kabul edilemez. Çünkü Osman zamanında İslam o kadar yayılmıştı ki bir kimsenin Kur’an’dan bir şey eksiltmesi mümkün değildi. Ayrıca eğer Osman Kur’an’ı tahrif etmiş olsaydı, bu yaptığı, onun katilleri için en güzel bahane olurdu ve onu alenen öldürmek için, ilk iki halifenin sünnetine muhalefet veya beytülmali tarumar ettiği gibi konuları öne sürmezlerdi.
Üçüncü ihtimal ise yani tahrifin halifeler döneminden sonra vuku bulması hiç kimse tarafından beyan edilmemiştir. Buna binaen tarihî şahitler de Kur’an’ın tahrifi olayını reddetmektedir.[12]
Bu nedenle böyle bir hadisin varlığı kabul edilse bile güvenilir değildir ve kabul edilemez.
[1] Mekarim Şirazî, Tefsir-i Numûne, c. 7, s. 273, 1. Baskı, Tahran, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye, 1995.
[2] Hâkim Nişaburî, Müstedrek, c. 2, s. 330, Dar’ul-Maarif, Lübnan, h.k. 1406.
[3] Mekarim Şirazî, Tefsir-i Numûne, c. 7, s. 273.
[4] Meclisî, Bihar’ul-Envar, c. 89, s. 277, Muessese-i el-Vefa, Lübnan, h.k. 1404.
[5] Cevadı Âmulî, Abdullah, Kur’an der Kur’an, s. 315, İsra, Kum, 2002.
[6] Hicr, 9. âyet.
[7] Hoî, Ebulkasım, el-Beyan fi Tefsiril-Kur’an, tercüme: Cafer Hüseynî, s. 277, Dar’us-Sakaleyn, Tahran, 2005.
[8] Neccarzadegan, Fethullah, Tahrif Napeziriyi Kur’an, s. 28, Meş’ar, Kum, 2005.
[9] Neccarzadegan, Fethullah, Tahrif Napeziriyi Kur’an, s. 29.
[10] Ebulkasım, el-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, tercüme: Cafer Hüseynî, s. 285.
[11] Neccarzadegan, Fethullah, Tahrif Napeziriyi Kur’an, s. 30.
[12] Ebulkasım, el-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, tercüme: Cafer Hüseynî, s. 180.