Nübüvvetin Felsefesi

Rate this item
(0 votes)
Nübüvvetin Felsefesi

 İlâhî dinlerin iddiası nedir, neye çağırır ve bu semavî programların mesaj getiriciliğinden ibaret olan nübüvvetin felsefesi nedir? Nübüvvet ne anlama gelir ve "biset" ile ne tür bir ilişkisi vardır?
Nübüvvet ve bisetin amaçları nelerdir? Peygamberlerin göreve başlama noktası ve çalışmalarının sonucu nedir?... Bu ve benzeri nice sorular, "nübüvvet ilkesinin" temel ve belirleyici konularından ibarettir. Bunların bilincinde olmak, sağlam ve sorumluluk doğuran bir imanı beraberinde getirir. Kur'ân-ı Kerim, kısa ve açık bir ayetinde bütün bu sorulara derin ve doyurucu cevap vermiştir.

Nübüvvet felsefesi

Zahirî hisler, gizli güdüler ve hatta bilgi ve marifet, insanı mutluluk amacına ulaştırmada yeterli değildir. İnsan, akıl hidayeti ötesinde -ki akla kılavuz olacak, yardım edecek ve güç verecek- bir hidayete muhtaçtır ve bu da "vahiy hidayeti"dir. İnsanı yaratan, onun eksikliklerini ve ihtiyaçlarını gören, dert ve dermanını bilen Allah'ın indireceği vahye muhtaçtır, insan. Bütün dinlerin ve nübüvvet felsefesinin mantığı budur.

Elçi, bu ihtiyacın gereği olarak gönderilir ve bu ihtiyacı karşılayacak programı uygular. Dikkat çekilen bu noktalar, Kur'ân'ın bazı ayetlerinde açıkça gözlemlenebilmektedir:

İnsanlar tek bir ümmetti (aynı mayaya ve benzer ihtiyaçlara sahipti). Allah müjdeci ve korkutucu olarak peygamberler gönderdi. İnsanların ayrılığa düştükleri şeylerde, aralarında dosdoğru hükmetmek üzere onlara kitap (öğreti ve yasalar mecmuası) da indirdi. Onlara bunca açık deliller geldikten sonra da yine ancak ihtirasları yüzünden tuttular da (o kitap veya cevap verilen konular hakkında) ihtilafa düştüler. Halbuki Allah inananları, onların ihtilâfa düştükleri doğru şeye, kendi izniyle muvaffak etti, gerçeğe ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru ve düz yola çıkarır.1

Tenzih eder ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde; her şeye sahip ve mutasarrıf olan, ayıplardan ve noksanlardan arı bulunan üstün ve hikmet sahibi Allah'ı. O, bir mabuttur ki Mekkeliler içinden, kendi cinslerinden bir peygamber göndermiştir; onlara ayetlerini okumaktadır ve onları tertemiz bir hâle getirmektedir ve onlara kitabı ve şeriatlerin hikmetlerini öğretmektedir ve bundan önce onlar, elbette apaçık bir sapıklık içindeydiler. Ve onlardan başkalarına ki henüz onlara katılmamışlardır ve O'dur üstün olan ve hikmet sahibi. Bu, Allah'ın lütfüdür, ihsanıdır, dilediğine verir onu ve Allah, pek büyük bir lütuf ve ihsan sahibidir.2

Nübüvvette Biset

Nübüvvet, sessizlik ve dinginlik sonrasındaki uyanış, ayağa kalkış ve canlanıştır. Bu uyanış ve canlanış, önce nebinin kendi ruh ve batınında gerçekleşir, sonra da çevresinde ve dünyada. Nebi, normalüstü sermaye ve yetenekleriyle o denli büyük ve ağır sorumluluğu yüklenmeye hazırdır. Ancak bu sermayeler bisetten önce ortaya çıkmaz ve nebi de aynen diğer bireyler gibi toplumun normal seyrinde çalışmakla ve çaba sarf etmekle meşguldür.

İlâhî vahyin inişi, nebide bir değişim, bir uyanış ve bir devrim oluşturur; ruhunda bir canlanış sağlar. Böylece nebinin biseti gerçekleşir...

Duhâ Suresi'nin ümit verici ayetleri, yüce Peygamber'in (s.a.a) ruh ve canında oluşan bu canlanışını şöyle betimlemektedir: Andolsun kuşluğa. Ve geceye, karanlığı basınca. Rabbin, seni ne terketti, ne de darıldı sana. Ve elbette ahiret, önceki dünyadan da hayırlıdır sana. Ve elbette yakında Rabbin, öyle şeyler verecek ki sana, sonucu razı olacaksın. Seni bir yetim olarak bulup da yer-yurt vermedi mi sana? Ve seni, yol yitirmiş bulup da yol göstermedi mi sana? Ve seni yoksul bulup da zenginlik vermedi mi sana?3

Yüce İslâm Peygamberi'nin (s.a.a) cisim ve sinirlerinde bile hissedilir etkileri olan- bu batınî canlanış, Alak Suresi kapsamında inen vahyin ilk nağmeleriyle başlamıştır: Oku Rabbinin adıyla ki bütün mahlukatı yarattı. İnsanı da bir parça kan pıhtısından var etti. Oku ve Rabbin, pek büyük bir kerem sahibidir. Öyle bir Rab ki kalemle öğretmiştir. İnsana bilmediğini belletmiştir. İş öyle değil, şüphe yok ki insan, azar elbette. Kendini ihtiyacı yok görürse. Şüphe yok ki dönüş, Rabbinin tapısına.4

Necm Suresi'nin ritmik, zarif ve gönül okşayan ayetleri de, yüce İslâm Peygamberi'nin (s.a.a) iç dünyasında oluşan bu değişim ve uyanışa değinmektedir: Andolsun yıldıza, inerken. Arkadaşınız, gerçekten ne saptı, ne ayrıldı. Ve kendi dileğiyle söz de söylemedi. Sözü, ancak vahyedilen şeyden ibaret. Ona öğretti kuvvetleri çok çetin. Kuvvetli biri; sonra doğruldu. Ve o, en yüce tanyerindeydi. Sonra yaklaştı, yakınlaştı (veya yaklaştı ve bağlandı, tutundu). İki yay kadar kaldı araları, yahut daha da yakın. Derken kuluna vahyetti, ne vahyettiyse. Gönlü, gördüğünü yalanlamadı. Hâlâ münakaşa mı edersiniz gördüğü şeyleri?5

İşte bu batınî uyanış ve canlanıştan sonra nebinin yolu değişir; çalışması başka bir renge bürünür; insanların yaşam merkezi olan toplumda kökten bir değişim ve uyanış gerçekleştirme yönünde sürekli olarak çalışır ve didinir. "Risalet sorumluluğu" da işte bundan ibarettir.

Nübüvvetten Kaynaklanan Sosyal Uyanış

Nebi, sosyal düzensizlik ve yozlaşma ortamında beşerî topluma insanî ve aynı zamanda da fıtrata uygun ve yetkinlik sağlayan düzen ve disiplin kazandırmak, yani "batılı" "hakka" döndürmek için ortaya çıkar.

Dünyanın doğa ve yapısıyla uyumlu bir yapıda olan beşerin, yetkinlik yolundan ibaret olan doğal ve yaratılışsal yoluna girebilmesi, yaratılışsal düzeninin dünya ve insanın yapısından esinlenen yatakta yer almasına ve de ruh ve beden yapısına uygun olan yasalar (hak) ile yönetilmesine bağlıdır. İnsan, işte ancak bu durumda doğal seyriyle kendisi için takdir edilen yücelme ve yetkinlik kazanma yönünde ilerleyecektir.

Bilgisizlik ve garez, tarih boyunca insanlık yolunu saptırarak ve insanı, insanî olmayan düzenlere zorlayarak bu yaratılışsal yoldan çıkarmıştır (batıla yönlendirmiştir). Nebiler, insanı fıtrî yoluna döndürmek için gelmişlerdir.

Bu açıklamalardan elde edilen şudur: Nebi, kendi döneminin cahilî ve sapkın toplumunda köklü ve her yönlü bir değişim gerçekleştirmeli ve yanlış sosyal düzeni, doğru ve hak düzenle değiştirmelidir. Nebinin görevlendirilişinden sonra toplumda gerçekleşen uyanış da işte budur.

İşte bu büyük uyanış sonucunda cahilî ayin, gelenek, program ve yasalar çöker ve onun yerine doğru ayin, program ve düzen -yüce Allah'ın dini- kurulur.

Kasas Suresi'nin ilk ayetleri üzerinde düşünecek olsak, Firavun'un insanlığa aykırı düzeninin ve buna karşılık olarak da onun yerine geçmesi gereken Musa'nın ilâhî ve fıtrî düzeninin ana hatlarını ve konuyla ilgili Allah'ın yasasını açıkça göreceğiz: Bunlardır gerçekle batılı açıklayan kitabın ayetleri. Musa'ya ve Firavun'a ait haberlerden bir kısmını, gerçek olarak, inanan topluluğa bildirmen için okumaktayız sana. Şüphe yok ki Firavun, yeryüzünde yücelmişti ve halkını bölük-bölük etmişti ve onlardan bir topluluğu zayıf bir hâle getirmede, oğullarını kesmede, kadınlarını bırakmadaydı; hiç şüphe yok ki o, bozgunculardandı (fıtratı, yaşamı ve dünyayı karartanlardandı). Ve bizse yeryüzünde zayıf bir hâle getirilmesi istenenlere lutfetmeyi ve onları, halka rehber (yönetici) kılmayı ve onları (yönetim ve güce) mirasçı kılmayı dilemedeydik. İstiyorduk ki onları yeryüzünde yerleştirip kuvvetlendirelim ve Firavun'la Haman'a ve askerlerine de, onlardan çekindikleri şeyleri gösterelim.6

Kur'ân-ı Kerim'in (Tevbe, Fetih ve Saff Surelerindeki) ayetlerinde de Allah'ın dininin diğer bütün din ve ayinlere galip gelmesi, cahilî düzenin ortadan kalkıp yerine ilâhî düzenin oturması gerektiği tekrar edilmiştir: Ve Müslümanlığa çağrıldığı hâlde yalan yere Allah'a iftira edenden daha zalim kimdir ki? Ve Allah, zalim topluluğu doğru yola sevketmez. Allah nurunu, ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler ve Allah'sa (insanların yaşam çevresinde) nurunu tamamlayacaktır ve isterse kâfirler istemesinler. O, bir mabuttur ki Peygamberini, (tevhide dayalı düzenin egemenliğinden zarar gören) müşrikler istemese de dini, bütün dinlere (tevhidî düzeni cahilî düzene galip gelsin) üst olsun diye doğru yolla ve gerçek dinle göndermiştir.7

Nübüvvetin Hedefleri

Nebinin toplum gerçeğinde bir uyanış gerçekleştirdiğini ve toplumda var olan cahilî temellerin tümünü ortadan kaldırdığını öğrenmiş olduk. Şimdi şu soruyu yöneltiyoruz: Nebi, hangi hedef uğrunda bunu yapar?

Nebilerin en yüce ve en üstün hedefi, insanları alçaklıklardan ve çirkefliklerden kurtarıp yeteneklerini ortaya çıkarmakla onları insanî yüceliş ve olgunluğun zirvesine taşımaktır. İnsan iyilik ve faziletten oluşan zengin sermayelerle yaratılmıştır, ancak insan doğru bir eğitim mecrasında bulunmakla bu sermayeleri ortaya çıkarabilir ve kendini de daha yetkin kılabilir. Sonuç itibariyle peygamberlerin gönderiliş amacı, bu eğitimi gerçekleştirmektir. Kur'ân-ı Kerim bu eğitim tarzını "tezkiye" ve "talim" tabirleriyle ifade etmiştir. İnsan, peygamberlerin doğru eğitimi sayesinde nefsini tezkiye edip arınarak yaratılışın nihaî gayesine ulaşır. İnsan, varlığına işlenen doğal nimetlerden yararlanabilmek ve yücelebilmek için hangi yolu izlemelidir?

Bu soruya verilen farklı cevaplar arasında bulunan peygamberlerin cevabı, insanın sağlıklı, elverişli ve doğal yapısına uygun bir çevrenin hazırlanmasıdır. Sözü edilen bu çevre, "adil, ilâhî, tevhidî toplum"dan ibarettir. Böyle bir toplumda ve bu topluma uygun atmosferde bulunan insanın fıtrî gaye ve maksadı yönündeki hareketi hız ve kolaylık kazanacak ve insan, doğal hızıyla doğru ve yüceliş sağlayan yolda ilerleyecektir.

Buna göre peygamberler ve vahiyle seçilenler, nihaî amaca ulaşmak için öncelikli ve kısa vadeli bir hedefi takip ederler ve bu da "tevhidî ve İslâmî toplum ve düzen oluşturmaktır". Bu toplum adalete, tevhide, insanın değerine... kurulu; zulüm, şirk, hurafe, bilgisizlik ve de insanı alçaltıcı her şeyden arınmış bir toplumdur. Kur'ân'ın bazı ayetleri üzerinde dikkatlice durmak ve düşünmekle bu gerçeklere ulaşabiliriz: Andolsun ki biz, peygamberlerimizi, apaçık delillerle gönderdik ve onlarla beraber de kitap ve terazi indirdik, insanlar adaletli yaşamı (adalet ve eşitlik çevresini) dikeltsinler diye ve demiri (yönetim gücü ve de asil ve muteber değerleri savunma vesilesini) de indirdik ki onda çetin bir azap var ve insanlara faydalar; ve bu da, Allah'ın kendisine ve peygamberlerine, henüz tapısına varmadan yardım edenleri bildirmesi için; şüphe yok ki Allah, üstündür ve pek kuvvetlidir.8

 (Rabbimiz!) Şu dünyada da iyilikler ver bize, ahirette de ve şüphesiz ki sana yöneldik biz. Tanrı, dilediğimi azabıma uğratırım dedi, fakat rahmetim, her şeyi kaplamıştır da çekinenleri, zekât verenleri ve ayetlerime inananları rahmetime mazhar ederim. Onlar, öyle kişilerdir ki ellerindeki Tevrat'ta ve İncil'de de yazılmış olarak bulacakları şeriat sahibi ümmî peygambere uyarlar ve o, onlara iyiliği emreder, kötülükten nehy eder onları ve temiz (insanî fıtrata uygun) şeyleri onlara helâl etmededir, pis ve kötü şeyleri haram etmede. Sırtlarındaki ağır yükleri indirmededir, bağlandıkları (kol, ayak ve boyunlarına vurulan) zincirleri kırmada. Artık ona inananlar, onu ululayanlar, ona yardım edenler ve ona indirilen ışığa uyanlardır kurtulanlar, muratlarına erenler.9


-----------------------------------------
     1-    Bakara, 213
     2-    Cum'a, 1-4
     3-    Duhâ, 1-8
     4- Alak, 1-8
     5- Necm, 1-12
     6- Kasas, 2-6
     7- Saff, 7-9
     8- Hadid, 25
     9- Araf, 156-157

Read 403 times