Imam Hamenei
Bismillahirrahmanirrahim
Hz. Mehdi’nin (a.f) Kıyam ve Zuhuruna İnanmak
Hz. Mehdi’nin (a.f) kıyamına inanmak ve tarihin bir döneminde bu kıyamın gerçekleşeceğini kabullenmek Şia’ya özgü bir inanç değildir. Şii’siyle Sünni’siyle bütün Müslümanlar bu gerçeğe inanırlar, hatta Müslüman olmayanlar da bir şekilde bu inancı taşırlar. Ancak Şia’nın bu konudaki ayrıcalığı şudur: İnsanlığı kurtaracak olan bu şahsiyeti ismi ve özellikleriyle tanıyor ve onun ilahi emri almaya sürekli hazır olduğuna inanıyor. Âlemlerin Rabbi ne zaman emrederse, o, insanlığı ve tarihi değiştirecek olan o büyük kıyamı başlatmaya hazırdır.
Mehdilik İnancının En Belirgin Şiarı Adalettir
Biliyorsunuz ki, mehdilik inancının en belirgin şiarı adalettir. Örneğin: Nudbe duasında onun vasıflarının saymaya başlarken pak ailesine ve değerli dedelerine olan nispet ve bağını dile getirdikten sonra ilk dile getirdiğimiz cümle şudur: “Nerdedir zalimlerin kökünü kazımak için hazırlanan? Nerdedir eğriliği düzeltmesi beklenen? Nerdedir haksızlık ve tecavüzü yok etmesi ümit edilen?” Yani insanlığın kalbi, o kurtarıcının gelip bu haksızlıkları ortadan kaldırması ve eskiden beri tarihin her döneminde var olan ve şimdi de şiddetle devam eden bu zulüm sarayını yıkıp zalimleri kendi yerine oturtacak şahsiyet için atmaktadır. İşte vaat edilen Mehdi’yi bekleyenlerin onun kıyamından ilk beklentileri bundan ibarettir. Yine Âl-i Yâsîn ziyaretinde onun özellikleri sayılırken en belirgin özelliklerinden biri şu cümle ile ifade ediliyor: “O, yeryüzünü haksızlık ve zulümle dolduğu gibi adalet ve eşitlikle dolduracaktır.” Evet, beklenen şundan ibarettir. O, bir bölgeyi değil, bütün alemi adaletle doldurup eşitliği her yerde yerleştirecektir. Hz. Mehdi (a.f) hakkındaki hadislerde de bu gerçek ifade edilmiştir. Buna göre Hz. Mehdi’yi (a.f) bekleyenlerin bekleyişi, ilk etapta adaletin yerleşmesini ve adaletin hâkimiyetini bekleyişten ibarettir. İnsanlığın günümüzde en büyük sorunu işte bu adaletsizlik meselesidir. Zulüm teşkilatları dünya genelinde sürekli çeşitli şekillerde insanlara zulmetmiş, insanları baskı altına alıp onları kendi tabii haklarından mahrum bırakmışlardır; ama bu acı gerçek günümüzde tarihin her döneminden daha fazla mevcuttur. İnsanlar, bütün bunların ortadan kaldırılmasını Hz. Mehdi’nin (a.f) kıyamında beklemektedirler. Buna göre, Hz. Mehdi’ye (a.f) inanmak gerçekte adaleti istemektir.
Zulüm Saraylarının Yıkılışı Kesindir
Bu mevzudan alacağımız ilk pratik ders, dünya genelinde zulüm sarayının yıkılışının değil mümkün, kesin oluşudur. Bugün toplumların dünyaya egemen olan zulüm karşısında bir şey yapamayacaklarına inanmamaları önemli bir konudur. Günümüzde dünyanın siyasi önderlerine uluslararası güç odaklarının zulmünden ve dünyaya egemen olan uluslararası zulüm sisteminden -ki bu zulüm, istikbarın önderliğinde bütün dünyaya yayılmıştır- söz ettiğimizde, onlar, evet diyorlar, sizin dediğiniz doğrudur, gerçekten onlar zulmediyorlar; ama elden gelen bir şey de yoktur. İşte dünyanın işlerinin önemli bir bölümünü ellerinde bulunduran bu seçkin insanlardan büyük bir kesim umutsuzluk ve yese tutsak olmuşlardır. Bu ümitsizliği kendi milletlerine de aşılamaktadırlar.
Onlar dünyada varolan bu zalimane ve şeytanî planı değiştirmek konusunda kendi halklarını ümitsizliğe düşürüyorlar. Açıktır ki, ümitsiz insanlar reform ve ıslah yolunda hiç bir harekette bulunmazlar. İnsanı çaba ve harekete sevkeden ümit gücü ve nurudur. Hz. Mehdi’ye (a.f) inanmak kalpleri ümit nuruyla doldurur. Bizler Hz. Mehdi’nin (a.f) zuhuruyla gerçekleşecek kesin bir geleceğe inanıyoruz ve bize göre seçkinlerden birçoğunun yakalandığı bu ümitsizlik anlamsızdır. Biz hayır, diyoruz; elbette dünyanın siyasi planını değiştirmek ve zulüm odaklarını yıkmak mümkündür ve bu mümkün olmakla kalmayıp, kesinlikle gerçekleşecektir. Günümüz dünyasındaki zulüm esasına dayanan şeytanî planı değiştirmenin mümkün olduğuna inanan bir millet cesaret kazanır, zalimlerin sürekli egemen olmalarının mukadder kılınmadığını anlar.
Adalet, Öğüt ve Nasihatle Gerçekleşmez
Mehdilik inancının ve Şa’ban ayının on beşinde düzenlenen törenlerin bize vermesi gereken diğer bir ders de şudur: Beklediğimiz adalet, dünya genelinde gerçekleşecek olan Hz. Mehdi’nin (a.f) adaleti öğüt ve nasihatle gerçekleşmez. Yani, Hz. Mehdi (a.f) gelip de dünyadaki zalimleri zulüm etmeyin, sömürge ve sultacılıktan vazgeçin diye nasihat etmeyecektir. Nasihat diliyle dünyanın hiç bir yerinde adalet egemen olmaz. Peygamberlerin varisi olan Hz. Mehdi’nin (a.f) dünya genelinde gerçekleştireceği adalet ve diğer insanlar tarafından dünyanın bazı yörelerinde gerçekleştirilen adalet adil, salih, adalet yanlısı insanların zorbalara karşı güç toplayıp zor diliyle konuşmalarıyla müyesser olur. Zalimane güçleriyle sarhoş olan kimselerle nasihat diliyle konuşulmaz. Onlarla güçle konuşulur; peygamberlerin davetlerinin başlangıcı nasihat diliyledir; ancak onlar, kendilerine taraftar toplayıp onları donattıktan sonra tevhit ve insanlık düşmanlarıyla zor diliyle konuşmuşlardır.
Adalet Yanlıları Kendilerini Güçle Donatmalıdırlar
Görüyorsunuz ki, Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de adaletten bahsediyor ve buyuruyor ki:“Allah peygamberleri insanların adaleti egemen kılmaları için gönderdi” Hemen sonra buyuruyor ki: “Biz şiddetli bir gücü ve insanlara menfaati olan demiri indirdik.” Yani peygamberler davet diliyle konuştukları gibi silahlarla donanmış, zorbacılar ve güç sahipleriyle mücadele etmişlerdir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Medine’ye gelip İslam düzenini kurduktan sonra Kur’an’ın ayetlerini halka okuyor, onları düşmanlara da duyuruyordu; fakat bununla yetirmiyordu. Adalet taraftarları zorbacıların ve insanların haklarına tecavüz edenlerin karşısında güçle donanmaktadırlar. Görüyorsunuz ki, İslam nizamı kurulduğundan bu yana, yani İslam ve büyük bir milletin, büyük bir ülke ve devletin imkânlarıyla donanmasından itibaren İslam düşmanları -dünyadaki- İslam hareketini ciddiye aldılar ve İslam taraftarları da dünyanın çeşitli yörelerinde ümit kazandılar. Nice peygamberler mukaddes cihad ve mücadele yolunda hareket etmişlerdir. Kur’an şöyle buyuruyor: “Nice peygamberler var ki, onlarla birlikte kendilerini Allah’a adamış insanlar savaştılar.”
Hazrete Mehdi’ye (a.f) Asker Olmak Kolay Bir İş Değildir
Mehdilik inancı ve 15 Şa’ban ayı törenlerinden almamız gereken bir ders de şudur: Hz. Mehdi’ye (a.f) inanmak bir idealdir; bunda bir şüphe yoktur, ancak, konuyu sadece bu yönüyle, ideal olmak yönüyle ele almamalıyız. Yani sadece kalpte ve dilde ifade edilen bir arzu veya bir tören olarak ortaya konan bir ideal olarak görmemeliyiz. Evet, bu bir idealdir. Ancak gerisinde pratik ve amel de olmalıdır. Hz. Mehdi’nin (a.f) kıyamını beklemek oturup ağlamak değildir. Bekleyişin anlamı, kendimizi Hz. Mehdi’nin (a.f) askeri olmak için hazırlamaktır. Hz. Mehdinin askeri olmak kolay bir iş değildir. Uluslararası bütün güç ve fesat odaklarıyla mücadele edecek olan büyük bir kurtarıcının askeri olmak kendini yetiştirmeği ve gerekli bilince sahip olmayı gerektirir. Bazıları bu inancı kendilerini ve diğerlerini uyuşturmak için kullanıyorlar; bu yanlıştır. Biz, “Hz. Mehdi (a.f) gelecek ve dünyayı adaletle dolduracak; artık bugün bizim bir vazifemiz yoktur” diye düşünmemeliyiz; aksine bizler o yönde, o istikamette çaba göstermek ve hazretin zuhuru için kendimizi hazırlamakla görevliyiz. Duymuşsunuzdur; geçmişte Hz. Mehdi’yi (a.f) bekleyen bazı kimseler onun yardımcısı olarak savaşmak için sürekli yanlarında silah taşıyorlardı. Bu bir sembolik iştir. Manası şudur: İnsan düşüncesi ve pratikte kendisini yetiştirmeli, çaba ve mücadele meydanlarında faaliyet göstermek için hazır olmalıdır. Hz. Mehdi’ye (a.f) inanmak inzivaya çekilmek anlamına gelmez. Köşe ve bucakta bazı sapık akımlar Hz. Mehdi (a.f) gelip de durumları düzeltecektir; artık biz ne düşer, bizim bir çaba göstermemize ne gerek var? diye propaganda yapıyorlar. Bu aynen, karanlık gecede olan bir insanın yarın güneş doğacak ve bütün alemi aydınlatacak diye gece lamba yakmamasına benzer. Yarının güneşinin bizim bugünkü durumumuzla bir ilgisi yoktur. Bugün biz dünyanın bir köşesinde zulüm, haksızlık ve zorbalık görüyorsak, bilmeliyiz ki Hz. Mehdi’nin (a.f) de mücadele edeceği şeyler bunlardır. Eğer biz Hz. Mehdi’nin (a.f) askeriysek kendimizi bunlarla mücadele etmek için hazırlamalıyız.
Hz. Mehdi’yi (a.f) Bekleyenler Salih Kişiler Olmalıdırlar
Hz. Mehdi’yi (a.f) bekleyen kimselerin en büyük vazifesi kendilerini manevî, ahlakî ve amelî yönden yetiştirmek, mümin kardeşleriyle dinî, itikadî ve duygusal ilişkiler kurmak ve zorbalara karşı mücadele etmek için kendilerini hazırlamaktır. Mukaddes savunma döneminde bu savunmanın saflarında iştiyakla yer alan kimseler gerçek bekleyiciler idiler. İslami bir ülke düşmanın tehdidine maruz kaldığında İslami değerleri ve İslam’ın bayrağını müdafaaya hazır olan kimseler zamanın imamı Hz. Mehdi (a.f) gelince de onun arkasında yer alarak tehlikeli meydanlarda adım atacaklarını iddia edebilirler ama, zorluk, sapıklık ve dünyanın cazibeleri karşısında kendilerini kaybedenler, şahsı çıkarları için bu çıkarları tehlikeye düşürecek bir hareketi yapmaktan çekinenler kendilerini nasıl Hz. Mehdi’yi (a.f) bekleyenler olarak görebilirler?! O büyük ıslahçıyı bekleyen kimseler kendilerinde ıslah olma zeminini oluşturmalı ve ıslahın gerçekleşmesi için direniş gösterebilecek bir seviyeye gelmelidirler.
Hz. Mehdi’nin (a.f) Devleti Halka Dayalı Bir Devlettir
Diğer önemli bir ders de şudur: Ruhumuz fedası Hz. Mehdi’nin (a.f) kuracağı devlet, gerçek anlamda halka dayalı bir devlettir. Halka dayalı olmanın anlamı nedir? Anlamı insanların imanlarına, iradelerine, güç ve pazılarına dayalı olmasıdır. Hz. Mehdi (a.f) yalnız başına dünyayı adaletle dolduracak değildir. O, mümin insanların yardımıyla ve onlara dayanarak bütün aleme ilahi adalet köşkünü kuracak ve yüzde yüz halka dayalı bir devlet oluşturacaktır. O devlet günümüz dünyasında varolan ve demokratik ve halkçı olduğunu iddia eden devletlerle tamamen farklıdır. Günümüz dünyasında demokratik ve halkçı adıyla bilinen devletler yeni elbiseler giydirilmiş eski diktatörlüklerdir. Yani gurupların ve partilerin diktatörlüğüdür. Eğer rekabet de varsa bu gruplar ve partiler arasındaki bir rekabettir. Bu arada halkın bir fonksiyonu yoktur. Bir grup iş başına geçip elde ettiği siyasi güç sayesinde ülkenin bütün işlerini ele geçiriyor ve gücünü kötüye kullanarak para ve servet biriktiriyor ve bunları tekrar güce gelmek için harcıyor. Günümüz dünyasının demokrasileri yalan propagandaya, kalpleri ve gözleri avutmaya dayalıdır. Bugün dünyanın her yerinde demokrasi sloganı atılmaktadır. Görüyorsunuz ki, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği için propaganda alanında neler yapıyorlar ve nasıl paralar harcıyorlar?! İşte demokrasi para gücünün pençesinde tutsaktır. Hz. Mehdi’nin (a.f) kuracağı halka dayalı devlet, yani dinî halkçılık günümüzdeki bu yöntemlerden tamamen farklıdır.
Hz. Mehdi (a.f), İlahi Davetçilerin Devamı
Diğer bir noktada şudur ki, Hz. Mehdi’nin (a.f) mukaddes varlığı, tarihin başlangıcından günümüze kadar ilahi davetçilerin devamıdır. Nitekim Nudbe duasında şöyle diyorsunuz: “O ilahi hüccetlerden bazısını cennetine yerleştirdin.” Bundan maksat, Hz. Adem’dir; bu görevi taşıyan büyük peygamberler sayıldıktan sonra da şöyle deniyor: “Tâ ki, bu görev Hatemu’l-Enbiya Hz. Resulullah’a (s.a.a) yetişti ve sonra onun vasisi ve Ehl-i Beyti’ne.” Tâ ki, sıra Hz. Mehdi’ye (a.f) geliyor. Bu, birbirine bağlı ve birbiriyle ilişkili insanlık tarihindeki bir zincirden ibarettir. Bunun manası şudur: Peygamberlerin o büyük hareketi ve peygamberler vasıtasıyla yürütülen o ilahi davet hiç bir noktada sekte ve durgunluğa uğramamıştır. İnsanlık, peygambere ve ilahi davete, ilahi davetçilere sürekli ihtiyaç duyuştur. Bu ihtiyaç bugün de devam etmektedir. İnsanlar zaman geçtikçe peygamberlerin öğretisine daha yakın olmuştur. Bugün insanlık camiası fikir, uygarlık ve bilim alanındaki ilerlemesi sayesinde onlarca asır öncesinde insanlık için kavranması güç olan peygamberlerin birçok öğretisini kavrayabiliyor. Bugün adalet, hürriyet ve hümanizm gibi günümüz dünyasında yaygın olan konular peygamberler tarafından insanlığa sunulan mevzulardır. O gün halkın geneli ve kamuoyu bu kavramları idrak edemiyordu; peygamberlerin peş peşe gelişleri ve onların davetlerinin yayılması, bu düşünceleri insanların kafalarına yerleştirdi, kuşaktan kuşağa geçerek onların fıtratına, kalplerine ve ruhlarına işledi. İşte o ilahî davetçilerin zinciri bugün de kesilmiş değildir Hz. Mehdi’nin (a.f) mukaddes varlığı o ilahi davetçilerin zincirinin bir halkası ve devamını oluşturmaktadır. Âl-i Yâsîn ziyaretinde şöyle okuyoruz: “Selam olsun sana ey Allah’ın davetçisi.” Yani, siz bugün Hz. Mehdi’nin (a.f) varlığında İbrahim (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve bütün peygamberlerin, bütün ilahi ıslahçıların ve son Peygamber’in davetini canlandıran ve sürdüren bir halka olara görüyorsunuz. Bu imam onların tümünün mirasçısı ve onların taşıdığı davet ve bayrağın taşıyıcısıdır ve dünyayı peygamberlerin zaman ve tarih boyunca getirip insanlığa sundukları öğretilere çağırmaktadır. İşte bu önemli bir konudur.
Kurtuluşu Beklemenin Çeşitliği Örnekleri
Mehdilik inancında diğer bir noktada kurtuluşu beklemek konusudur. Kurtuluşu beklemek çok geniş ve kapsamlı bir kavramdır. Bir bekleyiş son kurtuluşu bekleyişle ilgilidir; yani insan yeryüzünde tağutların egemen olup yağmacılık yaptıklarını ve hiç bir engel tanımadan insanların hakkına tecavüz ettiklerini görüyorsa, “Artık dünyanın takdiri bundan ibarettir, artık bir çare yoktur ve bu durumu kabul etmek gerekir” diye düşünmemelidir. Hayır; bilmelidir ki, bu durum geçicidir bu evrene ve bu evrenin doğasına ait olan gerçek adaletin yerleşeceğidir. Mutlaka o gelecektir. İçinde bulunduğumuz ve insanlığın çeşitli zulüm ve işkencelere duçar olduğu bu dönem kurtuluşu beklemenin örneklerinden biri sayılır; ancak kurtuluşu beklemenin diğer örnekleri ve mısdakları da vardır. Bize “kurtuluşu bekleyin” denildiğinde, bunun anlamı sadece son kurtuluşu bekleyin demek değildir. Onun diğer bir anlamı da şudur: Her çıkmazın mutlaka bir çözümü vardır. Müslüman, Hz. Mehdi’nin (a.f) gelişini beklemekle şu dersi alır: İnsanın hayatında, çözülmesi mümkün olmayan, insanı ümitsizliğe sevk eden ve “Artık bir şey yapmak mümkün değildir” dedirtecek hiçbir çıkmaz yoktur. İnsanın hayatının son döneminde bütün bu zulüm ve haksızlıklara rağmen kurtuluş güneşi doğacaksa, demek ki günlük hayatın çıkmazlarında da bir kurtuluş, bir çare beklenmelidir. İşte bu bütün insanlara bir ümit dersidir. Bu, bütün insanların Hz. Mehdi’yi (a.f) beklemekten alabilecekleri bir derstir. Bu yüzden kurtuluşu beklemek bütün amellerden daha faziletli bilinmiştir. Kurtuluşu beklemenin amellerin en faziletlisi bilinmesinden, Hz. Mehdi’nin (a.f) geleceğini beklemenin bir amel ve bir çaba olduğu, hareketsizlik olmadığı anlaşılıyor. Kurtuluşu beklemek bir kenara çekilip kendiliğinden bir şeyin olmasını beklemek anlamına gelmez. Kurtuluşu beklemek bir çabadır; kendini hazırlamak, içteki saikleri güçlendirmek ve her alanda hareketlilik ve canlılıktır. Gerçekte Hz. Mehdi’nin (a.f) gelmesini ve kurtuluşu beklemek şu Kur’an ayetlerinin tefsiri sayılır; Kur’an buyuruyor ki: “Ve biz yeryüzünde zayıf düşürülen kimselere minnette bulunup onları önderler kılmayı ve onları yeryüzünün mirasçılar kılmayı diliyoruz.” Yine buyuruyor ki: “Yeryüzü Allah’ındır onu kullarından dilediğine miras bırakır ve sonuç takvalılara aittir.” Yani milletler asla kurtuluştan ümitlerini kesmemelidirler.
Hz. Mehdi (a.f) İşlerimizden Haberdardır
Mehdilik konusunda diğer bir nokta da şundan ibarettir: Biz, Hz. Mehdi (a.f) -ruhumuz ona feda olsun- bizim işlerimize vakıf olduğuna, onları kontrol ettiğine ve amellerimizin ona sunulduğuna inanıyoruz. İster manevî ibadet ve marifet meydanında, ister çaba ve hareket meydanında, ister mücadele ve siyaset alanında, ister gerektiğinde cihat meydanında olsun, çeşitli alanlarda bu şekilde ihlasla çaba gösteren bu mümin gençlerimiz gerçekte Hz. Mehdi’yi (a.f) sevindirmektedirler. Kendi ülkelerinin yönetimini ve ilerlemesini denetleyen, bu alanda karar veren, girişimde bulunan, çeşitli sahalarda hazır olan ve diğerlerinin onların yerine, onlar adına kara vermelerine müsaade etmeyen, istikbar ve sömürgeci güçlerin içteki uzantılarının onların takdirlerini belirlemesine meydan vermeyen Müslüman halkımız Hz. Mehdi’yi (a.f) sevindirmektedir. Hz. Mehdi işlere vakıftır ve görüyor.
Mehdilik İnancı Kalbi Güçlendirir
Diğer bir noktada şundan ibarettir. Hz. Mehdi’ye (a.f) inanan bir toplum korkmaz ve kalbi güçlü olur. Kalpteki bu güç milletler için çok önemlidir. Şunu bilin ki, sömürgecilerin İslam ülkelerine musallat olup egemenlik kurmaları milletlerin kalbine korku düşürmelerinden sonra gerçekleşti. Müslümanlar onlara karşı güçsüzlük ve zaaf hissettiler, korkmaya başladılar; bunun üzerine onlar gelip Müslümanlara egemenlik kurdular; musallat oldular. Bugün de böyledir. Bizler dünyanın siyasi ve diplomatik ilişkilerinde açıkça görüyoruz ki, istikbarın en önemli tuzak ve hilelerinden biri ülkelerin, özellikle Müslüman ülkelerin yöneticilerinin kalbine korku düşürmektir. Onlarda, bir dayanaklarının olmadığı düşüncesini oluşturmaktır. Böylece onlar korkuya kapılıp örneğin Amerika’nın emrine girmekten başka bir çarelerinin olmadığını sanıyorlar. Filistin halkı onlarca yıl susmuştu ve bir hareket göstermiyordu; çünkü bir şey yapacak durumda olmadığını sanıyordu. Ancak Filistin milletinde bir şey yapabileceği düşüncesi uyandığında kıyam etti ve bu kıyamla da bunca başarılar kazandı. Elbette bir takım sıkıntı ve acılara da maruz kalıyor; ama ilerliyor. Evet; bir millet için korku hissi çok tehlikeli bir duygudur; öldürücü zehir gibidir. Mehdilik inancını taşımanın bereketlerinden biri, insanın güven kazanması, korkmaması ve kendini güçlü hissetmesidir.
Hz. Mehdi (a.f) İlahî Adaletin Mazharı
İlahi adaletin mazharı zamanın imamı olan Hz. Mehdi’dir (a.f). Biliyoruz ki, dualarda, ziyaret dualarında ve hadislerde de açıklandığı üzere Hz. Mehdi’nin (a.f) en önemli özelliği adalettir; çünkü o yeryüzünü adalet ve eşitlikle dolduracaktır. Biz toplumumuzu adalet toplumu yapmalıyız. Bir toplumun oluşumunda adalet her şeyden daha önemlidir. Adalet haklarda, hadlerde ve yargılarda bir ayrıcalığın olmayışı anlamındadır. Adalet mahrum ve zayıf insanlara yardım manasındadır. Adalet, yani ülkenin programları ve genel hareketinin ezilmişlerin hayatını temin etmek yönünde olmasıdır. Adaletin anlamı, tağut döneminin ağır baskı ve egemenliği altında haklarından mahrum kalan insanların haklarına ulaşmasıdır. Adalet, bazı kimselerin kendilerine özel hak ve ayrıcalık tanımamaları anlamındadır. Adalet, insan haklarının toplumsal ve genel hakların ve ilahî hadlerin eşit şekilde halka uygulanmasıdır.
Hz. Mehdi İnsanlığın Ümit Kaynağı
Hz. Mehdi (a.s) -ruhumuz ona feda olsun- insanlığın ümit kaynağıdır. Eğer insanın kalbinde ümit olursa ona göre güçlülerin bu hegemonyası boş ve kof olur. Onların uluslararası alanlardaki rolleri alay edilecek hafif işlere dönüşür. Doğrusu da budur. Güçlülerin yaygaraları ve güçlüler suyun üzerindeki köpüğe benzerler. Gerçek ve hakkın sürekli ve asıl akıntısı karşısında dayanamaz, yok olup giderler.
Hz. Mehdi’nin (a.f) Varlığı Bereket Kaynağıdır
Değerli gençler! Yeryüzünde Allah’ın hüccetti, zamanın sahibi ve mutlak velisi olarak Allah’ın lütfü ve iradesiyle ışık saçan güneşlerden biri de Hz. Mehdi’dir (a.f). Onun varlığı ve nurları bugün de insanlığa ulaşmaktadır. Bugün de insanlık bütün eksikleri, sapıklıkları ve kusurlarına rağmen bu manevî güneşten ve Ehl-i Beyt’in aramızda bâki olan simasından yaralanıyor. Bugün, ruhumuz feda Hz. Mehdi’nin (a.f) mukaddes varlığı insanlar arasında bereket, ilim, aydınlık, güzellik ve bütün hayırların kaynağıdır. Karanlık ve değersiz gözlerimiz o ilahi ve nurlu çehreyi yakından göremiyorsa da kuşkusuz o, ışık veren bir güneşe benzer ve kalplerle, ruhlarla, batınlarla irtibat halindedir. Marifet sahibi olan bir insan için Allah’ın velisinin, hak imamın, Allah’ın seçkin kulunun, ilahî hilafetin yeryüzündeki muhatabı olan kişinin kendisiyle birlikte olduğunu, kendisinin yanında bulunduğunu, kendisini gördüğünü ve onunla manevî bir ilişki içerisinde olduğunu hissetmesinden daha büyük bir nimet olmaz. Bütün insanlığın istek ve arzusu öyle yüce bir varlığın bereketlerinden yaralanmaktır. Ruhlarımız onun ayaklarının toprağına feda olsun Hz. Mehdi’nin (a.f) doğum günü gerçekte bütün pâk ve temiz insanların bayramıdır. Bugünde sadece zulmün temellerini oluşturanlar, azgınlarla ve âlemdeki zalimlerin taraftarları sevinmezler, yoksa hangi insan, hangi hürriyet sever adaletin yayılmasından, hak bayrağının dünyanın dört bir yanında dalgalanmasından mutlu olmaz ve bunu arzulamaz?!
Şaban ayının on beşinin gecesi çok mübarek bir gecedir; yılın en önemli günlerinden biri Şaban ayının 15. günüdür. Bugün hem Hz. Mehdi’nin (a.f) -canlar ona feda olsun- doğum gününe rastlamaktadır; hem de bu değerli varlığın bu gece ve gündüzde doğumundan ziyade, bizzat kendisi de çok mübarek gece ve gündüzlerden sayılır. Şaban ayının 15. gecesi mertebe olarak kadir gecelerinden sonraki aşamada yer alır. Bu gecede Allah’ı anmak, O’nun lütuflarına sarılmak, O’na yalvarıp yakarmak gecesidir. Bir takım amel ve dualarda vardır ki, muvaffak olup yerine getirirseniz inşallah Allah kabul eder. Bazıları da gaflet etseler unutmasınlar; her yıl Şaban ayının 14’ünü 15’ine bağlıyan geceyi kaçırmamaya, elden çıkarmamaya çalışsınlar.
İstikbar ve Ümitsizlik Ruhunu Yaygınlaştırmak
Sömürgeciler ümitsizlik ruhunu yaygınlaştırmak istiyorlar. Bugün dünyadaki istikbar güçleri başta aziz İran halkı olmak üzere Müslüman milletlerin ümitsizliğe düşmelerini istiyorlar. Onlar, halkın, “Artık bir şey yapmak mümkün değil; artık bir çaremiz kalmamıştır” demelerini istiyorlar. Bu gibi düşünceleri zorla halka aşılamak istiyorlar. Onların zehirli propaganda ve haberlerine vakıf olan bizler, onların düzenledikleri haberlerin çoğunun halkı ümitsizliğe düşürmek için olduğunu açıkça görüyoruz. Onlar halkı ekonomi ve kültür alanında hayal kırıklığına uğratmak istiyorlar; dindarları dinin yayılması hususunda, kültür ve siyaset alanda çalışmak isteyenleri ve özgürlük taraftarlarını siyaset ve kültür alanında yararlı ve etkili bir çaba ortaya koymak hususunda ümitsizliğe düşürmek istiyorlar. Onlar geleceğe göz diken ve ümit besleyen insanların gözünde geleceği karanlık göstermek istiyorlar. Niçin mi? Çünkü ümitle çalışan bir insan topluluğundan ümit ve coşkuyu alarak onu ölü veya ölümcül bir varlığa çevirmek istiyorlar. Maksatları isteklerini gerçekleştirmektir. Bir millet diri olduğu sürece onlar istediklerini yapamazlar. Ama uyuşuk ve hissiz bir gövdede herkes istediği gibi hareket edebilir. Oysa aklı başında ve hareket halinde olan aktif bir varlık hakkında böyle davranmak mümkün değildir.
Hz. Mehdi (a.f) ve Bizim Görevimiz
Bugün sizin göreviniz nedir? Ne yapmanız gerekir? Sizler Hz. Mehdi’nin (a.f) gelip hareketini başlatması için gerekli ortamı hazırlamalısınız. Sıfırdan başlamak mümkün değildir. Hz. Mehdi’nin gelişini kabul edip ağırlayan toplum, kendisinde gerekli hazırlığı oluşturan toplumdur. Aksi takdirde tarih boyunca peygamberler ve velilerin hareketinde meydana gelen durum meydana gelir. Niçin büyük ve ulu’l-azm peygamberler geldikleri halde dünya kötülüklerden arınmadı? Çünkü ortam hazır değildi.
Hz. Mehdi’ye İnanmanın Sonuçları
Hz. Mehdi’nin (a.f) dünyaya geldiğine ve varlığına inanmanın iki yönden büyük sonuçları vardır:
Birincisi; insanın kişisel yönden olgunlaşması ve Allah’a yakınlaşması.
Hz. Mehdi’nin (a.f) varolduğuna inanan bir kimse, ilahî lütufların merkezi ve hakkın merhamet ışınlarının odağıyla manevî bir ilişki kurduğu için manevî yüceliş ve Allah’a yakınlaşma vesilelerinden daha fazla yaralanır. İşte bu nedenle maneviyat sahipleri, manevî tevessüllerinde sürekli Hz. Mehdi’ye (a.f) yönelip onu vesile kılmışlardır. İnsanın, ilahî rahmet, güç ve adalet mazharı olan Hz. Mehdi (a.f) ile kalbî bir bağının olması ve onu hatırlayıp manevî yönden ona yönelmesi yücelmesine ve gelişmesine neden olur ve manevî yönden ilerlemesi için gerekli vesileleri hazırlar. İşte bu, kalp ve ruhunda bu büyük şahsiyetle bağ kuran birisinin ister istemez gereken pay ve faydaya ulaşacağı geniş bir meydandır. Elbette, bu nur odağına olan teveccüh, gerçek anlamda bir teveccüh olmalıdır. Dilde ve sözde kalan bir ilginin fazla bir fayda ve etkisi olamaz. İnsan ruhî yönden Hz. Mehdi’ye (a.f) yönelir de kendisinde yeteri kadar marifet oluşturursa mutlaka manevî yönden kendi payına düşene ulaşır. Bu şahsi ve bireysel olgunlaşma yoludur.
İkincisi; insanlık ve milletlerin takdirini ilgilendiren toplumsal ve genel meydandandır. Hz. Mehdi’ye (a.f) ve onun zuhuruna inanmak ve kurtuluşu beklemek milletlerin sürekli yararlanabilecekleri büyük bir hazine sayılmaktadır. Büyük bir okyanusu düşünün. Bu okyanusta kasırgaya tutulan bir gemi var. Bu gemideki insanlar her taraftan sahile binlerce kilometre mesafenin olduğunu bilecek olurlarsa ve gemide de azık olarak birazcık su ve ekmek ve diğer malzemeler olursa ne yapabilirler? Gemideki insanların hareket etmek ve gemiyi ileriye götürmek için bir çaba harcamaları düşünülebilir mi? Tabii ki hayır; çünkü, o insanlara göre ölümleri kesindir. Ölümü kesin olan bir kişinin çaba gösterip gerçek anlamda ümit sahibi olmasını düşünülemez. Bu gemide bulunan herkes kendi işiyle meşgul olur. Huzur içinde ölmek isteyenler bir kenara çekilerek ölümlerini beklerler. Başkalarının hakkına saldırmak alışkanlığı olan kişiler de bir kaç saat fazla yaşamak için başkalarının hakkına saldırırlarılar. Ama bir de şöyle düşünelim: Bu gemide bulunalar insanlar ulaşabilecekleri bir sahilin olduğunu bilecek olsalar, yakın mı uzak mı olduğu ve oraya ulaşmak için ne kadar çaba harcamak gerektiği belli olmasa da, ulaşılabilecekleri bir sahilin olduğunu bilseler ne yaparlar? Mutlaka oraya ulaşmak için çalışırlar. Onlara bir saatlik bile bir zaman verilse o bir saati hedefli bir hareket ve doğru çaba için harcarlar. Düşüncelerini bir araya odaklayıp yardımlaşarak kendilerine o sahile atmaya çalışırlar.
İşte ümidin insan üzerinde böyle bir rolü vardır. Ölüm kanatlarını toplayıp bir kenara çekilir ve insanı hareke, çaba, ilerleme ve yaşamak için mücadeleye sevk eder. Zalim bir sultanın egemenliği altında bulunan ve hiçbir ümidi de olmayan bir millet teslim olmaya mahkûmdur. Teslim olmasa da bir takım hedefsiz işler yapar. Ancak, bir milletin kalbinde ümit olur da kendini iyi bir sonucun beklediğini bilecek olursa ne yapar? Doğal olarak mücadele eder; mücadelesine düzen verip mücadelesi yolunda bir engel varsa onu kaldırır.
İnsanlık, tarih ve sosyal hayatı boyunca o kasırgaya tutulan geminin yolcularına benzerler. Sürekli güçlüler, zalimler ve mazlum insanlara musallat olan kimseler tarafından bir takım sorunlarla karşılaşmıştır. Ümit insanların mücadeleye yönelmelerine ve yolu açıp ilerlemelerine sebep olur. Size, bekleyin denildi mi, bunun anlamı, içinde bulunduğunuz, sizi inciten ve kalbinizi burkan bu durum kalıcı değildir ve bu bir gün sona erecektir demektir. Bu durumda insan ne kadar hayat ve canlılık kazanır. İşte zamanın imamı Hz. Mehdi’ye (a.f) -canımız ona feda olsun- inanmanın rolü budur. Bu inanç sayesinde Şia günümüze kadar yolu üzerinde bulunan bütün engebeleri aşabilmiştir.
Hz Mehdi’ye (a.f) İnanmanın Sonuçları
Hz. Mehdi’ye (a.f) inanmak, bu inancı doğru kavramaları durumunda insanların mağlubiyet ve teslim olmasını önler. İnsan, bu inancı gerçek anlamda kalbinde yerleştirdi mi gaybette olan bu imamın halkın arasında var olduğunu hisseder. Alemin kutbu, bütün varlıkların sığınağı olan o masum imam geybette bulunsa ve zuhur etmemiş olsa da yine insanların arasındadır; o nasıl insanların arasında olmaz ki? Oysa mümin onun varlığını kendi kalbinde ve kendi duygu ve hislerinde hisseder. Bir araya gelip ağlayan, Nudbe duasını tam bir teveccüh ile okuyan, Âl-i Yâsîn ziyaretini okuyarak ağlayan kişiler ne söylediklerini elbette ki biliyorlardır. Onlar, henüz zuhur etmemiş ve gayip olsa da bu büyük şahsiyetin varlığını hissediyorlar. Ama onun gaybette oluşu, onun varlığını hissetmeyi engellemez. O, hem kalplerde ve hem de halkın yaşayışının pratiğinde vardır. Olmaması nasıl mümkün olabilir? Gerçek Şia onun varlığını hisseden ve kendisini onun kenarında, yanında ve huzurunda olduğunu hisseden kişidir. İşte bu, insana umut ve coşku verir. Bu büyük millet de her şeyden çok böyle bir ümide ihtiyaç duymaktadır. İslam’ın yücelişi için Allah yolunda sürekli cihad ve mücadele eden, insanlık ve İslam tarihinin iftiharı olan ve İslam bayrağını günümüzde dalgalandıran böyle bir milletin her şeyden çok böyle parlak bir ümide ihtiyacı vardır. Ve bu inanç ona böyle bir ümit vermektedir.
Hz. Mehdi’nin Dönemi İnsanlığın Yaşayışının Başlangıç Dönemidir
Hz. Mehdi’nin (a.s) zuhur dönemi insanlığın yaşayışının sonu değil, insanın gerçek hayatının ve büyük insan ailesinin gerçek mutluluğunun başlangıç dönemidir. O dönemde bu toprak kürenin bereketlerinden ve atmosferdeki enerjilerden zararsız ve zayiat vermeden yararlanmak mümkün olacaktır. Günümüzde insanlık bir şeyden yaralanıyorsa, diğer bir şeye zarar veriyor. Bugün atom gücü keşfedilmiştir; ama atom insanları yok etmek için kullanılıyor. Yeraltından petrolü çıkarmaktadırlar; ama bunu doğayı tahrip etmek için kullanıyorlar, nitekim geçen yüz yıl boyunca böyle olmuştur. İnsan çeşitli enerjileri, buhar gücünü ve diğer şeyleri keşfetmiştir; ama bunlar maddi yaşantısında onu birçok sorunlara düşürmüştür. İnsana sürat ve kolaylık vermiştir; ama birçok şeyleri de ondan almıştır. Diğer yönden de bugün insanın uğramış bulunduğu ahlakî değerin tahribi söz konusudur. Hz. Mehdi (a.f) zuhur edince böyle olmayacaktır. İnsanlık evrendeki hayırlardan, doğadaki enerji ve güçlerden zararsız, hasarsız, gelişme ve ilerlemesine sebep olacak şekilde yaralanacaktır. Bütün peygamberler bizi insanlığın yaşayışının gerçek anlamda başlayacağı o noktaya ulaştırmak için gelmişlerdir.
Çeviri: Cafer Bendiderya