Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. İster zengin olsun, ister fakir olsun...
Peygamberin (s.a.a) Şefkati
Allah, merhamet ve şefkat duygusunu yarattıklarının en üstünü olan insanın fıtratına da koymuştur. İnsanlara şefkat ve merhamet duygusu en üst düzeyde Allah'ın hidayet rehberi olarak gönderdiği peygamberlerde bulunur. Allah'ın kalplerine yerleştirdiği bu şefkat duygusuyla peygamberler bütün gayretlerini ümmetinin kurtuluşu yolunda sarf etmişlerdir. Ümmetine sevgi ve şefkat konusunda en fazla öne çıkan Allah elçisi ise şüphesiz son peygamber olarak görevlendirilen ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed'dir (s.a.a). Her güzel haslet ve ahlâkta olduğu gibi Allah Resulü (s.a.a) sevgi ve şefkatte de zirve şahsiyettir. Şefkat ve sevgi, Peygamberimizin toplumsal yaşantısında çok önemli bir yere sahipti. Peygamberin (s.a.a) sevgi ve şefkat eksenli örnek yaşantısı, toplumun ıslahı ve gayrimüslimlerle iyi geçinip huzurlu bir ortam oluşturmasına neden olmuştur. Zira bunun aksi olsaydı Allah Resulü (s.a.a) kesinlikle insanların hidayetinde ve risaletinin kitlelere yayılmasında bu kadar başarılı olamazdı. Yüce Allah, Peygamberin (s.a.a) şefkat ve güzel ahlakını Âl-i İmran 159'da şöyle övmüştür:
"Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." [1]
Allah Resulü (s.a.) müminler için her hususta rehber olduğu gibi, diğer din mensuplarıyla diyalogda da bizim kılavuzumuzdur. Diğer din mensuplarına karşı, bir insan olmaları itibarıyla hep sevgi ve hoşgörü ile muamelede bulunan Allah Resulünün (s.a.a) hayatı, baştan sona hep af ve müsamaha eksenlidir. Hoşgörünün ve affın kaynağı, dinimizin de kaynağı Kuran olduğu ve bu düşünce coşkun bir ırmak halinde Kuran'ın açıklayıcısı Resulullah'tan (s.a.a) akıp geldiği için biz Müslümanların bu konuda farklı düşünmesi mümkün değildir. Zira tersi bir düşünce, Kuran'ı ve Resulullah'ın (s.a.a) şahsiyetini ve amaçlarını tanımama demektir. Bu açıdan hoşgörü ve diyalog, kaynakları itibarıyla Kuran ve Sünnete dayandığından Müslüman'ın doğal ahlâkıdır ve bu itibarla da kalıcıdır.
O en engin müsamaha insanı, Medine'de ehli kitapla iç içe yaşamış, hatta "Müslüman'ım" dedikleri halde sürekli nifak çıkaran, hemen her yerde temiz vicdanları birbiriyle vuruşturmaya çalışan bozgun ruhlarla bile anlaşma noktaları bulmuş ve onları hoşgörüyle bağrına basmıştır. O kadar engin bir şefkat ve merhameti vardı ki hatta yeminli Kureyş müşriklerini de kapsamıştır. O müşrikler ki Peygamberimize olmadık fiziki ve ruhi işkenceler yapıyor; yoluna diken döküyor, çocukların eline taş verip hazreti taşlatıyorlardı. Bununla da yetinmeyip ona iman edenleri yakıcı sıcak kumlar üzerine yatırarak işkence ediyorlardı.
Allah Resulü (s.a.a) onca sıkıntı ve zorluklardan sonra zorla çıkarıldığı doğum yeri ve vatanına galip olarak dönüyor. Kazandığı iktidara ve kendisine yapılan sayısız haksızlıklara rağmen Peygamberimizin (s.a.a) şefkat ve merhametinin Mekke fethinde zirve yaptığına tanık oluyoruz.
Şefkat ve merhamet Peygamberi (s.a.a) Mekke fethinde ashabından birinin bayrağı eline alıp "Bu gün intikam günüdür, bu gün şahsiyetlerin rezil olacağı gündür." sözlerini duyduğunda bayrağı elinden alarak "Bu gün merhamet ve şefkat günüdür" diyor. Ardından Kâbe etrafında toplanan ve korkulu gözlerle kendisine bakan Mekkelilere "Ben size Yusuf Peygamberin kardeşlerine dediğini diyorum: Geçmişte olanların hesabı sorulmayacak, hepiniz serbestsiniz" [2] buyuruyor.
Allah Resulü (s.a.a) bu güzel davranışıyla her türlü ifrat, tefritin ve intikam duygularının önüne geçti. Rahmet ve sevgi dini İslam'ın şefkat ve merhamet dolu Peygamberini kabalıkla itham eden vicdanların bu konuları okumalarını, adalet ve hakka uygun insani kararlar vermelerini umuyoruz.
Peygamberin (s.a.a) getirdiği dininin kılıç ve kaba güce dayalı olduğunu iddia edenlere diyoruz ki : "sizler ya Peygamberi (s.a.a) tanıyamamışsınız ya da kin ve nefret duygularınız gözlerinizi kör etmiştir." O yüce şahsiyetin şefkat ve rahmetinin, gazap ve öfkesinin önüne geçtiğine bundan daha canlı bir örnek olabilir mi? O yüce insan (s.a.a) kin ve intikamı kenara ittiği gibi dostlarına ve izleyicilerine de daima şefkat ve merhametle hareket etmelerini öğütlemiştir.
Peygamberin (s.a.a) Güzel Ahlakı
Allah Resulünün risaletinin üzerinden çok geçmeden, dört bir yanda davetinin sesleri duyulmaya başladı. İslami davet, Arap topraklarından tüm dünyaya ulaştı. Dünyanın her yerinden gruplar ve kabileler İslam'ın merkezi Medine'ye gelip özgürce İslam'ı araştırabiliyor ve Peygamberle görüştükten sonra da güven içinde beldelerine dönebiliyorlardı. Gelenler arasında özgür iradeleriyle İslam'ı seçip benimseyenlerde oluyordu inkâr edenlerde. Peygamberimiz (s.a.a) uzak ve yakından gelen gayrimüslim misafirleri saygıyla karşılıyor, evinde ağırlıyor ve onlara ikramda bulunuyordu. Bazen kendisiyle görüşmeye gelen Hıristiyan misafirler için kendi cübbesini yere serip onları üzerine oturturdu. İran ve Rum imparatorlarına mektuplar yazıp onları hakka davet eder ve onlardan din tebligatına engel çıkarmamalarını isterdi.
Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) insanların özgürce tarafsız araştırmalar yaparak diledikleri inancı kabullenme ortamını oluşturmak için azami gayret sarf ederdi. İnsanlardan hakkı delil ve kanıtlarıyla gördüklerinde hiç tereddüt ve korkuya kapılmadan özgürce hak dine tabi olup hidayet olmalarını istiyordu. İnsanların özgür iradesini elinden alıp onlara engel olanlarla mücadele etmek hazretin üstlendiği en önemli misyonlardandı. Hakikatte Peygamber (s.a.a) her zaman "düşünce ve inanç özgürlüğünün" mücadelesini vermiştir.
Kendi dönemindeki padişahlar ve yöneticilere yazdığı mektuplarında da hiçbir zaman onlardan hükümet ve saltanatlarını İslam hükümetine teslim etmelerini istememiştir. Aksine İslamiyet'i kabul edecekleri takdirde saltanat ve hâkim oldukları topraklarda kalacaklarına dair teminat vermiş ve hak daveti kabul etmeyip batıl yolda ayak diretmeleri durumunda ise kıyamet gününün azap ve belasına yakalanacaklarını bildirmiştir. Dikkat edilirse Resul-i Ekrem (s.a.a) hiçbir zaman Müslüman olmayanları dünya azap ve belalarıyla korkutmamıştır. Örneğin Peygamberimiz (s.a.a) İran Padişahı ve Kayser Rum'una yazdığı mektubunda şöyle buyuruyor:
"Eğer bu hak daveti kabul etmezseniz Mecus ve Kayser Rum halkının günahlarını omuzlanmış olursunuz. Sizin hakkı kabul etmeyişiniz onları özgür iradelerinden ve İslamiyet'i seçmelerinden mahrum bırakmanız demektir."
Peygamberin (s.a.a) sireti Kuran'dan alınmıştır, dolayısıyla Peygamberimizin (s.a.a) siretinde tüm inanç mensuplarına özgürce yaşama hakkı verilmiştir. Peygamberimiz gayrimüslimlerle ilişki ve diyaloglarında onlardan hiçbir etki altında kalmadan özgürce seçim yapmalarını istiyordu. Hiçbir zaman İslamiyet'i zorla kimseye kabul ettirmemiştir.
Necran Hristiyanları Medine'ye gelip kendisiyle görüştüklerinde din ve İslam'ı kabul etmeleri konusunda onları hiçbir şekilde zorlamamış aksine kendi ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için onlara özel bir yer tahsis etmiştir.
Peygamberimizin (s.a.a) güzel ahlakı, şefkatli ve sıcak davranışı, taraftan başka din ve inançlara mensup kimselerin Medine'ye hicretini sağlamıştır. Tarihi kaynaklar, Medine'nin, Habeşistan, Himira ve daha birçok farklı bölgelerden gelen kırk ayrı gruba ev sahipliği yaptığını yazar.
Acaba hangi din ve inançta şefkat ve merhamet duygularının böylesine kabarık ve dorukta olduğu görülmüştür? Sevgiye, şefkate ve merhamete her şeyden daha çok değer veren ve kalbi insan sevgisiyle dolup taşan sevgi Peygamberinin dini ve inancını zorbalığa ve kılıca dayalı bir inanç olarak tanıtmak insafsızlık değil midir?
Peygamberin (s.a.a) Örnek Adaleti
Allah Kuran'da müminlere "Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp tutkularınıza uymayın" [3] şeklinde buyurmaktadır. Peygamberimiz (s.a.a), hem Müslümanlar arasında verdiği hükümler, hem diğer din, dil, ırk ve kavimlerden olan kişilere karşı adil ve şefkatli tutumu, hem de Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi zengin-fakir ayırmaksızın herkese eşit davranmasıyla tüm insanlar için çok büyük bir örnektir.
Allah bir ayetinde Resulüne (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
"Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever." [4]
Peygamberimiz (s.a.a) böylesine zorlu bir kavmin içinde dahi, Allah'ın emrine uymuş ve hiçbir zaman adaletten taviz vermemiştir. Daima "Rabbim adaletle davranmayı emretti." [5] Diyerek her devirde tüm insanlara örnek olmuştur.
Hz. Muhammed'in (s.a.a) peygamberliği süresince adil tutumuna örnek teşkil eden birçok olay yaşanmıştır. Peygamberimizin (s.a.a) yaşadığı coğrafyada çok çeşitli din, dil, ırk ve kabileden insan bir arada yaşıyordu. Bu toplulukların bir arada huzur ve güven içinde yaşamaları, aralarına nifak sokmaya çalışanların etkisiz bırakılmaları çok zordu. En küçük bir sözden veya tavırdan hemen bir grup diğerine karşı öfkelenip saldırabiliyordu. Ancak Peygamberimizin adaleti, Müslümanlar için olduğu kadar bu topluluklar için de bir huzur ve güvence kaynağı olmuştur. Sadrı İslam'da Arabistan Yarımadasında Hıristiyan, Musevi, putperest, ayırt etmeksizin herkese adil davranılmıştır. Peygamberimiz, Allah'ın "Dinde zorlama yoktur." [6] ayetine uyarak, herkese hak dini anlatmış ancak seçimlerini yapmak konusunda serbest bırakmıştır.
Allah, Peygamberimize (s.a.a) bir başka ayetinde de, farklı dinlerden insanlara karşı nasıl bir adalet ve uzlaşma içinde olması gerektiğini şöyle bildirmiştir:
"Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emir olunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların istek ve tutkularına uyma. Ve de ki: Allah'ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emir olundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda 'deliller getirerek tartışma yoktur. Allah bizi bir araya getirip toplayacaktır. Dönüş O'nadır." [7]
Peygamberimizin (s.a.a) Kuran ahlakına uyarak gösterdiği bu güzel tavrı, bugün farklı dinlerden insanların birbirlerine karşı tutumları konusunda örnek olmalıdır.
Peygamberimizin (s.a.a) adaleti, farklı ırklardan insanlar arasında da uzlaşma sağlamıştır. Peygamberimiz (s.a.a) birçok konuşmasında, hatta Veda Hutbesinde de ırklara göre bir üstünlük olamayacağını, Allah'ın ayetinde haber verdiği gibi "üstünlüğün takvaya göre olacağını" bildirmiştir. Ayette şöyle geçer:
"Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." [8]
Peygamberimiz (s.a.a) ise iki ayrı hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar! Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır. İnsanlar muhakkak ve muhakkak ırklarıyla övünmeyi bırakmalılar."
"Sizin şu soyunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar)! Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine müsavi buğday taneleri gibisiniz. Hâlbuki hiç kimsenin kimseye din ve takva müstesna üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter."
Peygamberimiz (s.a.a) Veda Hutbesinde de Müslümanlara şöyle seslenmişti:
"Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acem olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır."
Arap Yarımadasının güney kısmındaki Hıristiyan Necran halkı ile yapılan bir antlaşmada Peygamber Efendimizin adaletine çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu antlaşmanın maddelerinden biri şöyledir:
"Necranlıların ve beraberindekilerin canları, malları, dinleri varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip oldukları her şey Allah'ın ve Allah'ın Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır."
Peygamberimizin (s.a.a) Hıristiyan, Musevi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası da önemli bir adalet örneğidir. Farklı inançlara sahip topluluklar arasında adaletin sağlanması ve her topluluğun çıkarlarının gözetilmesi için hazırlanan bu vesika sayesinde yıllarca düşmanlık içinde yaşayan topluluklara barış getirilmiştir. Medine Sözleşmesinin en belirgin özelliklerinden biri inanç özgürlüğü sağlamasıdır. Bu konu ile ilgili madde şöyledir: "Benî Avf Musevileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Musevilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir."
Medine Sözleşmesinin 16. maddesinde ise, "Bize tabi olan Museviler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır" diye bildirilmiştir.
Peygamberimizden (s.a.a) sonra da seçkin sahabeleri onun (s.a.a) antlaşmaya koydurduğu bu hükme sadık kalmışlar ve aynı hükmü Berberi, Budist, Brahman ve benzeri inançlara sahip kişiler için de uygulamışlardır.
Sadr-ı İslam döneminin barış, huzur ve güvenlik içinde geçmesinin en önemli nedenlerinden biri, Kuran ahlakına uyan Peygamberimizin (s.a.a) adaletli tutumudur. Peygamberimizin (s.a.a) adaleti, Müslüman olmayan kişilerde de bir güven duygusu uyandırmıştır ve müşriklerden dahi Peygamberimizin himayesi altına girmek isteyenler olmuştur. Allah, Kuran'da, müşriklerin bu taleplerini bildirmiş ve aynı zamanda Peygamberimize (s.a.a) bu kişilere karşı nasıl davranması gerektiğini de vahiy etmiştir:
"Eğer müşriklerden biri, senden aman (himaye) isterse, ona aman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır'. Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever." [9]
Günümüzde de, dünyanın dört bir yanında meydana gelen çatışmaların, kavgaların, huzursuzlukların tek çözümü Kuran ahlakına uymak ve Peygamberimiz (s.a.a) gibi din, dil veya ırk ayrımı gözetmeksizin, adaletten hiçbir zaman ayrılmamaktır.
ehlader
Kaynaklar
[1]-Âl-i İmran, 159
[2]-Tarih-i Taberî, c.3, s.56
[3]-Nisa, 135
[4]-Maide, 42
[5]-Âraf, 29
[6]-Bakara, 256
[7]-Şura, 15
[8]-Hucurat, 13
[9]-Tevbe, 6-7