İslam Peygamberinin Biset Günü

Rate this item
(0 votes)
İslam Peygamberinin Biset Günü


 Meb’es (Arapça: مَبعَث), Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) insanların hidayeti için Allah tarafından gönderilmesini zaman ve mekân olarak anlatan bir terimdir. “Meb’es” sözcüğünde “bi’set” manasına gelen masdar anlamı da yatmaktadır.

Bi’set kelimesi İslam litaretüründe daha çok Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) için kullanılmaktadır. Efendimiz (s.a.a) 40 yaşında Nur dağında (Mekke şehri yakınlarında) Hira mağarasında peygamberliğe seçilmiş ve bu İslam dininin başlangıcı olmuştur. Bu olay İmamiye Şialarının meşhur görüşüne göre Hicretten 13 yıl önce Recep ayının 27’sinde gerçekleşmiştir.

Hz. Fahri Kâinat Efendimizin (s.a.a) bi’setinden önce o bölgenin insanları daha çok putperest idi. Ancak buna rağmen aya tapanlar, güneşe tapanlar, yıldıza tapanlar ve tahrif olmuş semavi dinlere mensup olanlarda Hicaz’ın farklı yerlerinde yaşamaktaydılar. Ama Peygamber Efendimizin (s.a.a) bi’seti ve İslam’ın zuhuru ile bu din putperestlik dinini ortadan kaldırmış ve Hicaz’a hâkim olmuştur.
Hz. Resulü Kibriya Efendimizin (s.a.a) meb’es yıldönümü Müslümanların büyük bayramlarından ve meb’es bayramı olarak kutlanmaktadır.

Terminoloji
Sözlük ve Terim Anlamı

“Meb’es” sözcüğü, masdarı mimi, ismi zaman ve ismi mekândır. “b-e-s” (ب ع ث) kökünden ve gönderme anlamına gelmektedir. Meb’es göndermek,[1] yollamak[2] ve başlatmak[3] anlamlarındadır.
Meb’es kelimesinde, bi’set anlamına gelen mastar veya bi’set zamanını anlatan ismi zaman da dikkate alınmıştır. Dolayısıyla meb’es gün veya yevm kelimesiyle tamlanmaktadır (meb’es günü veya yevmu’l meb’es).[4]
Dini terim olarak, bi’set bir insanın diğer insanların hidayeti ve Allah’ın dinine davet için gönderilmesi anlamındadır.[5] Meb’es günü veya meb’es bayramı, Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) Allah tarafından risaletle mebus edildiği gündür.[6]

Kur’an’da

Bi’set, Kur’an kültüründe içinde bir çeşit değişiklik olan tekamülün aşamalarından birisine gönderme ve ulaştırma faktörüdür. Bundan dolayı, ölülerin haşır edilmesi manasında da kullanılmıştır, zira büyük bir değişim ve yeni bir atmosfere girmenin başlangıcıdır.[7] Ancak yaygın terim anlamı olarak peygamberlerin insanların hidayeti için gönderilme ve yollanması anlamında kullanılmaktadır.[8]
Kur’an’ın tüm yerlerinde “bi’set” Allah’a nispet verilmektedir. Şöyle ki ölülerin dirilişi, yaratılışa has yasa ve kanunlar ve resullerin gönderilişinin tamamı Allah’ın alemlerin yaratılışındaki mutlak egemenliğini ve programına işaret etmektedir.
Peygamberlerin gönderilmesinde dikkati çeken şey ise Allah’ın insanlara olan lütfudur.[9] Bu lütuf hidayet ve kılavuzluktur ve aynı zamanda insanların kendi içinden ve aynı türündendir.[10]
“Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[11]
İnsan tür ve cinsinden peygamberlerin seçilmesi bazen peygamberlerin insanlar içinde alaya alınmalarına ve müşrikler, muannitler ve mütekebbirlerin inkârına neden olmuştur.[12] Ancak burada hikmet ve bir mantık yatmaktadır. Zira peygamberler Kur’an’da örnek ve model olarak tanıtılmıştır.[13] Eğer başka bir türden seçilmiş olsalardı, beşeri bir model olamazlardı. Dolayısıyla her türün peygamberinin kendi türünden olması ilahi bir sünnet ve aynı zamanda başkalarına bir kanıt ve hüccettir.[14]

Hicaz’ın Bi’set Öncesi Dini

Adada yaşayan insanların çoğunun dini her türü ve şekliyle putperestlikti. Yemen’de ay ve güneşe tapmak yaygındı. Ayı ilah, güneşi ilahe bilmekteydiler. Abduşşems, Abduşşarik, Abdunnecm, Abdussüreyya gibi isimler bu tür ibadetlerin bir yansımasıydı. Manevi kavramlara ve görülmeyen güçlere tapmak da başka bir topluluğun ibadet tarzıydı.[15]
Taş ve ağaçlara tapmak putperestliğin bir başka yansımasıydı. Uzza’nın mabedi üç ağaçtı, Mekke ve Taif arasında bulunmaktaydı ve adına nahle denmekteydi. Mekke ve Kureyş’in büyük putu Hubel’di. Periler, devler ve yaratıklar gibi ruhlara tapmak da adanın farklı yerlerinde yaygındı.[16]
İçeriği değişmiş semavi din mensupları da bu toprakların çeşitli yerlerinde yaşamaktaydılar. Yahudilik Yemen, Vadi’l Kura, Hayber ve Yesrip (Medine)’de beni Kurayza, Kaynuka, Nadir kabileleri arasında yaşamaktaydı. Kuzeyde ve Yemen’in güneyinde Taglib, Gussan, Kudai kabileleri arasında Hıristiyanlar yaşamaktaydı. Zerdüştlük ve Budizm kuzey doğuda, Sabiiler Yemen, Harran ve Irak’ın kuzey bölgelerinde yaygındı.[17]
Az bir grup ise bilinen yaygın düşüncelerden uzak kalmakta uzlet hayatı yaşamaktaydı. Nitekim bazı rivayetlerde Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) dedesi Abdulmuttalip, ilk olarak Ramazan ayında Hira mağarasında kalmaya başlamıştır. Ramazan ayı olduğunda Hira’ya gider ve öksüzlere yardım ederdi. Ondan sonra Varake bin Nufel, Ebu Umeyye bin Muğeyre gibileri onu takip etmiş ve Ramazan ayı sonuna kadar o bölgelerde kalmışlardır. Elbette Hira gibi bir noktada toplanmıyorlardı, ancak Ramazan ayında uzlet ettikleri kesindir. Bu da halkın Ramazan ayına duyduğu saygıyı göstermekte ve hatta belki de bu adetin geçmişten o güne kadar yaygın olarak geldiğinin bir göstergesi olduğunu göstermektedir. Bu tür bir yaşam biçimini kendisine seçen veya putperestlik karşıtı olan gruplara hünefa (hanifin çoğulu) denmekteydi.[18]

İmam Ali’nin İslam Öncesi Yaşama Dair Açıklaması

Nehcü’l Belağa’nın naklettiğine göre Müminlerin Emiri İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) bi’setinden önceki arapların yaşamı hakkında şunları söylemektedir:

“Allah Teâlâ Muhammed’i âlemleri korkutmak sakındırmak ve indirdiği hükümleri emin bir halde korumak için gönderdi. Siz Arap toplumu en kötü bir din üzereydiniz ve en kötü bir yeri yurt/ev edinmiştiniz. Sarp taşlar/kayalar ve (seslerden ürkmeyen) zehirli yılanlar vardı çevrenizde/yörenizde. Bulanık/pis sular içiyor, (kertenkele, hurma çekirdeğinden yapılan un gibi) sert şeyler yiyor, birbirinizin kanını döküyor, yakınlık hakkını gözetmiyordunuz. Putlarınız aranızda dikilmiş, günah iş-liyor, çekinmiyordunuz.”[19]

Hz. Fahri Kâinatın Bi’seti

Hz. Fahri Kâinat Efendimizin (s.a.a) bi’seti 40 yaşında veya meşhur görüşe aykırı olarak 43 yaşında gerçekleşmiştir.[20] Bu ihtilafın nedeni bi’set kavramından farklı edinimlerden kaynaklanmaktadır; acaba Kur’an ve ilahi ayetlerin ilk nazil olması ile bi’set aynı mıdır yoksa resmi ve aleni tebliğle mi?
Tarihçilerin dediğine göre meb’es, Ammu’l Fil yılının 40’ında Recep ayının 27’sinde ve İran’daki Husrev Perviz hükümetinin 20. Yılında gerçekleşmiştir. Başka görüşler Ramazan ayının 17 veya 18’inde yahut Rebiülevvel ayının günlerinden birinde gerçekleşmiştir. Şialar bu görüşler içinde birinci görüşü kabul etmektedir.[21]
Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) ibadet ve yakarış için Hira mağarasında olduğunda Alak suresinin ilk ayetleriyle ilahi daveti başlamıştır ve Müddessir suresinin ilk ayetleri ile bu süreç devam etmiştir.[22]
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) bi’setine yakın yıllarda insanlardan uzak durmakta ve tek bir Allah’a ibadet etmekteydi. Yılda bir ay boyunca Hira adında bir dağda münzevi olur ve ibadet ederdi. Bu süre zarfında onun yanına giden her ihtiyaç sahibine yemek verirdi. İbadetle geçirdiği ay bittikten sonra Mekke’ye dönerdi. Yine Hira’da inzivaya çekilip ibadetle geçirdiği günlerden bir gün peygamberlikle görevlendirildi. Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Cebrail benim yanıma gelerek şöyle dedi: Oku. Dedim ki: Ben okuma bilmem. Yine oku dedi. Dedim ki: ne okuyayım? Dedi ki: “İkra bismi rabbikellezi halek” (Yaratan Rabbinin adıyla oku). Nitekim meşhur olduğuna göre peygamberlikle şereflendirildiğinde kırk yaşına ulaşmıştı.
Allah Resulü (s.a.a) kendisine nazil olan Alak Suresinin ilk ayetlerinin telakkisi ve peygamberlikle şereflenmesinin ardından mabedinden ayrılarak Mekke’nin içine geri döndü. O geceye kadar başına gelmemiş böyle bir durumun ardından her şeyden önce kendi evine dönmesi gayet doğaldı. Evinde o anda üç kişi bulunmaktaydı: Değerli eşi Hz. Hatice, amcaoğlu Hz. Ali b. Ebu Talip ve Zeyd b. Harise. Hz. Peygamber (s.a.a) tevhide ilk davetini kendi ailesinden başlattı ve ona ilk iman eden kişi eşi Hatice ve erkeklerden o sıralar bakımını üstlendiği amcaoğlu Hz. Ali b. Ebu Talip (a.s) oldu.[23]
Cebrail tarafından Hz. Peygamer Ekrem’e (s.a.a) ilk kez vahiy nazil olduğunda bunun bir heybet ve ağırlıkla gerçekleştiği nakledilmiş, (Peygamber Efendimiz (s.a.a) evine döndüğünde eşi Hz. Hatice’ye (s.a): “beni ört” demiştir) ancak şaşkınlık ve belirsizlik nakledilmemiştir. Çünkü Efendimize vahiy nazil olmadan önce ruhi olarak buna tam anlamıyla hazırlıklı ve gaybet alemi ve vahiy meleği ile ilişkisi vardı, vahiy meleğini daha önceden görmese de bunun eser ve izlerini görmüştür. Hira dağında geçirdiği uzlet sırasında buna tam anlamıyla adapte olmuş gayp alemiyle ilintili gördüğü rüyalar, bi’setten önce vahiy meleğinin sesini duyması, İsrafil (meleği) ile 3 yıl ve Cebrail ile 20 yıllık bir irtibatının hepsi[24] Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) insanların hidayeti için peygamberlikle görevlendirilmesi için hazırlıklar idi.
Tüm bunlar, Peygamber efendimizin (s.a.a) vahiy atmosferine ve vahiy meleğiyle ilişkisinin olmadığına ve yine vahiy sırasında korktuğu, şaştığı ve ardından Hz. Hatice ve Varake bin Nufel ile istişare ettikten ve onların onayı ile peygamberliğe seçildiğini anlaması ile rahatlayarak bu korkularından kurtulduğu gibi nakillerle çelişmektedir.[25]
Hz. Muhammed’in (s.a.a) peygamberliğe seçildikten sonra davetinin üç yıl boyunca gizli olduğunu yazmışlardır. Ancak bazıları, Kur’an-ı Kerim ayetlerinin nüzul sırasına göre bi’setinden kısa bir süre sonra umumi davete başladığını söylemişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.a) ilk önce insanları putlara tapmaktan sakındırmakta ve tek Allah’a tapmalarını istemekteydi. Nitekim meşhur olduğuna göre bi’setin üzerinden üç yıl geçtikten sonra Allah Teâlâ onu insanları açıkça tevhide davet etmesi için görevlendirdi.
İbn İshak’ın yazdığına göre bu ayet nazil olunca Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi çağırarak şöyle buyurdu: Ey Ali! Allah bana yakın akrabalarımı Ona tapınmaya davet etmemi emretti. Bir koyun kes ve bir miktar ekmek ve süt hazırla. Hz. Ali (a.s) denilenleri aynen yerine getirdi. O gün Abdulmuttalib oğullarından 40 kişi veya 40’a yakın kişi bir araya gelerek o yemekten yediler. Tam Peygamber konuşmasına başlamak isterken Ebu Lehep, O sizi büyüledi dedi. Bunun üzerine meclis karıştı. Allah Resulü bir gün sonra yine onları davet etti ve şöyle buyurdu: Ey Abdulmuttalib oğulları! Arapların kendi kavimlerine benim size getirdiğimden daha üstün bir şey getirdiklerini sanmıyorum. Ben, dünya ve ahireti size getirdim. Tabari şöyle diyor: Allah Resulü (s.a.a) akrabalarına davetini ulaştırdıktan sonra şöyle dedi: Sizlerden hanginiz bu konuda bana yardım edecek? Her kim bana bu yolda yardım ederse aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olacaktır. Herkes sessiz kaldı. Hz. Ali (a.s) kalkarak şöyle buyurdu: Ey Allah’ın Resulü! O kişi benim. Peygamber şöyle buyurdu: O, sizin aranızda benim vasim ve halifemdir; onun sözünü dinleyin ve ona itaat edin. Bu rivayeti başka tarihçi ve siyer yazarları da kitaplarında yazmış ve meşhur hadislerdendir. Zamanla Müslümanların sayısı artmaya başlayınca Kureyş’in ileri gelenleri tedirgin olmaya başladı.

İslam Kültüründe Bi’setin Yeri

Bi’setin İslam kültüründe çok özel yeri vardır. Bi’set gerçekte İslam’ın başlama noktasıdır. ilk yıllarında Çok zor koşullarda az bir taraftarla insanların hidayeti için ortaya çıkan İslam dini, sonralarda tüm dünyaya yayılmış ve bir çok gönülleri kendisine bağlamıştır.
Bi’set günü, tüm İslam fırkaları arasında büyük bir bayramdır ve İslam topraklarında kendi has örf ve adetlerine göre büyük şenliklerle kutlanmaktadır.[26]

Kaynakça

1. Mustafavi, c. 1, s. 296.
2. Ferahidi, c. 2, s. 112.
3. Rağıb, c. 1, s. 132.
4. Humayi, Mebhes Bi’set Resulü Ekrem (s.a.a), s. 43.
5. Tehanevi, c. 1, s. 340.
6. Humayi, Mebhes Bi’set Resulü Ekrem (s.a.a), s. 44.
7. Yasin, 52, Bakara, 56, Hac, 7; Bkz. Rağıb İsfahani, Hüseyin, el-Müfredat fi Garibi’l Kur’an, s. 52,53.
8. Bakara, 2123, Nahl, 36, İsra, 17.
9. Al-i İmran, 164.
10. Tevbe, 128, Cuma, 2.
11. Kur’an-ı Kerim, Al-i İmran, 164.
12. İsra, 94, 17; Furkan, 25, 41.
13. Ahzab, 21, 23; Mümtehine, 6, 60.
14. İsra, 17, 95.
15. Şehidi, Bi’set Name: Hz. Resulullah’ın bi’seti hakkında makaleler, s. 300.
16. Şehidi, Bi’set Name: Hz. Resulullah’ın bi’seti hakkında makaleler, s. 301.
17. Şehidi, Bi’set Name: Hz. Resulullah’ın bi’seti hakkında makaleler, s. 301.
18. Ramyar, Tarihi Kur’a, s. 37.
19. Nehcü’l Belağa, Tercüme Ayeti, hutbe, 26, s. 79- 81.
20. Yakubi, Ahmet, Tarih, c. 2, s. 15; İbn Esir, el-Kamil, c. 2, s. 46; İbn Kesir, es-Siyretu’n Nebeviyye, c. 1, s. 385.
21. İbn Hişam, Abdulmelik, es-Siyretu’n Nebeviyye, c. 1, s. 240; Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 15; Taberi, Tarih, c. 2, s. 293.
22. İbn Hişam, Abdulmelik, es-Siyretu’n Nebeviyye, c. 1, s. 236-237; Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 16; Taberi, Tarih, c. 2, s. 298.
23.Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 17, 18.
24. Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 16; İbn Esir, el-Kamil, c. 2, s. 46, 50.
25. İbn Hişam, Abdulmelik, es-Siyretu’n Nebeviyye, c. 1, s. 238; Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 17; Taberi, Tarih, c. 2, s. 299.
26. Muti, Bi’set, s. 280.

Bibliyografi

Kur’an-ı Kerim.
Nehcü’l Belağa, Tercüme Abdulmuhammed Ayeti, Tahran, defteri Neşri Ferhengi İslami, ş. 1377.
İbn Esir, el-Kamil.
İbn Kesir, es-Siyretu’n Nebeviyye, Mustafa Abdulvahid’in katkılarıyla, Beyrut, m. 964.
İbn Hişam, Abdulmelik, es-Siyretu’n Nebeviyye, Mustafa Saka ve başkalarının katkılarıyla, Kahire, m. 936.
Rağıb İsfahani, Hüseyin, el-Müfredat fi Garibi’l Kur’an, Muhammed Seyyid Gilani’nin katkılarıyla, Beyrut, Daru’l Marifet.

http://tr.wikishia.net/view/Bi%27set

WİKİSHİA.NET

Read 2848 times