Allah’ın adıyla
Peygambere kucak açan, Muhaciri yüreğinde barındıran şehir Medine. Kendi akrabaları tarafından dışlanmış zalimler tarafından memleketinden çıkarılmış mazluma sahip çıkan şehir Medine. Hakkında ne yazılırsa yazılsın ne söylenirse söylensin anlatılamayan anlatılınca da anlaşılmayan şehir Medine. Güneşin yakıp kavurduğu yollarında, yolda kalmışlara sığınak olan, anlatılırsa eğer, Müjdelere alışkın olan diye anılsın denilen, müjdelere alışkın şehir Medine.
Hicret’in ikinci yılı, Medine sokaklarında bir müjdeci koşarak arşınlamakta yolları. Yollar müjdecinin ayaklarıyla toza bulanırken, Medine seması müjdecinin sesleriyle yankılanıyor. Medine ahalisi heyecanlı Medine ahalisi meraklı. Medine o zamanlar fakir şehirdir, bu yüzden bineği olmayan müjdecinin üstü başı yırtık saçları geldiği yolların tozlarıyla kınalı.
Medine’nin topraktan yapılmış sokaklarında müjdecinin sesi yankılanıyor. Kimdir nedir bilinmiyor ama Medine’nin ahalisi müjdecinin Muhacirlerden olduğunu anlıyor. Ardından meraklı bakışlarla peygamberin gelişini karşılayan Ensarlar gibi Medine’nin yüksek tepesine çıkıyor.
Ve konuşmaya başlıyor müjdeci Medine ahalisinin meraklı bakışları arasında. Sanki Cebrail arştan inmiş konuşuyor yerle gök arasında. Kimisinin tanımadığı kimisinin anlamadığı şeyler söylüyor müjdeci. Ve birbirlerine müjdecinin getirdiği haberi söylüyor Medine ahalisi;
“ Ey Ehl-i Medine, Ali nerede?”
Ali, Peygamber’in amcasının oğlu, Ali, Medineli Müslümanların düşmanı olan Kafirlerin tek korkusu. Ali, hani Medine şehrinin yeni mimarı, Ali, hani o gelmeden Şehr-i Medine’ye girmeyen peygamberin en yakın akrabası.
Herkesin meraklı bakışları ve soruları arasında birisi çıkarak söze başlıyor; Ali, o rüku ile secde arasındadır, Ali, bedeni bizle ruhu semalardadır. Gündüzleri geçimini kuyu kazmakla sağlar geceleri ise rabbinin huzurunda nefesi kesilinceye kadar ağlar. Bir hurmalık var onun yaptığı işte bu taraftadır, Ali dediğin şahsiyet işte o hurmalıklardadır.
Aradığını bulmanın sevinciyle iner müjdeci Medine’nin en yüksek tepesinden ve varır semalara semalarda seyreden Ali’yi bulmanın ümidiyle. Nasıl bulmanın değil bulunca ne yapacağı düşüncesiyle cesaretini alır onu bulduğunda yanında getirdiği müjdesinden.
Ali, Kunut tuttuğu ellerinde kazma, çocuğunu okşayan bir babanın şefkatiyle vurur toprağa. Müjdeci meraklı bakışlarıyla, bir taraftan Ali’ye bakar bir taraftan yeşermeye yüz tutmuş hurmalığa.
Selam verir heyecanla ve selam verir toprak, babasıyla. Ali baktıkça müjdeciye müjdeci susar ve ardından Ya Ali! Der müjdeci getirdiği müjdenin ağırlığıyla.
Ya Ali! Diye devam eder müjdeci, Muhacir ve Medinelilerden çoğu kimse Peygamber kızı Fatıma’yı istemeye gitti ve peygamber hiçbirine vermedi, biliriz ki, peygamber sen şimdiye kadar ne istemişsen yok demedi.
Ali, biraz mahcup biraz heyecanlı bu müjde karşısında, biraz mahcubiyet birazda şaşkınlık yaşar. Müjdeciye dönerek;
Kendisine bile bakamayan Ali’ye peygamber kızı Fatıma nasıl bakar.
Susar bu söz karşısında müjdeci. Ve bu müjde Hicret zamanına götürür Ali’yi.
Ali, evinden bile çıkmayan peygamber kızı Fatma’nın cemalini görüşünü hatırlar. Zaten değil mi ki, aşk, Ali ile Fatıma ile başlar.
Medine’ye hicret ederken önlerini keser bir grup kâfir güruhu. Ali’nin kalbi üç Fatıma ile hicret etmenin sevincini yaşarken kimin haddine onun kalbine salmak anlamsız olan korkuyu. Bir kâfir çıkar önlerine ve ürkütür Peygamber kızını taşıyan deveyi ve ürken devenin yularını tutmaya çalışırken Ali, görür peygamber kızının o nur cemalini.
Aşk bazen dilsiz eder insanı, Aşk bazen de çözer tüm dilleri. Ama Aşk Ali ve Fatıma’dan var olacağı için hiçbir anlam ifade etmez şimdilik. Fatıma’nın aşkı iffet, Ali’nin Aşkı mütevazılık.
Gece olur Medine’de, Ali’nin gecelerde kayboluşları başlar. Her zaman böyledir hurmalıklarda, Ali ne vakit ki kaybolmaya başlar ilahi dergâhta, başlar işte o vakit nefesi kesen ağlayışlar.
Ve nöbet değişimi Medine’de. Ay gider ve güneş gelir. Ali, hurmalıklardaki hicrandan, Mescitten yükselen “Hayye alal Felah” sesine gelir.
Zaman bugün hızlı akar Medine’de. Öyle ki, Medine de sevinçle gün bile ortaya gelir. Medine ahalisi sokakları ve pazarları her gün olduğu gibi arşınlarken, peygamber evinde büyüyüp sonradan bu eve nadiren uğrayan Ali, edep ve hayâ ile uzaklardan gelir.
Peygamber evine varır ağır ağır. Ve peygamber “bana yardımcı olacak kimse var mı” diye sorduğu günde ki gibi ellerini kaldırır peygamber kapısını çalmak için.
Çalar kapıyı Ali, kalbinin çarpıntısıyla ritim tutarak. Ve peygamber kapısı açılır semanın kapısı açıldığındaki gibi Ali’ye bakarak.
Selam vererek girer içeri Ali biraz heyecanlı birazda mahcup şekilde. Otururken peygamberin dizi dibinde öylece susar ve konuşmaz. Peygamber sordukça cevap vermekten hayâ eder Ali, ve konuşur peygamber; Ya Ali! Sen ne zaman istedin de sana yok denildi peygamber evinde.
Ve cesaret alır Ali, peygamberin sözleriyle. Ve süsler en güzel cümleleri kendi belagatı ile. Ya Resulullah der, Allah’a sordum takva istedi, seni gördüm yardım istedin. Cebrail’e sordum Kemal istedi, gönlüme sordum Fatıma istedi.
Ve kalktı peygamber Fatma’nın odasına gitmek için. Zamanla birlikte durmaya başladı Ali. Peygamber, Ali’nin sözlerini ulaştırıp Fatıma’da görmeyince rahatsızlık belirtisi, işte o vakit düğün dernek hazırlığı yapmaya başladı gökyüzü ahalisi.
Ama her sevinç uzun sürmez, Ali’nin kalbidir bu Allah’tan gayrisine izin vermez. Peygamber sorunca neyin var mehir için. Fakirlik sebebi kemirmeye başladı yüreğini Ali’nin.
Bir kılıç, bir deve ve bir zırh. İşte tüm bunlar Ali’nin mal varlığı. Peygamber zırhını sat dedi Ali’ye ve bir zırh Fatıma’ya oldu mehriye.
Önce kurbanlar kesildi ardından peygambere soyu kesik diyenler. Ensar ve Muhacirler vardı Ali’ye tebrik’e gelenler. Bununla birlikte büyük bir yemek meclisi tertip edildi, işte o fakirlerde gördüğünüz gömlek,o gün peygamber tarafından Fatıma’ya düğün hediyesi edildi.
Fatih Kahramani