Dünya Kudüs Günü

Rate this item
(1 Vote)
Dünya Kudüs Günü

İslam İnkılabı Kurucusu Rahmetli İmam Humeyni Siyonist Rejim İsrail ve Amerika'nın bölgeye yönelik hedeflerinden haberdar olmasından dolayı Ramazan ayının son cumasını Kudüs günü olarak adlandırarak böylece dünya Müslümanlarının Filistinliler ile dayanışma içerisinde olduğunu daha açık bir şekilde gözler önüne sermek istemiştir.

Rahmetli İmam Humeyni Kudüs günü ile ilgili şöyle buyurmuşlardır:" Kudüs günü sadece Filistin günü değildir. Süper güçlere İslami memleket ve topraklarda artık ilerleyemeyeceklerini göstermek günüdür. Kudüs günü tüm süper güçlere İslam'ı artık sultaları altına alamayacakları, habaset dolu işbirlikçileri ve uşakları sayesinde artık Müslüman ülkelere hüküm süremeyecekleri konusunda uyarmak günüdür. Kudüs günü İslam'ın canlanması günüdür."

Kudüs'ün kaderi bugün tarihi ve hassas bir geçitte, zor bir sınavdan geçmektedir. Bu da Filistin milletinin kaderini belirleyecektir.

Sohbetimizin devamında şimdi de Kudüs'ün önemini gözden geçirip bir sonraki bölümde ise Yüzyılın Anlaşması çerçevesinde İslami hüviyetin yok edilmesi için yapılan planları irdelemeye çalışacağız.

 60 yılı aşkın bir süredir Filistin ülkesi ve diğer İslami toprakların bir kısmı Siyonist İsrailliler tarafından işgal edilmiştir.

15 Mayıs günü Yevm-ül Nekbe yani Nekbe Günü olarak da bilinen Filistin'in 948 yılında Siyonist Rejimi tarafından işgal edilişinin yıldönümü günüdür.

Büyük felaket anlamına gelen Nekbe kelimesi, Filistinlilerin hatırasında iki kötü ve acı olayı hatırlatmaktadır:" İlki korsan İsrail Rejiminin 1948 yılında kurulması ve ikincisi de 800 bini aşkın Filistinlinin ana vatanlarından ihraç edilmesi.

 Nekbe, o yıllarda Filistinlilerin başına gelen faciaların simgesi olmasının yanı sıra son onyıllarda bu millete çektirilen çileler ve zorlukların da sembolüdür. Gerçekte Nekbe Günü insani bir trajedinin yanı sıra Filistinlilerin kültürel, ekonomik ve siyasal temellerinin büyük bir bölümünün de tahribi ve yok edilmesinin göstergesidir. Tüm bunlar ise gayrı meşru bir hükümetin kurulması ve varlık göstermesi ile gerçekleşmiştir.

 Tüm bu yıllar boyunca Filistin halkı ya avarelik çekmiş ya işgal altındaki topraklarda ayrımcılığa ve şiddetli tehditlere maruz kalmış ya da Gazze Şeridinde topyekun bir kuşatma ile karşı karşıya kalmıştır.

Gayrı meşru Siyonist Rejimi 1948 yılındaki kuruluşundan beri her daim iki önemli hedef peşinden koşmuştur:"

İlk hedef, işgalci olmalarına karşın meşruiyet kazanmaktı. Bu hedef şimdiye dek gerçekleştirilememiştir çünkü Filistin direnişi, Siyonist İsrail Rejiminin meşruiyetini ciddi sorunlar ile karşı karşıya bırakmıştır.

Siyonist İsrail'in ikinci hedefi ise Müslümanların ilk kıblesi sayılan Beytül Muhaddes'e musallat olup Kudüs ve Filistin topraklarının İslami hüviyetini yok etmek istemesidir.

 Beytül Mukaddes 1967 yılından beri Siyonist İsrail'in işgali altındadır.  Ancak Kudüs, sadece kutsal bir mekan veya sembol olmayıp aynı zamanda da Müslümanların birliğinin de temel taşıdır.

Mecid-ül Aksa ile ilgili İslami rivayetlerde bu cami Mescid-ül Haram ve Mescidi Nebevi'den sonra  İslam'ın üçüncü en kutsal camii olarak adlandırılmıştır. Şimdi ise Müslümanların ilk kıblesi olan bu cami işgal olunmuş ve yok edilmek istenmektedir.

 Kudüs'e musallat olup bu kutsal mekanın İslami hüviyetinin değiştirilmeye çalışılıp Filistin topraklarının Yahudileştirilmesi Siyonistler için her daim stratejik bir hedef olarak görülmüştür. Tabii onlar bu hedefe varmak için defalarca büyük yenilgilere uğramışlardır.

 Siyonist Rejim İsrail şimdiye dek Lübnan Hizbullah'ı ve Filistin Direniş Grupları karşısında dört önemli savaşı kaybetmişlerdir. 33 Günlük Savaş, 22 Günlük Savaş ve 8 Günlük Savaşlarda Direniş güçleri Siyonist İsrail askeri güçlerine göre daha az donanımlı olmasına rağmen zafere ulaştılar. Bu zaferler, Gazze'de çıkan 51 Günlük savaşta daha açık bir zaferle taçlandırıldı.

 Siyonist İsrail Rejiminin Lübnan ve Gazze direniş grupları karşısındaki aralıksız yenilgileri İsrail ve en önemli destekçisi Amerika'nın gücünün ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne serdi.

Siyonist İsrail'in bölgedeki durumunun vahimleşmesi ile Amerika provokatif girişimleri ile Siyonist Rejimi bu yok olma bataklığından kurtarmaya çalışıp bu doğrultuda Filistin topraklarının hüviyetinin değiştirilmesi sürecini hızlandırdı.

Amerika bu amaç doğrultusunda Kudüs'ü Siyonist Rejim İsrail başkenti olarak tanıyıp böylece İslam aleminin nefretini ve kızgınlığını arttırmak istedi.

 Amerika Kongresi 23 Ekim 1995'te Amerika büyükelçiliğinin Telaviv'den Kudüs'e taşınması kararını onayladı. Bu karar, Kudüs'ün Birleşmiş Milletler Teşkilatı kararlarına göre işgal altında sayılmasına rağmen alındı. BMT Güvenlik Konseyi Aralık 2016'daki kararında şöyle bir vurguda bulundu:" Beytül Mukaddes ile ilgili Haziran 1967 öncesinde çizilen sınırlarda hiçbir değişiklik tanınmayacaktır. Ancak iki taraf müzakereler sonucunda bu konuda anlaşabilirler. "

 Amerika Birleşik Devletleri, uluslararası kurallara ve anlaşmalara aykırı olan bu anormal girişimi ile bir kez daha uluslararası kararlara ve anlaşmalara saygı duymadığını gözler önüne serdi.

Trump da tüm Amerika devlet adamlarının kuralsız tavırları gibi aynı Siyonist düşünceler doğrultusunda Kudüs'ü Siyonist İsrail başkenti olarak tanıyarak uzun bir geçmişe ve dini değerlere sahip olan İslam aleminin ayrılmaz ve önemli bir parçasını korsan ve işgalci bir rejime verip bu işgalciliği pratikte tanımış oldu.

Halbuki Kudüs Filistin başkenti olarak hala Filistin hüviyetinin ve tüm Filistinlilerinin simgesi olmaya devam etmektedir. Filistin topraklarını işgal edenler bu toprakları yutarak bir milletin hüviyetini ebediyen yok etmek istiyorlar.

Tabii bölgesel meselelerde yumuşak davranıp Siyonistlere karşı tolerans gösterilmesi ve de bu rejimin işgalciliği karşısında uzlaşma tavrı sergileyip onların yalan vaatlerine kanmak da Amerika, Siyonist Rejim İsrail ve Suudi Arabistan yetkililerinin Filistin meselesi karşısında daha da cesaret bulmalarına yol açmıştır.

 Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah işgal altındaki Kudüs'ün Amerika tarafından Siyonist İsrail başkenti olarak tanınmasına tepki olarak ifşaat mahiyeti taşıyan konuşmasında kimi Arap ülkelerinin bu alanda kusur ettiklerini eleştirerek şöyle bir açıklamada bulundu:" Amerika için Siyonist İsrail'den değerli bir ortak yoktur. Amerika'nın Arap ve Müslüman ortaklarının Trump gözündeki değeri var mıdır? Gerçekte hiç değeri yoktur. Amerika için, Siyonist İsrail'den ve bu rejimin çıkarlarından daha değerlisi yoktur. "

Seyyid Hasan Nasrullah'ın tabiri ile hali hazırda Balfour bildirisinden yüz yıl sonra bu bildirinin ikinci nüshası da yayımlanmıştır.

 Gerçekte Siyonist İsraillilerin onyıllarca peşinden koştukları hedefler şimdi Trump tarafından bir anda onlara verilmiştir. Bu ise İslam alemi için büyük bir tehlikedir. Trump gerçekte müzakerelerin tabutuna son çiviyi de çaktı. Çünkü Filistin'in kalbi ve hüviyeti Kudüs'ün çıkarılmasından sonra artık Filistinden bir şey geriye kalmayacaktır.

Kuşkusuz mazlum Filistin halkının büyük bir zulümden kurtarılması, insani, dini ve ahlaki bir görevdir. Bu doğrultuda ise tüm insanlık toplulukları, uluslararası toplum üyeleri olarak bu yönde adım atmaları şart.

 Uluslararası arenada Birleşmiş Milletler Teşkilatı Anlaşmasında da vurgu yapılan milletlerin kendi kaderini belirleme hakkı dünyaca kabul gören bir haktır. İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamenei ise 2000 yılında Filistin'in kaderinin belirlenmesi için referandum yapılması önerisini yapmıştı.

 İmam  Hamenei üniversite hocaları ve araştırmacılarını kabulünde yaptığı konuşmada Avrupalıların Siyonist İsrail'in Gazze ve Kudüs'teki cinayetleri karşısındaki sessizliğini eleştirerek şöyle bir hatırlatmada bulunmuşlardı:" Her zaman, tarihi Filistin ülkesinde yönetimin belirlenmesi için dünyaca kabul gören kamuoyuna başvurma yöntemine gidilmesine vurgu yapmışız. Yani en az 80 yıldır bu topraklarda yaşayan tüm Filistinliler, işgal altındaki topraklar içinde veya dışında olsun, ister Müslüman, ister Yahudi, ister Hristiyan'ın referanduma katılmasını istedik."

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamenei sözlerine şunları da eklediler:" Birleşmiş Milletler Teşkilatında da tescil edilen İran İslam Cumhuriyetinin bu önerisi uluslararası kurallar ve normlarla uyuşmuyor mu acaba? O zaman Avrupalılar neden bunu anlamak istemiyorlar?

Read 2281 times