İmam Rıza’nın zamanın en büyük kelam alimiyle yaptığı müthiş münazarası

Rate this item
(0 votes)

Horasan mütekellimi (kelâm âlimi) Süleyman Mervezî, Me’mun’un yanına geldi. Me’mun da ona saygı göstererek hediyeler vererek şöyle dedi: Amcamın oğlu Ali b. Mûsa Rıza (aleyhi selâm) Hicaz’dan yanıma kadar gelmiştir ve o, kelâm ilmini ve mütekellimleri sever. Bundan dolayı Terviye günü onunla münazara için yanımıza gelmende herhangi bir sakınca yoktur.

Süleyman dedi ki: Ey müminlerin emiri! Sizin meclisinizde ve Haşim oğulları cemaati huzurunda onun gibi bir şahsiyetten soru sormak istemiyorum; çünkü topluluk huzurunda benimle konuşurken ezik düşecektir (yenilecektir). Dolayısıyla onunla fazla tartışmam doğru olmaz!! 

Me’mun: Ben, senin münazaradaki kuvvet ve kudretini tanıdığım için senin arkandan adam gönderdim. Benim amacım, sadece onun bir delilini çürütmendir.

Süleyman dedi ki: Anlaşıldı ey müminlerin emiri! Bizleri karşı karşıya getir ve kendin şahit ol!

Me’mun, İmam Rıza’ya (aleyhi selâm) haber göndererek şöyle dedi: Merv (Horasan) ehlinden kelâm ilminde Horasan’da ondan daha üstün birinin olmadığı bir kişi yanımıza gelmiştir. Eğer size zahmet olmazsa ve herhangi bir maniniz yoksa yanımıza geliniz.

İmam Rıza (aleyhi selâm) bu mesajı duyar duymaz abdest için kalktı ve bize “Siz benden önce gidiniz” buyurdular.

İmran-ı Sabi’i de bizimle beraber idi; hareket ederek Me’mun’un kapısına vardık. Yaser ve Halid elimden tutarak beni Me’mun’un yanına götürdüler. Selâm verdiğim zaman Me’mun şöyle dedi: “Kardeşim Ebu’l Hasan nerededir? Allah onu korusun!”

Ben; “Biz geldiğimizde elbisesini giymekle meşguldü ve bize önce gelmemizi emretti” dedim. Daha sonra şöyle dedim: Ey müminlerin emiri! Dostunuz İmran da benimle birliktedir. Kapının arkasında bekliyor.

Me’mun: İmran kimdir? Diye sordu. “Sizin vesilenizle Müslüman olan Sabi’i dir” dediğimde içeri girmesini emretti. İmran içeri girdi. Me’mun ona “Merhaba, hoş geldin!” Dedikten sonra; “Ey İmran! Ölmedin de sonunda Haşim oğullarından mı oldun?” dedi.

İmran dedi ki: Hamd o Allah’a ki, beni sizin vesilenizle şereflendirdi ey müminlerin emiri, dedi.

Me’mun dedi ki: Ey İmran! Bu Horasan mütekellimi Süleyman Mervezî’dir.

İmran dedi ki: Ey müminlerin emiri! Bu, münazara yönünden kendisinin Horasan’da tek olduğunu zannediyor. Ayrıca bedâ inancını da inkâr ediyor.

Me’mun: Neden onunla münazara etmiyorsun? Dedi.

İmran dedi ki: Bu kendisine bağlıdır.

O sırada İmam Rıza (aleyhi selâm) içeri girerek “Ne hakkında konuşuyorsunuz?” diye sordular.

İmran dedi ki: Ey Allah resulünün oğlu! Bu, Süleyman Mervezî’dir.

Süleyman İmran’a dönerek şöyle dedi: Acaba Ebu’l Hasan’ın bedâ hakkında dediklerini kabul ediyor musun?

İmran dedi ki: Evet, bedâ konusunda Ebu’l Hasan’ın sözüne razıyım; şu şartla ki, kendim gibi görüş sahiplerine delil göstermem için bana delil getirmiş olsun.

Me’mun: Ey Ebu’l Hasan! Bunların bahsettikleri konu hakkında ne diyorsun? Dedi.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! Neden bedâyı inkâr ediyorsun? Oysa Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır?” (Meryem, 67) Yine buyuruyor ki: “Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur.” (Rum, 27) Yine buyuruyor ki: “Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. (Bakara, 117) Yine buyuruyor ki: “O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar...” (Fâtır, 1) Yine buyuruyor ki: “İnsanı da balçıktan yaratmaya koyulmuştur.” (Secde, 7) Yine buyuruyor ki: (Sefere katılmayanlardan) diğer bir gurup da Allah'ın emrine bırakılmışlardır. O, bunlara ya azap eder veya tövbelerini kabul eder.” (Tevbe, 106) Yine buyuruyor ki: “Ömür sürene ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır.” (Fâtır, 11)

Süleyman dedi ki: Acaba bu konuda babalarınızdan size rivayet ulaştı mı?

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Evet, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle bir rivayet bana ulaşmıştır: “Allah Azze ve Celle’nin iki gizli ve saklı ilmi vardır. Kendisinden başka hiç kimse onu bilemez. İşte bedâ da bu ilimden kaynaklanır. Diğer ilim ise, melekler ve peygamberlere öğrettiği ilimdir. Peygamberimizin Ehl-i Beyt’inin Âlimleri de o ilmi biliyorlardır.”

Süleyman dedi ki: Bu meseleyi Allah Azze ve Celle’nin kitabından açıklaman hoşuma gider.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Allah Azze ve Celle Peygamberine şöyle buyurmuştur: Artık onlara aldırma. (Davete uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin. (Zâriyat, 54) Allah Teâlâ önce onları helâk etmek istedi, sonra "beda" hâsıl oldu ve şöyle buyurdu: Sen öğüt verip hatırlat! Çünkü gerçekten öğütle hatırlatma, mü'minlere yarar sağlar. (Zâriyat, 55)

Süleyman dedi ki: Size feda olayım, daha da söyleyin.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Babam, babalarından ve onlar da Allah resulünden şöyle rivayet etmişlerdir: “Allah Azze ve Celle peygamberlerinden birine Falan padişaha, falan zamanda ruhunu alacağımı bildir, diye vahyetti. Peygamber de bu haberi padişaha bildirdi. Padişah bu haberi duyunca dua etmeye ve yakarmaya başladı; öyle ki, oturmuş olduğu tahttan düştü ve Allah’a şöyle arz etti: “Allah’ım! Oğlumun büyüyüp işlerimi yapmasına kadar bana mühlet ver.” Bunun üzerine Allah Azze Celle O Peygamberine şöyle vahyetti: Padişaha git ve ecelini ertelediğimi ve ömrünü on beş yıl uzattığımı bildir! Peygamber cevaben: Ey Rabbim! Benim şimdiye kadar asla yalan söylemediğimi biliyorsun, dedi. Allah Azze ve Celle ona: Sen görevli bir kulsun, o halde bunu ona ilet; Allah yaptıklarından sorgulanmaz, diye vahyetti.”

Daha sonra İmam (aleyhi selâm) Süleyman’a dönerek: Bu konuda Yahudilere benzediğini (onlar gibi düşündüğünü) zannediyorum.

Süleyman dedi ki: Bundan Allah’a sığınırım; Yahudiler bu konu da ne diyor ki?

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır dediler. Bundan amaçları ise şu idi: Allah işini tamamlamış, artık hiçbir şey yaratmıyor. Buna karşılık Allah Azze ve Celle de şöyle buyurdu: “Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! (Mâide, 64)” Bazılarının babam Mûsa b. Cafer’den (aleyhi selâm) bedâ hakkında soru sorduğunu işittim. Babam bu konuda onlara şu yanıtı vermiştir: “Halk bedâyı ve Allah’ın, bir grubun işlerini karara bağlamak için geciktirmesini nasıl inkâr edebilir?”

Süleyman dedi ki: “Biz Kur’an’ı Kadir Gecesi indirdik.” (Kadir, 1) ayetinin hangi konu hakkında indiğini anlatır mısın?

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! Allah Azze ve Celle bu gecede, bu yıldan gelecek yıla kadar olan hayat, ölüm, hayır, şer ve rızık gibi şeyleri takdir eder ve bu gecede takdir ettiği her şey, katî ve kesindir.

Süleyman dedi ki: İşte şimdi anladım. Sana feda olayım, daha da söyleyin.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! Bazı işler Allah’ın yanında onun idaresine bağlıdır. İstediğini ileri alır, istediğini geciktirir ve istediğini yok eder. Ey Süleyman! Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Allah katında olan ilim iki kısımdır; biri melek ve peygamberlerine öğretmiş olduğu ilimdir; bunlar gerçekleşir ve Allah kendisini, melek ve peygamberlerini yalanlamaz. Allah katında olan diğer ilim ise gizlidir ve yarattıklarından hiç kimseye bildirmediği ilimdir. İşte bu ilimden istediğini ileri alır, istediğini geciktirir, istediğini yok eder ve istediğini gerçekleştirir.”

Süleyman Me’mun’a dönerek dedi ki: Ey müminlerin emiri! Allah’ın izniyle bugünden itibaren bedâyı inkâr etmeyecek ve yalanlamayacağım.

Me’mun: Ey Süleyman! Ebu’l Hasan’a istediğin şeylerden sor, ama iyi dinle ve insaflı ol! Dedi.

Süleyman İmam’a dönerek şöyle dedi: Efendim, soru sormama izin veriyor musunuz?

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: İstediğin şeylerden sor.

Süleyman dedi ki: İradeyi tıpkı “Hay, Semî, Basir ve Kadir” gibi isim ve sıfat olarak adlandıran kimse hakkındaki görüşünüz nedir?

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Siz “Eşya yaratıldı ve birbirleriyle farklı oldu; çünkü Allah, onu öyle istedi ve irade etti” diyorsunuz. Ama “Eşya yaratıldı ve birbirleriyle farklı oldu; çünkü Allah “Semî” (duyan) ve “Basir” (gören)’dir demiyorsunuz. İşte bu, irade ve meşiyetin, Semî, Basir ve Kadir gibi olmadıklarına bir delildir.

Süleyman dedi ki: Şüphesiz O, sürekli (ezelden) murid (irade eden) idi.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! İradesi kendisinden başka bir şey midir?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse Allah’tan başka bir şeyi onunla beraber ezeli (kadimi) olduğunu ispatladın!

Süleyman dedi ki: Hayır, hiçbir şeyin onunla beraber ezeli olduğunu ispatlamadım.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: İrade muhdes midir? (sonradan oluşturulmuş meydana getirilmiş şey)

Süleyman dedi ki: Hayır, muhdes ne demektir?!

Me’mun araya girerek Süleyman’a yüksek bir sesle şöyle dedi: Ey Süleyman! Onun gibi birisi aciz kalır mı? Onun gibi birisine büyüklük taslanır mı? İnsaflı ol! Etrafındaki görüş sahiplerini görmüyor musun? Daha sonra İmam’a dönerek: Ey Ebu’l Hasan! Sözüne devam et; o Horasan âlimidir!

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! İrade hâdistir; çünkü ezeli olmayan her şey hâdistir ve hâdis olmayan bir şey ise ezelidir.

Süleyman dedi ki: Allah’ın iradesi duyması, görmesi ve ilmi gibi kendisindedir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Allah iradesi kendisi midir?

Süleyman dedi ki: Hayır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse murid (irade eden) Semî (duyan) ve Basir (gören) gibi değildir.

Süleyman dedi ki: Aynen kendi sesini işittiği, kendisini gördüğü ve kendisini bildiği gibi kendisini de irade etmiştir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: “Kendisini irade etmiştir” derken neyi kastediyorsun? Bir şey olmayı mı irade etmiştir; diriliği, duymayı, görmeyi ve kadir olmayı mı irade etmiştir?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Acaba iradesiyle mi böyle oldu.

Süleyman dedi ki: Hayır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Eğer kendi iradesiyle böyle olmamışsa o zaman diri olmayı, duymayı, görmeyi ve kadir olmayı irade etmesinin hiçbir manası yoktur.

Süleyman dedi ki: Hayır, bunların hepsi kendi iradesiyle olmuştur.

Böyle çelişkili konuşunca Me’mun ve etrafındakiler güldüler. İmam da (aleyhi selâm) güldü. Daha sonra Me’mun oradakilere şöyle dedi: Horasan mütekellimine yumuşak davranın (onu zorlamayın). Ey Süleyman! Sizin inancınıza göre Allah Azze ve Celle bir halden başka bir hale geçmektedir. Oysa Allah bu gibi şeylerle vasıflandırılamaz.

Süleyman öylece donup kaldı. Sonra İmam (aleyhi selâm) şöyle devam etti: Ey Süleyman! Sana bir şey sormak istiyorum.

Süleyman dedi ki: Sana feda olayım, sorun.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Söyler misin, sen ve arkadaşların halk ile anladıklarınız ve bildikleriniz şeylerle mi, yoksa bilmediğiniz şeylerle mi konuşuyorsunuz?

Süleyman dedi ki: Elbette ki anlayıp bildiğimiz şeylerle.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Halk, murid (irade eden)’in iradeden başka bir şey olduğu, müridin iradeden önce ve failin de mefulden önce olduğu kanısındalar. İşte halkın bu düşüncesi sizin “müritle irade aynı şeydir” şeklindeki sözlerinizi iptal edip çürütüyor.

Süleyman dedi ki: Size feda olayım, bunlar halkın anlamasına ve bilmesine göre değildir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse marifet ve bilginiz olmadan ilim iddiasında bulunduğunuzu ve iradenin Semî ve Basir gibi olduğunu söylüyorsunuz. Böyle düşündüğünüz müddetçe inancınız akıl ve marifet esası üzere değildir.

Süleyman cevapsız kaldı.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! Allah Azze Celle cennet ve cehennemdeki her şeyi biliyor mu?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Acaba Allah Teâlâ’nın gelecekte olacağını bildiği şeyler bu türden icat olacak şeylerden midir?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Olacak şeyler olup bittiğinde ve onlardan hiçbir şey bâki kalmadığında acaba yine Allah Teâlâ onlara bir şeyler mi ekleyecek, yoksa bu işten vaz mı geçecek?

Süleyman dedi ki: Onlara ekleyecektir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Senin sözüne göre, Allah Teâlâ ilminde olmayan şeyleri olacak şeylere ekleyecektir. (Çünkü farz edilene göre, Allah Teâlâ’nın gelecekte vârolacaklarını bildirdiği şeylerin hepsi artık vârolmuş ve geriye hiçbir şey bâki kalmamıştır.)

Süleyman dedi ki: Sana feda olayım, eklenenin sınır ve sonu yoktur.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Eğer onların sınır ve sonu düşünülmezse o zaman sizin görüşünüze göre Allah Teâlâ’nın ilmi, cennet ve cehennemde olacak şeyleri kuşatmıyor (onları bilmez). Eğer Allah’ın ilmi, cennet ve cehennemde olabilecek şeyleri kuşatmıyorsa o zaman onlarda olacak şeyleri onlar olmadan önce bilmeyecektir. Allah Teâlâ bu tür söz ve inançlardan pek yücedir.

Süleyman dedi ki: Benim, Allah’ın onlara karşı ilmi yoktur demem, onların belli bir sınırı olmadığındandır. Zira Allah Teâlâ, onları ebedîlikle vasıflandırmıştır. İşte biz bunun için onları sınırlandırmak istemedik.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Allah’ın onlar hakkındaki ilme sahip olması, onların sınırlılığını gerektirmez. Zira Allah Azze ve Celle bunu bilerek onlara ekliyor ve eklediği şeyleri onlardan kesmiyor. İşte bu yüzden Allah Azze ve Celle, kitabında şöyle buyuruyor: “Derileri her yanıp döküldüğünde onları yeni derilerle değiştireceğiz ki azabı (tam olarak) tadabilsinler. (Nisa, 56)” Cennet ehli için ise şöyle buyuruyor: “Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur.” (Hud, 108) Yine buyuruyor ki: “Tükenmeyen ve yasaklanmayan, sayısız meyveler içindedirler… (Vâkıa, 32–33) Allah Celle ve Azze bunu (eklenenleri) biliyor ve onları onlardan esirgemiyor. Acaba Allah Teâlâ cennet ehlinin yiyip içtiği şeylerin yerine başka bir şey yaratıyor mu?

Süleyman dedi ki: Evet, yaratıyor.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Acaba yiyilip içilenlerin yerine bıraktığı şeyleri onlardan kesiyor mu?

Süleyman dedi ki: Hayır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: İşte böylece cennette sarf edilen şeylerin yerine konan şeyler, artık onlardan kesilmeyecektir.

Süleyman dedi ki: Hayır, onlardan kesilecek ve onlara bir şey eklenmeyecektir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: O zaman cennet ve cehennemde olan şeyler tükenip yok olacaklar. Ey Süleyman! Bu söz, ebedîliğe ve Allah’ın kitabına aykırıdır. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda dahası da vardır. (Kaf, 35)”

Yine Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur.” (Hud, 108)

Yine Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Ve onlar oradan çıkarılacak değillerdir.” (Hicr, 48)

Yine Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “İçinde ebedi olarak kalacaklardır.” (Beyyine, 8)

Yine Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Tükenmeyen ve yasaklanmayan, sayısız meyveler içindedirler… (Vâkıa, 32-33)

Süleyman bir cevap veremedi. Daha sonra İmam (aleyhi selâm) şöyle devam etti: Ey Süleyman! Söyle bakalım, irade fiil (iş) midir, yoksa fiilden başka bir şey midir?

Süleyman dedi ki: Evet, fiildir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse hâdistir; çünkü bütün fiiller hâdistir.

Süleyman dedi ki: İrade fiil değildir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse ezelden Allah ile birlikte başka şeyler de vardı!

Süleyman dedi ki: İrade, inşa ve icattır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! Bu, sizin Zirar[1] ve ashabını kınadığınız sözün aynısıdır; Zira onlar şöyle diyorlar: “Allah Azze ve Celle’nin gökte ve yerde veya denizde ve karada yarattıkları köpek, domuz, maymun, insan ve hayvan gibi, bunların hepsi Allah Azze ve Celle’nin iradesinin sonucudur. Allah Azze ve Celle’nin iradesi diriltir, öldürür, yürür, yer, içer, evlenir, ürer, zulmeder, kötü işler yapar, kâfir olur ve şirk koşar.” Biz bu tür sözlerden uzağız ve onlarla düşmanız. İşte onun sınırı budur.

Süleyman dedi ki: İrade aynen Semî, Basir ve ilim gibidir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Yine ilk sözüne döndün! Söyler misin Semî, Basir ve ilim sonradan mı icat olmuştur?

Süleyman dedi ki: Hayır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse iradeyi neden nefyettiniz? Bir defasında; irade etmedi, bir defasında da irade etti dediniz ve iradeyi Allah’ın mefulü (yaptığı iş) bilmiyorsunuz.

Süleyman dedi ki: Bu, aynen şuna benzer ki bazen biliyor diyoruz, bazen de bilmiyor diyoruz.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Bunlar aynı değillerdir. Zira bilinen şeyleri nefyetmek, ilmi nefyetmek değildir; oysa irade edileni nefyetmek, iradenin varlığını nefyetmektir. Çünkü eğer bir şey irade olunmazsa irade de olmamıştır. Ama bazen bilgi olur fakat bilinen olmaz. Bu aynen insanın görme özelliğine sahip olup görülecek bir şeyin olmamasına benzer. Bilgi vardır, ama bilinen yoktur.

Süleyman dedi ki: İrade icat edilmiştir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: O hâdistir; Semî ve Basir gibi değildir. Çünkü Semî ve Basir icat edilmemiştir. Ama irade icat edilmiştir.

Süleyman dedi ki: İrade, Allah’ın ezeli olan bir sıfatıdır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse insan da ezeli olmaya lâyıktır. Çünkü insanın sıfatı ezelidir.

Süleyman dedi ki: Hayır, çünkü o sıfatı onun kendisi oluşturmamıştır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Horasanlı! Yanlışın ne kadar çoktur! Acaba O’nun irade ve kelâmıyla eşya yaratılmıyor mu?

Süleyman dedi ki: Hayır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Eğer Allah’ın irade, meşiyet (istek) ve emri ile değilse ve kendisi de onları yaratmamışsa o zaman bunlar nasıl icat oldular? Allah Azze ve Celle bunlardan pek üstün ve münezzehtir.

Süleyman verecek bir cevap bulamadı.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Şu ayet hakkında ne diyorsun? “Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz. (İsra, 16) Buradaki iradeden amaç, Allah’ın iradeyi icat etmesi midir?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Eğer Allah Teâlâ iradeyi icat etmiş olursa, o zaman senin “İrade Allah’ın kendisi veya ondan başka bir şeydir” şeklindeki sözün batıl olur. Çünkü Allah, kendisini icat etmiyor ve kendi halinden değişmiyor. Allah bundan pek yücedir.

Süleyman dedi ki: Allah Teâlâ onunla iradeyi icat etmeyi kastetmemiştir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse onunla neyi kastetmiştir?

Süleyman dedi ki: Allah Teâlâ herhangi bir şeyin fiilini kastetmiştir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Vay haline, bu meseleyi ne kadar tekrarlıyorsun! İradenin hâdis olduğunu sana söyledim; herhangi bir şeyin fiil ve icadı, onun hâdis olduğunu (sonradan yaratıldığını) gösterir.

Süleyman dedi ki: O zaman onun bir manası olmaz.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Size göre Allah, kendisini manasız bir şeyle (iradeyle) vasıflandırmıştır. Eğer iradenin ezeli veya hâdis manası olmazsa “Allah ezelden irade edendir” diye söylediğiniz söz bâtıl olmuş olur.

Süleyman dedi ki: Amacım, iradenin Allah’ın ezeli fiillerinden olmasıdır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ezeli olan bir şeyin aynı anda hem meful, hem hâdis ve hem de ezeli olmasının mümkün olmayacağını bilmiyor musun?

Süleyman yine cevap vermekten aciz kaldı.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Önemli değil, sorunu tamamla.

Süleyman dedi ki: İradenin Allah’ın sıfatlarından biri olduğunu söylüyorum.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Bu konuyu ne kadar tekrar ediyorsun! Allah’ın sıfatı hâdis midir, yoksa ezeli midir?

Süleyman dedi ki: Hâdistir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Allah-u Ekber! Öyleyse irade, Allah’ın ezeli sıfatlarından olsa dahi hâdistir ve Allah herhangi bir şeyi irade etmemiştir! Ezeli olan bir şey, meful ve mesnû olamaz.

Süleyman dedi ki: Eşya irade değildir ve Allah herhangi bir şeyi irade etmemiştir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! Vesvese ediyorsun. Acaba Allah, yaratılmasını ve icat olmasını irade etmediği bir şeyi mi yarattı? Bu, ne yaptığını bilmeyen bir kimsenin sıfatıdır. Allah Teâlâ bu gibi sözlerden münezzehtir.

Süleyman dedi ki: Efendim, iradenin aynen Semî, Basir ve ilim gibi olduklarını size arz ettim.

Bu arada Me’mun söze karışarak: Yazıklar olsun sana ey Süleyman! Bu yanlış sözü ne kadar tekrarlıyorsun! Bunu bırak, başka konular seç; çünkü başka cevap veremiyorsun.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey müminlerin emiri! Bırak konuşsun, sözlerini kesmeyin; çünkü kendisinin haklı olduğuna dair delil getiriyor. Devam et, ey Süleyman!

Süleyman dedi ki: İradenin aynen Semî, Basir ve ilim gibi olduklarını arz ettim.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Önemli değil, söyler misin iradenin sadece bir manası mı vardır, yoksa çeşitli manaları da var mıdır?

Süleyman dedi ki: İradenin sadece bir manası vardır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse bütün iradelerin manası aynı mıdır?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Eğer bütün iradelerin manası aynı olursa kalkmakla oturmanın, yaşamla ölümün manası aynı olur. Eğer Allah’ın iradesi bir olursa hiçbir irade birbirinden önce ve farklı olamaz ve hepsi bir şey olur.

Süleyman dedi ki: İradenin manaları birbirinden farklıdır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Peki Mürit (irade eden) iradenin kendisi midir, yoksa başka bir şey midir?

Süleyman dedi ki: Mürit, iradenin kendisidir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse size göre mürit muhteliftir; çünkü o, iradenin aynıdır.

Süleyman dedi ki: Efendim, irade müridin aynı değildir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: O halde irade hâdistir. Böyle olmazsa Allah ile beraber başka birinin de olması gerekir. Bunu iyice anla ve sorularına devam et.

Süleyman dedi ki: İrade Allah’ın isimlerinden biridir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Acaba Allah kendisini bununla mı adlandırdı?

Süleyman dedi ki: Hayır, o kendisini bununla adlandırmadı.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse kendisini adlandırmadığı bir şeyle senin onu adlandırmaya hakkın yoktur.

Süleyman dedi ki: Kendisini Mürit (irade eden) olarak vasıflandırmıştır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Kendisini Mürit olarak vasıflandırması, kendisinin irade olduğunu veya iradenin onun isimlerinden olduğunu da bildirmek manasına gelmez.

Süleyman dedi ki: Çünkü iradesi ilminin aynıdır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey cahil! Allah’ın herhangi bir şeyi bilmesi, onu irade ettiği anlamına mı gelir?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Eğer onu irade etmezse bilgisinin olmadığını göstermez mi?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Bunu da nereden çıkardın? Allah’ın iradesinin, ilminin aynı olduğuna delilin nedir? Hâlbuki Allah bazen, her şeyi biliyor, ama onu asla irade etmiyor. İşte şöyle buyuruyor: “Hakikaten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız… (İsra, 86) Allah onu gidereceğini bilir fakat hiçbir zaman onu gidermez.

Süleyman dedi ki: Çünkü Allah işini tamamlamış ve elini ondan çekmiştir ve artık ona bir şey ekleyemez.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Bu söz Yahudilerin sözüdür. O halde Allah, niçin şöyle buyurmuştur: “Bana dua edin, kabul edeyim. (Mümin, 60)”

Süleyman dedi ki: Buna kadir olduğunu bildirmek istiyor.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Acaba Allah, vefa etmeyeceği (yerine getirmeyeceği) sözü mü vaat ediyor? Öyleyse neden şöyle buyurmuştur: “O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. (Fâtır, 1)” Yine buyurmuştur ki: “Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır. (Rad, 39)” Acaba gerçekten Allah, elini işten çekmiş midir?

Süleyman sustu ve cevap vermedi.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! Allah, insanın var olacağını bildiği halde onu yaratmayı asla irade etmemiş olabilir mi? Ya da insanın bugün öleceğini bildiği halde onun bugün öleceğini irade etmemiş olabilir mi?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse Allah, irade ettiği bir şeyin mi olacağını biliyor, yoksa irade etmediği bir şeyin mi?

Süleyman dedi ki: Her ikisinin de var olacağını biliyor.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: O halde o, insanın aynı anda hem hayatta, hem de ölü olduğunu; hem ayakta, hem de oturduğunu; hem kör, hem de görür olduğunu biliyor. İşte bu, imkânsız bir şeydir.

Süleyman dedi ki: Sana feda olayım, Allah bunlardan birinin olacağını biliyor.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Önemli değil, öyleyse hangisi var olacak; irade ettiği mi, irade etmediği mi?

Süleyman dedi ki: İrade ettiği.

İmam (aleyhi selâm), Me’mun ve meclisteki Âlimler hep birlikte güldüler.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Hata ettin ve önceki sözünden döndün. Daha önce “Allah, insanın bugün öleceğini biliyor, ama onun bugün öleceğini irade etmiyor; mahlûkatı yaratıyor, ama onları yaratmayı irade etmiyor” diyordun. Sizin açınızdan irade etmediği şeyleri bilmek caiz olmadığına göre, demek ki sadece icat olmasını irade ettiği şeyleri biliyor!

Süleyman dedi ki: Ben kısaca şöyle diyorum; irade ne Allah’tır, ne de Allah’tan başka bir şeydir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey cahil! “İrade Allah değildir” dediğin zaman Allah’tan başka bir şey olduğunu kabul ediyorsun; “İrade Allah’tan başka bir şey değildir” dediğinde ise gerçekte onun Allah olduğunu kabul ediyorsun!

Süleyman dedi ki: Allah herhangi bir şeyi nasıl yaratacağını biliyor mu?

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Evet.

Süleyman dedi ki: Bu, o şeyin önceden var olduğuna delildir. [2]

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: İmkânsız bir şey söylüyorsun. Çünkü bir kişi usta olduğu halde bina yapmayabilir veya terzi olduğu halde dikiş yapmayabilir veyahut da bir şeyin yapılışını çok iyi bilebilir, ama onu hiçbir zaman yapmaz. Ey Süleyman! Acaba Allah, kendisinin tek olduğunu ve başka bir şeyle birlikteliğinin olmadığını biliyor mu?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Bu, kendisiyle birlikte herhangi bir şeyin olduğunu ispat ediyor mu?

Süleyman dedi ki: Allah kendisiyle başka bir şeyin olmadığını ve kendisinin de tek olduğunu bilmiyor.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Sen bunu biliyor musun?

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Ey Süleyman! Öyleyse sen Allah’tan daha bilgilisin!

Süleyman dedi ki: Bu imkânsızdır.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Sana göre Allah’ın tek olup onunla birlikte bir şeyin olmaması; Semî, Basir, Hekim ve Kadir bir şeyin olması imkânsızdır.

Süleyman dedi ki: Evet.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Öyleyse Allah bilmediği halde nasıl kendisinin diri, tek, semî, basir, hekim, kadir, alîm ve habîr olduğunu haber veriyor? Senin bu sözün Allah’ı yalanlamak demektir. Allah Azze ve Celle, bu gibi sözlerden münezzeh ve yücedir.

Peki, yapmasını bilmediği bir şeyi nasıl yapmak istiyor? Usta, bir şeyi yapmadan önce onu nasıl yapacağını bilmezse o hakikatte şaşkına döner. Allah Azze ve Celle bu gibi düşüncelerden pek yücedir.

Süleyman dedi ki: İrade, güç ve kudretin kendisidir.

İmam (aleyhi selâm) buyurdu ki: Allah Azze ve Celle kesinlikle irade etmediği şeye dahi kadirdir. Böyle de olmalıdır ve bu kesindir. Çünkü Allah, şöyle buyuruyor: “Hakikaten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız… (İsra, 86) Eğer irade kudretin kendisi olsaydı, kudreti olduğundan dolayı onu gidermeyi irade etmiş olurdu.

Süleyman sustu, kaldı. O sırada Me’mun araya girerek: Ey Süleyman! Bu, Haşimilerin en âlimidir, dedi ve daha sonra meclistekiler dağılmaya başladı.

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Zirar b. Amr el-Kadî, fasit akideye sahip olan bir Mûtezilîdir. (Lisan’ul Mîzan)

[2] — Süleyman, “Bir şeyi bilmek, onun var olmasını gerektirir” görüşüne sahipti.

Read 3715 times