Bismillah
Ülkede iki aydan fazla bir süredir eski koalisyon ortakları arasında devam edegelen iktidar savaşı gün geçtikçe şiddetleneceğe benziyor. Çünkü savaşı başlatan bu tarafların kendilerinden ziyade Türkiye siyasetini her on yılda bir yeniden dizayn eden dış güçler, ve özellikle de küresel sulta sisteminin başını çeken ABD ve uluslararası siyonizmdir.
“AKP Serüveni ve ABD’nin İktidar Değiştirme Projesi” http://www.rasthaber.com/yazar_17605_37_akp-seruveni-ve-abdnin-iktidar-degistirme-projesi.html
başlıklı yazıda ifade ettiğimiz üzere amaç sulta sisteminin siyasetlerini daha bir koordineli ve uysal biçimde uygulayacak bir ekibi iş başına getirmektir. Çünkü müstekbirler işbirlikçilerinin sadece onların siyasetlerini uygulamaları ve onlarla işbirliği yapmalarıyla yetinmez onların hakkaniyetine inanmaları ve kabul etmelerini de isterler. Halbuki iş başındaki mevcut ekip her ne kadar sulta sistemiyle uyumlu hareket etse de fırsat bulduğunda ve özellikle de –hangi amaçla olursa olsun-iktidarının elinden alınacağını gördüğünde teslim olmayacağının sinyallerini vermiş bulunuyor. Bu ise müstekbir güçlerin kabulleneceği bir durum değildir. Cemaat ise geçmişten beri ortaya koyduğu tavırlarıyla ABD’nin ve uluslararası siyonizmin dünya üzerindeki sultasını kabul etmek bir yana gerekliliğine inanmaktadır. Bu durumda sulta sistemi ister istemez iktidara susamış başka odaklarla Cemaat arasında daha yakın bir koordinasyon ve işbirliği ortamı sağlayarak AKP’yi devre dışı bırakmayı planlamaktadır.
AKP önderlerinin bu duruma hayıflanma hakkı yoktur. Çünkü kendileri de aynı yöntemle iktidara taşındı ve rakiplerini bir bir devre dışı bırakırken sulta sisteminin içteki uzantılarıyla işbirliğinde bulundular. Dış bağlantılı Cemaat’in desteği olmadan ortodoks laikleri ve darbeci generelleri devre dışı bırakmaları mümkün değildi. Başta dostunu-düşmanını tanımamak olmak üzere sulta sisteminin hile ve entrikalarından gafil olan AKP ekibi, aynı taktiklerin günün birinde kendilerine karşı kullanılacağını unuttukları için bugün çırpınıp durmaktadır.
Rakibin zaafından yararlanmak mı?
Belli ilkelerden yoksun oldukları için birbirlerinin zaafından yararlanma yöntemine başvurmaktalar. İslamcılık iddiasında bulunanların rakibi altetmek için İslam’ın kabul etmediği yollara başvurmaları yeni değildir. Bu yöntemlerle rakibe galip gelseler bile kazanacakları birkaç günlük saltanattan başkası değildir. Allah adına , din adına, Kur’an adına halkın inançlarını, dini duygularını istismar edenler kim olursa olsun çoğu defa iktidara ulaşsalar bile sünnetullah gereği rezil rüsva olmaktan kurtulamazlar.
Halbuki takva ve ihlasla İslamcılık ve hakkı savunma iddiasında bulunanlar düşmanın hile, baskı ve entrikaları karşısında sabrettikleri ve direndikleri takdirde Allah onlara mutlaka bir çıkış yolu gösterir. Bunun en açık seçik örneği müstekbirler ve İslam ülkelerindeki uzantılarına karşı direnen ve ilkelerinden taviz vermeyen İslam İnkılabı’dır.
Demagojiyi kendine ilke edinmiş bazı yazarlar ülkede devam eden bu ilkesiz ve dini değerlerden uzak tartışmada sulta sisteminin uzantısı Cemaat’e karşı AKP hükümetini desteklerken vicdanlarını rahatlatmak ve muhataplarını nefsi temayüllerine göre yönlendirmek için İran İslam Cumhuriyeti’nden yalan-yanlış örnekler verme hatasına düşmekteler. Bu tipler muhatabın bilgisizliğinden de yararlanarak meşru temeller üzerine kurulu bir nizamın işleyişdeki aksaklıklarıyla laik bir sistem içinde nereye varacağına, ne yapacağına karar verememiş dini değerlere bağlılık iddiasındaki parti ve grupların davranışlarını karşılaştırma gafletine düşmekteler.
Bunlar adamlarının pisliklerini örtmek için önce İslam İnkılabını karalamakta, İslam Cumhuriyetinde eksiklik ve aksaklıkları gündeme getirmekte ve böylece sanki yolsuzluk yapmak, çalmak, vs kaçınılmaz bir şeymiş gibi sevdikleri ve desteklediklerini savunmaya geçmekteler.
Niçin Velayet-i Fakih Sistemi?
Saltanat kültürünün mirasçıları hala makbuliyetle meşruiyeti karıştırmış görünüyorlar. Halktan daha fazla oy alanın, makbuliyet kazananın, meşruiyet de kazanacağını sanmaktalar. Kişi ve grupların makbuliyeti küçümsenemez elbet, çünkü makbuliyet kazanmadan hükümet edilmesi, topluma liderlik mümkün değildir. Ancak takva ve ihlastan yoksun makbul kişi ve partilerin başarılı olmadıkları çevremizdeki topluluk ve ülkelerde açıkca müşahade edilmektedir.
Allah kendi dini adına ortaya çıkan, din ve ilahi ahkamı uygulama iddiasında bulunanlar, halka kendini dindar, din taraflısı, İslamcı göstererek bir yerlere varmak isteyenlerle gerçek müminlerin bir birinden ayrıdedilmesi için sahtekarları mutlaka rezil rüsva eder, bu sünnetullahtandır. Bunun için geçmişte olduğu gibi bundan sonra da İslam ülkelerinin hemen hepsinde din tüccarlarının ifşa edileceğine kesin gözüyle bakılmalıdır.
AKP-Cemaat savaşı başta olmak üzere İslam ülkelerindeki iç çekişmelerin temelinde iktidar mücadelesi yatmaktadır. Saltanatı, iktidarı her değerin üstünde gören bu anlayış hükümetin kaynağının, hakimiyet hakkının ilahi değil de beşeri olduğuna inanır. Bunun için de hükümet etmek , makbuliyet kazanmak, iktidarını sürdürmek için hiç bir yolu denemekten çekinmezler. Halbuki İslam’da makbuliyetten önce meşruiyyet gelir.
İran’da İslam İnkılabı’nın zaferinden sonra kurulan İslam Cumhuriyeti modelinin niçin “velayet-i fakih” temel ilkesi üzerine oturtulduğu gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. “İşlerin yürütülmesi, Allah için âlim olan ve O'nun helâl ve haramını bilmede güvenilir kişilerin elindedir” hadisi uyarınca müslüman milletlerin önderliğini ilahi ahkamı bilen, takvalı, basiretli, idare kabiliyeti yüksek ve halkın makbuliyetini kazanmış bir fakih tarafından üstlenilmesi öngörülmüştür. Geçen 35 yıl içinde İran’da bunun bereketleri görüldüğü gibi halkı kıyam etmiş başka İslam ülkelerindeki eksikliği de son yıllarda açıkca hissedilmektedir.
Bir ülkedeki çeşitli kuruluşların, kurumların ve temel organların asli görevlerinden sapmalarının güvence altına alınmasının yolu kendini Allah’ın rızasını kazanmaya adamış, her türlü idari-iktisadi vb fesatlardan arındırmış takvalı bir liderle mümkündür.
Ziya TÜRKYILMAZ