Son günlerde mezhepçilik silahının daha sık kullanıldığına tanık olmaktayız. Yandaş medya sanki bir merkezden düğmeye basılmış gibi haber ve siyasal analiz adı altında Şiilik aleyhinde saçmalıklarını her geçen gün artırmaktadır.
Allah’ın adıyla
Hükümetin bölgesel siyasetlerindeki başarısızlıkları bir biri ardından ortaya çıkamaya başlayınca hırçınlıklar va bağnazlıklar da zirve yapmaya başladı.
Hükümetin başarısızlıklarının üzerini örtmek için çeşitli propaganda taktiklerine başvurulmaktadır. Kamuoyunu etkilemek ve halk arasında algı operasyonu oluşturmak için halkın inanç ve duygularının tahrik edilmesi ise bunların en tehlikelisi.
Son günlerde mezhepçilik silahının daha sık kullanıldığına tanık olmaktayız. Yandaş medya sanki bir merkezden düğmeye basılmış gibi haber ve siyasal analiz adı altında Şiilik aleyhinde saçmalıklarını her geçen gün artırmaktadır.
Kiralık kalemler yazdıklarının, çeşitli inanç grupları ve mezhep mensupları arasında bırakacağı tehlikeli sonuçları düşünmeden sırf hükümetin maceracılıklarına katkıda bulunmak adına daha büyük cinayetler işlediklerinin farkında değiller.
İran, Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki her askeri, siyasal ve diplomatik duruşu mezhepçilik penceresinden değerlendiren yandaş medya erbabı verdikleri tepkilerin bu ülkelerde karşılığı olup olmadığına bakmadan sadece verilen görevi yerine getirmekteler.
Amaç izlenen yanlış siyasetlerin ülke için doğuracağı yıkıcı sonuçlarını halktan gizlemektir. Bunun için en kolay yol halkın mezhebi duygularını tahrik etmek, bağnazlığı, taassubu güçlendirerek gerçeklerin görülmesini engellemektir. Nusayri rejim propagandalarının halkının ekseriyeti Sünni olan Suriye’de sonuç vermediğini görmeleri gerekirken mezhepçiliğe sarılmaları bu çevrelerin hırçınlık sınırlarını aşarak çıldrmaya yöneldiklerinin işaretleri değil de nedir?
Irak ile yaşanan son problem ve Irak halkının dış müdahaleye gösterdiği tepkileri görmek yerine hükümetin acemice girişiminin üzerini örtmek amacıyla Irak halkının protestolarını “Şiicilik” olarak lanse etmeye çalıştılar.
Sözde Irak’ın toprak bütünlüğü ve egemenlik hakkına saygılı olduklarını dile getirmelerine rağmen uluslararası hukuku hiçe sayarak bu ülkenin seçilmiş meşru hükümeti yerine azledilmiş valiyle koordine kurmaları ise işin gülünç yanlarından biri.
AKP hükümetinin ve kontrolünde bulundurduğu yandaş ve resmi medyanın bilinçli olarak halktan gizlemeye çalıştıkları hususlardan biri de Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye yönelik müdahalelerini İran’ın girişimleriyle karşılaştırmaları ve madem İran bu ülkelerde varlık gösteriyor biz niçin yapmıyalım demogojisidir.
Gizledikleri gerçek ise bağımsız ve egemen ülkeler olan Irak ve Suriye’nin meşru temsilcisi hükümetlerin İran’ı ikili sözleşmeler çerçevesinde veya resmi davetle bu ülkelere yardıma çağırmasıdır. AKP Hükümeti her ne kadar bu ülkelerin hayrına müdahale ediyoruz dese de bu müdaheleler gerçekte bu iki ülke hükümetlerini devirmeye çalışan silahlı muhalif veya terörist grupları desteklemek ve uluslararası hukuka aykırı olarak değerlendirilmektedir.
ABD ve batı sulta sistemi ise bu iki ülkeye yönelik işgal, dayatma ve müdahelelerini kendi hizmetlerinde bulundurdukları uluslararası kurum ve kuruluşları kullanarak gerçekleştirmektedir. Bu sözde uluslararası hukuki, siyasal ve ekonomik kurum ve kuruluşlar da zaten bu amaçla icad edilmiş değil midir? İkinci dünya savaşının galipleri tarafından oluşturulmuş zulüm temelli dünya sistemine son verilmediği sürece de bu durum devam edecektir. Ya güçlülerle işbirliği yapıp küresel sulta sistemine hizmet edecek ve sistemin efendilerinin vereceği karşılığa razı olacaksın ya da bu sisteme karşı direneceksin.
AKP hükümetinin yaptığı acaba bu iki seçenekten hangisidir? Bazılarının biz bu iki seçenekten hiç birini kabul etmiyoruz ve kendi bildiğimizi yaparız dediklerini duyar gibiyiz. Gerçekten AKP hükümeti bazen kendi bildiğini okuyor ve defalarca görüldüğü üzere bu girişimleri her defasında geri tepiyor. Cumhurbaşkanı’nın Libya- Kaddafi konusunda söylediklerinden tutun Patriotların Kürecik’e yerleştirilmesine, Mısır hükümeti hakkındaki sözlerinden Irak ve Suriye’ye müdahaleye kadar sarfettikleri sözlerin ve takındıkları tavırların hepsi bizzat stratejkik müttefiklerin duvarına çarpmış ve geri adım atmak zorunda kalmıştır.
Çünkü kendisini bölgede oyun kurucu olarak gören AKP hükümeti ve liderleri maalesef bırakın oyun kurucu olmayı çoğu defa sahada oyuncu rölü bile fazla görülürek yedekte tutulmaktadır. Bu ise bu milletin layık olmadığı bir durumdur ve bundan kurtuluşun çaresi ise geçmiş hatalardan, inatçılıktan, kendini dev aynasında görme hastalığından vazgeçmektir.
Bu satırların sahibi yıllardan beri tekrarlayıp duruyorum; bölgenin huzura ve barışa kavuşmasının tek yolu bölge ülkelerinin özellikle de Türkiye ve İran’ın işbirliği ve dayanışmasıyla mümkündür. Bu öteki ülke ve milletleri görmezden gelmek anlamı taşımaz. Ama öteki bölge ülkelerinin de umut bağladığı iki ülkenin İran ve Türkiye olduğu bir gerçektir. Küresel sulta sistemi de bu iki ülkeyi birbirine karşı cephelerde tutmaya çalışırken akıllanmak, bundan ders almak gerekmez mi?
Hükümetin kontrolünde bulundurduğu medya kuruluşları ve kiralık kaşlemleri İran ve Şiiliğe küfrettirme siyasetini sürdürmesi sorunun çözümünü uzatmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi sadece bölge halkları arasındaki kin ve nefretin artmasıyla sonuçlanacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012 Mart ayı sonunda Meşhed şehrinde Ayetullah Hamanei ile yapmış olduğu görüşmede bu gerçekler İran tarafından kendisine ve hazır bulunan heyete açık seçik bir şekilde söylendi ve Suriye sorununun bölge dışı güçleri karıştırmadan iki ülkenin katkılarıyla çözüme kavuşturulabileceği üzerinde duruldu. Bu sarih ve mantıklı teklif karşısında söyleyecek söz bulamayan zamanın başbakanı şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan teklifi değerlendirme sözü vererek İran’dan ayrıldı.(1)
İran tarafı o görüşme sırasında Suriye yapılmakta olan ve yapılacak reformları desteklediğini, Suriye’deki siyasal yapının yeniden düzenlenmesi için her iki ülkenin katkıda bulunabileceği ve bu ülke halkının özgür iradesine saygı duyulmasını vurguladı.
Ayetullah Hamanei bu görüşmede ayrıca Türkiye’nin dış müdahaleye ortak ve yardımcı olmamasını umduklarını hatırlatmakla birlikte bölgesel işbirliği kurulmadığı takdirde sonuna kadar Suriye hükümeti ve milletinin yanında olacaklarını açık bir şekilde vurguladı.
İran tarafı o günden beri aynı görüşü tekrarlayıp durmaktadır. Suriye hükümetini ikili anlaşmalar çerçevesinde desteklediğini de kimseden gizlememekte ve pratikte de bunu ortaya koymaktadır. Ülkemizin o günden bu yana değişmeyen ve hatta iktidarlarını daha da güçlendiren yetkili makamları acaba verdikleri söz üzerinde durdular mı? Yoksa görüşünü net ve şeffaf bir şekilde ortaya koyan İran’ın Suriye’yi kendilerine teslim etmesini mi bekliyorlardı? Yoksa ABD, NATO ve Körfez’deki Karunların vaadleri daha mı cazip geldi? Ve…
Türkiye hükümetinin geçen bu süre içinde kimlerle nasıl ilişki ve işbirliğine girdiği herkesin malumü. Sonuç; birkaç milyon mültecinin Türkiye’ye akını, onbinlerce teröristin eğitilip donatılıp meşru bir hükümeti- en azından uluslararası normlarda- devirmek için komşu bir ülkeye sokulması, bir ülkenin tamamen tahrip edilmesi, IŞİD gibi bir canavarın ortaya çıkmasına katkıda bulunulması, bu canavarla petrol ticareti yapıyor ithamıyla ülkenin itibarının sarsılması ve daha kötüsü komşularla sıfır problemden tüm komşularla düşman pozisyonuna gelinmesi ve…
Türkiye bu sorunlarla karşı karşıya gelmişken BMGK’nin son kararı gerçekte İran’ın dört yıl önce Erdoğan’a teklif ettiği çözüm yolunun hemen hemen aynısıdır; Ateşkesin gerçekleşmesi ve halkın iradesini ortaya koyacağı seçimlerin yapılması bu kararnamenin iki önemli maddesini oluşturuyor. Zaten aklı olan herkes işin başında Suriye krizinin başka bir çözüm yolu olmadığını kestirebilirdi. Bunca cinayetin sorumlusu hiç kuşkusuz hırslarına, hayallerine gem vuramayan ve daha da kötüsü hannasların vesveselerine kanan siyasetçilerdir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi halbuki İmam Hamanei’nin dört yıl önceki nasihatlerine kulak assaydı hem Türkiye’nin o sıralar yükselen itibarı daha da güçlenmiş olacaktı hem de küresel sulta sistemi batısıyla doğusuyla başta Suriye olmak üzere bölgede bu kadar palazlanmayacaktı.
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesini, Türkiye’nin Irak’a askeri birlik göndermesinin engellenmesini, Esad rejimin ayakta tutulmasının suçunu vs. Şii İran’ın üzerine atan hükümet yetkilileri ve yandaş medya/kiralık kalemler biraz da Erdoğan ve ekibinin hatalarına, hayır nasihat dinlememelerine ve hırslarına baksalar daha iyi yapmazlar mı?
Sözümüzü Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette yapılan şu öğütle tamamlıyoruz:
“…Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?”
Ziya Türkyılmaz / Rasthaber