Allah’ın adıyla…
Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de insanoğluna mutlak adalet ve saadetin reçetesini sunmuştur. Mutlak adalet ve saadete giden yol, hem bireysel olarak insanın “beşer”den “âdem” olmaya tekâmülünü ve hem de toplumsal olarak “hak”kın “batıl”a galebe çalmasını gerektirmektedir.
Kur’an bize öğretir ki, insanlık tarihi “hak-batıl” mücadelesinin arenasıdır. Peygamberler ise bu mücadelede insana Allah’ın bir nimeti olan ilahi öğretmen, eğitmen, komutan… hayatın tüm alanlarında kamil önderlerdir. Allah’ın vahyinin mücessem şeklidirler.
Kur’an, hak ve batılın karakterini ve hak-batıl mücadelesinde izlenmesi gereken yol ve yöntemleri geçmiş peygamberler, onların düşmanları ve mücadeleleri üzerinden anlatır.
Musa (a.s) kıssası, hak ve batılın karakterini ortaya koyması; zayıf bırakılmış, hakları gasbedilmiş, imkânsız, mahrum ve mazlum kılınmış, köleleştirilmiş ve hatta kölelikten zevk almaya alıştırılmış halkların uyanışı, bilinçlenmesi, mücadele azmi kazanması; belamlar, karunlar, hamanlar tarafından tahkim edilmiş “firavun”un tasallutundan kurtuluşunu öykü ediyor olması dolayısıyla (benim kanaatimce) en ilgi çekici olandır.
Bu kıssanın son sahnesi ise başka bir azamet içermektedir: Musa (a.s) denizi ikiye böler. Hak ve batılı iki yakaya ayırır. Denizin ikiye bölünmesi sadece hak ve batılın iki yakaya ayrılması da değildir, aynı zamanda bu ayrılış; mazlum ve mahrumların kurtuluşu, zalimlerin ise helak oluşudur…
Ve İmam Humeyni, bin yılı aşkın bir süre kralların, şahların, padişahların tasallutu altında yaşamış, sömürülmüş, kullanılmış, katliam edilmiş ve son birkaç yüzyıldır emperyalizm ve siyonizmin pençesinde can çekişmekte olan mazlum ve mahrum İslam ümmetine (ve hatta tüm mazlum ve mahrumlara) ışık ve ümit olacak “İslam İnkılabı”nı gerçekleştirdi. İslam’ın, aziz Peygamber (s)’in bayrağını yüceltti. İslam ve mazlumlar içi kurtarılmış bir kale tahkim etti. Putları devirdi. Firavun’un elini kesti, Nemrut’un gözünü oydu.
Modern çağda “denizin yarılması mesabesinde” olan İmam Humeyni ve O’nun yüce devrimi “İslam İnkılabı”, maalesef henüz mahrum ve mazlum kitlelerce bile tam olarak anlaşılabilmiş değildir.
Emperyalizm, siyonizm ve onların tetikçiliğini yapan (Vahhabizm ve türevi gibi) alt fikri akımlar ile bölgesel saltanat ve iktidar sahiplerinin korkunç büyüklükte, özellikle “mezhepçilik, kavmiyetçilik, ulusalcılık” içeren kirli propaganda ve manipülasyonlarına maruz kalan halklar, maalesef İslam İnkılabı’nı hakkıyla tanıyamadılar. Tıpkı kudret helvası ve bıldırcın eti ile beslenenlerin, denizin yarılması ve Firavun’un suya gömülmesindeki hikmeti kavrayamamaları gibi…
Toplumların göreceli bu nakıslığına rağmen İslam İnkılabı, kendinden önce ve sonra diye tarihi ikiye bölecek azamette bir olaydır. Deniz yarılmıştır. Mazlum ve mahrumlar için kurtuluş yolu açılmıştır. Ve Firavunlar için deniz kapanıyor!
1- İmam Humeyni, Kur’ani kavramlara ruh üflemiştir. Yukarıda işaret etmeye çalışmıştık; Kur’an açısından “hak-batıl” mücadelesi soyut değil somut bir durumdur. Ve hakta batılda “müşahhas insanlar” eliyle açığa çıkmaktadır.
Musa (a.s) kıssasında batıl; “Firavun, Haman, Karun ve Belam”ların şahsında tanımlanırken, hak ise “Musa ve Harun (a.s)” olarak var olmuştur.
İmam Humeyni, bahsi geçen bu kavramların çağdaş karşılıklarının tekabül ettiği kurum ve kişilikleri net olarak ortaya koymuştur. “Büyük Şeytan” olarak tanımladığı Amerika ve Amerika’nın “şirret çocuğu” olarak tanımladığı İsrail’in İslam ve Müslümanların esas düşmanı olduğunu aşikâr etmiştir.
Böylece “haman, karun ve belam” da çağdaş dünyada neye tekabül ediyor kendiliğinden karşılığını bulmuştur. Şöyle ki, emperyalizm ve siyonizme (yani Amerika ve İsrail) çıkarına, onların temsil ettiği cepheye hizmet eden her yönetici Haman, her sermaye sahibi Karun ve her ilim/din erbabı Belam’dır.!
Bu başlıkta söylememiz gereken bir söz daha var. İmam Humeyni bizler öğretmiştir ki, hangi zamanda olursa olsun “Firavun varsa Musa’da vardır!” Firavun gibi Musa’yı da müşahhas olarak tanımlamadan asla “hak-batıl” cephelerini doğru tespit edemeyiz. “Hak”kın yanında yer alabilmenin öncül şartı “Musa”yı doğru tespit edebilmektir!
2- İmam Humeyni, hak-batıl cephelerini belirginleştirdi ve müşahhas hale getirdi. Zalimlerin yüzyıllar boyunca mazlumları sömürürken en etkin silahları “hak-batıl” kavramlarını flulaştırıp onları soyut halde tutmaları olmuştur. Zira “hak-batıl” mücadelesi soyut cephelere dönüşünce zalimler istedikleri maskeyi kullanma olanağına sahip oluyorlardı.
İmam Humeyni, emperyalizm ve siyonizm eliyle paramparça edilmiş “vahdet ve ümmet” kavramlarına ruh verdi. Müslümanların tek millet ve küfrün de tek millet olduğunu hatırlattı. Irk, dil, mezhep ve meşrebin ayırt edici bir kimlik olmadığını esas kimliğin “İslam” olduğunu haykırdı.
Ancak İmam Humeyni’nin insanlığa esas bakışı söylediğimiz bu tespitten de daha yüce, kapsayıcı ve kucaklayıcıdır. İmam Humeyni, Kur’ani iki kavramı kullanarak insanlığı ikiye ayırmış ve mücadelenin bu iki sınıf arasında olduğunu beyan etmiştir: “Mustazaflar ve Müstekbirler!”
İmam Humeyni’nin felsefesinde; dini, dili, ırkı, mezhebi ne olursa olsun başkalarına tasallut eden, sömüren, zulmeden, büyüklenen, tahakküm eden herkes müstekbirlerdendir. Ve dili, dini, ırkı, mezhebi ne olursa olsun “adalet, hürriyet, eşitlik” hakları gasbedilmiş, mazlum ve mahrum bırakılmış, sömürülmekte olan herkeste mustazaftır.
İmam Humeyni açısından bugün yeryüzündeki mücadele “mustazaflar ile müstekbirler” arasındadır. Ve küresel İstikbarın öncülü Büyük Şeytan Amerika’dır. Dünyanın neresinde bir zulüm ve hak gasbı varsa bu küresel istikbarın öncülünden bağımsız değildir. Mustazafların özgürlükleri temin için yegâne ve mutlak bir yol vardır: küresel istikbarın tahakkümünü reddetmek!
3- İmam Humeyni tüm mustazaflara kurtuluş yolu açtı. İmam Humeyni İslam İnkılabı’nı gerçekleştirmekle mustazaflara, onca teknik ve teknolojik güçlerine rağmen müstekbirlerin yakalarına yapışmış vahşi pençelerini; inanç, diriliş ve direnişle kesmenin mümkün olduğunu ispat etti.
İmam Humeyni, mazlum ve mahrum halklara izzet ve onurun ancak direniş ve mücadele ile kazanılabileceğini ve bunun da birinci şartının Amerika’nın sulta patronluğunu reddetmek olduğunu hem teorik ve hem de pratik olarak beyan etti.
İmam Humeyni, dünyanın tüm mazlum ve mahrum halklarına sömürü ve köleliğin bir kader olmadığını bunun müstekbirlerin tasallutunun sonucu olduğunu ve bu sulta düzeninden kurtulmanın mümkün olduğunu İnkılabı ile bizatihi ve müşahhas olarak öğretti…
Musa (a.s) denizi ikiye bölerek Firavun (batıl) cephesi ile Musa (hak) cephesini ikiye ayırmış ve ikiye ayrılan deniz, mustazaflar için kurtuluş yolu, zalim müstekbirler için ise devriliş ve helak başlangıcı olmuştu.
İmam Humeyni, İslam İnkılabı ile modern zamanlarda mana itibariyle denizi yarmış ve mustazaflar için kurtuluş yolunu açmış ve yüzyıllardır sanki unutulmuş olan ilahi bir müjdeyi yeniden muştulamıştır: “Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara (mustazaflara) lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım… (Kasas – 4/5)”
Muntazar Musavi