Geçtiğimiz yüzyılın 40'lı yıllarının başında Avrupa başkentleri ve büyük kentleri böyle günlerde, yani yeni yıla girildiği ve noel bayramı kutlandığı sıralarda ikinci dünya savaşı yüzünden çatışmalara sahne oluyordu. İnsanlar sokakları süslemek yerine gruplar halinde kaçıyor ve kentte kalanlar da cenazeleri ve yaralıları toplamakla uğraşıyordu. Kentlerde binalar ve diğer mekanlar enkaza dönüşüyordu ve tüm bunların ve yıkıcı savaşın sorumluları o dönemin iki diktatörü, yani Hitler ve Mussolini idi. Avrupa'nın diğer liderleri ise Almanya ve İtalya diktatörlerinin yok olması ile beraber Avrupa eski güzel günlerine geri döneceği ve insanlar yeniden huzura kavuşacağı konusunda hemfikirdi. Nitekim bu iki despot liderin yenilmesi ve ölmesi ile beraber savaştan sağ kurtulan insanlar elele verdi ve yıkılan kentleri yeniden inşa etmekten başka kendileri için sivil liderler seçti ve yeni Avrupa'yı inşa etti.
Avrupa'da ikinci dünya savaşından sonra ekonomik büyüme hızı göz kamaştıracak boyuttaydı, öyle ki hala Almanya gibi bir ülke dünya ekonomisinde en güçlü devletlerden biri sayılır.
Ancak ne var ki ikinci dünya savaşının üzerinden 70 yıl geçtiği bir sırada Avrupa bir kez daha gerilemeye başladığı gözleniyor. Bugün Avrupa liderlerinin aldığı kararlar ve başkaları için sardıkları batıl reçeteler adeta Hitler ve Mussolini'nin yanlış hesaplarını hatırlatıyor.
İngiltere'nin Irak topraklarına saldırması, Fransa'nın Suriye'de teröristleri desteklemesi veya İtalya'nın Libya topraklarına müdahale etmesi ve tekfirci IŞİD terör örgütü gibi kana susamış bir örgütün türemesine yol açan benzer uygulamalar Avrupa ülkelerini, hatta yeni yıl kutlamalarını düzenlemekten vaz geçirecek kadar güvensizliğe sürükledi, nitekim yeni yılı kutlayan Avrupa ülkelerinde de bu etkinlik çok sönük ve soğuk geçti. Gerçekte Avrupa başkentleri ikinci dünya savaşındaki günlerden farksızdı ve binlerce asker zırhlı araçları ile Avrupa'nın çeşitli kentlerinde devriye geziyordu.
Bu yıl ne noel bayramında ve ne de yeni yıla girerken, sokaklarda ve caddelerde ışıklandırma ve süslemeler yoktu. Avrupa halkının yüzünde korku ve stresle beraber isteksizlik ve durgunluk izleri göze çarpıyordu. Güvenlik güçleri kuşkulandıkları herkesi hemen gözaltına alıyordu. Aslında korku ve panik, kesin olarak neden korktuklarını bile bilemeyen ve ne yapmaları gerektiğini şaşıran bu insanları sarmıştı. Bu insanlar sadece bir şeyden emindi, o da şu ki düşman, Nazi Almanya veya faşist İtalya gibi askeri gücü olan bir devlet değil, ne siyasi üssü ne de kışlası olan ve ne de BM güvenlik konseyinin yaptırım uygulayabileceği ve ekonomisini felç edebileceği bir devletti ve sadece bir terör örgütüydü.
Bugünkü Avrupa'nın ikinci dünya savaşı sırasındaki Avrupa ile olan farkı, o günlerde düşmanın Avrupa'nın içinden çıkmış olması ve sadece topraklarını genişletmek isteyen bir düşman olmasıydı, oysa şimdiki düşman radikal bir ideolojiyi benimseyen bir düşmandı, üstelik Avrupalıların kendileri bu düşmanın ilk çekirdeğinin oluşmasında bizzat sorumluydu.
Gerçekte bazı Avrupalı liderler teröristleri destekleyerek Ortadoğu bölgesine yönelik emellerini gerçekleştirmeye çalıştı. Bu devletler IŞİD terör örgütünü kurdu ve kendilerince Suriye'de Beşar Esad yönetimini devirmek istedi ve bu şom hedefleri uğruna Suriye'de yüz binlerce insanı katletti ve bu ülkenin bir çok tarihi kentini ve binalarını yerle bir etti.
Öte yandan her gün onlarca ve hatta yüzlerce Suriyeli mülteci IŞİD'in amansız saldırılarından ve kör katliamlarından kurtulmak amacıyla en ilkel araçlar ve imkanlarla kendilerini bir başka ülkeye ulaştırmaya ve böylece belki huzura kavuşmaya çalıştı, fakat bu yolda ya denizlerde boğularak can verdi, ya da insan görünümündeki hayvan sıfatlı canilerin tuzağına düştü. Bugün Suriyeli ve Iraklı kadınların ve kızların namusuna el uzatılması ile ilgili medyada çıkan haberler ise en acımasız insanın bile yüreğini sızlatıyor. Bu kadınlardan ve kızlardan bazıları henüz gidecekleri ülkeye varmadan IŞİD vampirlerinin elinden tek kurtuluş araçları olan teknelerde insaniyetten hiç bir şey anlamayan hayvanların kurbanı oluyor, öyle ki bu kadınlardan ve kızlardan bazıları onurlarını korumak uğruna aynı teknenin içinde intihar ediyor.
Suriyeli ve Iraklı daha şanslı kadınlar ve kızlar ise bu korkunç aşamadan sağ kurtulup herhangi bir Avrupa ülkesine ulaştıklarında, bu kez burada kurulan tuzaklara düşüyor. Kendi ülkelerinde bir konumu ve saygınlığı bulunan bu kadınlar ve kızlar, yöneticilerinin basiretsizliği ve beceriksizliği ve yanlış politikaları yüzünden perişan halde olan Avrupa ülkelerinde tacize ve tecavüze maruz kalıyor. Bu durumun çok da ses getiren son örneğinde Avrupalı bir asker Suriyeli genç bir mülteci kıza, sıcak elbise karşılığında ahlaksızca bir teklifte bulundu. Gerçi söz konusu Suriyeli genç kız bu çirkin öneri karşısında intihar ederek bu rezil hayattan kurtulmak istedi, fakat esas gerçek şu ki bu insanlar dünyanın diğer insanları gibi huzur içinde yaşamak istiyordu, fakat bazı Batılı liderlerin yanlış politikaları onları bu hale getirdi. Yine üç yaşındaki Suriyeli çocuk Aylan'ın Türkiye kıyılarına vuran ve sosyal paylaşım sitelerinde geniş bir şekilde yankılanan cenazesinin görüntüleri, Batılı liderlerin sultacı politikaları yüzünden bu hallere düşen Suriyeli ve Iraklı mültecilerin içler acısı durumunu ortaya koyan bir başka örnektir.
Evet, tüm bunlar Batılı zorbaların hedeflerine ulaşmak için bu hale getirdikleri Ortadoğu'nun son halidir. Gerçi bu bölge, eğer Batılı devletler Büyük Ortadoğu projesini hayata geçirmeye kalkışsaydı, durumu bundan da daha vahim boyutlara ulaşırdı. Batılıların büyük Ortadoğu projesinde bölge bir çok küçük devlete bölünmesi gerekecekti, öyle ki hatta Arabistan gibi Batı'nın bölgedeki en büyük müttefiki de bu süreçten nasipsiz kalmayacaktı ve böylece bölge korsan rejim İsrail'in rahatça politikalarını uygulayabileceği hale getirilecek ve Batılı devletler de hiç bir kaygı taşımaksızın bölgeyi tamamen sulta altına alacaktı. Batılı devletler kendilerince Suriye'den sonra bölgedeki tüm direniş gruplarını yok edecek ve ardından da İran'a yönelecekti ve Suriye, Irak ve İran'ı parçalayarak kendi isteklerine uygun yeni bir Ortadoğu yaratacaktı. Batı'nın istediği yeni Ortadoğu'da direniş diye bir şey olmayacaktı. Ancak ne var ki Batı'nın Ortadoğu bölgesine yönelik bu akılsız ve yanlış politikanın dumanı çok çabuk kendi gözüne kaçtı, nitekim bugün Avrupa insanını saran terör korkusu ve dehşeti bu iddianın son somut delilidir.
2015 yılında Paris, Kopenhag, Londra ve Berlin gibi Avrupa'nın önemli kentlerinde düzenlenen ve buralarda yaşayan insanları panik ve korkuya sürükleyen terör saldırılar, Avrupa kıtası ikinci dünya savaşından sonra huzur içinde yaşamaya başladığı bir sırada gerçekleşti. Üstelik bu saldırıların tümünün sorumluluğunu üstlenen IŞİD terör örgütünün terör faaliyetlerini sürdürmek için Avrupa ülkelerini uygun bir alan olarak görmeye başladığı düşünülüyor. Aslında bu da Batı'nın yanlış ve sömürücün politikalarının sonucudur, çünkü bu politikalar uzun yıllar Batılı devletlerin sömürüsü altında yaşayan ve derin komplekse kapılan insanların kin ve nefretini alevlendirdi. Aslında bugün Avrupa ülkelerinde terör eylemlerini gerçekleştiren teröristlerin büyük bir bölümü, ataları Batı sömürüsü yüzünden anavatanından göç etmek ve Avrupa'ya gelmek ve burada avareliğe ve aşağılanmaya katlanmak zorunda kalan Arap veya Afrika kökenli Avrupalılardır.
Bugün Avrupa'ya göç eden insanların ikinci ve üçüncü kuşakları ataları ve dedelerinin Batılı zorbaların sultacılığı yüzünden katlanmak zorunda kaldıkları acıları öğrendikten sonra ellerinden alınan haklarını geri almak istiyor ve bunun için en kolay yolu, yani terör örgütlerine katılmayı seçiyor. Geçen yıl Avrupa'nın önemli kentlerini hedef alan terör saldırıları ise yeşil kıtanın artık huzurlu günlerden uzaklaşmaya başladığını ve daha yıkıcı terör eylemlerini beklemesi gerektiğini ortaya koyuyor. Batılı istihbarat servisleri, IŞİD terör örgütünün üyelerinin üçte ikisini Batılı ülkelerin vatandaşları oluşturduğunu, üstelik örgütün en acımasız kesimi de olduğunu ve örgüt içinde kafa keserek infaz etmek gibi görevlerin bu kesime verildiğini belirtiyor. Yine Fransa istihbaratı örgüte 3 bin kadının üye olduğunu kaydediyor.