Allah’ın adıyla
Türkiye FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması)’nın tetikçiliğini yaptığı uluslararası kanlı bir darbe teşebbüsünü halkın eşsiz basiret ve cesareti ile atlatmayı başardı.
İlk gün oluşan toz ve sis bulutu dağıldıkça Türkiye tarihinin teşebbüs açısından en kara, halkın direnişi açısından eşsiz bir zafer hükmünde olan darbe kalkışmasında yaşananlar ve olayın gerek ulusal ve gerekse uluslararası boyutları aşikar olmaya başladı. Her yeni bilgi insana küçük dilini yutturacak cinsten.
Benim kanaatime göre 15 Temmuz darbe kalkışması ve ardından yaşananlar Türkiye açısından tarihi bir kırılma noktası olmuştur. Bundan sonra Türkiye asla eski Türkiye olmayacaktır. Ve yeni Türkiye’nin alacağı şekilde bölgedeki tüm dengelerin yeniden şekillenmesine yol açacaktır.
Bu iddialı savı bazı sorular çerçevesinde analiz edelim.
Darbeyi kim, niçin planladı?
Darbe teşebbüsünün sahadaki tetikçisinin FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması) olduğu artık herkes için ayan beyan olmuş durumda. Ancak burada dikkatlerimizi taşeron ve tetikçilere yoğunlaştırırsak darbenin esas planlayıcısı ve sahibini gözden kaçırırız. Peşine düşeceğimiz soru şu olmalı: “Taşeron ve tetikçinin ötesinde bu darbenin esas planlayıcısı kimdir ve neyin peşindedir?”
Bu sorunun birinci bölümünün cevabı akıl sahipleri açısından açık ve yalındır. Fethullah Gülen (Hizmet) Hareketi bu zamana kadar kimin kucağında büyümüş ve halen kimin kucağında oturuyorsa darbenin esas planlayıcısı ve sahibi odur.
Hepimiz biliyoruz ki, Gülen Hareketi Amerika ve İsrail’in kirli kucağında yetişmiştir. Ve Hizmet Hareketi’de Amerika ve İsrail’in kucağında olmaktan şeref duyduğunu değişik karinelerle binlerce kez deklare etmiştir.
Sorunun bu bölümü için sözün özü: Bu darbe Amerika, Avrupa Birliği ve İsrail yapımı bir komplodur. FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması) ve ileride daha netleşecek bir kısım bileşenler NATO’nun taşeron, tetikçi ve paralı askerleridir.
Sorunun “Darbeyi planlayanlar neyin peşindedir?” şeklindeki ikinci bölümünü analiz etmek ise nispeten daha çetrefilli bir iş olmakla beraber akıl sahipleri için uzak bir hakikat değildir.
Amerika’nın hakikatte BİP (Büyük İsrail Projesi) ancak resmiyette BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) olarak adlandırdığı ve Ortadoğu’da ki yirmi iki ülkenin sınır ve rejimlerini değiştirmeyi amaç edinen ve dönemin ABD Başkanı Bush tarafından “Büyük Haçlı Seferi” olarak duyurulan asrın sulta operasyonu, “Direniş Cephesi”nin (İran, Irak Merkezi Hükümeti, Suriye, Lübnan Hizbullah Hareketi, Yemen Ensarullah Hareketi vd. bileşenler) eşsiz fedakarlık ve karşı koyuşuyla sekteye uğradı ve kısmen geri püskürtüldü.
Bu gelişmenin yansımaları olarak ta bugün Batı Dünyası karşısındaki en etkin güç olan Rusya’nın Direniş Cephesi ile sürekli derinleşen ve genişleyen bir ittifakı oluşmaya başladı. Ayrıca Amerika ve yandaşlarının BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde en fazla bel bağladıkları ve operasyon üssüne çevirdikleri Türkiye, girişimin altıncı yılında neredeyse yüz seksen derecelik ciddi bir pozisyon değişimine yöneldi.
Amerika ve yandaşları açısından hezimet olacak bu gelişmeleri onlara göre önlemenin yolu Türkiye’de “ontolojik (yani kalbi ve beyni ile Amerika’ya iman etmiş) Amerikancı bir hükümet” tesis etmekti. İşte onun için düğmeye basıldı.
Pragmatik Amerikancılık ile Ontolojik Amerikancılık aynı şey mi?
Bu soru darbe girişimini doğru analiz etme ve anlama da hakkıyla cevaplanması gereken bir sorudur. Zira pek çok şahsiyet ya da çevre bu ikisi arasındaki farkı anlayamadığından olayları (dünyayı) doğru okuyamıyor ve doğru tepki veremiyor.
Pragmatik (çıkarcı) Amerikancılık, mevcut makam ve imkanları korumak amacıyla şartların dayatması, kuşatması ya da zorlamasıyla oluşan bir tür birlikte iş tutma girişimidir. Oysa ontolojik (varoluşsal) Amerikancılık ise kalbi ve beyni ile Amerika’nın ilahlığına iman etmiş olmanın adıdır. Bu anlayışa göre onlarla bir olmak imanın gereğidir ve ona hizmet etmek ibadetin kendisidir. Dolayısıyla bu iki tür Amerikancılık birbirinden yüzde yüz farklıdır.
Burada hiç kimsenin mevcut günah ve suçlarını örtmeye ve ortak olmaya çalışmadan ama cesaretle şunu söyleyelim: Mevcut iktidarın Amerikancılığı pragmatiktir oysa FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması)’nın Amerikancılığı ise ontolojiktir.
Darbeyi kim, nasıl bastırdı?
Şunu gururlanarak itiraf edelim: Darbeyi basiret ve cesaret sahibi halk bedelini ödeyerek bastırmıştır! Ama çözülmesi gereken bir soru daha var: “Daha önce Türkiye tarihinde hiç olmamış bir olay olarak halkı sokaklara davet fikri nasıl gelişti?”
Bu soruyu cevaplamaya belki birçoğumuz için yeni (ve belki de şimdilik uçuk gibi görünen) bir iddiayı dillendirerek başlayalım. Uluslararası bazı haber portallarının dillendirdiği iddia şöyle: Cumhurbaşkanı Erdoğan darbe girişiminin başladığı 15 Temmuz Cuma akşam saatlerinde Marmaris’teydi. Darbe kalkışmasının başlaması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayatının tehlikeye girmesi üzerine yetkililer, karşı hamleleri yönetmesi için Erdoğan’ı güvenli bir ülkeye götürmek istediler. Bunun için önce Avrupa Birliği (özelde Almanya) nezdinde girişim yapıldı. Ancak ret cevabı alındı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan İran’ın başkenti Tahran’a yöneldi. İran savaş uçaklarının refakat ettiği cumhurbaşkanlığı uçağı Tahran’a indi.
( Bu iddiayı daha detaylı okumak için: https://rasthaber.com/erdogan-o-aksam-tahrandamiydi/ )
Halkın sokaklara davet fikrinin de burada oluştuğu iddialar arasında.
Şöyle bir bilgi araştırmacılar nezdinde aşikardır. Satılmış silahlı güçlere karşı halka yaslanmayı ilk kez İmam Humeyni 1979 devrim sürecinde uygulamıştır. Belki de o günleri yaşamış bir akil insan ya da yetkili bir şeyler fısıldamıştır… Bilemiyoruz…
Tüm olup bitenler bir tiyatro mu?
Türkiye’de içlerinde anti-emperyalist çevreler, solcular, milliyetçiler, muhafazakarlar, Şiiler ve Alevilerinde olduğu geniş bir yelpazede tüm olup bitenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a başkanlık yolunu açmak için bir tiyatro olduğunu iddia ediyorlar. Onların bu iddiasını da cevaplamak gerekiyor.
Esasında bu iddianın sahipleri zımnen şunu demiş oluyorlar: Cumhurbaşkanı Erdoğan başkan olabilmek için çoğu rütbeli ve makam sahibi binlerce asker ve bürokratı ikna etti ve onlara dedi ki: Siz önce sokaklara çıkın. Yakıp yıkın. Sonra ben gelip sizin bir bölümünüzü öldüreyim bir bölümünüzü yaralıyayım. Kalanları tutuklayıp makam ve rütbelerini sökeyim. Sizin tümünüzün hayatı kararsın ancak bana da başkanlık yolu açılsın…
Olup biten bir tiyatrodur demek işte bunu demektir.
Böyle bir iddiaya inanmak için beynin contalarının ya yanmış ya da sıyrılmış olması gerek.
Peki, bu saçma iddia hala niçin dillerde? Cevap çok basit: Darbenin başarılı olmasını isteyenler “keşke darbe başarılı olsaydı” diyemediklerinden “tüm olup biten bir tiyatro” diyorlar. Mesele bundan ibaret.
Olaylar neden doğru okunamıyor?
Yukarıda da belirttim içlerinde anti-emperyalist çevreler, solcular, milliyetçiler, muhafazakarlar, Şiiler ve Alevilerinde olduğu geniş bir yelpazede hatırı sayılır bir kitle, maalesef olayları doğru okuyamadı ve dolaylı veya zımni olarak darbeciler ile aynı safta yer aldı. Tüm kesimler için yüz kızartıcı olmakla beraber özellikle Şiiler açısından tam zül bir durum!
Tüm hayat boyu Hüseyin – Yezid muhabbeti yapacaksın fakat ilk kargaşada yolunu kaybedip yoldan sapacaksın. Bu kabul edilebilecek bir durum değil.
Peki, dostlar niçin olayları (dünyayı) doğru okuyamıyorlar? Çok daha uzun bir analizin konusu olması gereken bu soruyu şimdilik iki madde halinde cevaplayalım.
Birincisi ve en önemlisi dünyaya bütüncül bakamama sorunu. Şöyle ki, eğer dünya global bir köy olup içinde yaşananlarda “hak-batıl” mücadelesi ise bizler öncelikle hak ve batılın müşahhas sahiplerini tespit etmeliyiz. Yani problemin başlangıcı şu olmuş oluyor: Bugün Musa kimdir ve Firavun kimdir?
Bugün güncel istikbar (Yezid) Amerika’dan başka biri midir? Ve bugün güncel Firavun onun başkanı değil midir? Ve bence bugün Musa, Velayet-i Fakih’den başka kim olabilir?
Demek ki, esas düşman emperyalizm ve onun bileşeni olan siyonizmdir. Yani adını koyarsak Amerika, Avrupa Birliği, İsrail ve NATO’dur.
Esas düşmanı gözden kaçırır taşeron ve tetikçilere dikkat kesilirsek olayların künhü kavranamaz, ayaklar kayar ve yollar sapar.
İkincisi: Esas düşmanı gözden kaybedenler tüm öfke ve kinlerini bir şahsiyete yöneltiyorlar. Bu da onları “devrilsin de nasıl devrilirse devrilsin ve o gitsin de kim gelirse gelsin” gibi saçma sapan ve aklın asla onaylamayacağı bir mantığa götürüyor.
Oysa bu şahsiyetler gözlerini tarihte masum İmamlara (a.s) ancak aynı zamanda güncelde Velayet-i Fakih’e çevirseydiler kaymayacak, sapmayacaklardı.
Muntazar Musavi / Rasthaber