İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Amiral Ali Şemhani, ülkesinin Suriye’yi neden desteklediğini ve bu desteğin ne zamana kadar süreceğini açıkladı.
İran’ın güvenlik politikalarının belirlendiği en önemli kurumlarından biri olan Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin Genel Sekreteri Amiral Ali Şemhani, Suriye ile ilgili görüşlerini İran’da yayımlanan üç aylık dış politika dergisi Tahran’a verdiği mülakatında açıkladı.
- Sayın Şemhani öncelikle onca meşguliyetlerinize rağmen üç aylık dış politika dergisi Tahran’a vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. İzninizle sorularıma Suriye’deki gelişmelerle başlayayım Suriye Cumhur Başkanı Beşşar Esed, halkın ve siyasi muhaliflerinin taleplerini şiddet kullanarak bastırmakla suçlanıyor. Ayrıca uluslararası kurumların ve BM Suriye Özel Temsilcisinin tavsiyelerine aykırı olarak muhalif gruplara hükümetinde yer vermemekle itham ediliyor. İran İslam Cumhuriyeti’nin neden böylesi bir yönetimin yanında durduğunu açıklar mısınız?
- Ben de başlarken siyasi bakış açısını uzman düzeyine yükseltme yönünde adım atan Dış Politika Araştırmaları dergisi Tahran’a teşekkür ederim.
İran’ın Suriye’yi desteklemesinin bir çok sebebi var. Suriye, anayasadan, parlamentodan ve sivil kurumlardan yoksun olan birçok Arap ülkesiyle karşılaştırıldığında iyi bir demokrasiye sahip. Bu ülkede 2011’den sonra bugünkü krizin şekillenmesine neden olan olaylara rağmen iki kez parlamento seçimi yapıldı. 2014’te yasal gereklilik doğrultusunda cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı.
Bazı Arap ülkelerinde kadınların araba sürmesi yasakken son yapılan seçimlerin ardından Suriye Meclisi başkanlığına bir kadın seçildi. Referandumla halk tarafından kabul edilen yeni anayasada siyasi reformlar temellendirildi.
Öte yandan Suriye, siyonist rejimle mücadelede Direniş Cephesinin ileri hattında bulunuyor. İşgalci rejimle mücadelesinden vazgeçmeyen Filistin’in en önemli destekçisidir.
Suriye, krizden önce sürekli olarak Amerika’nın ve gerici Arap rejimlerinin baskısı altındaydı onlar, Suriye’den Direniş hattından ayrılmasını, İran’a ve Direniş Cephesine yardım etmek yerine Hizbullah’ı dizginleme konusunda işbirliği yapmasını istiyorlardı.
Ancak bu istekler hiçbir zaman Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed tarafından onaylanmadı. O da Irak’la bize dayatılan 8 yıllık savaş sırasında Saddam’ı destekleyen Arap ülkelerinin aksine tıpkı merhum Hafız Esed gibi İran’ı destekledi.
Suriye’yi ve Beşşar Esed’i desteklemek, Batılı ülkelerle Arap ülkelerinin liderlerinin Suriye’yi Direniş Cephesinden ayırmak hedefiyle yaptığı baskılara karşı İran İslam Cumhuriyeti’nin Direniş Cephesini koruma stratejisidir.
Suriye hükümeti her hükümet gibi vatandaşlarını korumaktan sorumludur. Güvenliği sağlamak için silah kullanmak devletler açısından en açık yasal haklardandır; ama muhalif grupların silah kullanmasını onaylamanın hiçbir ülkede yasal bir dayanağı yoktur.
Nasıl ki Bahreyn’de muhalif gruplar, siyasi hedeflerine ulaşmak için kendilerine silah kullanma izni vermedi ve silah kullanmadıysa, Suriye’de de hiç kimsenin bu ülke yönetiminin yabancı ülkeler tarafından desteklenen silahlı gruplara karşı sadece nasihatte bulunması beklenemez.
Suriye meselesi, halkın hakları meselesi değildir. Bu ülkenin Direniş Cephesinden koparılması meselesidir. Bildiğiniz gibi Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Suriye Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı General Ali Memluk ile geçen yıl yaptığı görüşmesinde ondan Suriye iç savaşının ve IŞİD ile diğer terörist grupların sona ermesi için İran’la işbirliğine son vermesini istedi.
Bugün Amerika, Suudi Arabistan gibi ülkelerin yanında Suriye halkının haklarını bahane ederek Suriye’yi Direniş Cephesinden silmeye çalışıyor.
Halbuki Suriye’deki demokrasi diğer ülkelerdeki durumla ve Ortadoğu standartlarıyla kıyaslandığında Amerika’nın desteklediği ülkelerdeki demokrasiden çok daha iyi durumdadır. Ayrıca Suriye yönetimine karşı savaşan terörist gruplar, halk tabanından yoksundur, onlar yabancı ülkelerin desteği ile savaşı sürdürmektedir.
Halep’te bu grupların esaretinden kurtulan halkın söyledikleri, halkın bu gruplardan ne kadar uzak olduğunun en açık göstergesidir. Buna karşılık devlet kurumları ve bu ülkede savaşın asıl yükünü taşına ordu ve gönüllü güçler, halkın desteği sayesinde ayaktadır.
Dolayısıyla İran İslam Cumhuriyeti, ahde vefadan ve demokrasiye ve halkın hakları ilkesine bağlılığından dolayı stratejik müttefiki olan Suriye’yi ABD tarafından hazırlanan Ortadoğu ülkelerini parçalama projesine karşı koruyor. İslam dünyasına ve diğer halklara yönelik ciddi bir tehdit olan aşırılıklarla mücadele ediyor ve Suriye’nin yasal cumhurbaşkanı olan Beşşar Esed’i destekliyor.
-Amerika, Fransa, Suudi Arabistan, Türkiye vs. gibi ülkelerin Beşşar Esed’i devirmek ve Suriye yönetimini değiştirmek yönündeki çabalarına karşılık siz, Suriye’yi koruma konusunda İran’ı ne ölçüde başarılı görüyorsunuz?
- Suriye’deki bugünkü savaş, Arap ve Batı desteği açısından İran İslam Cumhuriyeti’ne dayatılan 8 yıllık savaşla benzerlik taşıyor. Bize dayatılan savaş sırasında dünya, tüm kapasitesiyle Saddam’ın yanındaydı. Beri tarafta ise ‘Suriye’nin Dostları’ adı altında 80 ya da 30 ülke koalisyon oluşturdu.
Bu ülkeler, terörist gruplara silah, para ve silahlı eğitim desteği konusunda ellerinden geleni esirgemedi. Batılı ülkelerle bölge ülkelerinin bu gruplara verdiği silahlar bir klasik orduyu donatacak kadardı.
Savaş, Suriye sınırları karşısında iki kat fazla bir atmosferle bu ülkeye dayatıldı. Bu ülke yönetiminin savunma kabiliyetini işlevsiz kılmak için halk canlı kalkan olarak kullanıldı.
BM’de ve tüm uluslararası toplantılarda Suriye yönetimine yönelik siyasi baskılar her gün arttırılıyordu.
IŞİD’in petrol satması ve terörist grupların mali bünyesinin güçlendirilmesi için işbirliği yapıldı; buna karşın Suriye’ye ekonomik yaptırımlar uygulandı. Bu süreç içerisinde güvenlik tehdidi Suriye başkentinin kalbine kadar ulaştı.
Fakat Suriye, sahadaki yiğitleriyle, komutanlarının cesaretiyle, halkın desteğiyle; İran, Rusya ve Hizbullah gibi müttefiklerinin yardımıyla sahada ciddi değişiklikler yarattı ve ülkenin büyük bir kısmını kurtardı.
Beşşar Esed hükümetinin devam etmesi, bu ülkede gerçekleştirilen başarılı seçimler, Halep’in kurtarılması, başkent çevresinin askeri operasyonlarla ve siyasi uzlaşmalarla temizlenmesi; İran, Rusya ve Direniş Cephesinin Amerikan cephesi karşısındaki başarılarının kanıtıdır ve Allah’ın yardımıyla bunlar devam edecektir.
- Rusya’nın Suriye’deki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Rusya’nın Suriye denkleminde askeri rolü konusundaki motivasyonu bir yana, şunu söylemek gerekir ki onların bu dosyaya girmeleri sahadaki dengeyi Suriye lehine değiştirdi. Daha önce Rusya’nın rolünü, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden biri olarak Suriye ile ilgili siyasi gelişmelerde Amerika karşısında direnç göstermesi çerçevesinde aramak gerekiyordu. Rusya, tüm gücüyle Suriye’de zaferi düşünüyordu.
Bu yaklaşım Suriye halkına kazanım getirmekten başka Rusya’nın diğer denklemlerde de Amerika karşısında güçlenmesine yardım etti.
Bugün İran ve Rusya işbirliği iki stratejik müttefik çerçevesinde devam ediyor. Bu ittifak, bölgedeki gelişmelerde ve Suriye’deki olaylarda olumlu etki yaptı. Bu etkilerden birisi Halep zaferdir.
Özet bir toparlamayla şunu söyleyebiliriz. İran İslam Cumhuriyeti, sahadaki gelişmelerde daha etkili, Rusya’nın siyasi gelişmelerdeki gücü ise daha derindir. Bu kapasiteler yan yana gelerek dengenin Direniş Ekseni lehine gelişmesini arttırdı.
Bu süreç, sahadaki işbirliğinin ve siyasi koordinasyonun güçlendirilmesiyle gelişerek sürüyor.
- Sizce Halep’te ordunun ve halk güçlerinin kazandığı son zaferin önemi nedir?
- Doğu Halep’teki zafer, sadece ülkenin belli bir kısmının kurtarılması değildir. Bu zafer, bir yönüyle Batılı ülkelerin, İsrail’in ve bazı Arap ülkelerinin Suriye’yi bölmek için hazırladığı stratejik planı başarısızlığa uğrattı. Diğer yönüyle ise terörist grupların ve onları destekleyen ülkelerin sahadaki gücünü zora soktu.
Halep, yabancı ülkelerin desteği ile terörist grupların toplanma yeri haline gelmişti. Batı’nın Suriye’yi bölme planı da bu grupların kapasitelerine göre şekillenmişti.
Batılılar, geçtiğimiz yıllarda Halep’te uçuşa yasak bölge veya güvenli bölge kurmaya çalıştı ve Libya modelini tekrar ederek terörist gruplar için alan açmak ve Suriye üzerinde baskı oluşturacak zeminleri arttırmak ve Suriye’yi bölmek istediler.
Dört hakimiyet bölgesi (Doğuda Sünniler, İsrail sınırı bölgesinde Dürziler, sahil bölgesinde Aleviler, kuzeydoğuda da Kürtler için bölge) oluşturmak onların gündemindeydi.
Halep’in öyle bir jeopolitik konumu var ki orada zafer kazanan taraf, diğer alanları kendi lehine yönetebilme imkanı kazanır.
Ayrıca bu zafer gizli birtakım sırları ortaya çıkardı; ondan önce tekfirci grupları destekleyen ülkeler, bunu kabul etmeye yanaşmıyordu. Bu savaşta bazı şahıslar ve askerler yakalandı ve böylece bazı Arap ülkelerinin mezhep savaşını körüklemek ve terörizmi bir araç olarak kullanmak şeklindeki rolü ortaya çıktı. Halep zaferiyle karşı tarafın tüm kazanımları darmadağın oldu.
İşte bu yüzden Arap başkentlerinde ve medyasında İran, Suriye, Direniş Cephesi ve Rusya aleyhine çok geniş çaplı bir saldırıya tanık oluyoruz.
Bazı komşu ülkelerde bizim elçiliklerimizin önünde yapılan aleyhte gösterilerin de bu senaryo doğrultusunda gerçekleştiği değerlendiriliyor.
Onların teröristlerle ilgili olarak insani meselelere ve insan haklarına odaklanmaları şaşkınlık verici bir şey. Zira Foa ve Keferya’da ölen kadın ve çocuklardan ve mültecilerden hiç söz etmiyorlar. Bu iki ayrı tutum Halep’teki zaferi gölgelemeye ve Doğu Halep’te kuşatma altında kalan terörist unsurları kurtarmaya yönelikti.
- Peki Suriye’nin bölünmesi tamamen imkansız hale gelmiş oldu mu?
- Bu konuda hiçbir endişenin kalmadığı iddia edilemez; ama Suriye devletinin Halep’e hakim olmasıyla bu, onların hedef menzilinden uzaklaşmış oldu.
Biz, ülkelerin bölünmesine karşıyız ve böylesi bir durumun ortaya çıkmasını engellemek için Suriyeli ve Iraklı kardeşlerimizin yanında yer alıyoruz. Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkeler ise artık kendi pozisyonlarını netleştirmelidir. Suriye’nin ve diğer İslam ülkelerinin bölünmesi sürecini olumlu mu karşılıyorlar?
Türkiye hükümeti yaptığı açıklamalarda Suriye’nin bütünlüğünü vurguluyor. Ama acaba Suriye’deki politikalarının kendi güney sınırlarındaki Kürt meselesini daha da şiddetlendirebileceğinden endişe etmiyor mu? Acaba Arabistan bölgedeki bölünme ateşinin alevlenmesinden güvende kalabilir mi?
Bölgedeki mevcut düzenin bozulmasının tüm bölge ülkelerine pahalıya mal olacağı ve Siyonist rejimin kazanımlarını daha da arttıracağı görülüyor. Bu yüzden bölgede rolü olan tüm aktörler, Suriye’deki siyasi yaklaşımlarından uzak bir şekilde Suriye’nin bölünmesine neden olacak adımlardan veya politikalardan sakınmalıdır.
- Şimdiye kadar üzerinde pek durulmayan önemli bir konuya değindiniz. Sizce acaba Suriye’deki olaylarla Suudi Arabistan’ın bütünlüğü arasında bir ilişki var mı?
- Evet, etkilerini aşamalı olarak gösterebilecek olsa da kesinlikle güçlü bir ilişki var. İzin verirseniz bir konuyu ilk defa burada açıkça söylemiş olayım. İslam dünyasındaki birçok kişinin ve Suudi liderlerinin sandığının aksine İran İslam Cumhuriyeti, Suudi ailesinin devrime peşinde değildir hatta Arabistan içinde onları devirme yönündeki eğilimleri frenliyor.
Suudi ailesinin devrilmesiyle elde edilecek olan nedir? Bizce bu ülkede Vehhabilik ideolojisi geliştikçe bu rejimin devrilmesiyle Arabistan’da asla daha iyi bir yönetim ya da Ehl-i Sünnet aklının yönetimi kurulmayacaktır.
Suudi ailesi devrildiğinde kesinliğe yakın bir ihtimalle Arabistan bölünecek ve aşağılık IŞİD düşüncesi, kutsal Hicaz topraklarının büyük bir bölümüne hakim olacaktır.
Arabistan toplumunu ve o ülkedeki aktif siyasi eğilimleri tanıdığınızda bu gerçekliği kolayca anlayabiliyorsunuz.
İran İslam Cumhuriyeti, ülkelerin bölünmesine ve terörist düşüncelerin İslam ülkelerine ve İslam dünyasının stratejik çıkarlarına hakim olmasına karşı olduğu için aşırılık yanlısı düşüncelerle mücadele ediyor ve bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünü savunuyor.
Asli hedefleri güçlerini yaymak olan gruplar, önemli İslam ülkelerine ve özellikle de Arabistan’a hakim olmak istiyorlar.
- Suriye’nin geleceğine dair perspektif nedir? İran, Suriye’yi ne zamana kadar destekleyecek?
- İran İslam Cumhuriyeti açısından Suriye’nin geleceği, siyasi sürecin gelişmesine ve bu ülke iççindeki uzlaşmaya bağlıdır. Tüm taraflar eş zamanlı olarak terörizmi kontrol altına almalı, terörist gruplara yabancı yardımlar durdurulmalı ve Suriyeliler ulusal bir diyalog başlatmalıdır.
Biz bu süreci bu ülkedeki krizi sona erdirecek en iyi yol olarak görüyor ve yıllardır da bu süreci takip ediyoruz.
İran İslam Cumhuriyeti, Suriye krizinin çözümü için öngördüğü planı daha önce resmi olarak açıkladı. Bu, dört maddelik plan diye meşhurdur.
Bu planın en öneli noktaları, acil ateşkesin sağlanması, reformların yapılması ve ulusal diyalogun şekillendirilmesidir.
Suriye’nin geleceği, yabancı güçler tarafından değil, Suriye halkı tarafından belirlenmelidir. Biz, halkın kendi kaderini tayin etme hakkının olduğunu düşünüyoruz. Suriye halkının kendi geleceği ile ilgili karar verebilecek düzeyde siyasi bilinç taşıdığına inanıyoruz. Amerika ya da bazı diğer ülkelerin Suriye halkının yerine karar vererek cumhurbaşkanı adaylığına kimin hakkının olmadığını ve kimin hakkının olduğunu söylemeleri, demokrasi ilkesine de halkın kendi kaderini kendisinin tayin etmesi ilkesine de aykırıdır.
Eğer uluslararası güçler ve bölge ülkeleri, hala demokrasiye inanıyor ve Suriye’ye huzurun gelmesiyle ilgileniyorsa terörist grupların yok edilmesine yardım ederek ve halkın oyunu seçim sandıklarında ortaya koymasına zemin hazırlayarak bu ülkenin siyasi geleceğinde çözüm üretici olabilirler. Zira Suriye’nin geleceği, Suriye halkına aittir ve onların vereceği oya bağlıdır. Bize göre demokrasi, silah kullanılarak ya da askeri yollarla sağlanamaz.
Suriye’yi daha ne zamana kadar destekleyeceğimiz konusuna gelince… Şunu söylemeliyim ki, Suriye Batılı ve Siyonist komploların pençesinde oldukça, tekfirci terörist gruplar bölgenin bazı gerici ve yenilmiş ülkeleri tarafından desteklendikçe ve Suriye devleti ihtiyaç duydukça, İran İslam Cumhuriyeti Suriye’nin yanında durmaya devam edecektir.
- Sizce ABD ve bazı bölge ülkeleri, Beşşar Esed’in cumhurbaşkanlığına yeniden aday olmasına neden karşı çıkıyor?
- Amerika, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın yaptığı propagandaların aksine Beşşar Esed Suriye’de güçlü bir halk desteğine sahip. Bu ülkenin halkı siyasi ve ekonomik baskılara ve güvenlik sorunlarına rağmen onun beş yıldır direndiğini görüyor.
Kriz öncesinde halkın geçim durumu, teröristlerin sebep olduğu mevcut duruma kıyasla çok daha iyiydi. Suriye halkı bugün şunu çok iyi biliyor ki kendi ülkelerinin yıkıntılarının üstünde bir ABD hegemonyası kurulsun diye petrol servetleri ve Batı’nın silahları kendilerine karşı kullanılıyor. Onlara göre Beşşar Esed bu komploya karşı koyan bir kahramandır.
O, bugünkü durumda rekabet edeceği her adaydan çok daha fazla halkın evet oyunu kazanacaktır.
Onun sağlıklı ve şeffaf bir seçim rekabetinde kazanacağı zafer, Halep’te terörizmi destekleyenler için ağır bir yenilgi olacaktır. Onlar işte bu sebeple Beşşar esed’in aday olmasına karşı çıkıyor.
Biz ise Suriye’deki seçim yasası ona bu izni veriyorsa hiçbir şeyin onun seçime katılmasına engel olamayacağına inanıyoruz. Eğer Batılılar Beşşar Esed’in halk desteğine sahip olmadığına inanıyorsa onun adaylığından neden endişe ediyor?
- Teşekkür ederiz.
Çeviri: YDH