Gerçek kaygılar, gerçek tercihler, gerçek insanlar

Rate this item
(0 votes)
Gerçek kaygılar, gerçek tercihler, gerçek insanlar

Müslümanlar, milliyetçi ve mezhepçi olmayan bir aidiyet biçimini seçerek evrensel İslam ailesine katılırlar. Günümüzde gerçek kaygılara sahip, gerçek tercihler yapabilecek, gerçek insanlara ihtiyacımız olduğu açıktır. Yararcı-bencil-popülist kültürlerde, gerçek kaygılardan, gerçek tercihlerden ve gerçek insanlardan, bunlara olan ihtiyaçlardan söz etmek her geçen gün daha da zorlaşıyor.

İnsanlık, küresel dünya düzeninin çok derin bir krizle karşı karşıya bulunduğu bir dönemden geçiyor. Zaman zaman yaşanan krizler, dünya düzeninin yapısal karakterinden kaynaklanıyor. Keyfi kuralların, tercihlerin, dayatmaların neden olduğu kuralsızlıkların, ideolojik ve ırkçı sapkınlıkların/sarhoşlukların, egomanyak hayallerin ve ihtirasların belirleyici olabildiği bir dünyada yaşıyor olmak, büyük kötülüklerin belirleyici olabildiği bir dünyada yaşıyor olmak anlamına gelir.

Bugünün dünyasında, bir yanda ideolojik/ırkçı sapkınlıklar/sarhoşluklar sürdürülürken, diğer yanda da bütün ideolojik sistemler birer birer iflas ediyor. Bu nedenledir ki, günümüzde, siyasal kuramcılar yeni şeyler icat etme ihtiyacından bahsediyor. Propaganda yalanlarıyla sürdürülen evrenselci/ideolojik liberal retorik, sistematik dışlama, ötekileştirme, mülksüzleştirmeler, sömürü hareketleri karşısında sessizliğini koruyor.

KAPİTALİZM BÜTÜN ANLAM VE DEĞERLERİ PARÇALIYOR

İdeolojik çerçevelerin, yöntemlerin, uygulamaların, insani dünyaya, ahlaki dünyaya olumlu hiç bir katkıları olmadığını görmek, anlamak gerekiyor. İdeolojik ve ırkçı bağlamda ve son derece selektif bir bakış açısı ile kullanılan “İnsan Hakları Söylemi”nin Müslümanların sürekli ihlal edilen haklarına ilişkin hiç bir ciddi girişimde bulunmadığı, bilinen bir gerçektir. Kapitalizmin, hangi toplumda olursa olsun, bir hayat tarzına dönüşmüş olması, ilgili toplumun radikal anlamda sekülerleşmiş olduğunu gösterir. Kapitalizm ile sekülarizm arasındaki bu yakın/derin ilişki, hayati bütün anlamları, değerleri şeyleştiriyor, değersizleştiriyor.

İslam dünyası toplumlarının kapitalizme, sekülarizme ve liberalizme önce maruz kalmaları ve sonra da bütün bu akımlarla bütünleşmeleri, İslam ile kapitalizm/sekülarizm/liberalizm arasındaki ontolojik farklılığın, karşıtlığın belirsiz hale geldiği, İslam ile bu ekoller/disiplinler arasında sessiz bir mutabakat ve uzlaşma yaşandığı, aralarındaki farklılık ve karşıtlıkların tartışma konusu olmaktan çıkarıldığı anlamına gelir. Bu durum, kolonyalist/sömürgeci dünyanın taleplerinin, beklentilerinin, dayatmalarının eksiksiz bir şekilde karşılandığını ve aziz İslam’ın ontolojik anlamda askıya alındığını gösterir.

ULUSAL TEKKÜLTÜRCÜLÜĞE DÖNÜŞÜM

Günümüz dünyasında Müslüman halklar, pragmatik iktidar mücadeleleri için, bütün anlam ve ilke ufuklarını kaybetme pahasına, İslam’ın araçsallaştırılabilir hale getirilmesinden rahatsız değiller. Bütün popülizm biçimlerinin yine pragmatik iktidar mücadeleleri adına kurumsallaştırılabildiği toplumlarda, bütün değerler insafsızca sömürülebiliyor. Toplumsal/siyasal gerçekliğin neden olduğu yabancılaşmalar, yozlaşmalar, kirlenmeler, sözünü ettiğimiz popülist kurumsallaşma aracılığıyla gözardı edilebiliyor. Düşünce hayatımız, kültür ve ilahiyat hayatımız, İslam’ın ve Müslümanların sorunlarını Avrupa modernitesinin açtığı kavramsal-kurumsal-kuramsal alan-sınırlar-çerçeve içerisinde kalarak, bu sınırları korumaya özen göstererek konuşabiliyor, tartışabiliyor, gündeme getirebiliyor. Bugün hiç kimse, bütünüyle iflas etmiş bulunan ideoloiik/ırkçı akımların/disiplinlerin aşılması gerektiğine işaret edemiyor. Entelektüel hayat, ilahiyat hayatı, farklı, İslami kavramsal-kurumsal-kuramsal bir alan açılabileceğine ilişkin zihinsel-entelektüel bir özgürlüğe, özgüvene, bilince ve umuda sahip değil. İslam dünyası toplumlarında her popülizm ulusal tekkültürcülüğe dönüşüyor. Her popülizm, eleştirel düşünmeyi, eleştirel bir konumda bulunmayı büyük bir ihanet olarak görüyor. Eleştirelliğin, sorumluluğun gereği olduğu, hiç düşünülmüyor.

Katlanılamaz olana, katlanılması mümkün olmayana katlanmaya devam etmek, umutsuzluk, yetersizlik, cesaretsizlik ve çaresizlikten kaynaklanır. Umut ve cesaret katlanılamaz olana karşılık vermeye başladığımızda başlar. Katlanılamaz olana karşılık vermeye başlayabilmemiz için, İslam dünyası toplumlarında entelektüel hayatın kolektif bilinç, kolektif değişim ve kolektif irade merkezinde, nitelikli kadrolar eşliğinde yoğun-kapsamlı bir program oluşturmaları zorunlu hale gelmiştir. Bu kadroların küresel düzlemde düşünme ve algılama sorumluluğuna sahip olmaları hayati önemdedir. Kolektif değişim için, yararcı-bencil dünyalardan ayrılarak, melankolik bağlılıkları terk ederek, alışılagelen çerçevelerin değiştirilmesi, muhafazakârlıkların aşılması gerekir. Bunlar gerçekleştirilmediği takdirde, hiç bir alanda, hiç bir şekilde, yeniden yapılanma gerçekleştirilemez. Her yeniden yapılanma, özgün olana, başlangıçta gerçekleştirilene ulaşabilmek için, geçmişin taklitinden vazgeçerek, geçmişteki üstünlüğün/üretkenliğin/vizyonun yeniden inşasına yoğunlaşmak zorundadır.

GERÇEK İNSANLARA İHTİYACIMIZ VAR

Müslümanlar, milliyetçi ve mezhepçi olmayan bir aidiyet biçimini seçerek evrensel İslam ailesine katılırlar. Günümüzde gerçek kaygılara sahip, gerçek tercihler yapabilecek, gerçek insanlara ihtiyacımız olduğu açıktır. Yararcı-bencil-popülist kültürlerde, gerçek kaygılardan, gerçek tercihlerden ve gerçek insanlardan, bunlara olan ihtiyaçlardan söz etmek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Popülizmlerin bir din gibi algılanabildiği toplumlarımızda bütün ilkesel sınırların keyfi bir şekilde ve ısrarla ihlal edilişine seyirci kalamayız. Popülizmlerin tahakkümüne seyirci kaldığımız için, bugün, ne yazık ki, konjonktürel dindarlıklar, pragmatik dindarlıklar, milli dindarlıklar, devlet dindarlıkları, coğrafi dindarlıklar, İslam’ın yerine ikame ediliyor, edilebiliyor. Ayrıca, gerçek kaygıların, gerçek tercihlerin ve gerçek insanların azaldığı bir dünyada, elektronik dostluklar, konjonktürel dostluklar, pragmatik dostluklar, etnik ve mezhepçi dostluklar, gerçek dostlukların yerine geçiyor.

Sözünü ettiğimiz bayağılaşmalar ve yozlaşmalar sebebiyle, İslami bünye, emperyalist şiddete, emperyalist kontrole karşı etkili hiç bir şey yapamıyor, eleştirel sorular soramıyor, bir direniş kültürü üzerinde çalışma ihtiyacı duymuyor. “Büyük Felaket”e sadece Filistinliler maruz kalmadılar. Afganistanlılar, Iraklılar, Suriyeliler, Libyalılar da, aynen Filistinliler gibi, statüden arındırılarak, yerlerinden/yurtlarından kovularak, mülksüzleştirilerek, ülkesizleştirilerek, yersiz-yurtsuzlaştırılarak, her tür haktan mahrum bırakılarak, köleleştirilerek, herhangi bir hukuki aidiyet biçimine sahip olmaksızın yabancı ülkelerde, çoğunlukla da yasadışı yollarla nefes alacak bir alan inşa etmeye çalışıyor. Yirminci yüzyılın ilk yarısında dünyada tek çözümsüz sorun olarak Yahudi sorunu görülüyordu. Filistin’in sınırsız bir şekilde ve acımasızca sömürgeleştirilmesiyle birlikte Yahudi sorunu çözümlendi ve bu sorunun yerine Filistin sorunu geçti. Bugün geldiğimiz noktada ise, devletsiz halklar-toplumlar, hayatları muhaceret koşullarında geçen halklar sorunu derinleşerek sürüyor, büyüyor.

Müslüman zihnin, aklın, bilincin, düşüncenin yenilenebilmesi için, bu zihnin, her tür dayatmaya, müdahaleye, propagandaya, işgal ve kontrole açık olmaktan kurtarılması zorunludur. Zihin dünyamızın yoksulluğuyla ilgili olarak, gerek içeriden ve gerekse dışarıdan zihinsel işgale açık durumda bulunmasıyla ilgili olarak nitelikli hiç bir çalışma yapılmadığı çok açık bir gerçektir. İçerisinde yaşamakta bulunduğumuz zihinsel-entelektüel yoksullukla, anlam ve amaç yoksulluklarıyla, ilkesel yoksulluklarla, siyasal alan da dahil olmak üzere hiç bir alanda etkili bir fail haline gelmemiz mümkün olamaz. Özgün ve bağımsız içerik üretemeyen bir topluluk, yaşayan bir medeniyet kuramaz, onurlu bir temsil hakkına sahip olamaz. 

y.şafak

Read 1874 times