Allah'ın Adıyla
Suriye’de emperyalist Batı ve bölgesel müttefikleri tarafından başlatılan iç savaşın başından beri defalarca tekrarladığımız üzere bu sorunun çözümü İran ile Türkiye arasındaki işbirliği ile mümkündür ve hala da geçerliliğini korumaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2012 Mart ayında İran’a başbakan olarak yaptığı ziyaret sırasında İran makamları bu hususu açık seçik bir şekilde Erdoğan’a teklif ettiler. Erdoğan İran’ın ciddiyetinden emin olmak için İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei ile görüşmekte ısrar edince, o sırada Meşhed şehrinde bulunan İmam Hamanei ile görüşmek için bin km’lik bir yol kattetti ve bu görüşme gerçekleşti.
Erdoğan’ı aile fertleriyle birlikte kabul eden İmam Hamanei ve Erdoğan arasında samimi ve ifadeleri perdesiz bir görüşme gerçekleşti. Erdoğan, İran’ın Beşar Esad rejimini desteklemekten vazgeçmesini istiyordu. İmam Hamanei ise komplonun derinliğine dikkat çekerek dış güçlerin bölgeye müdahalesini engellemenin zaruretini vurguluyor ve Suriye meselesinin iki ülkenin işbirliği ve yardımlarıyla çözülebileceğini vurguluyordu.
İmam Hamanei, başka bir ülkenin rejimini değiştirmenin ancak o ülke halkının iradesiyle gerçekleşmesi ilkesine işaretle İran ve Türkiye’nin iradesini ortaya koyması, seçimlere katılması için Suriye halkına yardımcı olabileceğini ve bunun nasıl gerçekleşeceğinin ayrıntılarına yoğunlaşılabileceğinin altını çiziyordu.
İran’ın teklifinin mantığı karşısında susan Erdoğan Türkiye’ye döndükten sonra teklifin inceleneceğine dair söz veriyordu. Ama aradan bir hafta on gün geçmeden Meşhed’de varılan ortak görüşün aksine Suriye’nin Dostlarını(!) Türkiye’ye davet ediyordu. Halbuki İmam Hamanei aynı görüşmede bölge dışı güçlerin bölgeye girişinin engellenmesini ön şart koşmuş ve aksi takdirde Beşar Esad’ın İran’ın kırmızı çizgisi olduğunu vurgulamıştı.
Suriye’nin dostları(!) dünyanın çeşitli bölgelerinden terör çetelerini eğitip modern teçhizatla silahlandırıp Türkiye sınırından Suriye’ye sokmaya başlamış ve ülkenin önemli bir bölümünü Beşar Esad rejiminin kontrolünden çıkarmayı başarmıştı.
Tahran’da iki yıl sonra 2014 yılı Ocak ayında yine İmam Hamanei ile Erdoğan arasında gerçekleşen görüşmede bir önceki görüşmedeki kadar samimi olmasa da- hatta kabulü bile Erdoğan’ın ısrarı üzerine yapılsa da- yine aynı konu gündeme gelmiş ve bu defasında İmam Hamanei selamlaşma sonrasında Erdoğan’a konuşma fırsatı tanımadan önceki görüşmedeki duruşunu tekrarlamış, buna uyulmadığı için Suriye’nin terörist çetelerin işgaline uğratıldığını ve bu durumda Beşar Esad’ı ve rejimini desteklemekte kararlı olduklarını tekrarlamıştı. Halbuki Erdoğan, Suriye rejiminin düştüğü zayıf durumdan sonra İran’ın tavrını değiştireceği beklentisi içindeydi.
İmam Hamanei 2015 yılı Nisan’ında Cumhurbaşkanı olarak Tahran’a ziyarette bulunan Erdoğan’ı kabulü sırasında da İslam ülkelerinin Amerika ve Batı’ya güvenmediklerini, bugün Batı’nın bölgedeki müdahaleleri sonucunda İslam’ın ve bölgenin zararına olduğu herkes tarafından açıkça görülmüştür diyerek önceki uyarılarını tekrarlıyordu.
Özetlersek Suriye’de bugün gelinen durumdan kimin sorumlu olduğu, kimin hata yaptığı, kimin zararlı çıktığı ortadadır. İran altı yıl önceki duruşunu aynen devam ettirirken Batı’lı müstekbir güçlere Suriye’ye müdahale yolunu açan hepsi de Erdoğan liderliğindeki hükümetlerin şimdi aynı Batılı güçlerin en fazla da Türkiye’yi tehdit ettikleri gerçeği ile karşı karşıyadır.
İslam İnkılabından sonra ilk defa bir İran genelkurmay başkanının Ankara’da üst düzey görüşmeler gerçekleştirdiği şu sıralarda iki ülke arasında işbirliğinin sürdürülebileceği üzerine şüphe düşürmeye çalışan Batıcı kalemlere ilavaten bazı mutaassıp sözde İslamcıların hala yapılan hataları görmezden gelmeleri oldukça düşündürücüdür.
Başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizminin Suriye ve Irak başta olmak üzere bölge ülkelerinin sınırlarını yeniden çizme planlarını uygulamaya koydukları şu sıralarda bölgenin ve İslam dünyasının iki güçlü ülkesi arasında bir an önce işbirliği ve dayanışmaya gidilmesinin zarureti ortadadır.
Gel gör ki bazı taşlaşmış kafalar hala Türkiye’nin Suriye üzerindeki 500 yıllık geçmiş hükümranlığından, karşı tarafı İsrail ve ABD’nin müttefiklerinin işgali altındaki 800 kilometrelik ortak sınırdan hareketle hak iddiasında bulunmakta ve İran nüfuzunun tehlikesine dikkat çekerek akıllarınca hükümete yol göstermekteler.
Türkiye ile İran arasında gündemdeki işbirliği aslında Irak’ın 2003 yılında ABD tarafından işgalinden sonra ve Irak’a komşu ülkeler toplantıları çerçevesinde 2007’de başlatılmıştı. Türkiye ve İran’a ilaveten Irak, Mısır, Arabistan ve Suriye’nin de katılımıyla sürdürülen görüşmeler ABD’nin baskıları sonucu ve yine Türkiye hükümetinin caydırılması ve boş vaatlerle oyalanmasıyla maalesef sonuçsuz bırakılmıştı. Bu görüşmeler sürdürülebilmiş olsaydı ne Arap Baharı kriziyle karşılaşılmış olurdu ne de Suriye bugünkü içler acısı duruma sürüklenmiş olurdu.
Bunca acı tecrübe ortadayken ve başını ABD’nin çektiği Batılı devletlerin uğursuz planları ifşa olunmuşken hala Irak ve Suriye’de İran nüfuzu vb. asılsız bahanelerle Türkiye-İran işbirliğinin geç de olsa başlatılmasını engelleme çabaları ya cehaletten ya da bu iki ülkeye düşmanlıktan kaynaklanmaktadır.
Bu son girişimin başarıya ulaşması her iki ülke hükümetlerinin dış baskılara ve vaatlere aldırmadan iradelerini ortaya koymaları şartına bağlıdır. Bu örnek bölgesel işbirliği her iki ülkenin de hakkettiği nüfuzu elde etmesi, öteki komşu ülkelere örnek teşkil etmesi, bölge dışı müdahale ve komplo planlarının kesin yenilgisiyle sonuçlanacaktır.
Ziya Türkyılmaz
Yorumlar3