Allah’ın Adıyla
İran-ABD ilişkileri aslında çok da karmaşık değildir. Bir tarafta küresel bir güç ve karşısında bu küresel gücün sultasını kabul etmeyen, buna karşı direnen ve kısmen de olsa bölgesel planlarını etkisiz hale getiren bir batı Asya ülkesi.
ABD dünya üzerinde tarih boyunca ilk defa bu çapta ve derinlikte sulta kurabilmiş tek ülkedir denebilir. Gelmiş geçmiş hiçbir imparatorluk ülkeler üzerinde bu çapta ve derinlikte etkili olamamıştır. Önceki imparatorluklar genellikle işgal ettikleri ülkelerin ordularını yenmek ve katliamlar yapmak suretiyle veya dini inançları istismar ederek ülkeler işgal etmiş olsalar da hep yabancı bir unsur olarak görülmüşlerdir ve sonunda işgal ettikleri ülkelerden çekilmek zorunda kalmışlardır.
ABD’NİN AVANTAJI
ABD önceki imparatorlukların tüm olumsuz özelliklerini taşımakla birlikte askeri, siyasal, bilimsel, teknolojik, ekonomik ve medya üstünlüğü/dezenformasyon gücü avantajlarını da kullanarak bu sultasını daha kolay bir şekilde sürdürmektedir. Çoğu ülke ABD’nin sultasını isteyerek ve buna kendisini mecbur hissederek kabullenmekte ve halklar bazında ise “Amerikan Yaşam Tarzı” gönüllü olarak benimsenmektedir. ABD bu avantajını sonuna kadar kullanarak bazen çok az bir bedel ödeyerek sultasını daha da güçlendirmektedir. ABD nüfuz ve sultasını önceki imparatorluklar gibi ülkeler işgal ederek değil kaba güce ilaveten psikolojik gücünü de kullanarak zihinleri de işgal etmektedir.
İRAN’IN BAŞKALDIRIŞI ve ABD BASKILARININ BAŞLAMASI
Ve işte böyle bir müstekbir(kendini her açıdan başkalarına üstün gören) imparatorluğun sultasından 38 yıl önce bir halk devrimiyle kurtulmuş olan İran bağımsızlığını korumaya çalışırken başkalarına da örneklik teşkil etmekte, bağımsızlık peşinde olan halklara ve ülkelere ilham kaynağı olmaktadır. Daha da ileri giderek şimdilerde en azından Batı Asya bölgesinde müstekbir ABD ve bölgesel işbirlikçilerine karşı direniş cephesi oluşturmakta, direnişçi devlet ve gruplara gücü nispetinde askeri danışmanlığa ilaveten lojistik vs.yardımı yapmakta, direnişçiler lehine diplomasi alanındaki yeteneğini/kapasitesini kullanmakta, direnişçiler arasında koordinasyon/işbirliği ortamı sağlamaktadır.
ABD kırk yıla yakın bir süreden beri İran’ı bu devrimci duruşundan vazgeçirmek, devrimi yenilgiye uğratmak için yapmadığı eylem, başvurmadığı söylem kalmamıştır. Askeri darbe girişimi, doğrudan müdahale ile gemi batırma, iç savaş çıkarma, yolcu uçağı düşürme, Saddam aracılığıyla sekiz yıl süren savaşa sürükleme, çok yönlü ekonomik yaptırımlar uygulama, komşu ülkelere askeri üsler kurarak kuşatma altına alma, tehdit etme, ülke içindeki iktidar düşkünü ve devrim düşmanlarını organize ederek halk arasında fitne çıkarma ve akla gelebilecek her türlü yola başvurmuş, ama bir türlü amacına ulaşamamıştır.
İran’ın ABD’nin bu saldırı ve komplo planlarını etkisiz hale getirerek ayakta kalması ve son yıllarda eskisine göre daha güçlü bir şekilde direnmesi ABD tarafından görmezden gelinecek, kabul edilecek bir durum değildir kuşkusuz. Kendisi okyanus ötesinden gelip bölgeye açıkca müdahale ederken İran’ın kendi komşularının, dindaşlarının davetiyle onların dertleriyle dertlenmesini başka ülkelere müdahale olarak nitelemekte, İran’ın anayasal bir güvenlik gücü olan Devrim Muhafızları Ordusunu terörist ilan etmekte, kendisi her türlü konvansiyonel ve nükleer füzeye sahipken İran’ın iki-üç bin kilometre menzilli füzelerini dünya barışına tehdit olarak tanıtmaktadır.
ABD TEK STRATEJİ FARKLI TAKTİKLER UYGULAMIŞTIR
İran konusunda Amerika’da işbaşına gelmiş geçmiş hükümetler arasında hiçbir fark yoktur. Donald Trump hükümetinin son sıralarda İran’a karşı çılgınlığın dozunu artırması ona mahsus bir tavır olmayıp ABD’nin bölge üzerinde sulta kurmak için son 15-20 yılda kendi ifadeleriyle 6 Trilyon Dolar harcamasına ve binlerce askerini kaybetmesine rağmen başarılı olamamasının verdiği acının bir tür dışa vuruşudur.
ABD son yıllarda İran’ı savaş ve baskıyla yenilgiye uğratmak stratejisi yerine, görüşme masasına çekere tedrici bir şekilde sulta sistemine entegre etmek vb girişimlerle frenlemeyi, kontrol etmeyi planlamaktadır. Nükleer görüşmeler bu doğrultuda atılmış adımlardan biri olup maalesef İran içinde de bu komplo planına tav olanlar çıkmıştır. Bu yüzden de ABD ile yapılan doğrudan nükleer görüşmeler ve sonuç vermeyen anlaşma İran’a ve İslam Devrimine pahalıya mal olmuştur.
Amerikalılar açısından nükleer anlaşmanın içeriğinden çok İran’ın ABD ile masaya oturması öncelikli tercih ve daha önemlidir. Çünkü ABD herkesten daha iyi biliyor ki, İran’ın nükleer programı askeri amaçlı olmayıp sivil nükleer teknolojiden ibarettir , NPT anlaşmasına bağlıdır ve UAEK’nun sıkı bir kontrolü altındadır. İran’ın nükleer programından sapma olmasından da asla korkmamaktadır. Asıl korktuğu İran’ın uzlaşmasız tavrı ve uluslar arası toplum denilen sulta sistemine entegre olmamasıdır.
ABD nükleer anlaşma ile İran’ın nükleer faaliyetlerini büyük çapta durdurmuş, tesislerden bir çoğunu etkisiz hale getirmiş ve hepsinden önemlisi İran’ı masaya oturtarak uzlaşmaz duruşundan ödün verdirmiş olmasına rağmen kendi taahhütlerinin hiç birine uymamıştır. Dahası önümüzdeki haftalarda İran’a daha ağır yaptırımlar uygulamaya hazırlanmaktadır. Sebebi ise İran’ı bölgesel meseleler (Suriye, Irak, Yemen, Lübnan) ve İran’ın füze sistemi konusunda yeni görüşmeler yapmaya zorlamaktır. Çünkü İran’ı ancak masa başında, görüşmeler aracılığıyla yola getireceğine inanıyor.
Suudi Arabistan gibi bağımlı rejimleri İran aleyhinde silahlandırmaları ve yeni tahrikler başlatmaları da savaş başlatacakları için değil İran içindeki bazı kesimler aracılığıyla baskı uygulamak suretiyle İran’ı yeniden masa başına çekmek amaçlıdır.
İMAM HAMANEİ AMERİKAN PLANININ FARKINDADIR
İslami Devrim Lideri İmam Hamanei 18 Ekim’de bir grup seçkin öğrenciye yaptığı konuşmada bu hususa dikkat çekerek şöyle diyordu:
“Nükleer görüşmeler sırasında anlaşma sağlanırsa düşmanlıkların( Amerikan düşmanlığının) ortadan kalkacağı telkin ediliyordu, ne oldu? Anlaşma yaptık, ama düşmanlıklar daha da arttı. Bugün yeniden sakın mesela falanca hususta anlaşmadığımız için şöyle oldu böyle oldu gibi sözler ileri sürülmeye kalkışılmasın. Bunlar düşmanların planladığı telkinlerdir, bu gibi telkinlere önem vermemeliyiz, kendi maslahatımızı kendimiz belirlemeli ve anlamalıyız, düşmanların sözüne kanmamalıyız, onların etkisinde kalarak konuşmamalıyız”.
Nükleer görüşmeler 5+1 ülkeleriyle her ne kadar 2003 yılından beri yapılmaktaydıysa da ilk defa 2013 yılında Hasan Ruhani hükümeti “küresel köyün muhtarı” olarak nitelediği ABD ile doğrudan görüşmeler başlatma isteğini ortaya koyduğunda İmam Hamanei açık bir şekilde ABD ile görüşmelerden bir sonuç alınacağına inanmadığını ifade etmiş ve ABD’ye güvenilemiyeceğini vurgulamıştı. Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Zarif, İmam Hamanei’nin bu tavsiyesini kulak ardı ederek bu görüşmelerle düşmanlıkları gidereceklerini öne sürmüşlerdi.
Ancak görüldüğü üzere görüşmeler yoluyla ABD’nin İran’a düşmanlığı giderilmediği gibi üç yıl öncesine göre kat kat artmıştır. Şimdi de bölgesel konularda ABD ile görüşmelere oturmazsak ABD İran’a karşı savaş başlatacak telkinleri aynı çevrelerce yayılmaktadır. İmam Hamanei 18 Ekim konuşmasında bu iddialara da dikkat çekerek şöyle diyordu:
“Herkes kesin olarak bilsin ve inansın ki, ABD bu defa da İran’ın devrimci halkı karşısında yenilecektir. ABD’nin hile ve oyunları hususunda gaflet etmemeliyiz. Askeri bir savaş çıkmıyacaktır, ancak tehlikesi savaştan daha az olmayan meseleler gündemdedir, bunu tahmin etmeli ve meydanda hazırlıklı olmalıyız”
İran içindeki bazı Batıcı ve devrim düşmanı çevreler ABD’nin Devrim Muhafızları Ordusu’nu terörist güç olarak ilan etmesini tehlikeli sonuçlar doğuracak bir tehdit olarak değerlendirmektedir. Her ne kadar böylece başka amaçlar gütmekte ve düşmanın telkinlerini yaymaktalar. İmam Hamanei bu hususta ise şöyle diyordu:
“ABD İran’daki güç unsurlarına düşmandır. Düşmanın tehditlerinin aksine bu unsurlar daha da güçlendirilmelidir. Füze gücü düşmanın inadına her geçen gün biraz daha artırılmalıdır”
İmam Hamanei 18 Ekim konuşmasında dış düşmanlardan çok içteki gafilleri muhatap almakta ve kesin bir ifadeyle ABD ile bölgesel meseleler, Devrim Muhafızları Ordusu ve füze gücü konularında görüşme yapılmaması gerektiğini vurgulamaktadır.
Halbuki ABD nükleer görüşmeler ve anlaşma ile elde ettiği kazanımları yeni görüşmelerle sürdürmeyi planlamaktadır.
NÜKLEER ANLAŞMANIN GELECEĞİ
ABD’nin nükleer anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmemesiyle bu anlaşma zaten daha şimdiden bitmiş sayılır ve hiçbir itibarı kalmamıştır. AB ülkeleri, Rusya ve Çin’in bu anlaşmaya bağlı kalacaklarına dair açıklamalarının da bir anlamı kalmamıştır. Çünkü ABD istemedikten sonra bu ülkelerdeki hiçbir banka ve büyük şirket İran ile çalışmaya cüret edemez ve yaptırımları uygulayanlar da özel sektöre, çok uluslu şirketlere bağlı kurum ve kuruluşlardır.
Ekonomik-ticari kuruluşların özel sektörün kontrolündeki AB ülkeleri ister istemez kendi çıkarlarını korumak ve Amerikan hışmından korunmak ABD’ye uymak zorunda kalacaklardır. Rusya ve Çin gibi devletler zaten daha önce de İran ile ekonomik ilişkilerini sürdürmekteydiler ve bundan sonra da çıkarları gereği sürdüreceklerdir.
Trump hükümetinin nükleer anlaşmada yeni düzenlemeler veya eklemeler yapılmasını ileri sürmesi kesinlikle kendi lehine olan bu anlaşmayı bozmak amaçlı olmayıp bir defa masaya oturttuğu İran’la başka konularda görüşmeler yapmaya, yeni tavizler koparmaya ve İran’ı kendi kontrolündeki sulta sistemine entegre etmeye yöneliktir.
İran ise bunun farkında olarak ya direnişe devam ederek nükleer anlaşma hatasını tekrarlamaktan kaçınacaktır ya da nükleer görüşme yanlılarının hatasını tekrarlıyarak yeniden masaya oturacak, böylece direnişin fatihasını okuyacak ve İslam devriminin ilkelerinden yeni ödünler verecektir.
Ziya TÜRKYILMAZ