Varşova’dan Amerikalıların rüyasını kurduğu bir koalisyon çıkmayacak. Muhtemelen geriye bir sürü siyasal üfürük kalacak. Yine de Trump yönetimi, İran’ı Orta Doğu’da kovalama stratejisinden vazgeçmeyecek.
Donald Trump’ın fanatik ekibi, İsrail’in güvenliğine matuf iki başlıklı gündemle yine uluslararası sahneye çıkıyor. Başlığın biri ‘yeni Ortadoğu barış planı’ diğeri ‘İran’ın durdurulması’.
İranlılar devrimin 40’ıncı yılını anarken Varşova bugün başlayacak iki günlük “Orta Doğu’da Barış ve Güvenliğin Geleceğini Destek” başlıklı konferansa ev sahipliği yapıyor. Önceden verilen mesajlar, asıl amacın, ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği İran karşıtı koalisyonun genişletilmesi olduğunu gösteriyor.
Amerikalılar bir konferans başlığına ‘güvenlik’ kelimesini iliştirdi mi Amerikan ekseniyle barışık olmayan ülkelerin yüksek voltaj yemiş gibi çarpılmaları kaçınılmaz.
Konu barış ve güvenlik ama bölgenin en önemli aktörü ya da birileri için ‘en önemli sorunu’ İran davetli değil. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ise tam kadro Varşova’da. Onun açısından ilave bir iki Arap ile el sıkışıp, “Araplarla sorunumuz yok, asıl sorun İran” diyebilmek önemli. Önündeki fırsat da büyük. ABD’nin Körfez’deki ortakları da firesiz Varşova yolcusu.
Tepkiler üzerine Polonya “İran’a karşı değil” dese de konferansın finansörü ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, şu sözüyle başka bir yoruma geçit vermedi: “Bu zirve en çok İran üzerinde odaklanacaktır.”
Suud politikalarına mikrofonluk yapan Şark’ul Evsat gazetesi de bu söze alt metin yazdı:
“Konferans, yasadışı milisleri silahlandırmak, kara para aklamak, kıtalar ve okyanuslar üzerinden uyuşturucu ticareti yapmak gibi İran’ın bölgedeki apaçık faaliyetlerine yönelik devletlerin tutumlarını net bir çerçevede resmettiği için önem arz ediyor.”
Rejim karşıtı Halkın Mücahitleri de ‘Özgür İran’ sloganıyla Varşova’da boy gösterecek. Eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani ve eski Senatör Robert Torricelli de muhaliflerin sesine ortak olacak.
Bu manzara karşısında İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in konferans için uygun bulduğu tanım; “Umutsuz sirk”. Tahran’ın tepkisi Dışişleri’ne çağrılan Polonya maslahatgüzarına da iletildi. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetlerden kaçan Polonyalılara kucak açıp onları Isfahan’da koruma altına alan İran’ın kara gün dostluğu da hatırlatıldı.
***
Peki, ABD ve dostlarının durumu Zarif’in resmettiği kadar biçare mi? ABD’nin çekip çevirme kapasitesini bu şekilde aşağılamak belki rahatlatıcı. Bu biraz İranlıların görülmesini istediği özgüvenle biraz da ABD-Avrupa ilişkilerinin ‘soğuk savaş’ tüneline girmiş olmasıyla alakalı.
Amerikan yönetimi, Başkan Yardımcısı Mike Pence, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Trump’ın damadı Jared Kushner ve özel temsilci Jason Greenblatt’tan oluşan ekiple konferansa katılıyor. Ortadoğu planının pazarlanacağı bir konferansa atfedilen önem büyük. Fakat iyi bir başlangıç yaptıkları da söylenemez. Amerikalılar Afganistan ya da Irak işgali sırasında olduğu gibi, “Ya bizimlesiniz ya da…” tehdidi savurabilecek durumda değiller. Aşırı sekteryen eğilimler taşıyan Washington ekibi bu kafa ve bu koşullarda uluslararası konsensüs yakalayamaz. Konferansla ilgili sunumlar, “70 ülke katılacak” diye başlıyor. Ne var ki katılım profili keyif bozmak için yeterli. Birçok ülke dışişleri bakanı düzeyinde katılmayacağının sinyalini verdi.
BM Güvenlik Konseyi’nin iki ağır topu Rusya ve Çin konferansa peşinen burun kıvırdı. Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vassili Nebenzia, “Doğrudan İran’la bağlantılı olarak konferans düzenleyip tek taraflı yaklaşım sergileyerek bölgede askeri ittifaklar oluşturmaya çalışmak ters teper” dedi.
Bölgeden Lübnan Dışişleri Bakanı Cibran Basil açıkça konferansı boykot etti. Cevat Zarif’in Beyrut ziyaretinin ilk hasılası.
Filistin yönetimi de İsrail’e daha fazla güvenlik vaat edip Filistin sorununu Filistinliler aleyhine tarihe gömmeye ayarlı bir planın kendilerine dayatılmış olması nedeniyle konferans davetini geri çevirdi. Hatta Filistin Dışişleri Bakanlığı kendilerinden beklenmeyen bir keskinlikle konferansı “Amerikan komplosu” olarak niteledi. Ortadoğu’da barıştan söz eden konferansta ‘biçare’ Filistin olmayacak. Bu bile konferansın başarısızlığını peşinen ilan etmeye yeter.
Asıl üzerinde durulması gereken Avrupa’nın tutumu. Konferans bir AB üyesinde tertip ediliyor. Konuyla doğrudan ilgili AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini gitmeyeceğini duyuruyor. Bu, AB politikalarıyla uyumsuzluğunun net göstergesi. Nedeni de sır değil. AB’yi hırpalayan çıkışlarına ilaveten Trump’ın 5+1’in İran’la yaptığı anlaşmadan çekilmesi, yaşlı kıtayı Amerikan dayatmacılığına karşı illallah deme noktasına getirdi. ABD, Avrupa’nın Russofobik doğu kanadıyla uyum sağlarken Batı kanadıyla soğukluk yaşıyor. Batı Avrupa’dan katılımın profili muhtemelen hayli düşük çıkacak.
ABD yeni yaptırım paketlerine karşı Britanya, Almanya ve Fransa üçlüsünün (E3) İran’la iş yapan şirketleri korumak için geliştirdiği Ticari Mübadele Destek Aracı (INSTEX) adlı mekanizmayı sakatlamaya çalışıyor. Bunun için AB içindeki Amerikan sevdalıları üzerinden çatlakları büyütmesi yeterli. Polonya, Neo-Con stratejinin yaşlı kıtadaki gönüllü ortağı olarak birlikteki en önemli yarık. Polonya’ya bir iki AB üyesinin daha eklenmesi bu konferansta ‘kısa günün kârı’ olur.
Elbette ABD’nin takılıp kaldığı şeyin hepten INSTEX olduğu söylenemez. Her şeyden önce bu mekanizma AB’nin nükleer anlaşmayı (JCPOA) korumak için ilk başlangıçta vaat ettiği korumanın hayli gerisinde. İran’la iş yapan büyük şirketlerin neredeyse tamamı çekildi. AB üyelerinin mekanizmayı İran’ın para aklama konusundaki Mali Eylem Görev Gücü’ne (RAFT) katılımı ve balistik füze programını sınırlandırılması talepleriyle ilişkilendirmesi kapsamlı bir mekanizmanın geliştirilmesini önledi. Bu iki taleple ilgili baskının kaynağı da Washington. Şimdilik gıda, ilaç ve insani ihtiyaçlarla sınırlı ticareti garanti eden INSTEX Tahran için tatmin edici olmasa da İranlılar bunu ABD’nin yalnızlaşması olarak görüyor ve önemsiyor. Ancak AB’nin INSTEX’le nükleer anlaşmayı korurken İran’a baskıyı artırmaya dönük diğer Amerikan politikalarına eşlik etmeyeceğinin garantisi yok. Çünkü İran-Avrupa ilişkiler alanı ABD’den bağımsız olarak başta bir sürü mayın barındırıyor. Nükleer anlaşmanın balistik füzelerin sınırlandırılmasını da içerecek şekilde yeniden müzakere edilmesini isteyen AB üyeleri var. Amerikalılar bu eğilimi güçlendirmenin peşinde.
***
Sözün özü; Varşova’dan Amerikalıların rüyasını kurduğu bir koalisyon çıkmayacak. Muhtemelen geriye bir sürü siyasal üfürük kalacak. Yine de Trump yönetimi, İran’ı Orta Doğu’da kovalama stratejinden vazgeçmeyecek. Benzer gündemle uluslararası ortaklar 15-17 Şubat’ta Münih Güvenlik Konferansı’nda yakın markaja alınacak. Ardından Kushner-Greenblatt ikilisi İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn ve Umman’ı kapsayan Ortadoğu turuyla bölgenin nabzını tutacak. Netanyahu’nun aile dostu olan damat Kushner bu kez iki yıldır üzerinde çalıştığı Ortadoğu ‘barış’ planının ekonomik detaylarını paylaşacak. Trumpgiller tarihi uzlaşmazlıklar üzerindeki paslı kilitleri ekonomiyle çözeceklerine inanıyor. Barışı parayla satın alacaklar ama o para kesinlikle kendi ceplerinden çıkmayacak. Bu turda Trump’ın İran dosyasından sorumlu kıldığı Brian Hook’un Kushner’e eşlik edecek olması Tahran’ı kuşatma planının Filistin meselesine paralel yürütüleceği anlamına geliyor.
Konferansta İran’ın Suriye’den kovulması ve ABD’nin çekilme planı da gündeme gelecek. O sırada Rusya lideri Vladimir Putin, Soçi’de ağırlayacağı Türkiye ve İran liderleriyle birlikte Varşova’ya nanik yapıyor olacak. ABD’nin onlarca yıldır İran’ı çevrelemede en büyük rolü biçtiği Türkiye bu kez kenarda duruyor. Bu da Amerikan politikalarında mühim bir gedik.
GAZETEDUVAR