Çok sayıda gazeteci, Venezuela'nın ABD tarafından işgali ihtimaline dair yaptıkları gibi Amerika'nın İran'a savaş açması ihtimali üzerine de kafa yoruyor. On yıl önce her ikisi de gerçek ihtimaller olabilirdi, yirmi yıl önce mutlak kesinlik taşırlardı, ancak bugün durum öyle değil. Neden?
Çok sayıda gazeteci, Venezuela'nın ABD tarafından işgali ihtimaline dair yaptıkları gibi Amerika'nın İran'a savaş açması ihtimali üzerine de kafa yoruyor. On yıl önce her ikisi de gerçek ihtimaller olabilirdi, yirmi yıl önce mutlak kesinlik taşırlardı, ancak bugün durum öyle değil. Neden? Çünkü Amerika'yı dengede tutmak için hareket eden ve böylece şiddetli rejim değişikliklerini ve askeri saldırganlığı engelleyen güçler mevcut. Bu güçler iki ayaklı. Birincisi, İran'a saldırı her teröristi deliğinden çıkarıp, her yolla İran'a gidip Cihada kalkışmalarına neden olacak. Ancak belirttiğim üzere bu insanlar tehlikeli ve yıkıcı olsalar da Amerika gibi bir askeri güç bir tarafa kimse için gerçek bir tehdit değiller. Her türden cihatçılar her zaman kaybettikleri savaşların içinde yer alıyorlar.
Daha belirgin biçimde Amerika'nın saldırgan ve savaşçı güdüleri dengede tutuluyor, çünkü Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin askeri güçleri toplamı o kadar fazla ki, ABD'yi İran örneğinde olduğu üzere bilhassa Moskova ve Pekin'le bağları olan uluslara yeni bir savaş açmadan önce iki kez düşünmeye sevk ediyor. Sembolik biçimde, doğrudan Rusya'dan konuşurken, yani Rusya'ya değil orada iken konuşurken, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Amerika'nın iki ülke arasında artan gerginliklere karşın İran'la savaşa gitmek istemediğini söyleyiverdi. Benzer bir şekilde İran'ın dini lideri de İran'ın savaş istemediğini söyledi.
Amerika'nın İran'la savaşa gitmekte ya da Venezuela'yı işgalde duraksaması arkasındaki mantık 24 Nisan 2018'de The National Interest'te, yayının editörü olan Dave Majumdar imzalı “Rusya ve Çin Savaşta Amerika'yı Denizleri Kontrol Etmekten Alıkoyabilir” başlıklı bir makalede ortaya konmuştu. Majumdar makaleye “Birleşik Devletler Donanması ve Deniz Piyadeleri, Amerika'nın Sovyetler Birliği'nin 1991'de dağılmasından bu yana ilk kez denizlerin tartışılmaz efendisi konumunda olmadığı gerçeğiyle yüz yüze geldiler” cümlesiyle başlıyordu.
Onun fikrini başka önde gelen askeri şahsiyetler de paylaşıyor. Deniz Kuvvetleri Sekreteri Richard Spencer Senato Silahlı Hizmetler Komitesi önündeki yazılı beyanında “stratejik ortam hızla değişiyor ve Donanma ve Deniz Piyadeleri yirmi yıldır karşılaşmadıkları bir rekabetin içindeler” yazdı.
Deniz piyadelerinin başındaki General Robert B. Neller “revizyonist güçler ve haydut devletlerin ortaya koyduğu artan tehlikeler”den bahsederken “modern sensörler ve artan menzil ve etkileriyle kesin hedefe odaklanan silahlar duruşumuzu ve göreli olarak savaş gücümüzü nasıl değerlendirdiğimizi yeniden tanımlıyor. Gelişkin savunma ağları bizi yükselen muadiller karşısında rekabet etmek için gerekli güç projeksiyonu yöntemlerimizi yeniden değerlendirmeye itiyor.” demişti. Tek bir cümleyle ifade edecek olursak, gelişmiş teknolojilere dayalı yeni silahlar savaşın zeminini eşitledi. Bunun ötesinde bu tür silahları geliştirmek için birlikte çalışan Çin ve Rusya'ya avantaj sunuyorlar.
Neller “ulusumuzun esas rakipleri ve karşısında tehlike oluşturanlar; Çin, Rusya, Kuzey Kore, İran ve Aşırılıkçı Örgütlerin elinde uzun menzilli kesin hedefe ulaşan silahların bulunması ve bunların geliştirilmesi konuşlu güçlerimizin çoğunu onların silah sistemlerinin menzillerinin, ‘tehlike halkalarının' içine aldı” demişti: “İleri hatta konuşlanmış ve yerleşik Deniz Piyadeleri on yıllardır düşünmediğimiz şekillerde gerçekleşecek saldırılara maruz kalabilecek durumdalar.”
Rusya çoğunlukla askeri güç bakımından ABD'den sonra gelen ikinci ülke olarak düşünülür. Eğer bu halen doğruysa dahi, çok uzun süre geçerli olmayacak. Putin altında Rusya'nın askeri olanakları silahlı kuvvetlerin gücünü ve erişimini artırdı. Deniz Piyade Kuvvetleri Müşterek Kurmay Komutanı Joseph Dunford Senato Silahlı Hizmetler Komitesine Eylül ayında Rusya'nın “toplam askeri güç bakımından” ABD güçleri karşısındaki en güçlü rakip olduğu beyanında bulundu ancak “demografi ve ekonomik durum” kadar “önemli ABD askeri teknolojik gelişmelerini geride bırakacak potansiyeli” nedeniyle “2025 civarında ulus karşısında en büyük tehlike”nin Çin'den geleceği tahmininde bulundu.
Amerika'yı örneğin Irak ve Libya'da geçmişte olduğu gibi hemen “savaşa gitmekten” alıkoyan şey Çin ve Rusya'nın toplam askeri gücü. Bu son derece açık. Rusya'nın Kırım'ı ilhakı Birleşik Devletler ve NATO'nun öfkesine ve yaptırım uygulanmasına yol açmışsa da, doğrudan bir askeri yanıta neden olmadı. Bunun ötesinde, Birleşik Devletler'i Başkan Esad karşısında “istediği gibi davranmak”tan alıkoyan Rusya'nın Suriye'deki askeri zaferleri tek başına Rusya askeri gücüne de ışık tutuyor.
Trump, Başkan Kim Jong Un'un kıtalararası balistik füzeler ve nükleer silahlar geliştirme programını durdurmaya ant içmiş olabilir, ancak müzakereler başarısız olduğunda Trump'ın yanıtı sadece birkaç yıl önce gerçekleşecek olan yanıt şeklinde, yani ülkeyi işgal etmek ve rejimi devirmek şeklinde olmadı. Güney Kore'deki ABD güçlerinin yardımcı kumandanı Korgeneral Jan-Marc Jouas'ın bir mektubunda söylediği üzere Kuzey Kore'yle herhangi bir çatışma ABD güçlerini “sayı ve tedarik bakımından yetersiz” kılacaktır. Elbette bu, etkileyici olmayan Kuzey Kore askeri gücünün sonucu olarak oraya çıkmayacak, Rusya ve Çin Kuzey Kore karşısındaki tutumu nedeniyle Trump'ı eleştirdiler. Bu nedenle her ikisi de Kim'in nükleer cephaneliğine karşı olsalar da, Kuzey Kore'yi zorla silahtan arındırma yönlü ABD tehditlerine birlikte karşı çıktılar. Bu sırada Kim, Putin'i ziyaret etmek için Moskova'ya gitti. Bunu yaparken kiminle ittifak kurduğunu açık bir şekilde gösterdi.
The National Interest'te Ağustos ayındaki bir makalede askeri uzman Robert Farley “Birleşik Devletler halen iki büyük savaşı aynı anda yürütebilir ve kazanabilir ya da en azından ne Rusya'nın ne de Çin'in kumar oynamaya kalkacağı şekilde kazanma eşiğine gelebilir” şeklinde yazdı, ancak ekledi: “bu durumun ilelebet sürmeyeceğini vurgulamak gerek. Birleşik Devletler bu hakimiyeti sonsuza kadar götüremez ve uzun vadede vereceği sözleri dikkatli seçmek zorunda.”
Alman dergi Der Spiegel Soğuk Savaş'tan bu yana NATO'nun gücünün nasıl köreldiğini ve “karşı konulursa nasıl çabucak çökeceğini” ele aldı. NATO'nun en son Stratejik Öngörü Analizi “güç Batı'dan Asya'ya doğru kayarken, Batı'nın gündemi küresel ölçekte etkileme kapasitesinin aşınması bekleniyor” sonucuna vardı.
Bu nedenle üzülmeyin, Amerika Venezuela'yı ya da Kuzey Kore'yi işgal etmediği gibi İran'la savaşa da girmeyecek, çünkü girerse savaştığı İran olmayacak.
Mary Metzger*