Bismillah
Suriye’de başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmi ile bölgedeki müttefiklerinin gizli ve aşikar desteğinde savaşan rejim muhalifleri ve teror örgütleri karşısında Suriye rejiminin ne kadar daha direneceğini kestirmek zordur. Halk desteği olmasaydı şimdiye kadar bile onlarca ülkenin hücumuna uğramış Suriye gibi bir ülkenin muhalifler karşısında direnmesi imkansızdı.
Suriye rejiminin bunca baskıya daha ne kadar dayanacağı üzerinde bir takım tahminler yürütüle dursun ABD komutanlığında oluşturulan saldırgan cephe karşısında çok az ülke uzun sure direnebilir. Ancak bu çöküş halk desteğini yitirdiği veya muhaliflerin halk desteğini kazandığı anlamını doğurmaz. Hatta muhalifleri olmasa bile bu kadar hassas dengeler üzerine kurulu bir rejimin bunca dış baskı karşısında ayakta kalması mümkün değildir ve aksi gerçekleşirse mücize olur.
Mevcut rejim çökerse sebebi muhaliflerin mevcut rejimden daha meşru, daha haklı ve daha güçlü oldukları için değil, mevcut rejimin küresel egemen güçlerin geniş çaplı, çok yönlü saldırılarına, komplolarına uzun süre dayanabilecek takati yetemiyeceği içindir. Öte yandan birçok açıdan çevredeki kukla rejimlerle kıyaslandığında daha üstün olmakla birlikte Suriye rejimi de ilahi ölçülere vurulduğunda meşruiyet bakımından bölgedeki öteki beşeri sistemlerden farklı değildir.
Suriye’de rejimin dağıtılması orada istikrarlı bir hükümet kurulacağı olarak algılanmamalıdır. Suriye ve doğal olarak bölge Türkiye’de AKP hükümeti ve yandaşlarının beklentilerinin aksine daha derin krizlerle, karışıklıklarla yüz yüze gelecektir. Çünkü kan, katliam ve cinayetle gelenlerin huzur sağlaması ve halka özgürlük, bağımsızlık sunmaları eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü asıl oyun kurucuların Suriye’ye barış, huzur ve özgürlük getirme diye bir kaygıları yoktur. Onlar–İsrail’in varlığı ve güvenliğini korumak olan- kendi planlarını uygulamaya koyacaklardır ve Suriye’de nüfuz alanı kazanmak hayaliyle çırpınan taşeronlar ise argo deyimle havalarını alacak, hayal ettikleri nüfuz alanına asla kavuşamıyacaklardır.
Suriye’de rejimin, uluslararası emperyalizmin güdümündeki güçler karşısındaki direnişi uzadıkça karşı cephedekiler ve onların Türkiye medyasındaki müdafileri de durmadan hırçınlaşmakta, hırçınlaştıkça asabileşmekte, asabileştikçe başarısızlığın suçunu başkalarına, açık bir ifadeyle İran’ın üzerine yıkmak için bir birleriyle yarışmaktadırlar. Hatta bu yönde o kadar aşırı gitmektedirler ki, siyonist rejimin İran aleyhindeki psikolojik savaş haberlerini manşetlerden duyurmaktadırlar.
Burada küresel siyonizmin hizmetindekimedya kuruluşları ve kiralık kalemlere deyinmeye gerek bile yoktur, bunları herkes tanıyor, ve yine Batı emperyalizminin teknolojik üstünlüğü dinine inanan sözde İslamcılara da bir diyeceğimiz olmaz. Onlar Amerikancı İslamın temsilciliğinden rahatsız da değiller zaten. Asıl içler acısı olan İslamcılık iddiasındaki ilkesizler veya kendilerini başkalarından daha ilkeli gören dünün devrimci İslamcıları ve bugünün iktidar yandaşı medya kurluşu ve kalemlerdir. Bunları genel bir kategoriye sokmak gerekirse en uygun tabir sanırım iktidarcı eski İslamcı kalemler deyimi olacaktır.
Bu kalemlerin ortak özelliği İran’a saldırırken AKP hükümetine uzaktan yakından toz kondurmamalarıdır. AKP hükümetinin daha Suriye’de hiç bir çatışma yokken sınıra çadırlar kurarak muhalifleri davet etmesine, NATO’yu Libya’da olduğu gibi Suriye’ye saldırmaya çağırmasına, sınıra kurulan kamplarda muhaliflere silahlı eğitim vermesine, dünyanın çeşitli yanlarındaki Suriyeli muhalifleri örgütlemek için Antalya’da, İstanbul’da ABD, Fransa ve İngiltere ile birlikte uluslararası konferanslar düzenlemesine, Libya ve Somali gibi Afrika ülkelerinden, Afganistan, Pakistan ve Arap ülkelerinden toplanıp getirilen binlerce deneyimli ölüm makinesi El- Kaide teröristlerinin Türkiye üzerinden Suriye içlerine sokulmasına vb nice müdahalelere asla ve ebeda değinmezler. Çünkü bu cenapların mektebinde, hedefe varmak için her yol mubahtır; Kanser tümürü İsrail’in baş destekleyicisi Büyük Şeytan ABD, İngiltere, Fransa ve dünyanın en ilkel rejimleri Suudiler ve Katar emirliği ile işbirliği yapılabilir, yardım alınabilir. Bu küresel şer ekseni uğursuz planlarında başarısız olunca ve Beşar Esad rejimini kısa sürede yıkamadıysa efendilerinin başarısızlığını örtbas edecek bir bahane veya bir günah keçisi bulmaya çalışırlar. Emperyalizmin baş düşmanı (Şii) İran bu iş için biçilmiş kaftandır, nasıl olsa Beşar Esad da Şiiliğin bir kolu Alevi/Nusayri kökenliydi ve Başbakan bile bu ülkeye yönelik aşırı iştahını tevil etmek için Nusayriliği her konuşmasında tekrarlayıp durmuyor muydu!
Bu sahada kalem oynatan kalemler saymakla bitmez, ama tanınmışlarından Mustafa Özcan, Abdurrahman Dilipak, Sedat Laçiner, Ahmet Varol ve Selahattin Eş sayılabilir. İran düşmanlığını yaymakta yarışan bu kalem erbabı arasında biri var ki ötekilerine göre daha dikkat çekmektedir; Selahattin Eş. Niçin mi?
Çünkü Selahattin Eş İslam İnkılabının çeşitli evrelerini merkezinde yakından izlemiş, inkılabın hedeflerini birinci ağızdan dinleme imkanı bulmuş,liderlerinden bazılarıyla yakından tanışmış, düşünceleriyle aşina olmuş, İnkılabın dayandığı inanç temellerini yazılı ve sözlü kaynaklardan öğrenebilmiş ve daha ilginci yıllarca İslam inkılabının hakkaniyetini anlayabildiği ölçüde savunmuş ve genç nesillere bu konuda referans bile olmuş biridir. Şimdi ise Suriye meselesi bahanesiyle İran’a karşı aralıksız kin ve düşmanlık tohumları eken kıtaya katılması ve diğerlerine bu konuda da referans olması bazı kesimlerce anlaşılır gibi değil. Ötekilerin İran karşıtlığı tarihten gelme bir takım reflekslere ve bilgi eksikliğine yorumlansa bile yıllarca İran’da yaşamış biri olarak bu arızalardan, iftiralardan, dar görüşlülükten ve hasetten arınmış olması beklenen Selahattin Eş’in takındığı tavırlar affedilecek gibi değil.
Selahattin Eş gibi İran’ı İslam İnkılabının zaferinden beri takip etme fırsatı bulmuş biri, bazı insani sebepler arkasına gizlenerek İslam İnkılabına ve İran’a acımasızca saldırılarda bulunabiliyorsa bu nimetlerden yoksun İslamcıların neler yapabileceklerini artık varın siz tahmin edin.
S.Eş’in son yazısını birlikte gözden geçirelim:
1- “Suriye Buhranı, nicelerimiz için, herkesin kendi cebhesinden bir turnusol kağıdı rolü de ifâ etti ve etmekte..”
Bu ifadelere katılmamak mümkün değil, gerçekten de Suriye meselesiyle birlikte herkes olaylara hangi meyyar ve kıstaslarla baktığını ortaya koydu. İslam’ın önerdiği meşruiyyet/şer’i olma konusu yeniden gündeme geldi. Daha bir süre öncesine kadar meşrû kabul edilenlerin yerini ben eksenli meşruiyyet anlayışı aldı. Asabiyet temel ilkelere tercih edildi ve bunu örtbas etmek için yavuz hırsız misali karşı taraf suçlanmaya başlandı ve... nihayet saflar netleşmeye başladı. Safların belirlenmesi için Bedir ve Uhud yeterli değildi Sıffıyn’ler gerekirdi ve Suriye günümüzde Sıffıyn rolünü ifa etmektedir. Çünkü hile, hokkabazlık, entrika, riya ve basiretsizlik Bedir’de değil Sıffıyn’de ortaya koyulmuştu. Hizbullah-İsrail savaşında Hizbullah’ın yanında yer almak hüner değil, Suriye fitnesinde Hizbullah’ın yanında yer alanlara ne mutlu. Hizbullah aynı Hizbullah’tır ne ilkelerinden vazgeçmiş ne de düşman karşısında geri adım atmıştır. Hizbullah’ın bağlı olduğu İnkılap da hakeza. Saflarını ayıranlar, inkılap treninden yarı yolda inenler geri dönüş yapmış, indikleri ternin camlarını taş yağmuruna tutmuş ve kendilerine yeni saflar bulmuşlardır. Ama İnkılap treni aynı rotasında İmam’ının kontrolünde sapmadan yoluna devam etmektedir.
2- “Suriye’de siyonist İsrail karşısında varolduğu sanılan Direniş Cebhesi’nin zayıflatılmaması adına, böyle bir çıkmaz’a sürüklenenlerimiz yüzünden, kendi içimizdeki cebheyi darmadağın ettik..”
Suriye’nin direniş cephesinde yer alıp almadığını nasıl tespit edeceğiz? Bunu tespit etmenin en kolay yolu direniş cephesinde bulunanlardan öğrenmek değil midir? Batı emperyalizminin temsilciliği konumundaki İsrail’e karşı son altı yıl içerisinde en çetin mücadeleyi veren Hizbullah ve Hamas’ı destekleyenler kimlerdir? İran ve Suriye’den başkası mıdır? 2006 Lübnan direnişinde Hizbullah’a silahlar yoksa Türkiye, Arabistan ve Katar’dan mı aktarıldı? 2008 Gazze direnişine silahlar yoksa Mısır’ın Mübarek rejimi tarafından mı verildi? Hamas’ın Filistin dışındaki merkez kadrosu Baasçı Suriye rejiminin başkenti Şam’dan başka bir yerde miydi? Hizbullah lideri Hasan Nasrallah daha bir kaç hafta öncesinde ve son Kudüs Günü konuşmasında bu şüphelere cevap mahiyetinde 2006 direnişi sırasında İsrail’e gönderdikleri füzelerin Suriye tarafından verildiğini söylemedi mi? Peki direnişi desteklemek nasıl oluyormuş?! Bugün Suriye hükümetini devirmek için ABD ile işbirliği yapanlar Filistin davasına geçmişte destek olmak bir yana direnişi kırmak için İsrail karşısında ya susmuş veya israil’e yardım etmemişler miydi?
Ama bizimkiler son zamanlarda ayrı bir bahane bulmuşlar; madem Suriye direniş cephesindedir Golan’ı geri almak için niçin harekete geçmiyormuş? Aslında bunun cevabının ne olduğunu başta soruyu yöneltenler olmak üzere bilmeyen yoktur. Bölgenin ve İslam dünyasının en büyük meselesinin askeri-ekonomik ve teknolojik açıdan üstün durumdaki Batı’nın işgalci İsrail’ın yanında olduğunu bilmeyen mi var? Golan tepelerinin ve işgal altındaki Filistin topraklarının geri alınmasının Batı’nın yenilmesi anlamına geldiğini bilmediğinizi mi söylemek istiyorsunuz, yoksa bu gibi demagojilerle zihinleri karıştırmayı mı amaçlıyorsunuz?
3- “Devletlerin maslahat ve menfaatleri bazen tersleşebilir, ama, bu terslikler üzerine, hemen, hem de itiqadî temeller üzerine suçlamalar yapılması, ne kadar sağlıklıdır? Rejimler, liderler gelir geçer, ama, bizi kardeş yapan inancımız ebediyete kadar sürecektir..”
Şimdi adama sormazlar mı bırakın itikadi temeller üzerine suçlamalar yapmayı saldırıya ortam hazırlamak için “Nusayri” kelimesini ağzından düşürmeyen başbakan ve şakşakçıları mı yoksa falanca İran sitesindeki yazının altına yazılan yorumlar mı?! Şimdiye kadar hangi İran’lı yetkilinin ağzından Suriye’deki rejimi Beşar Esad’ın mezhebinden dolayı destekliyoruz ifadesine rastladınız? Ama tezinizi ispatlamak için Muhsin Rızai’den bir dev ve kontrolündeki internet sitesinden büyük bir medya kuruluşu yarattığınız gibi köşede bucakta tanınmamış birinin bir sözünü de zavallıya bir ünvan bularak aktarabilirsiniz, çünkü nasıl olsa önemli olan muhatabı etkilemek değil midir?!
Tabnak sitesinde yayınlanan bir yazı altında hoşlanmadığınız yorumları aktarmak yerine kendi yazınız altında Şia ve İran düşmanlığında bir biriyle yarışan yorumcuların ifadelerine baksanız daha iyi olmaz mı?
4-Selahattin Eş’in yazılarında sık sık eleştirdiği konulardan biri de İran medyasının devlet kontrolünde olmasıdır. İran’da radyo televizyon kurumuyla bazı gazetelerin devletin- hükümetin değil-kontrolünde olduğu gerçektir. Ama medyanın topyekün devlet kontrolünde bulunduğu büyük bir iftiradır. Halihazırda İran’da onlarca gazete ve dergi özgürce bir şekilde bırakın cumhurbaşkanı, meclis başkanı, bakanlar ve diğer yetkililerin icraatlarını ve siyasetlerini şiddetli bir şekilde eleştirmeyi nizamın temel ilkeleri ve anayasa maddelerine kadar her şeyi serbestçe eleştirebilmektedirler. Suriye konusunda bile her gün çok sayıda eleştirel görüş yayınlanmaktadır. Falanca gazetenin Rehberin temsilcisi tarafından yönetildiği gibi kurnazlıklarla İran’da ifade özgürlüğü üzerine şüphe düşüren yazar Türkiye’de ana akım ve yandaş medyanın hükümetin kontrolü dışında hareket ettiğini veya edebileceğini mi iddia ediyor acaba?! Başbakan’ın hükümetin Suriye siyasetini eleştiren muhalif köşe yazarlarını hain kalemler olarak nitelediği üzerinden daha bir kaç hafta geçmemişken İran medyası konusundaki bu ifadeler muhatabı yanıltmak değil midir? İran’da İslam nizamının muhalifi yok değil, hatta fazladır bile, ama aynı muhalifler demek ki bizim iktidarcılar gibi Suriye’de oynanan oyunun farkına varmayacak kadar basiretsiz değillermiş.
5- İran medyasında son sıralarda Türkiye hükümetini Osmanlı’cılıkla suçlama ifadelerine gelince. Bu konu İran medyasından önce Türkiye medyasında aylardan beri tartşılmaktadır. Bu iddiayı icat eden İran’lılar değil bizzat Dışişleri bakanı Ahmet Davudoğlu’dur. “1911 ila 1923 yılları arasında kaybettiğimiz topraklarda 2011 ila 2023 yılları arasında kardeşlerimizle buluşacağız...” cümlesini İran’lılar mı uydurdu ve bu cümlenin Osmanlıcılık yapmaktan başka bir anlamı da var mıdır acaba?!
6- İranlıların Türkiyedeki laik-solcu basının iddialarını tekrar ettikleri iddiasına gelince; sözde İslamcıların gafleti karşısında geçmişte İslam inkılabına en ağır eleştiri ve saldırılarda bulunurken bugün emperyalizmin oyunlarını farkeden laik , ulusalcı ve solcular bu gerçeği görme basireti göstermeleri takdire şayan bir gelişmedir. Bu kesimler hangi saikle olursa olsun başını ABD’nin çektiği Batı müstekbirliği ile bölgenin mürteci ve maceracı rejimlerinin kirli ilişkilerini ortaya koyabiliyorsa bunları yermek yerine takdir etmek gerekmez mi? Bu yeni beklenmedik durum karşısında kimin tavrı daha isabetli ve insanlığın hayrınadır acaba? İslamcılık, ümmetçilik adına Büyük Şeytanın dışişleri bakanıyla kendi deyimleriyle “ortak operasyonel yapı” geliştiren AKP hükümetini destekleyen veya bu komplo karşısında susarak onaylayan İslamcılar mı daha güvenilirdir yoksa bu komplo planlarını ifşa eden ulusalcı, laik ve solcular mı?
7- Bazıları güya inancından dolayı körü körüne savunma yapıyormuş, peki adama sormazlar mı kendiniz hangi saiklerle Suriyede rejim karşıtlarını savunuyorsunuz?! Yoksa siz de ABD gibi demokrasi ve insan hakları namına mı muhalifleri destekliyor ve sizin gibi düşünmediği için İranlı liderler aleyhinde kin ve nefret duygularını hareket geçirmek için yorulmadan yazıp duruyorsunuz? Siz de kesinlikle inanç değerlerinizden dolayı Suriye rejimine karşı savaşanları canu gönülden desteklemekte ve bunu açıkca ilan etmektesiniz. Başkasının da inanç ilkeleri gereği özellikle de fitne dönemlerinde, haklı batılın bir birine benzediği zamanlarda meşru imamının, rehberinin çizgisinde, onun tespitleri doğrultusunda hareket etmesinin yadırganacak ne sakıncası olabilir?
8- Takiyye konusu: Takiyye konusunda da maalesef muğalata yapılmaktadır. Çünkü Şia inancında takiyyenin yeri, zamanı ve sınırları kesin çizgilerle belirlenmiştir. Meslekdaşlarının aksine yazarın bunu bilmemesi mümkün değildir. Buna rağmen İran’lı bir komutanın açıklamaları üzerinde muğalata yaparak inşallah takiyye yapmıyordur gibi dileklerde bulunması da herhalde jurnalistik tekniklerinden olsa gerek. Bu durumda adama sormazlar mı bugün Suriye meselesi bahanesiyle üzerine şüphe düşürmeye çalıştığın değerleri yıllarca önce yoksa takiyyeye sığınarak mı savunuyor ve başkalarına tavsiye ediyordun?!
9- Çarpık İslami anlayış etrafında buluşmaya hayır: Hedefe ulaşmak doğrultusunda her türlü cinayeti, katliamı ve terörü mubah sayan zihniyetle vahdet yapmaktan Allaha sığınırız. AKP hükümetine toz kondurmayan, Suriye siyasetlerini haklı gösteren, ABD ve genel olarak Batı ile kirli ilişkilerini dolaylı olarak meşru göstermeye çalışan zihniyetle bir arada olmaktan Allah’a sığınırız. Masum insanları öldürmekten kaçınmayan teröristlerle işbirliği yapan ve sırf İslami şiar ve sloganları tekrarladıkları için katiller cephesinde ölen Bin Ladinleri ve benzerlerini şehid olarak gören çarpık zihniyeti de kabul edemiyeceğimizi vurgulamak isteriz.
17/08/2012 Y. ZİYA T.YILMAZ