Asya güçlerinin Şangay İşbirliği Örgütü ve BRICS çerçevesindeki yeni yaklaşımları ve İran dahil yeni üyeleri aralarına kabul etmeleri, uluslararası süreçlerin ve yaklaşımların yavaş da olsa, İran’la işbirliğine doğru yöneldiğini gösteriyor
Çin ve Hindistan, Basra Körfezi'nde, Afrika’da, Orta Asya’da, Doğu Asya’da, Avrupa’da ve Latin Amerika’da sessiz sedasız birbirleri ile rekabet ediyorlar.
Aradaki gelgitlere karşın, Çin ve Hindistan II. Dünya Savaşı'nın ardından, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra benzer stratejiler izlediler. Her ikisi de kapitalist modelden uzak durdular. Çin Maocu komünizmi benimsedi, Hindistan Nehru’nun sosyalizmini seçti. Her iki ülke de 1990’lardan itibaren görece hızlı ekonomik büyüme yaşadı.
Günümüzde, Batılı hükûmetlerin iki ülkeye bakışları büyük ölçüde farklılaştı.
Hindistan Batı’nın dostu, müttefiki olurken, Çin Batı’ya karşı tutumunu korudu.
Aslında Batı’nın iki ülkeye karşı tavrı siyasal (ekonomik değil) yapılarının farklılığı temelinde şekillendi. Çin geleneksel olarak merkezi ve otoriter bir sisteme sahip olurken, Hindistan gücün çeşitli kurumlar arasında dağıtıldığı adem-i merkeziyetçiliğe eğilim duydu.
Enerji güvenliği, petrol yoksunu her iki ülke için öncelik taşıyor. En kalabalık ülkeler olarak, işgücünün ucuzluğundan ve özellikle modern bilimler alanında yetiştirdikleri nitelikli işgücünden yararlanıyorlar.
İran enerji üretimi için merkez olabilir, Asya’nın doğusu ve batısı, güneyi ile kuzeyi arasında taşımacılığı ve ticareti kolaylaştırabilir ve yabancı yatırımları çekebilir.
SESSİZ RAKİPLER ÇOK KUTUPÇULAR
Öte yandan dünyanın farklı alanlarında, örneğin Basra Körfezi'nde, Afrika’da, Orta Asya’da, Doğu Asya’da, Avrupa’da ve Latin Amerika’da sessiz sedasız birbirleri ile rekabet ediyorlar. Dahası, her ikisi de, Bağlantısızlar Hareketi, 77’ler Grubu, Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS gibi (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) gibi çeşitli bölgesel ve uluslararası kuruluşlara katılıyorlar; her ikisi de uluslararası sistemin yapısında değişiklik arayışı içindeler; tek kutuplu bir dünyadan, süpergücün, hegemonyanın olmadığı çok kutuplu bir dünyaya yönelmek istiyorlar. Ve nihayet her iki ülke de son yıllarda Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulamaya kalkışan ABD’nin ve onun Avrupalı müttefiklerinin baskılarına direndiler. Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’ya yaptırımlara direnmelerine bağlı olarak, her ikisi de İran’a yönelik Batı yaptırımlarının dayatmacı özünün farkına vardılar, benzer tavırlar aldılar.
Her ikisi de Soğuk Savaş yıllarında İran’ı Batı Blokunun parçası olarak görüyor ve 1979’a kadar Doğu ile ittifak yapıyorlardı. Başlarda ikisi de İran İslam Devrimi’ni soğuk karşılamakla birlikte, devrimden on yıl sonra İran’la işbirliğini geliştirdiler. 21. yüzyılın başında İran’ın Asya’nın iki devi ile ilişkilerinin istikbal vaat ettiği görüldü.
Dahası, İran’ın “Doğu’ya Bakış Siyaseti” dikkate alındığında, Çin ve Hindistan ile bağlarının güçleneceği bekleniyordu. Bununla birlikte İran’ın ekonomik, kültürel ve bilimsel ortaklığı son 20 yılda geriledi. Her iki büyük güç farklı uluslararası kimlikler geliştirirken ve İran’a farklı yaklaşımlar içine girerken, ekonomik alanda İran’a benzer şekilde yaklaştılar. ABD’nin 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından Çin ve Hindistan, İran’la enerji sektöründeki işbirliğini azalttılar, uzun vadeli yatırımları frenlediler. Dahası, mallarını pazarlamada İran’ı dikkate değer bir pazar olarak görmediler, İran’dan satın aldıkları petrolün bedelini ABD yaptırımlarını bahane ederek ödemediler.
İRAN İLK KEZ DIŞLANMIYOR
ABD’nin Şabatar Limanını yaptırımların dışına taşımasına rağmen, Hindistan limanın Doğu-Batı taşımacılığı içindeki yerine önem vermedi. Yanı sıra Çin de Kuşak-Yol projesi içindeki “Doğu’ya Bakış Siyaseti için anlamlı yatırım yapmadı.
Buna rağmen her iki ülke, diplomatik temaslarda ekonomik projeler hakkında İran ile işbirliğine istekli olduklarını ve bunlara katılmak istediklerini belirttiler. Şu çok açık: İran büyük devletlerin oyunlarında ilk kez dışarda bırakılmıyor.
İngiltere ve Rusya 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında stratejik konumu nedeniyle İran’ın çevresindeki bütün alanları sömürgeleştirdiler. İran siyasal bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumakla birlikte, güçlü hükûmetlerin ekonomik baskılarına karşı koyamadı. İran ancak I. Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemdeki yeni dengelere bağlı olarak öteki ülkelerle ilişkilerini tedricen geliştirebildi. Şimdilerde İran’ın Asyalı güçlerle gerginleşmiş ilişkilerini ikili işbirliği yolu ile çözüme kavuşturması olası görülmüyor.
SİSTEM DEĞİŞMELİ
Öyle görünüyor ki, İran’ın stratejik yalnızlığının üstesinden gelebilmesi ve bölgesel, kıtasal ve küresel güçlerle ilişkilerini geliştirebilmesi ancak güçler dengesinde anlamlı bir değişiklik gerçekleşirse mümkün olabilecek.
Bu ise, ulusal birliklerden ziyade, çokkutuplu bir sistemin ya da kutupluluk sonrası bir dünyanın kurulması ile mümkün.
Böyle bir senaryoda İran enerji üretimi için merkez olabilir, Asya’nın doğusu ve batısı, güneyi ile kuzeyi arasında taşımacılığı ve ticareti kolaylaştırabilir ve yabancı yatırımları çekebilir. Ek olarak, İran, bu şekilde dünyanın geri kalan kesimleri ile daha geniş bir kültürel toplumsal ve siyasal etkileşim içine girecektir.
Çin’in, Hindistan’ın ve öteki büyük güçlerin Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS çerçevesindeki yeni yaklaşımları ve İran dahil yeni üyeleri aralarına kabul etmeleri, uluslararası süreçlerin ve yaklaşımların yavaş da olsa, İran’la işbirliğine doğru yöneldiğini ve İran’ın yeni dünya düzeninde konumunun geliştiğini gösteriyor. Şimdilerde ünlü Fars şairi Şirazi’nin şu sözlerini hatırlamanın zamanıdır: “Yepyeni bir dünya ve yepyeni bir insan yaratılmalı.”
(*) Tahran Allamei Tabatabai Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Uzmanı. İran Barış Derneği Yöneticisi. Yazı, Hindistan’da faaliyet gösteren Observer Research Foundation’un Ekim 2023 tarihli sayısında “Kumlardaki Ejderha: Çin’in Çağdaş Batı Asya’daki Varlığını Açık Etmek” başlığı ile yayımlandı.
İngilizceden kısaltarak çeviren: Cüneyt Akalın.
Dr. Mandana Tishehyar