Hizbullah savaş ilan etmeden derinliğini kendisinin belirlediği bir savaş yürütüyor. Bunun teşekküllü bir savaşa dönüşmesini kaçınılmaz görse de bunu önlemenin ABD’nin elinde olduğunu söylüyor. Blinken, Amman’da Arap dışişleri bakanlarına “insani mola” için çalıştığını anlatırken kalıcı ateşkes taleplerine olumlu yanıt vermedi. Yani ABD henüz İsrail’i durdurma noktasında değil. Savaşı bölgeselleştirecek bombanın pimi çekilmiş, atılması da an meselesi.
Hamas’ın 7 Ekim baskınını soykırım için fırsata çeviren İsrail’in durdurulmaması halinde savaşın bölgeselleşme riski her geçen gün artıyor. Kritik eşiğe gelinip gelinmediğini görmek için tüm taraflar Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın 3 Kasım’daki konuşmasına kilitlenmişti. Nasrallah, Hamas’ın beklediği türden bir savaş için düğmeye basmazken İsrail’i kuzeyde yormaya devam edecekleri mesajı eşliğinde kırmızı çizgilerini hatırlattı. Savaştan sorumlu tuttuğu ABD’nin tehditlerine meydan okudu.
Savaş deklarasyonu çıkmadı, zaten beklenmiyordu ama konuşma savaşsız savaş halinin süreceği anlamına geliyor.
Nasrallah’ın ‘Direniş Ekseni’nin durumu ve Hamas’ın 7 Ekim baskınına dair çift yönlü okumaya açık mesajları vardı ki bunlar caydırıcılık inşa etmeye dönük sert uyarıların gölgesinde kaldı.
Yarın daha net konuşulacak bazı şeylerin beklemeye tahammülü yok. Baskın ve savaşın gidişatı Hamas’ı çevreleyen denklemi hayli karmaşık hale getiriyor. Hamas ile ‘Direniş Ekseni’ arasındaki ilişkiler Suriye’deki karmaşa sırasında türbülansa girmişti. Müslüman Kardeşler, Esad yönetimine karşı vekalet savaşında Batı-Körfez blokunun vekil gücüne dönüşürken Hamas da siyasi bürosunu Şam’dan Doha’ya taşıyarak Suriye’ye sırtını dönmüştü. Suriyeliler bunu arkadan hançerleme olarak görüyor. İsrail de Golan cephesinden IŞİD’in Suriye yapılanması Nusra Cephesi ve diğer İslamcı örgütleri destekledi. Hizbullah ise 2013’te Suriye savaşına girerek Sünnî-Selefî-Cihadî örgütleri pek çok cephede ezdi. Böylece Lübnan’a cihatçı sıçramayı da önledi. Türkiye ve Katar’ın gazıyla Şam’dan çıkan Siyasi Büro Şefi Halid Meşal’i kızağa alan Hamas’ın nedamet göstermesi, Hizbullah’ın Filistin davasını ayrı tutma hassasiyeti ve İran’ın stratejik davranma kararına bağlı olarak ilişkiler tamir edildi. Müslüman Kardeşler’e “hain tabiatlı” demeyi sürdüren Esad yeni sayfa açılmasına karşıydı.
Ve birlik görüntüsü oluşmuşken Hamas 7 Ekim’de ‘Direniş Ekseni’nden bağımsız, diğer dostlarından da habersiz tek taraflı bir hareket geliştirdi. Hatta saldırı planı Gazze’deki Hamas liderliği ve İzzeddin Kassam Komutanlığı’nda dar bir çevrede tutuldu ve Doha-İstanbul merkezli siyasi liderlere de karartma uygulandı.
Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin baskını İstanbul’da televizyondan görüp şükür namazı kılması, Ankara’nın panikle Hamas liderlerini Türkiye’den göndermesi, İran dini lideri Ali Hamaney’in ilk konuşmasında üç kez saldırıyla ilgilerinin olmadığını vurgulaması, yeterince inandırıcı gelmese de Hamas kaynaklarının baskının sadece sınıra yakın askeri kışlayı hedef almak için tasarlandığını, sınırlar yıkılınca operasyonun genişlediğini ve kontrolden çıktığını, takas için 20 kadar rehine hedeflenirken savaşçıların 200’ün üzerinde rehineyle döndüğünü söylemesi ve nihayetinde Nasrallah’ın epey sessiz kaldıktan sonra savaşın 27’nci gününde çıkıp bütün kararların Hamas tarafından alındığını vurgulaması herkesi zorlayan çetrefilli bir tablonun oluştuğunu gösteriyor.
Ama İsrail soykırım yaparken 7 Ekim değerlendirmesinin sonraya bırakıldığı görülüyor.
Yine de Hamas, Hizbullah’tan İsrail’i dümdüz edecek bir başka tufan bekliyordu.
***
Tabii saldırı kendinden bağımsız planlanıp uygulansa da Hizbullah eli kolu bağlı durmadı; 8 Ekim’den itibaren işgal altındaki Şeba bölgesinde İsrail’in gözetleme kuleleri, radarları, kamera sistemleri ve devriye araçlarını vuran kontrollü bir çatışma stratejisini devreye soktu.
ABD bir taraftan İsrail’i “kuzeyden cephe açılmasına yol açacak şekilde Hizbullah’ı kışkırtacak hesapsız bir şey yapma” diye baskılarken diğer taraftan uçak gemilerini Akdeniz’e gönderip siyasi-diplomatik kanalları devreye sokarak ikinci ve üçüncü cepheleri önlemeye çalıştı.
Beyrut, Tahran ve Şam’a farklı kanallardan uyarılar gitti. Amerikalılar Lübnan hükümetini, ordusunu ve istihbaratını markaja alıp Hizbullah’ı dizginlemeleri için baskı yaptı. Yine de Hizbullah, İsrail’in yanıtlarına bağlı olarak angajmanın derinliği ve genişliğini kademe kademe artırdı. Neredeyse tüm güney sınırından İsrail’i vurmaya başladı. İlk başlangıçta hayli tehditkar giden ABD, müdahaleler korkulan düzeye yani teşekküllü savaş haline geçmediği için Hizbullah’ın iyi kalibre edilmiş kontrollü çatışma stratejisini ‘kabul edilebilir’ bulma eğilimine girdi.
Bu noktada Hamas’tan sitemkâr açıklamalar gelmeye başladı. Hamas’ın siyasi büro üyesi Musa Ebu Merzuk, El Cezire’nin Hizbullah’tan ne bekledikleri sorusuna “Kendimize güveniyoruz ve tüm dostlarımızı bu çatışmada bize katılmaya davet ediyoruz ancak başkalarını yargılayamayız. Herkesin takdir ettiği ölçüde katılmasını istiyoruz” yanıtını verdi. Sorular tekrarlanınca Merzuk bu kez “İnsanlar bu savaşta müttefiklerimizden çok şey bekliyordu” dedi. Bu yanıt bir hayal kırıklığı olarak yansıtıldı.
Beklentinin yükseltilmesinde Hizbullah’ın ‘Nasrallah kararını verdi’ izlenimi yaratan videosu da etkili oldu. Bu video 2019’daki çöküşten beri ekonomisi tepetaklak giden Lübnan’daki iç durumu ve bölgesel dengeleri de gözeten Nasrallah’ın ‘belirsizlikler’ üzerine kurulu caydırıcılık stratejisiyle uyumsuzdu.
***
Nasrallah ağırlıklı olarak ABD’yi hedef alsa da ‘Direniş Ekseni’nin durumuna dair bazı kritik noktalara değindi. 7 Ekim baskının Hamas ve Filistin'deki diğer direniş grupları tarafından gerçekleştirildiğini belirtip “Yüzde 100 Filistinlilerin kararıydı. Komşu ülkelerle hiçbir ilgisi yoktur. Yaşananlar, İran'ın direniş grupları üzerinde herhangi bir vesayetinin olmadığını teyit etmiştir" dedi. Bu söz ilk bakışta Lübnan ve İran’ı koruma çabası olarak görülebilir. Aynı zamanda Hamas’a örtülü bir mesaj olarak da değerlendirilebilir. Hamas’ın kendi kararı olduğu vurgusu ‘tek taraflı karar aldığına göre hesabını ve hazırlığını ona göre yapmıştır’ diye tevil edilebilir.
Batı-Körfez ekseni Hizbullah’ı “Lübnan’ı yakma” diye dizginlemeye, diğer taraf da “ne pahasına olursa olsun cephe aç” diye bastırdığı için Nasrallah bu konuya biraz detaylı girdi. Nasrallah aslında 8 Ekim itibariyle savaşa girdiklerini belirterek “İslami direniş yalnızca sınırda bulunanların hissedebileceği gerçek bir savaş yürütüyor. Bu operasyonlar, düşman arasında bölgenin savaşa sürüklenebileceği ihtimaline dair panik ve korku yarattı. Bu gerçekçi bir olasılıktır ve düşman bunu dikkate almalıdır” dedi.
Nasrallah güney sınırlarında İsrail’in 1948’ten bu yana görmediği bir yanıtla karşılaştığını vurgulayıp ‘tatmin etmeyen’ çatışmanın sonuçlarını anlattı:
- “Direniş İsrail ordusunun üçte birini Lübnan sınırına çekmeyi başardı.”
- “İsrail deniz gücünün yarısı Lübnan ve Hayfa'nın karşısında konuşlandı.”
- “İsrail füze savunmasının yarısı Lübnan'a yöneldi."
Bunun anlamı; Hizbullah kontrollü çatışma stratejisiyle İsrail’in gücünü bölüp Gazze’ye yüklenmesini önlüyor.
Hizbullah’ın geçen hafta yayımladığı bir bilançoya göre de 8 Ekim’den bu yana 105 askeri nokta ve 9 tank-zırhlı hedef alındı; 120 asker öldü ya da yaralandı; sınırı izleyen 33 radar ve 40 kamera imha edildi; işgal altındaki 28 yerleşim yerindeki 65 bin yerleşimci boşaltıldı.
Hizbullah’ın kendi kayıpları 60’ı geçti.
Nasrallah Irak, Suriye ve Yemen’de direniş eksenindeki güçlerin sürece dahil olduğunu da hatırlattı.
Irak ve Suriye’de ABD’nin bulunduğu 11 üsse onlarca kez roket ve kamikaze İHA saldırıları oldu. Yemen’de Ensarullah’ın attığı füzeler ise Kızıldeniz’deki Amerikan gemileri ya da Suudi Arabistan ve Ürdün hava savunmasını aşabilirse İsrail’e doğru yol alıyor. Suudi Arabistan ve Ürdün hava savunması mevcut haliyle İsrail’e çalışıyor.
Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’nin kritik dönemde Beyrut’ta olduğu da dikkate alınırsa bütün bu cephelerin koordineli hareket ettiği söylenebilir. Fakat Hizbullah uzmanları Lübnan-İsrail cephesinde bütün inisiyatifin Nasrallah’ta olduğunu vurguluyor.
Bölgedeki hareketlilik "İsrail durmazsa savaşın alacağı boyutu göstermeye" ve ABD’yi farklı bir tutuma zorlamaya yönelik.
ABD ısrarla İran’la savaş istemediğini belirtirken Tahran’ın yanıtı da “Biz de istemiyoruz ama durumun kontrolden çıkmaması ABD’nin elinde” diye özetlenebilir.
***
Hedefleri “saldırının durdurulması” ve “direnişin Gazze'de zafer kazanması” diye koyan Nasrallah resmen savaş ilan eden taraf olmaktan kaçınıyor ama ciddi bir uyarıyı da peşi sıra ekliyor: “Güney Lübnan cephesi tüm seçeneklere açık.”
Savaşın genişlemesi konusunda iki kırmızı çizgi çekti:
- Gazze'deki gidişat
- İsrail’in Lübnan'a karşı eylemleri.
Nasrallah spesifik olarak Lübnan’da sivillerin ölmesi halinde “sivile karşı sivil” denklemine döneceklerini belirtti. (Ve dün İsrail üç çocuğu öldürünce Hizbullah ağır bir yanıtın geleceğini duyurdu.)
Haftalarca Batı-Körfez blokunun bütün girişimlerine rağmen Nasrallah’tan “cephe açmayacağım” sözü alınamamıştı. Belirsizlik stratejisi sürdürülürken tepkilerden kırmızı çizgilerin tarifi çıkıyordu:
- Kara harekâtının başlaması.
- Direnişin çökmesi. (Denilen şuydu: Gazze düşerse sıra Lübnan’a gelir, buna izin verilemez.)
- Lübnan topraklarının saldırıya uğraması.
Kara harekâtı kısmen başlarken kırmızı çizgi Nasrallah’ın ‘gidişata bağlı’ ifadesiyle başka bir belirsizliğe bürünüyor.
Lübnan’ın saldırıya uğraması konusunda angajman şöyle işleye geldi:
Hizbullah vurduğunda İsrail misilleme yapıyor. Ya da İsrail vurduğunda Hizbullah misilleme yapıyor. Eğer Lübnan’da başka bir direniş grubu atış yapar da İsrail, Lübnan’ı bombalarsa Hizbullah buna da misilleme yapıyor. Bu salvoların çapı kademe kademe büyüse de iki taraf hala kontrollü gidiyor.
***
Nasrallah’ın İsrail’den ziyade ABD’ye verdiği mesajlar daha kritikti. Gazze’deki savaştan sorumlu tuttuğu ABD’yi mesajlarının odağına koydu. “Amerikalılara sesleniyorum” deyip ekledi: “Tehditlerin hiçbir işe yaramadı. Akdeniz'deki filolarınız bizi korkutmuyor. Onlar için de hazırlık yaptık. Bizi tehdit ettiğiniz gemilerinizi batıracağımızı bütün samimiyetimle söyleyeceğim. Siz Amerikalılar, İsrail'i durdurabilirsiniz, çünkü bu sizin saldırganlığınız. Bölgede bir savaş başlarsa bunun bedelini ödeyeceksiniz. Tekneleriniz ve askerleriniz hedef alınacak."
Simgesel bir atış daha yaptı: “Amerikalıları 1980’lerin başında yenilgiye uğratanlar çocukları ve torunlarıyla hala burada.”
23 Ekim 1983’te Lübnan iç savaşı sürürken Beyrut tam kuşatma altındaydı. ABD Deniz Piyadelerinin konuşlandığı kışlaya bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 241 asker öldü, 60 asker yaralandı. İki dakika sonra Fransız askerlerinin kaldığı 8 katlı bina hedef alındı; 58 Fransız asker öldü, 15 asker yaralandı. Sorumluluğunu İslami Cihad Hareketi üstlendi. Yani bugünkü Hizbullah. ABD ‘Biz de zaten gidiyorduk’ minvalinde bir tutumla yanıt vermeden tası tarağı topladı.
Nasrallah bölgedeki Amerikan askeri varlıklarını ve çıkarlarını açıkça tehdit etmiş oldu.
Hizbullah lideri denklemi tersinden kurarak bölgesel savaşı önleme yükümlülüğünü ABD’ye yüklüyor. Nasrallah ikinci konuşmasını 11 Kasım’da yapacak. Lübnanlı gazeteci Ali Haşim “Bu, Nasrallah'ın ABD ve diğer etkili aktörlerin çatışmayı kontrol altına alması için belirlediği süreyi temsil ediyor. O zamana kadar farklı bir ton olabilir” diyor.
İsrail ordusunu çok iyi analiz eden, gerilimi nerede nasıl tırmandıracağına ve nerede duracağını kendisi belirleyen Nasrallah mevcut tabloda psikolojik savaş üstünlüğünü koruyor. Muğlaklık siyasetiyle muhatabını geriyor ve sınırlıyor.
Hizbullah, Nasrallah’ın konuşmasından bir gün sonra Cel el Alem’de İsrail karargahını cehenneme çeviren bir saldırının videosunu yayımladı. Bunun dışında 4 yerde daha İsrail askeri hedefleri vuruldu. İsrail misilleme olarak Lübnan sınır köylerini bombaladı. Fakat Cel el Alem’deki patlamalarla ilgili İsrail tarafındaki sessizlik ya da görmezden gelme hali hayli dikkat çekiciydi.
İsrail 2006’daki Lübnan yenilgisinden beri Hizbullah’ı ciddiye alıyor. Nasrallah’ı pür dikkat en fazla onlar dinliyor. İsrailli askeri uzmanlar 2006 savaşında Hizbullah’ın 15 füzesi, 40 bin savaşçısı olduğunu, bunları 10 kat artırdığını tahmin ediyor. Füze sayısını 150 bin hatta 200 bin olarak veren uzmanlar da var.
Merkava tanklarını etkisiz hale getiren Kornet füzelerini kullanıyor. Rus yapımı Katyuşaların yanı sıra füze stoku Fetih 110, Bedir 313, Zilzal-I, Zilzal-II füzeleriyle dolu. Suriye'den temin edilen gemi savar Yakhont füzelerine de sahip. Hizbullah İsrail’in elindekilerle asla kıyaslanamayacak derecede eski teknoloji ürünü tank ve zırhlı araçlarını da ara sıra sergiliyor. Bunlara istihbarat ve kamikaze İHA’larını da eklemek gerekiyor.
***
Pentagon Nasrallah’ın konuşmasını “Hizbullah tırmandırmayacak” diye yorumlamayı tercih etti. Bölgeye üçüncü kez giden Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Lübnan Başbakanı Necip Mikati’ye gösterdiği liderlik için teşekkür etti. Nasrallah’a teşekkür edecek hali yok ya!
Lübnan’da ise pek çok taraf ‘direkten döndük’ diye seviniyor. Hizbullah’a kendini tutması çağrılarında başı çeken Dürzi lider Velid Canbolat konuşmayı ‘gayet gerçekçi’ bulmuş.
Özetlersek Hizbullah savaş ilan etmeden derinliğini kendisinin belirlediği bir savaş yürütüyor. Bunun teşekküllü bir savaşa dönüşmesini kaçınılmaz görse de bunu önlemenin ABD’nin elinde olduğunu söylüyor. Blinken, Amman’da Arap dışişleri bakanlarına “insani mola” için çalıştığını anlatırken kalıcı ateşkes taleplerine olumlu yanıt vermedi. Yani ABD henüz İsrail’i durdurma noktasında değil. Savaşı bölgeselleştirecek bombanın pimi çekilmiş, atılması da an meselesi. İsrail kara harekâtını genişletmekte ısrar ederse bölgesel hesaplar bu dehşet dengesini daha ne kadar tutabilir?